- Kur’ân medeniyetinde yönetilen ve yönetenler

Adsense kodları


Kur’ân medeniyetinde yönetilen ve yönetenler

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
ehlidunya
Mon 7 May 2012, 07:42 pm GMT +0200
Kur’ân medeniyetinde yönetilen ve yönetenler

Kur’ân’ın getirdiği medeniyette hayat prensipleri olarak belirlediği esaslardan birisi de yöneticilikte “hizmetkârlık” esasını kabul etmesidir. Bundan dolayı da Hz. Peygamber (asm): “İdarecilik, hizmetkârlıktır” buyurarak yöneticiliğin hiçbir zaman menfaat aracı olarak görülemeyeceğini ifade eder. Asr-ı Saadet’te böyle algılanmış ve uygulama bunun üzerine icra edilmiştir.
 
Bediüzzaman Emirdağ Lâhikası’nda bu hususu şöyle ifade eder: “İslâmiyetin ikinci bir kanun-i esasîsi; şu hadîs-i şeriftir: ‘Memuriyet bir hizmetkârlıktır’ bir hâkimiyet ve benlik için tahakküm âleti değil. Bu zamanda terbiye-i İslâmiyenin noksaniyetiyle ve ubudiyetin zaafiyetiyle benlik, enaniyet kuvvet bulmuş. Memuriyeti hizmetkârlıktan çıkarıp bir hâkimiyet ve müstebidâne bir mertebe tarzına getirdiğinden, abdestsiz, kıblesiz namaz kılmak gibi, adalet, adalet olmaz, esasiyle de bozulur. Ve hukuk-u ibad da zîr ü zeber olur. Hukuk-u ibad, hukukullah hükmüne geçmiyor ki hak olabilsin. Belki nefsanî haksızlıklara vesile olur.”1
Önce yöneticiler ve yönetilenler hakkındaki bazı âyetlerin belirtilmesinde fayda vardır:
“Davud! Biz seni ülkede hükümdar yaptık, sen de insanlar arasında adâletle hükmet, keyfine/nefsinin hevesine uyma ki seni Allah yolundan saptırmasın.” 2
“Resûlüm! Eğer hüküm verirsen, aralarında adâletle hüküm ver. Şüphesiz Allah, adâletli davrananları sever.” 3
“Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emreder. Allah bununla ne de güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi işitendir, her şeyi görendir.” 4
“Hâsılı, başlangıçta Mûsâ’ya, kendi kavminden, genç bir kuşaktan başka iman eden olmadı. Kavmi, Firavun’un ve yöneticilerin, kendilerine işkence edeceklerinden korkuyorlardı. Çünkü Firavun o ülkede son derece despot ve çok aşırı gidenlerdendi.” 5
Yönetilenler hakkındaki bazı âyetler ise şöyle belirtilmiştir:
“Ey iman edenler! Allah’a itâat edin, peygambere ve sizden olan idarecilere/yöneticilere de itâat edin! Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah’a ve âhiret gününe (gerçekten) inanıyorsanız, onu Allah’a ve Resûl’üne götürün. Bu—sizin için—daha hayırlıdır ve sonuç bakımından da daha güzeldir.” 6
Öyle görülüyor ki, yöneticilerin en büyük görevi, adaletli olmaktır. Yönetilenlerin en büyük görevi de, bu adaletli hükümdarlara itaat etmektir.
Kur’ân medeniyeti, hakka ve adalete dayanır. Yalnız insanın hukuku değil, karıncanın hukuku bile ihmâl edilmemiştir. Hatta cansız maddelerin bile hukuku gözetilmiştir ki, yaratılış maksadının dışında herhangi bir şeyin harcanması israf kabul edilerek men edilmiştir. Kur’ân medeniyetinde, bir insanı haksız yere öldürmek, bütün insanlığı öldürmekle eşdeğer görülmüştür. Birisinin günahı dolayısıyla ailesine, akrabasına, milletine düşmanlık da yasaklanmıştır. Suçun şahsîliği esas olmuştur.
***
Hz. Ömer’in (ra) halife olduğu zamanda Medine’nin varoşlarında gecenin yarısından sonra dolaşırken bir evin önünde ne yapacağını bilemeyen şaşkınlık içerisinde bekleyen insana Hz. Ömer (ra) yaklaşır ve sorar:
“Burada ne bekliyorsun? Ey Allah’ın kulu! Sen kimsin?”
Bekleyen adam:
“Sana ne? Niçin soruyorsun? Git işine, diye” karşılık verdi. Halife, adamın bu cevabına kızmadı.
“Evden gelen kadın sesi nedir acaba?” diye sordu.
Adam sinirli bir eda ile:
“Niçin başkalarının mahremiyetine dalıyorsun? Evine git, uykuya dal. Nasıl olsa sen de benim gibi çaresizin birisin, şu anda derdime derman olamayacaksın?”
Adamın verdiği bu karşılık üzerine bu evde bir şeyler olduğunu düşünen Halife, iyice yaklaştı:
“Belli olmaz, belki derdine derman olabilirim. Yalnız bu derdinin ne olduğunu söyle yeter.”
Adam isteksiz ve ümitsiz bir umursamazlıkla konuştu:
“Evden gelen ses ailemin sesidir. Şu anda doğum sancıları çekmektedir. Fakat bir adamım, sıcak sıcak içirecek ne bir kaşık çorbam, ne de doğum sancısı çeken hastaya bakacak bir yardımcım vardır. Şu anda çaresizlik içinde ne yapacağımı şaşırmış vaziyette beklemekteyim!”
Adamı büyük bir dikkatle dinleyen Halife Ömer (ra):
“Sen birazcık sabreyle,” diyerek oradan hemen ayrıldı ve evine döndü.
İlk işi hanımı Ümmü Gülsüm’ü harekete geçirmek oldu:
“Ey Ümmü Gülsüm! Şu anda Allah’ın rızasını kazanacak bir iş yapmış olmak ister misin?”
“Elbette ya Emirelmü’minin!”
“Öyleyse kimsesiz fakir bir kadın, Medine’nin dışında şu anda doğum yapmaktadır. Şuradan biraz un, yağ ve yeni doğacak çocuğun muhtaç olduğu eşyayı da yanımıza alarak hemen yardımına koşalım!”
Kucağına içi un dolu torbayı alan Halife, diğer doğum eşyasını alan Hz. Ali’nin (ra) kızı Ümmü Gülsüm ile koşar adımlarla şehrin varoşlarındaki eve geldiler. Kapıda aynı çaresizlik içinde yine beklemekte olan adam, bu iki yabancıyı görünce sevincinden ne yapacağını şaşırmıştı. Kim olduğunu bir türlü kestiremediği bu iki insandan biri içeriye girip hanımın yardımına koşarken, erkek olan da un torbasını kapıya bırakarak oraya bir ateş yakmasını istedi. Adam köşe bucaktan topladığı hurma dallarını tutuştururken Halife de yanında getirdiği kazanla un çorbası pişirmeye başladı.
Bu sırada içeriden zaman zaman duyulan seslerin de kesildiği anlaşılıyordu. Bir ara Ümmü Gülsüm:
“Ya Emirelmü’minin! Arkadaşına müjdele, bir oğlan çocuğu dünyaya geldi!” diye seslendi.
O sırada ateşin öbür tarafında oturmakta olan adam, kendisine hizmet edenin Halife Ömer olduğunu anlayınca derhal yerinden fırlayarak Halifenin elini öpüp, hizmeti bıraktırmak istedi ise de Hz. Ömer (ra) ihtarını verdi.
“Şimdiye kadar nasıl serbestçe oturdu isen şimdiden sonra da serbestçe otur. Ben sizin Halifenizim, yani hizmetçinizim, anlaşıldı mı? Biliyorsun ki, Resûlullah ‘Bir milletin efendisi, o millete hizmet edendir’ buyurdu. Ben de şu anda size hizmet etmek istiyorum, hepsi bu kadar.”
Adam utancından kızarırken çorba dolu kazanı içeriye götürmesini istedi ve Halife’de şu müjdeyi verdi.
“Yarın erkenden gel, durumun düzelinceye kadar sana Beytü’l-Mal’den aylık verdireceğim!”7
***
Halk muhtaç iken yöneticiler bir eli yağda, bir eli balda olamazlar. Bunu en bariz anlatan Hz. Ömer’in (ra) halifeliği zamanında cereyan eden bir olaydır. Bu olay; Hicri üçüncü asırda yaşamış Fakih Ebu’l-Leys’in eserinde şöyle nakledilir:
Medine’de zeytinyağı sıkıntısı baş gösterir. Halk bir dirhem yağ için günlerce kervan yolları gözlerler, sıcakların beyinleri kaynattığı günlerde günlerini saatlerce şehrin kenarlarında geçirirlerdi. O günün Halifesi Hz. Ömer (ra) bu sıkıntıyı görünce derhal tedbir alır ve kısa zamanda Şam’a gönderdiği bir kervan dönerek develer yükü zeytinyağı getirtir. Ellerine küplerini alanlar namazgâhta Hz. Ömer’in (ra) zeytinyağı taksim ettiği yere gelerek, küplerini ortalığa yığdılar. Bu sırada üst üste yığılan küplerin bir ikisi yuvarlanarak Halife’nin önüne kadar geldi. Hz. Ömer (ra) kendisine en yakın gelen küpü doldurmak üzere iken bir ses:
“Al ya Ömer, o benimdir,” diye seslendi. Doğrulup bakan halife küpün sahibini görünce elini küpten derhal çekerek başka bir küpü doldurmaya başladı. Küp sahibinin buna çok üzüldüğünü gören Halife:
“Üzülme! Seni en sona bırakmaya mecburum. Zira ‘Ömer akrabasına iltimas ederek hilâfet makamını yakınlarını korumaya vasıta yaptı’ dedirtmiş olmaktan korkarım” dedi.
Halife bunları söylerken yanına yaklaşmış olan bir çocuk zeytinyağı taksimi yaptığı kabın dışına elini sürüyor, parmaklarına bulaşan yağları da saçlarına bulaştırarak, başını yağlıyordu. Hz. Ömer bunu görünce derhal çocuğu elinden tutup bir berbere götürdü, saçlarını kesmesini emrettiği berbere şunları söyledi:
“Bu başta devlet malının bulaşıkları vardır. Bu gövde üzerinde böyle bir başın durması lâyık değildir. Ancak, devlet malını başına çalan mükellef olmayan bir çocuk olduğu için baş değil de baştaki saçları kesmek gerekir. Zeytinyağlı saçları tamamen kazıyınız!” 8   

***
Yöneticilerin yönettiği insanlara karşı şeffaf olması gerekir. Yoksa güvenin sarsıldığı toplumlarda yöneticiye karşı bir kuşku başlar, bu da güvensizliğe sebep olabilir. Bu da gizliden gizliye yöneticiye karşı çeşitli ihtilâl hazırlıklarına sebep olabilir. Bunun bir örneğini Hz. Ömer’de (ra) görüyoruz.
Hz. Ömer (ra), bir savaş sonrası ganimetleri taksim etmişti. Herkese bir parça kumaş düşmüştü. Fakat, bu kumaş tek başına bir işe yaramıyordu. Oğlu Abdullah babasına:
“Bu kumaş tek başına ne benim, ne de senin işine yaramıyor. Ben hakkımı sana vereyim de, kendine güzel bir elbise yaptır” demiştir.
Hz. Ömer (ra) de oğlunun hediyesini kabul ederek, bir elbise yaptırmıştı.
Birkaç gün sonra, üzerinde bu elbise olduğu halde Cuma günü hutbe okumak üzere minbere çıkmıştı.
“Ey Mü’minler! Beni dinleyin ve bana uyun” der demez, arka saflarda oturan fakir bir zât ayağa kalkarak:
“Ey Mü’minlerin Emiri! Seni dinlemiyorum ve sana itaat etmiyorum. Çünkü sen Allah ve Rasûlünün yolundan gitmiyorsun” dedi.
Halife, bu büyük iddia karşısında sarsıldı:
“Neden?” diye sordu.
O zât sebebini şöyle izah etti:
“Ganimet taksiminde bizlerden hiçbirine elbise diktirecek kadar bir kumaş düşmediği halde, görüyorum ki, sen o kumaştan fazla almış, kendine elbise yaptırmışsın.”
Hz. Ömer (ra), hesabını veremeyeceği bir iddiayla karşılaşmayı bekliyordu. Bunu duyunca rahatlamıştı. Cemaat içinde bulunan oğlu Abdullah’a işaret etti. Hz. Abdullah (ra) da kalkıp durumu izah etti. Payına düşen kumaşı babasına verdiğini söyledi. Halk sevinçliydi. Gözler ikazda bulunan zata yönelmişti. O zat ayağa kalktı ve “Şimdi konuş Ey Mü’minlerin Emiri! Seni dinliyor ve sana itaat ediyorum” dedi.
Bunun üzerine ellerini Rabbine açan adalet kutbu Halife Hz. Ömer (ra) şöyle duâ etti:
“Ey Rabbim, Sana sonsuz hamd ediyorum ki, beni yapacağım hatâlardan dolayı ikaz edecek bir ümmete halife etmişsin.” 9
***
Devlet yöneticisinin yönetilenlere güven vermesi gerekir. Yoksa kuşkulu bir ortamda idarecilik yapmak mümkün değildir. Yöneticilerin aile fertlerine de çeki düzen vermesi gerekir.
Yöneticilerin aile efradına sahip çıkması gerekir. Buna örnek olarak Hz. Peygamber’in (asm) vefat eden eşi Hz. Hatice’nin (r.anha) bir akrabasına sahip çıkma hadisesi bunun en bariz örneğidir.   
Allah Resûlü (asm), Hz. Hatice’nin üzerine ikinci bir eşi hiçbir zaman almamıştır. Çünkü Hz. Hatice’ye son derece bağlıydı. Onu çok seviyordu.
Bir gün yaşlı ve beli adeta rükû edercesine bükülmüş bir bayan hurma dalından bir değneğe dayanarak Hz. Peygamber’in (asm) kapısını çalar. Hz. Aişe (r.anha), Hz. Peygamber’e (asm) yaşlı bir bayanın geldiğini söyler. Hz. Peygamber (asm) “Gelsin” der. Yaşlı bayan bastonuna dayana dayana Hz. Peygamber’in (asm) huzuruna girer girmez, Hz. Peygamber (asm) onu tanıdı ve hemen yerinden kalkarak ona hurma liflerinden yapılmış minderini verdi ve yer gösterdi. Orada bulunan Hz. Ömer (ra) ve Hz. Aişe bu duruma şaşırarak Hz. Peygamber’e (asm), “Ya Resulullah! Sizi ayağa kaldıran ve minderinizi kendisine verdiğiniz bu yaşlı, beli bükülmüş kadın kimdir?”
Hz. Peygamber (asm): “Bu kadın bizim Hatice’nin sesine sesi çok benzeyen kız kardeşi Hale’dir.” Hz. Peygamber (asm), bir sohbette Hz. Hatice’nin özelliklerinden bahsederken, Hz. Aişe, “Ey Allah’ın Resûlü! Allah sana ondan daha güzelini nasip etti. Ölmüş-gitmiş bir kadından bu kadar sitayişkârane bahsetmenizin sebebi nedir?” diye sordu.
Hz. Peygamber (asm): “Bak Ya Aişe! Vallahi, Allah bana ondan daha hayırlısını vermedi. Çünkü insanlar beni inkâr ettiğinde o, bana inandı. İnsanlar beni yalanladığında, o beni tasdik etti. İnsanlar beni (muhasaraya alıp her şeyden) mahrum ettiklerinde, o beni malıyla destekledi. Diğer kadınlardan olmadığı halde Allah onunla bana çocuk ihsan etti.”10
Hz. Peygamber (asm), Hz. Hatice hakkında şöyle buyurur:
“Bana onun sevgisi bahşedildi”11 (Yani Hatice’yi sevmek İslâmî bir fazilettir.) 12
***
Yöneticiler, bilhassa yönettiği insanlar içindeki fakir halka sahip çıkmalıdırlar. Onların ırz ve mallarını korumalıdırlar.
Mescid-i Nebevî’nin İnşası: Hz. Muhammed (asm), Medine’ye girdiğinde devesinin ilk olarak çöktüğü boş araziye bir mescid yapılması uygun idi. Fakat bu arazi Beni Neccaroğullarından iki yetime aitti. Resûlullah (asm), Malik b. Neccar’a bu arazinin kime ait olduğunu sordu. Muaz b. Afra: “Ey Allah’ın Resûlü! Orası Amr’ın oğulları Selh ve Süheyl’indir. Onlar iki yetim çocuk olup benim himayemdedirler” dedi.
Peygamberimiz (asm), bu araziyi bedelini ödeyerek mescid yapacağını söylemişti. Muaz b. Afra çocukların mescid için arsayı bağışlamak istediklerini söylemişlerse de, Resûlullah bu işe razı olmayarak takdir edilen bedeli ödeyerek Mescid-i Nebevi’nin arsasını temin etmiştir.13

Dipnotlar:
1- Bediüzzaman; Emirdağ Lâhikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-1994, s. 394.
2- Sad Sûresi, 38/26.
3- Maide Sûresi, 5/42.
4- Nisa Sûresi, 4/58.
5- Yunus Sûresi, 10/83.
6- Nisa Sûresi, 4/59.
7- Şahin, (Su) a.g.e. s. 38.
8- Şahin, Ahmed; Onlar ve Biz, Yeni Asya Yayınları, İstanbul-1972, s. 171. 

9- Döğen, Şaban; Ashab-ı Güzîn Peygamber Yıldızları, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2003, s. 69.
10- Elitok, Halil; Yaşanan Kur’ân, Bilal Ofset, Denizli-2009, s. 367.
11- Müslim; Hz. Hatice’nin Fazileti, Hadis: 2435. el-İsabe;c. 8, s. 62.
12- Resulullah’ın Annesi ve Hanımları, Aişe, Abdurrahman bintü’ş-Şati, (Prof.), Tercüme Kaya, İsmail; Uysal Kitabevi, Konya-1987, s. 48. 
13- İbn-i Hişam, c.2, s. 103.

Halil Elitok

ceren
Fri 14 October 2016, 03:56 pm GMT +0200
Esselamu aleykum.Rabbim bizleri kur ani kerimi okuyan ve o sekilde yönetip yonetilenlerden olalim.Rabbim bizleri hak yoldan ayırmasın inşallah...