- Kur’ân Hakkında Tartışmanın Yasaklanışı

Adsense kodları


Kur’ân Hakkında Tartışmanın Yasaklanışı

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Mon 9 January 2012, 06:55 pm GMT +0200
Kur’ân Hakkında Tartışmanın Yasaklanışı


Kendisi "Kur’ân hakkında mücadele etmeyiz" sözleri ile şunu kastetmiş olabilir: Bizler sapıkların Kur’ân hakkında söz söyleyip, anlaşmazlığa düştükleri gibi ve hakkı bertaraf etmek maksadıyla batıl’ı öne sürerek tartıştıkları gibi tartışmayız. Aksine biz şöyle deriz: "O âlemlerin Rabbinin sözüdür, onu Ruhu’l-Emin indirmiştir..."

Şunu da kastetmiş olabilir: Bizler sağlam senetlerle sabit kıraatler hakkında tartışmaya girişmeyiz. Bunun yerine Kur’ân-ı Kerîm’i sabit olmuş ve sahih yolla gelmiş bütün rivayetlerle okuyabiliriz.

Her iki mana da haktır. İkinci anlamın doğruluğuna da Abdullah b. Mes’ud -Radıyallahu anh-dan gelen şu rivayet tanıklık etmektedir: Ben bir adamın Kur’ân-ı Kerîm’in bir âyetini Rasûlullah -Sallallahu aleyhi vesellem-den işittiğim okuyuşun hilâfına okuduğunu duydum. Onu elinden tutup Rasûlullah -Sallallahu aleyhi vesellem-e götürdüm ve ona bu durumu anlattım. Yüzünden bundan hoşlanmadığını tesbit ettim. Şöyle buyurdu: "İkiniz de güzel okudunuz, ihtilâfa düşmeyiniz. Sizden öncekiler ihtilâfa düştüler de helâk oldular."[13]

Peygamber -Sallallahu aleyhi vesellem-, ihtilâf edip anlaşmazlığa düşenlerin her birisinin diğerinin sahip olduğu hakkı inkâr etmesi anlamındaki ihtilâfı yasaklamıştır. Çünkü o buyruğu okuyanların herbirisinin okuyuşu güzeldi. Bu tür ihtilafı yasaklamasına gerekçe olarak da bizden öncekilerin anlaşmazlığa düşüp, helâk olmalarını göstermiştir. Bundan dolayı Huzeyfe -Radıyallahu anh-, Osman -Radıyallahu anh-a şöyle demişti: Bu ümmeti yetiş, kendilerinden önceki ümmetlerin ihtilâfa düştükleri gibi ihtilâfa düşmesinler.[14]

Bunun üzerine Osman -Radıyallahu anh- da bütün insanları doğru ve uygun şekilde bir kıraat etrafında topladı. Ümmet ise sapıklık üzere bir araya gelip, söz birliği etmekten yana korunmuştur. Yapılan bu işte farz olan bir iş terkedilmediği gibi, haram olan bir iş de işlenmemiştir. Çünkü Kur’ân’ın yedi harf üzere okunması caizdi, vacib değildi. Yüce Allah’tan gelmiş bir ruhsat idi. Onları seçip beğendikleri herhangi bir kıraate uygun olarak okuma tercihini yapmakta serbest bırakmıştı.

Nitekim Kur’ân surelerini tertib ile okumak ve sıralamak onlar için nass ile vacib kılınmış bir şey değildir. Bundan dolayı Abdullah b. Mes’ud’un Mushaf’ının tertibi, Osman -Radıyallahu anh-ın emriyle tertib edilen Mushaf’ın tertibinden farklı idi. Başkalarının Mushaf’ı da bu şekildeydi. Surelerinin âyetlerinin tertibine gelince, bu nass ile tesbit edilmiş bir tertibdir.

Surelerden farklı olarak bir âyeti öne almak, bir başkasını geriye bırakmak yetkileri yoktu.

Ashab-ı Kiram ümmetin tefrikaya düşüp ihtilâf edeceklerini görünce eğer belli bir kıraat etrafında toplanmayacak olurlarsa biribirleriyle savaşacaklarını tesbit edince, Ashab-ı Kiram onları belli bir kıraat etrafında bir araya getirip, topladılar. Selef’e mensub ilim adamı ve kıraat alimlerinin büyük çoğunluğunun görüşü budur. Bu açıklamayı İbn Cerir[15] ve başkaları yapmıştır.

"Biz onun âlemlerin Rabbinin kelâmı olduğuna tanıklık ederiz" sözleri ile ilgili açıklamalar bundan önce geçen": Ve şüphesiz Kur’ân Allah’ın kelam’ıdır. Söz olarak ve keyfiyetsiz bir şekilde O’ndan geldi..." sözleri açıklanırken geçmiş bulunmaktadır.

Tahavî'nin: "Onu Ruhu’l-Emin indirmiştir" sözlerinde kasıt Cibril -Aleyhisselam-dır. Ona "ruh" adının verilmesi, kalplere hayat veren vahyi insanlar arasından rasûllere taşıyanın o oluşundan dolayıdır. O emindir, hem de gerçekten ve tam anlamıyla bir emin’dir. Allah’ın salat ve selamları üzerine olsun. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Onu Ruhu’l-Emin indirdi. Uyarıcılardan olasın diye kalbin üzere, apaçık bir Arapça ile." (eş-Şuara, 26/193-195); "Şüphe yok ki o çok şerefli bir elçinin (getirdiği) sözüdür. Büyük bir güç sahibi, 'Arş’ın sahibinin nezdinde yüksek bir mevki sahibi olan elçinin sözü hem orada kendisine itaat edilendir, oldukça emindir." (et-Tekvir, 81/19-21)

Buradaki buyruklar Cibril -Aleyhisselam-ın vasfı ile ilgilidir. Ancak: "Muhakkak ki o şerefli bir elçinin (okuduğu) sözüdür. O bir şair sözü de değildir." (el-Hakka, 69/40-41) buyruklarından farklıdır, çünkü burada geçen "elçi: rasûl"den kasıt, Muhammed -Sallallahu aleyhi vesellem-dir.

"Onu Rasûllerin efendisine öğretmiştir" ifadesi açıkça Cibril’in Kur’ân’ı Peygamber efendimize öğrettiğini ifade etmektedir. Bu sözleriyle Karmati’lerin ve onların dışındaki çeşitli fırkaların "peygamber Kur’ân’ı kendi nefsinde bir ilham olarak tasavvur etmiştir" şeklindeki vehmi kanaatlerini çürütmek kastıyla dile getirmiştir.

"Onun mahluk olduğunu söylemez ve müslüman cemaate muhalefet etmeyiz" sözlerinde de Kur’ân-ı Kerîm’in mahluk olduğunu söyleyenlerin müslüman cemaate muhalefet ettiklerine dikkat çekmektedir. Ümmetin selef’inin tamamı Kur’ân-ı Kerîm’in mahluk olmayıp, hakikat manasıyla Allah’ın kelamı olduğunu ittifakla kabul etmektedirler.

Hatta onun "ve biz müslüman cemaate muhalefet etmeyiz" sözleri mutlak olarak kabul edilir yani bizler müslüman cemaatin üzerinde ittifak etmiş olduğu bütün hususlarda onlara muhalefet etmeyiz, çünkü müslüman cemaate muhalefet etmek bir haktan sapıştır, bir delalettir ve bir bid’attir.

"Kıble ehlinden hiçbir kimseyi bir günah sebebiyle -helâl kabul etmediği sürece- tekfir etmez ve: İman ile birlikte günah işleyene günahı zarar vermez, demeyiz."


[13] Buhârî 2410, 3476, 5062; Müsned, I, 393.

[14] Buhârî 4987.

[15] Câmiu'l-Beyân, I, 56-59.