- Kudüs'te Birlikte Yaşamak

Adsense kodları


Kudüs'te Birlikte Yaşamak

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
ehlidunya
Thu 10 November 2011, 05:30 pm GMT +0200
Kudüs'te Birlikte Yaşamak

Gökyüzüne en yakın belde olarak tasvir edilen Kudüs; Hz. İbrahim, Hz. Davud, Hz. Yahya, Hz. Zekeriya, Hz. Yusuf, Hz. İsa (a.s) gibi birçok peygamberin Allah'ın nuruna mazhar oldukları mukaddes bir beldedir. Son Peygamber Hz. Muhammed de (sallallahu aleyhi ve sellem) Mirac'a çıkarken Mescid-i Haram'dan Kudüs'teki Mescidü'l-Aksa'ya yolculuk yapmış, sonra Kubbetüssahra'daki Muallak Taşı üzerinden Burak'a binerek Mirac'a yükselmiştir. Bu açıdan Kudüs, Müslümanlar, Hrıstiyanlar ve Yahudiler için ortak mukaddes bir beldedir.

Yahudiler, Filistin'i Allah tarafından İsrail­oğulları'na "vaadedilmiş topraklar" ve evrenin merkezi olarak kabul eder. Hz. Musa tarafından Mısır'dan getirilen Yahudiler, Yaşua döneminde Filistin'de devletlerini kurmayı başarmışlar; ancak isyanları sebebiyle önce Asur ve Babil krallıkları, sonra Roma İmparatorluğu tarafından Kudüs'ten sürgün edilerek göç ettikleri şehirlerde, kendilerine has kenar mahallelerde yaşamaya mecbur bırakılmışlardır. Kendilerini "Allah'ın seçkin kulları" olarak gören Yahudiler, millî ve dinî kimliklerini, ideallerini inatla yaşatarak vaadedilen topraklarda Kral Davud'un altı köşeli yıldızı altında toplanacaklarına inanmışlardır.1 Romalıların yıktığı Hz. Süleyman Mâbedi'nden geriye kalan Ağlama Duvarı, Yahudilerin önünde dua ettikleri en mukaddes mekândır.

Roma döneminde Filistin'in Nâsıra kasabasında doğan Hz. İsâ'nın Hrıstiyanlığı tebliğ etmesi ve İmparator Konstantinos'un M.S. 312'de Hristiyanlığı kabul etmesiyle Kudüs bir defa daha kutsiyet kazanmıştır. Hz. İsa'nın doğduğu, göğe yükseltildiği, Meryem Ana'nın defnolunduğu yer olması ve Merkad-i İsâ Kilisesi, Kamame Kilisesi gibi önemli Hristiyan mabetlerinin bulunması hasebiyle, Hristiyanlar da Kudüs'ü mukaddes kabul etmiştir.

Yahudiler gibi Hristiyanların da Kudüs'te iyi bir tarihi geçmişleri yoktur. M.S. 70 yılında Kudüs'e hâkim olan Romalılar, Hz. Süleyman Tapınağı'nı yıkmışlar, şehirdeki Yahudilerin büyük bölümünü katletmişler, kalanlarını da sürmüşlerdir. 1099'da Kudüs'e saldıran Haçlı orduları, orada binlerce Müslüman'ı katletmiştir.

İslâm ve Kudüs
Kudüs'te bulunan Mescid-i Aksa, Müslümanların on altı-on yedi ay kadar ilk kıblesi olmuş ve Kur'ân'ın övgüsüne mazhar olmuştur. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) de ibadet ve ziyaret maksadıyla gidilmesi gereken üç mescidden birinin Mescid-i Aksa (diğerleri Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevî) olduğunu, bu mescitlerde kılınan namazın, kişinin evde tek başına kılacağı namazlardan elli bin kat daha faziletli olduğunu bildirmiştir.2

Müslümanlar için Mekke ve Medine'den sonra üçüncü mukaddes şehir kabul edilmiş olan Kudüs'e huzur, ancak Hz. Ömer'in şehri fethiyle gelmiştir. Amr b. As'ın kuşattığı Kudüs, kan dökülmeden teslim alındıktan sonra Halife Hz. Ömer Kudüs'e gelerek gayrimüslimlere ahidnâmeyle bazı imtiyazlar vermiştir. Asırlarca Kudüs'te bütün din mensuplarının, Müslümanların adaletli ve hoşgörülü idaresi altında huzur ve sükûn içerisinde yaşamalarına zemin hazırlayan ahidnâme şöyledir:

"Ya Allah
Ömer bin Hattab
Bismillahirrahmanirrahim

Bizi İslâm'la yüceltene, imanla üstün kılana, Peygamberi Muhammed'i göndererek rahmetini gösterene, bizi dalâletten hidayete çıkararak ayrılıklardan sonra hidayette birleştirene, kalblerimizi birbirine ısındırana, düşmanlarımıza karşı bize yardım edene, bizi bu beldelerde oturtup birbirini seven dostlar ve kardeşler kılana -Allah'a- hamdolsun.
Ey Allah'ın kulları! Bu nimetten dolayı O'na hamdedin.

Bu ahidnâme, Ömer İbnü'l-Hattab'dan değerli Patrik Safronbos'a verilmiş ahd u misaktır. O; bulundukları yerlerdeki keşişler, rahipler, rahibeler, raiyyeti olan Kudüs-i Şerif'teki Tûr ez-Zeytun'da bulunanların patriğidir. Üzerlerinde eman bulunur ve zımmîlik hükümlerine de uyarlarsa, biz bütün müminler ve bizden sonrakiler, daha evvel olduğu gibi, onları zarar görmekten korusunlar. Şu kadar ki; onlar da itaat ve saygı üzere bulunmalıdırlar...

Müminlerden her kim; bizim bu emanımız okunur da ona aykırı hareket ederse, şu andan kıyamete kadar Allah'ın ahdini bozmuş, Resulü'nü de hoş karşılamamış olur." (Fi Rebiülevvel 15)3

Bu antlaşmadan sonra Kudüs'teki Kamame Kilisesi'ne giden Hz. Ömer, namaz vakti gelince patriğe namaz kılabileceği bir yer göstermesini istemiştir. Patriğin: "Kilisenin herhangi bir yerinde kılabilirsiniz." demesi üzerine Hz. Ömer, kilisenin içinde namaz kılmak istemeyerek kapıya yakın bir yerde namazını kılmıştır. Namazını kıldıktan sonra Hz. Ömer, patriğe şunu söylemiştir: "Eğer ben içerde kılsaydım, öteki Müslümanlar da orada kılarlar, orayı mescit hâline getirirlerdi." Bunun üzerine ahidnâmeye Müslümanların namaz için kilisede toplanmaması ve orada ezan okumaması ilâve edilmiştir. Hz. Ömer, patrikten mescit yapılacak bir yer göstermesini isteyince o da Allah'ın Hz. Yakub'a vahyettiği tepeyi göstermiştir. Hz. Ömer oraya bir mescit yapılmasını emretmiştir.4

Uzun bir dönem Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Fatimi idarelerinde kalan Kudüs, 1099'da Haçlı ordularının saldırısına uğramıştır. Hrıstiyanlar Kudüs'te binlerce Müslüman'ı katletmiştir. Selâhaddîn-i Eyyubî'nin 1187'de Kudüs'ü fethine kadar devam eden Haçlı hâkimiyeti sırasında Filistin'de büyük karışıklıklar yaşanmıştır.

Selâhaddîn Eyyübi, 1187 tarihinde Kudüs'ü uzun süren mücadelelerden sonra Haçlılardan aldığında, şehirde bulunan Haçlılara, bilhassa kadınlara, çocuklara ve Hrıstiyan din adamlarına her türlü kolaylığı göstermiştir. Birçoklarını fidye almadan gidecekleri yere göndermiştir. Bu konuda Batılı tarihçiler bile, Selahaddin Eyyubi'ye övgülerde bulunmuşlardır.5

Osmanlı devrinde Kudüs
Kudüs'te gayrimüslimlere önceki Müslüman yöneticiler tarafından gösterilen hoşgörü Osmanlı zamanında da devam etmiştir. Osmanlıların başta Yahudi ve Hrıstiyanlar olmak üzere, farklı dinlerden insanları barış içinde bir arada yaşatabilmek için astırdığı "Lâilâhe illallah İbrahim Halilullah" yazılı levha, bugün hâlâ Kudüs şehrinin ana girişi olan El-Halil kapısı üzerinde durmaktadır. Çünkü Hz. İbrahim üç dinin kabul ettiği ortak peygamberdir.6

Osmanlı padişahları Hz. Ömer'in a­hitnâme­sine bağlı kalarak bu çok farklı etnik ve dinî yapıya sahip bölgeyi huzur içinde yönetmişlerdir. Osmanlı Arşivi'nde Hz. Ömer'den itibaren verilen ahitnâme ile fermân ve hatt-ı hümâyûnlar Kamame Kilisesi Defteri'nde kayıtlıdır.

Fatih-i Kudüs-i Şerif Sultan Selim Han Hazretleri'nin hatt-ı hümâyûnu ile Rum patriğine eskiden beri kullanmakta oldukları kilise ve manastırların tasarruf hakkı verilmiş, Hz. Ömer'in ahitnâmesi ve geçmiş sultanların emirleri doğrultusunda bu kilise ve manastırlar bütün vergilerden muaf tutulmuştur. Diğer padişahların da ferman veya hatt-ı hümâyunlarında; Hazreti Ömer'in (ra) ve önceki sultanların ihsanı olan hatt-ı hümayunları gereğince hareket edilmesi, ibadetlerinde serbest ve ibadethanelerinin tasarrufunda hür ve vergiden muaf tutulmaları, can ve mallarının emniyet içinde olması hükmü hemen hemen aynen tekrar etmiştir.7

Osmanlı idaresinde Kudüs; kubbe, minare ve çan kulelerinin yanısıra, sokaklarda dinî kisvelerle Dominikan mensuplarının açık renkli, Fransiskan tarikatı mensuplarının kahverengi, Etyopyalı ve Rumların koyu renkli kıyafetlerinin, ulemanın renkli kıyafet ve türbanlarının, dinlerinin libaslarına sadık hahamlarla, Sefarad Yahudilerinin pırıltılı kaftanlarının, Aşkenazların mantoları, siyah pantolon ve kürklü şapkalarının yan yana bulunduğu tek yer olmuştur.8

17. yüzyıl Kudüs'ü hakkında araştırmalar yapan Dror Ze'evi, Amnon Cohen'in araştırmalarına dayanarak şu tespiti yapar: "İmparatorluğun diğer sancaklarında olduğu gibi Kudüs'te de Yahudi ve Hrıstiyanlar ekonomik sistemle bütünleşmişlerdi. Osmanlı'nın bu azınlıklara yaklaşımı, Müslüman nüfusa karşı davranışından çok da farklı değildi. Hrıstiyan ve Yahudilerin yeni kurulan yerel şer'i mahkemeye besledikleri güven ve zorunlu olmadıklarında bile ‘kadı'nın yargısına başvurmak istemeleri bunun bir göstergesidir."9

Her kemâlin zevali olduğu gibi Osmanlı da iç ve dış sebeplere bağlı olarak sona yaklaştığı 1880'lerden itibaren birçok gâile arasında "Filistin'e Yahudi göçü" meselesiyle karşı karşıya kalmıştır. Sultan Abdülhamid, "Ecdâd-ı izâmımın kan karşılığında memâlik-i şahânemize ithal ettiği bir karış toprağı dünya altınına vermem, veremem… Zîrâ bu vatan bana değil, milletime aittir. Milletim bu vatanı kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır."10 diyerek Filistin'e Yahudi göçüne karşı büyük hassasiyet göstermesine rağmen, bu göçü önleyememiştir.

1. Cihan Harbi başladığında Yahudileri Avrupa'dan uzaklaştırmak isteyen Batılı devletler, Osmanlı'yı bölüşme ve Kudüs'ü Müslümanlardan alarak Yahudilere teslim etme konusunda anlaşmışlardır. 1917 yılında Papalık temsilcisi, "Katolik siyasetinin Filistin'i tekrar Muhammedîlerin boyunduruğunda bırakmaya müsaadesi yoktur." diye açıklama yapmış11, aynı yıl İngilizler ve müttefikleri, dinî müesseselerin ve tarihî mekânların varlığına aldırmadan Kudüs'e sekiz uçakla yirmiden fazla bomba atmıştır.12 Bu tarihî ve mukaddes beldenin savaş alanına dönmesine gönlü razı olmayan Osmanlı yönetimi, savaşmadan Kudüs'ü teslim etmiştir. Böylece İngilizlerin mandası altında Yahudilerin devlet kurmalarının önü açılarak Kudüs'te kan ve gözyaşının hiç dinmeyeceği bir kaos ortamı oluşturulmuştur.

Kudüs, Yahudilerin, Hrıstiyanların ve Müslümanların ortak tarihî mirasıdır. Yahudilerin Ağlama Duvarı'nda, Hz. Peygamber'in Mirac gecesinde "Burak" adlı bineğini bıraktığı yer bulunmaktadır. Onun için Kudüs'ün sadece Yahudilerin hâkimiyetine bırakılması mümkün değildir. Bölgenin barış ve huzuru, Kudüs'ün adaletli bir şekilde statüsünün belirlenmesine bağlıdır. Müslümanlar, Kur'ân'da emredilen adalet ve hoşgörü ilkelerini Kudüs'te en güzel şekilde uygulayarak insanlık tarihine güzel sayfalar yazmıştır. Müslümanlar, Hristiyanlar ve Musevîler, bu tarihî tecrübeden ders alarak din ve ırk farkı gözetmeksizin barış içinde bir arada yaşamanın güzelliğini anlamalı ve içlerine sindirmelidir. Çünkü zulüm bâki olmaz, kan ve gözyaşı arasında galipler de huzurlu bir hayat yaşayamaz.

SIZINTI