- Küçük Şadırvanda Şakırdayan Su

Adsense kodları


Küçük Şadırvanda Şakırdayan Su

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Sat 9 June 2012, 05:04 pm GMT +0200
Küçük Şadırvanda Şakırdayan Su: AHMET HAMDİ TANPINAR
Said YAVUZ • 53. Sayı / KİTAP


Bizde eleştiri türünün yerleşmesi, ilmî temellere yaslanması ve adabına uygun icrası açısından Ahmet Hamdi Tanpınar adı önemli bir yerde durur. Bir Eleştirmen Olarak Ahmet Hamdi Tanpınar kitabı, onun bütün eserlerine nüfuz eden eleştirmenliği üzerine nadir çalışmalardan biri.

Cemil Meriç, o büyük eseri Bu Ülke’de romanı değerlendirirken şöyle der: “Divan Edebiyatı’nda roman yok. Niçin olsun? Batı’nın ilk romanlarından biri ‘Topal şeytan’. Kahraman, evlerin damını açar, bizi yatak odalarına sokar. Roman başlangıcından itibaren bir ifşâdır. Osmanlı’nın ne yaraları vardır, ne yaralarını teşhir etmek hastalığı…”

Acaba Tanpınar’ın “Avrupa’dan gelen nevilerin tümü kendilerini vücuda getiren sanatkârlarıyla beraber geldiler. Hâlbuki tenkit, münekkitsiz geldi” diyerek yakındığı eleştiri için de böylesi bir durum söz konusu mudur? Türk Edebiyatı’nda eleştirinin gelişmemesi, münekkitlerin yetişmemesi Batılı anlamda bir tenkit mantığımızın bulunmamasından kaynaklanıyor olmasın? Cemil Meriç’in roman için düşündüğünü tenkit için de düşünebilir miyiz?

Bizde ilk ciddi tenkit büyük bir eserin doğmasına sebep olmuştur. Nabi’nin eserini eleştiren Şeyh Galib kendisinden daha iyisini yazmasını isteyenlere karşı verdiği sözü tutmak için Hüsn ü Aşk’ı yazmış ve giriş kısmında Nabi’yi ölçülü bir şekilde tenkit etmiştir. Bu eserinde Türk şairinin duruşunu özetleyen ifadeler kullanır ki eleştirinin bizde nasıl vücut bulması gerektiğini daha o devirden işaret etmiş bulunuyor. “Ol tarz-ı Acemdir olmaz i’câb / Rindan-ı Acem gözetmez adâb”. Kaya Bilgegil’in yorumuyla beyit şöyle değerlendirilebilir: “Her milletin kendine has bir şiir havası vardır. Mesela İranlı bir şair, adabı bir yana bırakabilir; fakat Türk için bu bir kusurdur”.

Bizde eleştiri türünün yerleşmesi, ilmî temellere yaslanması ve adabına uygun icrası açısından Ahmet Hamdi Tanpınar adı önemli bir yerde durur. Elimizde tuttuğumuz Bir Eleştirmen Olarak Ahmet Hamdi Tanpınar kitabı, onun bütün eserlerine nüfuz eden eleştirmenliği üzerine nadir çalışmalardan biri. Sanatçı kimliğinin ön planda oluşu ve eleştiri türünün deneme başlığı altında incelenmesi nedenlerinden dolayı onun eleştirmenliğinin gölgede kaldığının altını çizen Mehmet Erdoğan, onun yazarlığının asıl inkişaf ettiği zeminin eleştiri olduğunu vurguluyor. Bunun bizce bir nedeni daha var: Edebî eseri içerden kavramayı hiç başaramamış Nurullah Ataç’ın vitrine çıkarılması, rejimin edebî şefi kabul edilmesi, politik ayak oyunlarından uzak olan bu alanın asıl sahibini geri planda bırakmıştır.

Ahmet Cevdet, Münif Paşa, İbrahim Şinasi, Ali Suavi, Ziya Paşa, Namık Kemal, Ahmet Mithat, Recaizade, Hâmit, Muallim Naci. Yazara göre Tanzimat’la başlayan Türk Edebiyatı’nı bu on kişi üzerine inşa eden Tanpınar’ın, 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi adlı yapıtı 19. yüzyılın hem romanı, hem tarihi, hem eleştirisidir. İncelediği isimler bu romanın karakterleridir.

Mehmet Erdoğan yarım kalan 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi’nin Yahya Kemal ve Edebiyat Üzerine Makaleler eserleriyle birlikte okunduğunda tamamlanmış olacağını vurgulayarak asıl eleştirmenliğinin vücut bulduğu makaleleri üzerinde genişçe bilgi veriyor. Özellikle Baki ve Fuzuli’yi kıyas ettiği bölüme değinen yazar, bizi şöyle bir tespit yapmaya mahkûm ediyor: Bir bakıma Tanpınar bu iki şair içinde, dindar, fakir ve ölmeden önce ölen Fuzuli yerine; hazperver, ölüme değil sanata inanan, daha dünyacı olan Baki’nin tarafındadır.

Saatleri Ayarlama Enstitüsü Erdoğan’ın tezini kuvvetlendiren bir romandır. Eskinin yerine geçen anlamsız “yeni” yi tenkit ettiği eseri için Zeynep Bayramoğlu’nun değerlendirmeleri şimdiye dek zihnimizde oluşan Tanpınar imajını sarsacak niteliktedir: “Romanda Hayri İrdal’ın ağzından ve ‘hürriyet’ kelimesi üzerinden CHP ve Atatürk devrimleri hicvedilerek eleştirilir”.

Aslında Tanpınar “askıda” kalmış bir yazardır. Onun arafta oluşu yazarımıza göre üretken duygu ve düşünceye kapı açan bir durumdur. Oğuz Cebeci, Tanpınar’ın modernistlere özgü zaman tutkusunun mutlu bir sona ulaşamadığını; çünkü zamanın anlam ve bütünlük kazanmak için bir özle doldurulmaya gereksinim duyduğunu dile getirerek şöyle der: “Eliot’da din ve Kavafis’te gelenek görünümü altında beliren bu öz ya da birleştirici kuvvet, Tanpınar’da yeterince güçlü değildir. Bu nedenle geleneği kaybettiği ve yeniden canlandırma umudunu yitirdiği için kötümserliğe kapılmış, kişisel ve sanatsal mutsuzluğa düşmüştür.” Yazar buradan hareketle “Yahya Kemal ve Tanpınar’ın temel sorunları dinle yeterince barışık olmamalarıdır” çıkarımında bulunuyor. Yahya Kemal’i de Tanpınar’la aynı kefeye koymak doğru mudur? Çünkü diyelim ki Yahya Kemal ve Tanpınar tarihî bir cami avlusunda rast makamında bir ezan dinlemişlerse, ona hayran olmuşlardır. Caminin mimarisi her ikisini de cezbetmiştir. Fakat burada hoca ve talebe arasında önemli bir fark var. Yahya Kemal caminin kapısından içeri girmiş bir adamdır. Onun zaman anlayışını dolduran tarihî bir mefkûresi vardır. Tanpınar öyle mi? Onun kapıdan içeri girdiğini gören var mı? Bursa’da eski bir cami avlusu / Küçük şadırvanda şakırdayan su.

Bunlarla birlikte o, çinilere sinmiş Kur’an sesini de, fetih günlerinin saf neşesini de duyabilmiştir. Bu duyuş onu devrinin Batıcı yazarlarından ayıran yerli bir mütefekkir oluşundan ileri gelmektedir. Yekpare zamanın Tanzimat’la büyük bir kesintiye uğradığını görüp kırılan zinciri onarmak için giriştiği gayreti, disiplinli çalışması, eleştirilerinde dahi kendini kurtaramadığı edebî kıvrak tavrı, terkipçi zekâsı ile o müstesna bir yere sahip. Cumhuriyetle birlikte Osmanlı gerçeğini reddeden, edebiyatını ve düşüncesini onu reddetmeye hamleden yeni aydın yanında onun şadırvanda zemzeme dönüşmesi an meselesidir.