- Korku Tünelinden Azâde Olmak

Adsense kodları


Korku Tünelinden Azâde Olmak

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
reyyan
Sun 28 August 2011, 10:34 am GMT +0200
Korku Tünelinden Azâde Olmak


Temmuz 2008 - 115.sayı

Ahmet ALEMDAR kaleme aldı, KAPAKTAKİLER bölümünde yayınlandı.

Korku, hayatı tehlikelere karşı korumak ve insanı ahirete hazırlamak için verilmiş evrensel bir duygu. Korku herkeste mevcut ve temelde kişinin Yaratıcısı ile ilişkisini belirliyor. Ama ya korkaklık? Tam da Yaratıcı’nın unutulmasından doğan bir psikoloji değil mi?

Dünya hayatı uzun bir tünelden geçmek gibidir. Doğumla birlikte tünele giriş yaptık; imanımızı derinleştirebildiğimiz ve Rabbimizi tanıyabildiğimiz ölçüde bu tünelden azâde olabilmekteyiz.

Tünelin sonuna varıncaya kadar bu dünya hayatımız devam etmektedir ve dolayısıyla tünel yine geçilecektir. Ancak tünel, yolumuzun kalan kısmında azâde olabildiğimiz oranda aydınlatılmıştır. Bir başka ifadeyle insanın aydınlanmasıyla tünelin aydınlanması paralel olmaktadır.

Tünelde insanın idrakini, ruhunu ve kalbini hakikat güneşiyle besleyebilmesi zordur. Çünkü üstümüzde tonlarca ağırlıkta kaya kütleleri vardır. Üstelik dağın içinden geçen insanın kendisinin dağın bağrında olduğunu unutmuş olması ihtimali yüksektir. Ayrıca tünelin sonunda bizi hangi akıbetin beklediğini tam olarak bilmemekteyiz.

Tünelin sonunun aydınlık olduğu bilinse bile, tecrübe edilmeden anlaşılamıyor. O zaman bizler tünelin karanlığından mı, yoksa bitimindeki aydınlıktan mı korkuyoruz? Yoksa Eflatun, “Karanlıktan korkan çocuğu kolaylıkla affedebiliriz, ancak bir yetişkinin aydınlıktan korkmasını asla! Çünkü o trajedidir.” dediği gibi hayatımız bir trajediye mi
dönüşmüş?

Korkaklık Ruha Sinerse


Korkaklık bazı insanlar için geçici olabilirken bazılarının ruhuna sinmiştir. O kişi kendisini aşamadıkça kim ne yapsa bu korkusunu azaltamaz. Çünkü esaret onun için bir hayat tarzıdır. Esaret ise, ‘c’esaretin bittiği yerde başlar.
Bir Hint masalına göre, kedi korkusundan devamlı endişe içinde yaşayan bir fare vardır. Büyücünün biri fareye acır ve onu bir kediye dönüştürür. Fare, kedi olmaktan son derece mutlu olacağı yerde bu kez de köpekten korkmaya başlar. Büyücü bu kez onu bir kaplana dönüştürür. Kaplan olan fare, sevineceği yerde avcıdan korkmaya başlar. Büyücü bakar ki ne yaparsa yapsın farenin korkusunu yenmeye imkan yok. Onu eski haline döndürür ve der ki: “Sen cesaretsiz ve korkak birisin. Sende sadece bir farenin yüreği var. O yüzden ben sana yardım edemem.”

En Korkunç Sebep: Belirsizlik


Varoluş açısından korkularımızın temelini belirsizlikler oluşturmaktadır. İnsanın Yaratan veya yaratılanlara karşı olumsuz duygular beslemesi de belirsizlikleri pekiştirmektedir. Yaratan bir varlığın inkârı, insan zihnini berraklaştırmıyor ki! Oysa yaratılmış olan insan ve insan dışındaki bütün varlıklar bizlere anlam katmalıdır.

Herhangi bir hayvana eziyetimiz veya ‘vahşi tabiat’ diye ağzımızdan savrulan kelimeler bile korkularımızı arttırıyor. Gördüklerimiz bizlerden ‘emin’ olamıyorsa, göremediklerimizden nasıl emin olabiliriz? Belki de başkalarını korkutmaya yöneldikçe, kendi içimizdeki korkuları depreştiriyoruz. Öyleyse şu durumumuzu sorgulamalıyız: Korku içinde yaşıyorsak kendimizi özgür kabul edebilir miyiz?

Günümüzde felsefî perspektifle modernleştirilmiş insan için tünelin varoluşunun bir değeri var mıdır? Ayrıca tünelden geçen insanların hepsi aynı ahlâkî yapıda mı olmalıdırlar? Yaşadığımız çağda belki de çözemediğimiz en büyük handikabımız moral hislerdeki yetersizliğimiz. Anomi denilen bu durumu yaşayanlar, tünelin en ortasındaki zifiri karanlıkta çok farklı korkular içerisinde kalan insanın niçin yaratıldığını çözememesi gibi, anlamsızlık girdabında yokluğa sürüklenmektedirler.

Tünelin sonunda mukadder olan ölümle karşılaşma gerçeği ise, modern insanın korkularını daha da artırmaktadır. Hayatını boşa geçiren insan vicdanının baskısı altında yaşar ve kendi bakış açısına göre tehlikeli olarak algıladığı ölüm gibi durumlar karşısında şiddetli bir korku tepkisi gösterebilir. Çünkü hayatı sabit bir zeminde yaşamış ve manevi anlamda yükselememiş bir insan çok yoğun biçimde ölüm düşüncesinin baskısı altındadır.

Her derdin çaresi için pek çok yollar vardır ama modern psikiyatri bile anlamsızlığa yeterli bir çözüm getirememektedir. Psikoterapilerin çoğu, nörotik eylemi biçimlendiren fantezilerle dolu hayalleri ortaya çıkarmak ve insanların kendilerine zarar verici düşünce ve davranışlarına yol açan korku ve arzularını çözebilmek ister. İnsanda korku, arzu ve hayallerden kaynaklanan psikolojik çatışmalara bir de anlam algısının yokluğu eklenirse problem artık neredeyse çözülemez boyutlara varır.

Mutluluğa Giden Yol Nerede?

Tünelin karanlığında korkularla kıvranan insan için çıkış yolu, kendi kişisel varlığının anlamını sorgulayabilmesidir. Benötesi psikoloji, insanın anlam arayışının önemini ve insan hayatında aşkın bir boyutun var olduğunu vurgulamaktadır. İşte günümüzde cesur gibi görünen ama hafif esen bir esintiyle bile hemen yıkılıveren korkak insan için din ve maneviyat, mutluluğa giden kesin bir çözüm yolu olarak belirmektedir.

“Korkaklıktan sana sığınırım Allahım!” (Müslim, VII, 188) diyen Hazreti Peygamberimizin duasına ne kadar çok ihtiyacımız var. Çünkü korkaklık, bir müslüman için son derece kötü bir huydur. Şeyh Sâdi Hazretleri’nin dediği gibi, “Vezir, melikten korktuğu kadar Allah’tan korksaydı, melek olurdu.”

İnanan, Rabbine güvenen bir kişi nasıl korkak olabilir ki? Allah’a güvenen ve O’nun yüce zatının yüceliğini bilen ve kudretinden korkan bir mümin, yaratılmış diğer varlıklardan niçin korkar ki?

Korku Ne, Korkak Kim?


Çünkü korkak insan, yukarıda işaret ettiğimiz gibi, hayallerinin esiridir; gerçekliği olmayan vehim ve zanlar onun ruhunu ve kalbini istila etmiştir. Bu esareti dolayısıyla o kişi çevresinde güvenilmez olarak tanınır. Aynı zamanda korkak insan hayatta ne hakkını koruyabilir ne de karşısına çıkan güçlüklerle baş edebilir. Korku, irademize atılan kement gibidir. İradesini kullanamayan insan hangi faziletlere ulaşabilir ki? Korku, kimi zaman topuklarımıza kanat takar ama kimi zaman da ayaklarımızı yere çiviler. Eflatun’un dediği gibi, tarihte korkak insanlar hiçbir zaman zafer anıtları dikememişlerdir.

Korku reaksiyonu, insanın bütün bünyesini tesir altına alan etkili bir tedirginlik halidir. Kur’an, bu tedirginliği, düşünme yetisi ile nefsin üzerinde kontrolünü yitirten, insanı şiddetli sarsan etkili bir sarsıntı şeklinde nitelemektedir. (Ahzab, 10-11)

Korku, şiddetli ve ansızın geldiğinde, insanda, hareket ve düşünmeye güç yetiremeyecek derecede bir şaşkınlık meydana gelmektedir. Kur’an, kıyamet gününün anlatımı esnasında, şiddetli ve ani korkunun sebep olduğu bu türden şaşkınlık haline işaret etmektedir:

“Doğrusu o, onlara ansızın gelecek, onları şaşırtacak, ne onu reddedebilecekler, ne de kendilerine mühlet verilecek.” (Enbiyâ, 40)

Korkak olan kişi çevresindekileri kendisi için düşman olarak görme eğilimindedir. Yakınındaki insanlara yeteri kadar güvenemediği gibi, aslında kendi varlığından da emin değildir. Yani o, kendi gölgesine bile düşmandır. Böyle bir kimseyle nasıl dostluk yapılabilir ki? Veya bu kişi Allah dostlarına dost olabilir mi?

Kaçtığımız İçin Korkuyoruz

Korkularımız kadar eksiklerimiz var. Yapamadıklarımız, tünelin üstünde binlerce ton ağırlığındaki kütleler gibi sırtımızda bir yük olarak duruyor. Yüklerimizi azaltabilmemiz için kendimize, dostlarımıza ve tabii ki Cenab-ı Allah’a güvenmemiz ve onlardan yardım istememiz gerekirken, aksine her şeyden kaçabiliyoruz. Sonunda hayatımızdaki hissemize çıkışı olmayan bir labirentin içinde huzursuz olarak sürekli dolanmak düşüyor.

Bu sözlerden de anlaşılacağına göre korku, genelde gelecekle ilgili bir duygudur. İstenmeyen bir şeyin meydana geleceğini düşünmekten dolayı kalbin elem duymasıdır. İnsan, arzu ettiği bir şeyi elde edememekten korkar. Dolayısıyla korku kavramının mahiyeti aynı zamanda ‘istek’ kavramıyla da ilişkilidir. Eğer istek, bireyi sakınmaya ve çekinmeye doğru iterse, o zaman bu korku şeklinde de görünebilir. İsteklerine ulaşamayan bireyin korku duygusu yılgınlığa dönüşebilecek ve böylece artan ‘tasa’sı ile birlikte gerçeklerden kopabilecektir.

Korkunun Hakikati


“Allah’ın göndermiş olduklarını tebliğ eden Peygamberler, Allah’tan korkarlar ve O’ndan başka kimseden korkmazlar.” (Ahzab, 39) ve “İnsanlardan korkmayın, benden korkunuz.” (Mâide, 44) ayetlerine göre korkak insan, Allah’tan korkmayan insandır. Oysa insan korkusundan utanç, Allah korkusundan ise inanç doğar. İnanan insanların asıl korkması gereken tek varlık Allah’tır. (Tevbe, 12)

Ayrıca bir mümin Kıyamet gününün dehşetinden ve Cehennem azabından da korkmalıdır. (Bakara, 212; Maide, 57) Buna karşılık insanlardan (Ahzab, 37), düşman eline geçmekten (Taha, 77), kâfirlerin hile ve düzenlerinden (Taha, 65-68), özetle Allah’tan başka hiçbir kimse ve nesneden (Nahl, 51-52) korkulmamalıdır.

Samimi olarak inanan bir mümin, Allah’ın takdirinden başka başına bir şey gelmeyeceğini, O dilemedikçe insanların kendisine zarar veremeyeceklerini bilir. Bunun ispatı, Hz. Peygamber s.a.v.’in Abdullah b. Abbas’a yönelik şu beyanıdır: “İnsanların hepsi sana yardım hususunda bir araya gelseler, Allah’ın sana yazdığı şeyden başka yardımda bulunamazlar. Eğer sana zarar verme hususunda birleşseler, ancak Allah’ın aleyhinde yazdığı şeyden başka bir zarar veremezler.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I/293)

Çevremizdeki herkesten ve her şeyden korkacağımıza, sadece ve sadece Rabbimizden korksak kendi sınırlarımızı keşfetmiş olmaz mıyız? Allah dışında hiçbir şeyden korkmayan kimse, herkesin korktuğu adam kadar kudretlidir. Üstelik insan korktuğu kişi veya nesneden uzaklaşırken, Allah korkusu mümini Yaratıcısına yaklaştırır. Böylece insan ilâhi ve sonsuz güzelliklerle birlikte yaşamaya başlar.

Nûr Suresi’nin 52. ayeti bu tür kişileri hayat yolunda karanlıklardan kurtulanlar olarak tanımlamaktadır: “Allah’a ve Peygamber’e itaat eden, Allah’tan korkan ve O’ndan sakınan kimseler, işte onlar kurtulanlardır.” (Nûr, 52) Allah’tan korkma nedir, utanma nedir bilen bir insan için, daima bir kurtuluş yolu vardır.

Korkaklıktan Korkunun Aslına


Görülmektedir ki korku, hayatın muhafazası ve onu tehdit eden tehlikelere karşı korumak ve insanı ahirete hazırlamak için verilmiş evrensel bir duygudur ve insanın Rabbi ile ilişkisini belirlemektedir. Korku herkeste mevcuttur. Eleştirimize konu olan korkaklık ise Rabbin unutulmasından doğan psikolojik durumdur.

Korkaklık insanın gafletinden doğan kötü bir huy iken, korku bir kamçı gibi insanı rahmetin kucağına götürüyor ve kişilerde verâ, takva ve iffet gibi güzel duyguları oluşturuyorsa iyi duygular arasında saymak lazımdır.

Bütünüyle Allah kaynaklı korkuların, özellikle müminin hayatında ve şahsiyetin oluşumunda etkisi büyüktür. Çünkü korkan kimse iradesini dikkatli kullanır, şüpheli olan şeylerden dahi çekinir. Bundan dolayı bu tür korkuların kişide meydana getirdiği müspet duruma takva denir. Bu tür korkular, kişiyi daima Allah’ın rızasını aramaya, nehyettiği hususları terk etmeye ve emrettiği hususları yapmaya sevk eder.

Çıkışa gelmeden önce de tünelimizin aydınlanması mümkündür. Daha tünelde iken karanlıktan, cehalet ve gafletten azade olmamız mümkündür. Vurgulamaya çalıştığımız gibi bunun yolu kendimizi ve Allah’ın azameti karşısında aciz olduğumuzu bilmemiz ve O’ndan korkmamızdır. Allah’tan korktuğumuz zaman O’nun yarattığı her şeyden emin olabileceğiz. Varlığımızı paramparça eden dünyevî korkularımızdan sıyrılabilmenin başka bir yolu da yoktur.

Yüce Peygamberimiz s.a.v. Sevr Mağarası’nda dostu Hz. Ebubekir r.a.’a, “Üzülme! Allah bizimle beraberdir.” (Tevbe, 40) dememiş miydi? Ayetin devamında Allah’tan korkan ve Allah’a doğru yola çıkan kimselere Rabbimizin huzur ve güven duygusu vereceği, görmediğimiz askerlerle destekleyeceği müjdesi vardır.

Ayrıca Bakara Suresi’nin 282. ayetinin sonunda buyrulduğu üzere, Allah’tan korkarsak Allah Tealâ bizlere bilmediklerimizi öğretecek, böylece dünyada ve ahirette sonsuz saadete erebileceğiz.

Korkunun Kaynağı Tembellik mi?


Korku kavramını alışılmışın dışında değerlendiren M. Scott Peck’e göre korkunun temeli tembellik. İnsanın varlığında bir karşılığı olan tembelliğin çok görülen bir biçimi de korkudur. Korkularımızın çoğu, mevcut durumu değiştirmeye karşı duyduğumuz korkudur; olduğumuz yerden ileri atılırsak ellerimizdekini de yitirmekten korkarız.
Korkunun Dereceleri

Mutasavvıflar, korkunun üç derecesi vardır derler. Birinci derecesi ‘havf’ adını alır ve bu korku imanın şartlarındandır. “Eğer mümin iseniz onlardan korkmayın, benden korkun” (Âl-i İmran, 175) ayetinin işaret ettiği bu korku tüm müminler için farzdır. Bu korku kişinin kötülüklerden sakınmasına, kendisini düzeltmesine, iyi davranışlar içine girmesine neden olacaktır.

Havf, genellikle hoşlanılmayan bir durumun başa gelmesinden veya arzulanan bir şeyin elde edilememesinden duyulan kaygı ve korku şeklinde tanımlanmıştır. İnsanın tahmin ettiği veya açıkça bildiği bir belirtiye dayanarak başına kötü bir hal geleceğinden kaygılanması olarak da tarif edilir.

Kötülüklere, günahlara karşı duyulan iğrenme, nefsani zevk ve isteklerden uzaklaşma, havfın ortaya çıkardığı bir haldir. Bu halin sonucu da insanın Allah’ın emir ve yasaklarına uyması, şüpheli şeylerden kaçınmasıdır. Bu da havfın insanın amellerindeki yansımasıdır.

Korkunun ikinci derecesi ‘haşyet’tir. Haşyet, ilmin şartlarındandır. “Kulları içinde ancak bilginler Allah’tan gereği gibi korkarlar.” (Fâtır, 28) ayeti korkunun bu derecesini belirtir.

Üçüncü derecede korku ‘heybet’ adını alır. Takvayı dile getiren heybet de marifetin şartlarındandır. “Allah sizi kendisinin emirlerine karşı gelmekten sakındırır.” (Âl-i İmran, 28) ayeti de korkunun üçüncü derecesine işaret eder.

saniyenur
Sun 28 August 2011, 10:02 pm GMT +0200
Şeyh Sâdi Hazretleri’nin dediği gibi, “Vezir, melikten korktuğu kadar ALLAH’tan korksaydı, melek olurdu.”
Mümin havf ve reca arasında olmalıdır. Rabbi korktuklaımızdan bizleri emin kılsın inş. Allah razı olsun paylaşım için.