saniyenur
Mon 28 May 2012, 12:22 pm GMT +0200
Kölelik Müessesesi
Kölelik müessesesi ne İslâm tarafından başlatılmış, ne de bir müessese haline sokulmuştur. İslâm geldiğinde, o, zaten her kavmin sosyal sisteminde oluşmuş ve kökleşmişti. Genelde, halkın yaşantısının esaslı bir parçası haline gelen bu uygulamayı yasal düzenlemeler yahut sosyal reformlar durduramazdı. Bu müesseseyi büsbütün kaldırmak, yok etmek bir disiplin için ne pratik, ne de makul idi. Bu yüzden, İslâm statükoyu görünüşte kabul etti ve devam ettirdi, fakat kölelerin statülerini ve şartlarını ıslah etmek, onları özgür kılarak müminleri iyilik ve takvaya ulaşmalarını teşvik etmek için bir kısmının daha önce açıklandığı pratik tedbirler aldı. İslâm'da kölenin statüsü, sahibinin seviyesine yükseltilmiştir, öyle ki her ikisi de sosyal ve ekonomik yaşantılarında eşit haklardan faydalanırlar. Rasulullah, izleyicileri olan müminlerin yiyecek, giyecek ve barınak hususlarında kölelerine kendileriyle eşit muamele etmelerini istemiştir. Ebu Zerr'in rivayetine göre Rasulullah: "Allah kerdeş-lerinizi sizin idareniz altına koymuştur. Öyleyse, kim kardeşlerinin idarecisi kılınırsa onlara kendi yediğinden yedirsin, kendi giydiğinden giydirsin. Onlara güçlerinin yeteceğinden fazlasını teklif etmesin. Eğer ağır bir iş yaptıracaksa kendisi de yardım etsin." buyurdu. (Ebu'l Âlâ Mevdudi, el-Cihad fi'-İslam, Urduca sf. 253-262). Ebu Hureyre'-nin rivayetinde ise Rasulullah, "Birinizin hizmetçisi (yahut kölesi) yemeğinizi hazırlar ve kokusu ile sıcağına yakın olduktan sonra size getirirse, sizinle oturtup birlikte yesin; ancak eğer topluluk çok. yemek de miktarca az ise ona bir-iki lokma versin." buyurdu. (Mişkât).
Ebu Hureyre'nin diğer bir rivayetinde Rasulullah, şunları söylemiştir: "Söylediklerinde masum iken kölesini suçlayan kişi kıyamet gününde cezalandırılacaktır." İbn-i Ömer de Rasulullah'dan şunu rivayet eder: "İşlemediği bir suç nedeniyle hizmetçisini (yahut kölesini) tokatlayan veya döven kişi için keffaret borcu onu azad etmektir." Ebu Mes'ud el-Ensarî demiştir ki: "Kölelerimden birini döverken ardımdan 'Ebu MesL ud: Bil ki, Allah senin üzerinde, senin kölelerinin üzerinde olduğundan daha fazla güce sahiptir.' diye bir ses işittim. Dönüp Allah'ın Rasulünü gördüğümde 'Ey Allah'ın Rasulü, Allah'ın rızası için o şu andan İtibaren hürdür! dedim. 'Eğer bunu yapmamış olsaydın, ateş seni kaplayacaktı.' şeklinde cevap verdi." (Ebu'l Âlâ Mevdûdi, *E1-Cihad fi'1-İslam', Urduca, sf. 253-262). "Köle" olarak çağırıldıklarında kendilerini küçültülmüş, hakaret edilmiş hissederler. Bu sebeple, Rasulullah, ashabına "kölem" yahut "cariyem" diye hitap etmemelerini, yerine "oğlum" yahut "kızım" diye seslenmelerini öğütlerdi. Kölelerin de sahiplerine "Rabbim" dememelerini isterdi, çünkü sadece Allah, insanların Rabbidir.
Ebu Bekir, Rasulullah'dan rivayet eder ki: "Elinin altında bulunanlara kötü davranan kişi Cennet'e giremeyecektir." Abdullah'ın b. Ömer'in rivayetinde: "Bir kimse Rasulullah'a gelip: 'Ey Allah'ın Rasulü, bir köleyi ne kadar sık affetmeliyim?' şeklinde sual yöneltti. Rasulullah da cevap vermedi. Soruyu soran kişi sorusunu üç kez tekrarladıktan sonra Rasulullah'ın cevabı 'Onu günde yetmiş kez affet' oldu." Diğer bir zaman Rasulullah şöyle buyurmuştur: "Kölelerinize çocuklarınız gibi cömertlikle muamele edin ve yediklerinizden yedirin." Ebu Hureyre' nin rivayetine göre Rasulullah: "Size kimlerin günahkâr olduğunu haber ve-reyİm. Onlar yalnız başlarına yerler, kölelerini döverler ve onlara yardımdan sakınırlar?' demiştir. (Mişkât).
Ali b. Ebî Tâlib şöyle söylemiştir: "Allah'ın Rasulü bana kardeş olan iki genç hediye etti. Ben de bunlardan birini sattım. Sonradan bana 'Adamın ne oldu, Ali?' sorusunu yöneltti, sattığımı söylediğimde 'Onu geri al! Onu geri al!' dedi." Bir cariyeyi çocuğundan ayıran kişi, Rasulullah'ın bunu yasaklaması üzerine hareketini düzeltip bir daha cariyeyi çocuğundan ayırmadı. Abdullah b. Mes'ud, tutsakların getirildiğinde Rasulullah'ın aileleri bölmekten hoşlanmadığı için onları ailecek dağıttığını anlatır. (Mişkât). Rasulullah köleleri ile evlenmek isteyenlere kolaylık gösterir, fakat boşanmalarında güçlük çıkarırdı. Bir şahıs cariyesini evlendirmiş, sonra da onu kocasından ayırmak istemişti. Cariye Rasulullah'a şikayette bulundu, Rasulullah da mescidde kalkarak, "Size ne oluyor da köleleri evlendiriyor sonra da ayırıyorsunuz? Evlenme ve boşanma hakkı sadece kadın ve kocaya aittir." buyurdu. Ebu Zerr acem bir köleye kötü sözler söylemiş, o da Rasulullah'a bu hususta şikayette bulunmuştu. Rasulullah, Ebu Zerr'i azarladı ve "Sende cahiliyetten halâ bir parça var. Köleleriniz kardeşlerinizdîr, Allah onları sizin idarenize vermiştir. Mizacınıza uymuyorsa satın, ancak Allah'ın yarattıklarına zarar vermeyin. Yediklerinizden yedirin, giydiklerinizden giydirin. Güçleri yetmediği şeyleri teklif etmeyin. Şayet ağır bir iş teklif ederseniz, onlara yardım ediniz." buyurdu. (Mişkât).
Her ne zaman kendisine köle ulaşsa onları serbest bırakırdı; ancak onlar kendilerini Resul'ın merhameti ve cömertliğinden kurtaramazlardı. O, kölelere karşı son derece merhametli İdi; vefatından önceki son vasiyetlerinden biri, "Köleler hususunda Allah-tan korkun." idi. Bu merhametin bir sonucudur ki, birçok gayri müslimlerin köleleri kaçarak ona sığındılar. Rasulullah da daima onlara hürriyetlerini verirdi. Savaş ganimetleri dağıtılırken köleler de kendilerine düşen gerekli payları alırlardı. Yeni özgür kılınmış kişiler herhangi bir varlığa sahip olmamaları nedeniyle hisselerine ilk kavuşanlar olurdu.
Bu yüzden İslâm'daki kölelerin statüsünü diğer uygarlıklarda olanla karıştırmak yanlıştır. Terim olarak, 'köle' ismiyle nitelenebilirler, ancak pratikte, sahipleri ile eşit ve onların kardeşleri olarak muamele görürler. Sahibinin, kızını kölesiyle evlendirdiği sonra da onu kendi mülkiyetine mirasçı kıldığı başka bir uygarlık var mıdır? İslâm uygarlık tarihi bu tür örneklerle doludur. Rasulullah, kendi yeğenini özgür kıldığı kölesi Zeyd b. Harise'ye verdi. Sıradan insanlardan konuş-mayıp onların örneklerini bir tarafa bırakaK bile, kızlarını köleleriyle evlendiren birçok hükümdar vardır. Bir kiralın kızını kö-ı siyle evlendirmesi, ölümünden sonra da kölenin bu kiralın halefi olması nedeniyle kuucuları kıral kölesi olan ve 'köle hanedanı olarak bilinip Hindistan'ı yöneten bir hanedanlık vardır.
İslâm uygarlığında kölelik kavramı normalde sahip olduğundan bütünüyle farklı bir anlama sahiptir. Hatta bu lafzî kavram bile İslâm devleti tarafından alınan, yukarda da gözden geçirilmiş olan tedbirler vasıtasıyla yavaş yavaş ortadan kayboldu. İnananlar sadece takvah olmak için değil, aynı zamanda zayıflıklarının ve hatalarının kefareti olarak köleleri serbest bırakmaya teşvik edilmişlerdir. Manevî arınma ve başarıya ulaştıran, ancak zor ve sarp olan yolu izlemeleri için yönlendirilirler. "Fakat o, sarp (olan) yokuşa göğüs geremedi. Sarp yokuşun ne olduğunu sen nereden bileceksin? Bİr boynu (kölelik zincirinden) çözmek (özgürlük vermek)tir!' (30: 11-3). Ayet, bu tür meselelerde ahlâkî eğitimin önemini açıkça ortaya koymaktadır. İslâm, insan karakterini öyle bir noktaya iletir ki, kişi insanca olanın dışında bir tarzla insanoğluna ilişkiye girmekten tiksinip kaçınır. Bütün insanlık aynı ana-baba'dan gelir ve bu yüzden hepsi kardeştirler; Allah'ın nazarında eşittirler (49: 10-13). Fertler arasında bir ayırım yoktur. Çünkü onlar aynı insan ırkının üyeleridirler. Böyle olduklarından birbirlerine eşit davranmak zorundadırlar. Toplumdan kölelik kurumunu yavaş yavaş yok edecek yolu açan bu duygu ve şuur, İslâm ahlâk eğitimiyle inkişaf eder. Başka bir uygarlık veya hayat şekli bu uygulamayı toplumdan söküp atmak için İslâm'dan daha fazlasını yapmış değildir. İslâm bütün bunları, gönül rızası ile yapılan çabalarla; insan-'ar arasında ayırım, kötü muamele ve adaletsizlik için tiksinti oluşturarak, sosyal, ekonomik veya politik pozisyonlarına göre değil, fazilet ve takva ile insan onur, şeref ve statülerini yükselterek başardı.
Bütün bunlara ek olarak, kölelik müessesesiyle ilgili statükoyu devam ettirmeyi gerektiren diğer faktörler de vardı (İbni Sa'd, s. 182-183) ki bunlar aşağıda sıralanmaktadır.
1- O dönemlerde tutsakların değişimi sistemi yoktu. Düşman müminleri yakalayıp köle olarak tuttuklarında, müminler de tutsakları köle olarak korumaktan başka alternatife sahip değillerdi. Düşman, esirlerin değişimi için müslümanlar tarafından ayarlandıklarında tutsakların şahmını için antlaşmayı ilk başlatan müminler olurdu. Rasulullah bu metodu düşmanın mutabık olduğu birkaç fırsatta kullandı.
2- Bazan savaş öyle cereyan ederdi ki, bir köy veya kasabanın tüm erkekleri ölür, kadın ve çocuklara bakacak hiç kimse kalmazdı. Bu şartlarda dul kadınları ve çocuklarını gözetmenin tek yolu onları muhafaza altına almaktı. Kadınlara koruma ve onur sağlamanın en iyi yolu müslümanların onlarla aile bağlan kurmalarına izin verip, onları ve çocukları ailenin üyeleri olarak himaye etmekti. Bu hem onları İslâm toplumunun saygın üyeleri yapar, hem.de bu durumlarda sıklıkla görülen ahlâksızlık ve zina kapılarını kapatırdı.
3- İslâm sadece şartlarının gerektirdiği durumlarda (47: 4 ve 8: 76) savaş esirlerinin alınmasına izin vermiş, onu emretmemiştir. Bu izni kullanıp kullanmamak müslümanlara bağlıdır. Rasulullah zamanında düşmana karşı 78 sefer düzenlendi ve bunların çok az bir kısmında esir alındı. Çoğunda düşman kaçtı, müminler ne onları izlemek, ne de savaş esiri olarak almak için bir çaba gösterdiler. Savaş esiri aldıkları durumların çoğunda da onları serbest bıraktılar. Rasulullah'ın bu uygulamaları halefleri tarafından da gerek şeklen, gerekse ruhen takip edildi. İkinci Raşit Halife Ömer döneminde birçok memleket fethedildi, ancak savaş esiri alınmadı. Sadece, çetin bir mücadeleden sonra fethedilen Mısır'ın bazı sakinleri savaş esiri yapılıp Medine'ye, halifeye gönderildiler, ancak halife onları serbest bırakarak memleketlerine gönderdi.
Böylece Rasul ve onun Raşit Halifeleri1 nin yaşantılarıyla sundukları örneklikleri, kölelik uygulamasının ne esaslı, ne en iyi, ne de en çok beğenilen olduğu, fakat esirlerin karşılıklı değişim geleneğinin yokluğunda zorunlu yol olarak kabul edildiğini ortaya koyar.
4- İslâm, mecburi hallerde sadece savaş esirlerinin köle yapılmasına izin vermiştir. Kadim çağlardan beri uygulandığı şekliyle özgür insanları yakalayıp köle olarak satmak, İslâm'da kesinlikle yasaklanmış ve lanetlenmiştir. Rasul buyurmuştur ki, "Kıyamet günü hasmı olacağım üç (tür) insan vardır; benim adıma söz verip sonra da haince hareket eden kişi; hür bir insanı satıp para alan kişi; bir kişiyi kiralayıp bütün işleri yaptırdıktan sonra ona ücretini ödemeyen kişi." (Ebû'l Âlâ Mevdûdi, 'El-Cihad fi'l-İslam', Urduca, s. 253-262).