saniyenur
Wed 26 October 2011, 07:59 pm GMT +0200
SIFÂTU'L-KIYAMET VE'L-CENNET VE'N-NÂR (=KIYAMET, CENNET VE CEHENNEMİN ÖZELLİKLERİ)
Kıyamet:
İslam inancına göre; alem mahluktur. Sonradan yaratılmıştır. Sonradan meydana gelen her şey, yok olucudur. Bu maddi alemde günün birinde son bulacaktır. İşte bu büyük son bulmaya, “Kıyamet” adı verilir.
Hz. Peygamber (s.a.v.), burada, Kıyametin kopma zamanının pek yakın olduğunu bildirmektedir. Resulullah (s.a.v.)'in daveti, Kıyametin kopma zamanına kadar devam edecektir. O'nun daveti ile Kıyametin kopması, birbirinden ayrılmayacaktır.
Kıyamet alametlerinin, Kıyametin kopma anından önce gelmesi; insanları, ikaz ve irşat, gafletten uyandırma, tevbeye teşvik ve ahirete hazırlık içindir.
Cennet kelimesi, sözlükte; “Hurma ve diğer ağaçlardan oluşan bahçe” anlamına gelmektedir.
Cennet, “Örtmek” anlamındaki “Cenne” kökünden alınmıştır. Sarmaşık hurmalıkları ve dalbudak yapraklı ağaçlan birbirine dolandığı zaman altındakini örten şemsiye gibi olup adını bundan almıştır.
Terim olarak, cennet ile kast edilen; yüce Allah'ın, sâdık imanları ve salih amelleri karşılığında iyi kullarına hazırladığı yurttur.
Cennet, Kur'an-ı Kerimde çeşitli isimlerle anılmaktadır:
Me'va Cenneti Müminlerin ve şehidlerin barınağı ve konağı olan cennet, Adn Cenneti, İkamet ve ebedilik cenneti, Daru'1-Huld, Ebedilik yurdu, Firdevs, Her şeyi kapsayan cennet bahçesi, Daru's-Selâm, Esenlik yurdu, Daru'l-Mukâme, Ebedi kalınacak yer, Cennetu'n-Naîm Nimetlerle dolu cennetler ve Makamu'1-Emîn, Güvenli makam gibi. Yalnız bunların cennetin tabakaları olduğu da ileri sürülmüştür.
Cennete ancak güzel ameller işliyen ve üstün sıfatlara sahip olanlar girer. [1069]
Yüce Allah, cennette nimetlerin sürekli olduğunu ve sevincinin kesilmediğini, içinde her Şeyin hesapsız bol olduğunu haber vermektedir.
Ayrıca cenneti, şu şekilde tasvir etmektedir: Nehirleri çok ve gürül gürül akar. Tadı ve kokusu değişmemiş sütten nehirler, içenlere lezzet veren içkiden nehirler ve arındırılmış baldan nehirler vardır. Bu nehirlerin hepsi, köşklerin altında akar. Cennette meyveler bol ve etler ise kuş etidir. Cennet halkı kendilerine ne zaman bunlardan bir meyve rızık olarak verilse her defasında:
“Daha önce de bundan rızıklandık” derler . Halbuki o rızık, birbirinin benzeri olmak üzere onlara sunulacaktır. Çünkü bu meyveler, güzellik ve üstünlük yönünden birbirine benzemektedir.
Verilen yiyecek ve içecekleri, onlara, genç hizmetçiler sunacaktır. Bu hizmetçileri görünce, son derece güzelliklerinden dolayı onları etrafa dağılmış birer inci sanırlar. [1070] Bunlar, gümüş ve billurdan tabaklar ve kadehler dolaştırırlar. Orada nefislerin hoşlanacağı ve gözlerin seveceği her şey vardır. [1071]
Cennet ehlinin elbiseleri, ince ve kalın yeşil ipektendir. [1072] Altından süs eşyalariyle süslenmişlerdir. [1073] Evleri gayet güzel ve rahattır. [1074] Altlarından ırmaklar akan, üst üste bina edilmiş köşklerdedirler. [1075]
Cennet ehli eşleriyle beraber gölgelerde koltuklara yaslanmaktadır. [1076] Bu eşlerini yüce Allah yaşıt ve gencecik yaratır. Onlarla beraber ceylan gözlü hurileri de yaratır.
Bunlar kuş tüyü içinde gizlenmiş bembeyaz yumurtalar gibidir. Dünya kadınlarının taşıdıkları bütün kusurlardan arındırılmıştır. Hayız yok, doğum yok, vücut kusuru veya ahlâk kötülüğü yoktur.
Cennet ehlinin göğüslerinden kin ve nefreti Yüce Allah gidermiştir. Sevgi ve ülfet içinde kaynaşırlar. Hiç bir yorgunluk görmez, oradan da çıkarılmazlar. [1077]
Cennette lüzumsuzluk, kötü söz ve boş lakırdı duyulmaz. [1078] Hep Allah'ı takdir ve teşbih sesleri yayılır. Müminlere ve birbirlerine selamlan işitilir.
Cennet nimetleri, dünyada insanların bildiklerine benzer şekilde olduğu varid olmuştur. Yalnız türü, şekli ve tadı bakımından dünyadaki nimetlerin çok üstündedir. Bu nimetlerin hakikati, İnsan aklının tasavvur edemediğinin çok üstündedir.
Ahiret nimetleri, dünya nimetlerinin hiçbirine benzememektedir. İsim yönünden birbirine benzerlik olsa bile özellik ve mahiyet bakımından birbirinden tamamen farklıdır. [1079]
Cehennem kelimesi, sözlükte; “Derin kuyu” anlamına gelir. Terim olarak ise; ahirette kafirlerin sürekli olarak, günahkar müminlerin de günahları ölçüsünde cezalandırılmak üzere kalcakları azab yeridir.
Yüce Allah, iyi kullarını cennetle mükâfatlandırdığı gibi günahkar kullarını da işledikleri büyük günah ve çirkin şeylerden dolayı ceza olarak cehennemle cezalandırır.
Cehennem, azab yerinin adıdır. Cehennemin birçok isrni vardır.
1- Hâviye uçurum Haviye, içine düşüldüğü zaman çıkmak mümkün olmayan derin çukur demektir. [1080]
2- Saîr alevli ateş. [1081]
3- Lezâ, alevli ateş. [1082]
4- Sekar, yakıcı bir ateş. [1083]
5- Hutame. [1084]
6- Cahîm, son derece büyük, alevleri kat kat yükselen ateş.
7- Nâr, Ateş.
Yalnız bu 7 ismin, cehennemin 7 tabakası olduğunu ileri sürenler de olmuştur.
Yüce Allah, sapıkların sapıklıklarından vazgeçmesini sağlamak için, cehennemi, önünde saçların ağaracağı ve kalblerin döküleceği şiddetli sıfatlarla nitelemiştir. Örneğin, cehennem ateşinin yakıtının, insanlar ve taşlar olduğunu belirtmiştir.
“Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah'ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.” [1085]
Cehennem halkının yiyeceği, Zakkum'dur. Zakkum, kokuşmuş ve gayet acı ağaç çeşitlerinin en kötüsüdür.[1086]
Cehennem halkı; hiçbir zaman ölmezler, dinlenemezler ve rahat bir hayat sürdürümezler. [1087]
Nisa: 4/56'de 'cehennem halkının azab şekli, şöyle tasvir edilmektedir: Ateş, cehennemdekilerin derilerini yiyip bitirdikçe yüce Allah onlara yeni deriler verir. Bunun sebebi de; cehennem ateşinin acısını hisseden tabakanın, deri tabakası olmasıdır. Diğer dokular, kaslar, iç organlarda ise acının duyarlılık derecesi zayıftır. Bunun için doktor, deri tabakasını geçmeyen basit yaraların, dokulara kadar nüfuz eden derin yaraların aksine büyük acılar verdiğini bilir. Zira derin yaralar, tehlike ve ciddiyetine rağmen büyük acı vermezler.
Yüce Allah, bize burada şöyle buyurmaktadır: Ateş, sinir sisteminin bulunduğu deri tabakasını yiyip bitirdikçe acının devam etmesi ve azabın sürmesi için Allah deri tabakalarını başka deri tabakaîanyla değiştirmektedir. İşte insan daha cehennem ateşinin acısının mahiyetini kavrayamadan önce Allah'ın yüce hikmeti bu acının bir benzerini bu dünyada ortaya çıkarmaktadır. “Şüphesiz Allah, Azız ve Hakimdir. [1088]
2522- Ebu Hureyre (r.a)'tan rivayet edildiğine göre, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
“Kıyamet günü iri cüsseli, semiz bedenli bir kişi hesab yerine gelir. Fakat Allah'ın yanında bir sivrisineğin kanadı kadar ağırlığı olmaz. İsterseniz “Biz kıyamet günü onlar için hiçbir tartı tutturmayız” [1089] ayetini okuyun.” [1090]
2523- Abdullah İbn Mes'ud (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
“Yahudi bir din adamı, Peygamber (s.a.v.)'in yanına gelip ona:
“Ey Muhammed! Şüphesiz ki Yüce Allah kıyamet gününde gökleri bir parmağında, yer tabakalarını da bir parmağında, bütün dağlar ile ağaçları da bir parmağında, sular ile toprakları bir parmağında, diğer mahlûkatı da bir parmağında tutup sonra onları sallayarak:
“Melik ancak Benim, Melik ancak benim!” buyuracaktır” dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) bu din adamının söylediklerine şaşarak onu tasdik için güldü. Sonra da, “Onlar, Allah'ı hakkıyle takdir edemediler. Halbuki kıyamet gününde bütün yer Onun avucundadır. Gökler de onun sağ elinde dürlüp toplanacaktır. O, onların şirk koştuklarından münezzehdir.”[1091]
2524- Abdullah İbn Ömer (r.a)'tan rivayet edildiğine göre, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
“Yüce Allah, kıyamet günü, bütün gökleri dürer, sonra onları sağ eliyle tutar.” Sonra da:
“Melik ancak Benim! Cebbarlar nerede! Mütekebbirler nerede!” buyurur. Sonra sol eliyle de yerleri dürecek. Sonra da:
“Melik ancak Benim! Cebbarlar nerede! Mütekebbirler nerede!'” buyuracak. [1092]
[1069] Tevbe: 9/111-112.
[1070] İnsan: 76/19.
[1071] Zuhruf: 43/71.
[1072] Kehf: 18/31, İnsan: 76/21.
[1073] Kehf: 18/21, Hac: 22/23, Fâtır: 35/33.
[1074] Tevbe: 9/72.
[1075] Zümer: 39/20.
[1076] Yasin: 36/56.
[1077] Hicr: 15/47, 48.
[1078] Nebe': 78/35.
[1079] Daha geniş bilgi için b.k.z: Seyyİd Sabık, İnancı Sağlamlaştıran Unsurlar, çev. Hanifi Akın, Karınca Yay., İstanbul 2004, s. 370-380.
[1080] Kâria: 101/8, 11.
[1081] Mülk: 67/5.
[1082] Meâric: 70/15, 18.
[1083] Müddessir: 74/26, 30.
[1084] Humeze: 104/4-9.
[1085] Tahrîm: 66/6.
[1086] Saffât: 37/62, 67.
[1087] A'Iâ: 87/11, 13.
[1088] Daha geniş bilgi için b.k.z: Seyyid Sabık, İnancı Sağlamlaştıran Unsurlar, çev. Hanifi Akın, Karınca Yay., İstanbul 2004, s. 357-369.
[1089] Kehf: 18/105.
[1090] Buhari, Tefsiru Sure-î Kehf 6.
[1091] Zümer: 39/67 Buhari, Tefsiru Sure-i Zümer 2, Tevhid 19, 36; Tirmizî, Tefsiru'l-Kur'an 41, 3238; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/429, 457.
[1092] Buhârî, Tevhid 19; Ebu Dâvud, Sünnet 4732.