müzzemmil
Mon 19 September 2011, 10:25 pm GMT +0200
3. Kıtlık-Açlık-Kuraklık
Kıtlık-açhk-kuraklık gibi toplumun ekonomik yönden çöküşünü hızlandıran sosyal problemlerin arka planında nankörlüğün yattığını, Kur'ân-ı Kerim çeşitli örnekler sunarak anlatmaktadır. Kur'ân, her türlü maddi ve manevî nimetlerin kıymetini bilmeyerek, kendilerine lütfedilen nimetlere karşı nankörlük edenlerin kıtlık, açlık ve kuraklık gibi musibetlere uğradıklarını ifade ederken, bununla ibret ve öğüt vermeyi amaçlamaktadır. Geçmişteki bir hadiseyi anlatırken hale (şimdiki zamana) ve geleceğe ışık tutan Kur'ân, olayı soyut bir şekiİde tasavvur etmekten ziyade, somut bir biçimde ele alır. Yani olayı, alabildiğine müşahhaslaştmr ve gözler önüne serer. Aşağıda sunacağımız âyette böyle bir canlılığı ve hareketliliği görmemiz mümkündür.[387]
"Allah (ibret için) bir ülkeyi örnek verdi: Bu ülke güvenli, huzurlu idi; ona rızkı her yerden bol bol gelirdi. Sonra onlar Allah'ın nimetlerine karşı nankörlük ettiler. Allah onlara, yaptıklarından ötürü açlık ve korku sıkıntısını tattırdi."(Nahl, 16/112)
Müfessirler, âyette geçen karye (ülke) nin muayyen olup olmadığı ve bu "karye" kelimesinin, Allah'ın nimet verip de, nimetin kendilerini şımarttığı her toplumu içine alıp almadığı konusunda ihtilaf etmişlerdir. Çoğunluk, "karye" kelimesi ile Mekke'nin kastedildiği görüşündedirler. Zira Mekke-li'ler, Allah Resulünü yalanladılar ve ulaştıkları bunca refah ve elde ettikleri nimetlere karşılık nankörlük ettiler.[388] Çevresindeki insanlar kapılıp götürülürken (öldürülür, esir edilir, soyulur ve yağmalanırken) Mekke güvenli, huzurlu ve istikrarlı bir şehir idi. Kim oraya girerse, korkmadan emniyet içersinde durabiliyordu. Öyle bir ülke ki, maişetleri her taraftan, her vadiden bol bol geliyordu,[389] Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Biz seninle beraber doğru yola uyarsak, yurdumuzdan atılırız" dediler. Biz onları, kendi katımızdan bir rızık olarak her şeyin ürünlerinin toplanıp getirildiği, güvenli, dokunulmaz bir yere (Mekke-i Mükerreme'ye) yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu bilmezler."(Kasas, 28/57). "Çevrelerinde insanlar kapılıp götürülürken, bizim (Mekke'yi) güven içinde kudsî bir yer yaptığımızı görmediler mi? Hâlâ batıla inanıp Allah'ın nimetine nankörlük mü ediyorlar?" (Ankcbüt, 29/67)
Kendilerine her yerden bol bol rızık gelen Mekke halkı, emniyet ve huzur içinde yaşamakta idi. Bunun yanında Allah onlara, nimetlerin en büyüğünü ihsan etti. Bu, Muhammed (s.a.v)'in kendilerine peygamber olarak gön der iim esidir. Bu muazzam nimete karşı nankörlük ettiler. Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Allah'ın nimetine nankörlükle karşılık veren ve sonunda kavimlerini helak yurduna sürükleyenleri görmedin mi?[390]
Bu âyet Mekke halkı hakkında inmiştir. Allah onları, emniyetli ve güvenli olan Harem'de yerleştirmiş, oniarı bolluk içinde yaşatmış ve içlerinden Muhammed (s.a.v)'i peygamber olarak göndermiştir. Ama onlar, bu nimetin kadrini bılmemişlerdir. Allah onlara peygamberle, Kur'ân'la yardımda bulunmuş, ama buna rağmen onlar, imana küfrü tercih etmişlerdir.[391]
İbn Kesir'in beyanına göre, Allah bu ülkenin güvenli ve huzurlu halini aksine çevirmiş, ürünleri toplanıp getirilen ve nzıkîan bol bol her taraftan gelen bu ülke halkına açlık ve korku sıkıntısını tattırmıştır. tbn Kesir'e göre, bunun sebebi şudur: Mekke halkı Muhammed (s.a.v) e isyan edip hakka karşı ayak diretince, Hz. Peygamber, Hz.Yûsuf un zamanındaki Mısır halkının maruz kaldığı kıtlık yıllan gibi, onlara da yedi sene kıtlık vermesi için aleyhlerinde Allah'a dua etmiştir. Bunun neticesinde onlara öyle bir kıtlık isabet etmiştir ki, her şeylerini alıp götürmüştür. Kanla yoğurdukları deve tüylerini ateşte kızarttıktan sonra yemek mecburiyetinde kalmışlardır. Hatta leş, kemik ve derileri bile yemişlerdir.[392]
Taberî, "Allah'ın Mekke halkını Resûlüllah'ın duası ile peş peşe senelerce açlığı musallat ettiğini, bunun neticesinde maymunların yedikleri, kanla yoğrulmuş deve tüylerini ve leşlerini dahi yemeye mecbur kaldıklarını söylemektedir. Onlara kendilerinden bir peygamber geldiğini belirten Taberî, "onlar bunu tanıyor, nesebinin ve sözünün doğruluğunu biliyorlardı. Onları, hakka ve doğru yola çağırdığını da biliyorlardı. Buna rağmen onu yalanladılar ve Allah tarafından getirdiği şeyleri kabul etmediler. Bu sebeple onları azap yakalayıverdi. Daha önce kendilerine verilen bol rızkın, huzurun ve emniyetin yerine açlık ve korku sıkıntısını tattılar", demektedir.[393]
Yukarıdaki âyetlerden ve açıklamalardan anlaşılacağı üzere, NahI Sûresinin 112. âyetinde geçen "karye" den maksat, Mekke şehridir. Ancak Şev-kânî, karye kelimesinin nekre olmasını ileri sürerek [394] (nekre umum ifade eder) burada geçen karyenin umum ifade ettiğini ve Mekke'nin de bu umum ifadenin kapsamında olduğunu söyler.
"Karye", "Mekke'nin dışında bir yerdir. Mekke'nin benzeri denmesi, burarım Mekke'nin dışında bir yerin olduğunu gösterir. Allah, o karyeyi Mekke için bir örnek getirmiştir" görüşünü ileri sürenler, burada misal olarak getirilen "karye"nin, nimetlerin şımarttığı her topluluğu içine alır, demektedirler.[395]
Kur'ân'ın anlattığı kıssaları, misalleri ve olayları sadece nedensellik ve tarihsellik içinde değerlendirmek, muhtevayı daraİtmak olur. Bu âyet, belirli bir tarihte, belirli bir mekanda ve belirli bir topluma inmiş olabilir. Bu realiteyi inkar etmek mümkün değildir. Ancak, Kur'ân'ın sunduğu hüküm, mesaj ve çeşitli misaller süreklidir ve kendi nüzul çağını kucakladığı gibi, gelecek bütün çağları da kapsamaktadır. O açıdan biz, birinci görüşü kabul etmekle birlikte, ikinci görüşün daha isabetli olduğu kanaatindeyiz.
Kur'ân'da, Sebe' halkına sağlı sollu bahçeler verildiğine ve oniarın meskenlerinde büyük bir ibretin olduğuna işaret edilmektedir. Ayrıca ibadet, şükür ve itaat hakkına, bu nimetleri vermekte hiç katkısı olmayanların değil, ancak kendilerine bu nimetleri ihsan eden Allah'ın lâyık olduğu vurgulanmakta ve servetlerinin ebedî olmayıp bir gün yok olacağı ihtarı yapılmaktadır.
Mevdûdî'nin ifade ettiği gibi, Sebe' Sûresinin 15. âyetinde belirtilen iki bahçenin, Sebe' halkına verilen yainız bu iki bahçe olduğu anlamına gelmez. Bütün Sebe' ülkesinin bir bahçe gibi olduğu anlamına da gelir. O devirde insan nereye otursa sağında solunda bir bahçe görebilirdi.[396] Fakat onlar, bu nimetlerin değerini takdir edemediler. Bu konuda Kur'ân'ın ifadesi şöyledir. "Ancak onlar yüz çevirdiler, böylece biz de onlara Arim selini gönderdik."[397]
Âyetin metninde geçen "Seyle'1-arim" ifadesindeki "arim" kelimesi baraj, set anlamına gelen ve Güney Arapçasında kullanılan "arîmen" kelimesinden türetilmiştir. Yemen'de yapılan kazılarda ortaya çıkarılan bn kelime sık sık bu anlamda kullanılmıştır. "Seyle'!-arim", bir set yıkıldığında meydana gelen "sel felâketi" anlamına gelir.[398]
'"Arim selini gönderdik" ifadesinden anlaşılacağı üzere, ilk planda sei felaketinin neleri getirip götürdüğünü düşünmek gerekir. Selin ilk anda çeşitli yıkım ve zararlara sebep olması yanında "erozyona"[399] neden olduğu söylenebilir. Her türlü bağ ve bahçenin, tarıma ve ziraata elverişli toprakların sel suları ile sürüklenip yok olması söz konusudur. Bunun neticesinde de topraklar kıraç hale dönüşür. Öyleki artık bu topraklar ekin bitiremez, sebze ve meyve yetiştiremez veya yetiştirse de gerekli ve beklenen ürün alınamaz duruma gelir.
Sebe' kavmine, nankörce davranışları yüzünden bağ ve bahçelerini silip süpüren, barajlarını ve bentlerini yıkan büyük bir sel felaketinin verilmesi neticesinde Sebe' arazileri verimsiz ve kıraç hale dönüşmüş ve kıtlık baş göstermiştir. Siyasî olarak dağılma ve parçalanmalarının, oraya buraya göç etmelerinin yanında bu faktörde onları sarsmıştır. Onların kıtlık felaketine maruz kaldıklarını şu âyetten anlamamız mümkündür.
"... Onların iki bahçesini, buruk yemişli, acı ılgmlı ve içinde biraz da sedir ağacı bulunan iki (harap) bahçeye çevirdik. (Sebe', 34/16}
Mevdûdî'nin beyanına göre, barajın yıkılmasından sonra meydana gelen sel neticesinde bütün ülke harap olmuştur. Sebe'lilerin, dağların arasına setler inşa ederek kazdıkları kanallar yıkılmış ve bütün sulama sistemi bozulmuştur. Bunun sonucu daha önceden bir bahçe gibi olan ülke yabanî otların yetiştiği bir cangıl[400] haline geimiş ve küçük bodur ağaçların, kiraza benzer yemişi dışında yenilebilecek hiçbir meyve kalmamıştır.[401]
Âyetin metninde geçen "el-Hamd" kelimesi, dikensiz ağaca denir. Misvak ağacına da "hamt" denmiştir.[402] Tadı, dil burucu, acımtırak ekşimsi olan yemişe de denilir.[403] "Es! kelimesi, ılgın türünden bir ağaç çeşidine denilir.[404] (ılgın: taç yapraklı iki çeneklilerden Akdeniz bölgesinde yetişen bir ağaç. Halıcılıkta boyasından faydalanılır). Sidr kelimesi, Arabistan'ın en makbul ağaçlarından olmak üzere meşhurdur. Meyvesine "nıbk" ve "Arabistan kirazı" denilir. Sidr, İki çişittir. Birisinden yararlanılmaz ve yaprağı yıkamalara yaramaz. Meyvesi kekrek (acı, buruk) tır, yenmez, "dal" denilen budur. Bir kısmı da su üzerinde biter, meyvesi "nıbk" dır. Yapraklan yıkama özelliğine sahiptir.[405]
Bu açıklamalar gösteriyor ki, Sebe' yurdu o büyük selin neticesinde verimsiz topraklara dönüşmüş, eski mahsul veren araziler artık ürün vermez hale gelmiştir. Kıtlık ve yokluk içinde, buruk yemişli, acı meyveli topraklar üzerinde nankörlüğün acı neticesine katlana katlana hayat südürmüşlerdir. Bu topluluğun uğradığı felâket, bugün ve yarın için birer ibret levhalarıdır. Büyük sel felâketlerine maruz kalan ve bunların neticelerini müşahade eden her ferdin, her toplumun ve her milletin bu hadiseden çıkaracağı muazzam dersler vardır.
Semûd kavminin, kendilerine peygamber olarak gönderilen Salih (a.s) in davetine icabet etmediklerini, onu yalancılıkla suçladıklarını, hatta başlarına gelen çeşitli musibetleri onun uğursuzluğu ile yorumladıklarını anlatmış ve bu yüzden Aİİah'ın onlara kıtlık verdiğini belirtmiştik. Onlar, bunun vebalini, böyle bir duruma düşmelerinin sebebini Salih (a.s) m üzerine attılar. Kıır'ân bunu şöyle düe getirir: "Şöyle dediler: Senin ve beraberindekilerin yüzünden uğrsuzlandık. Salih: Size çöken uğursuzluk (sebebi) Allah katında (yazılı) dır. Hayır siz imtihana çekilen bir kavimsiniz dedi" (Nemi, 27/47). Nesefi, "Senin yüzünden uğursuzlandık" ifadesini izah ederken, Salih (a.s) m risâleti zamanında, onu yalanlamaları sebebiyle Semûd kavminin kıtlık ve kuraklığa uğratıldıklarını söylemektedir.[406] İbn Abbas, "Sizin uğursuzluğunuz Allah katında (yazılı) dır" ifadesini, "Sizin darlık ve bolluk içinde bulunmanız Allah katmdandır", "Siz imtihana çekilen bir kavimsiniz" İfadesini de, "Siz darlık ve bollukla deneniyorsunuz" şeklinde tefsir etmiştir.[407] Semûd kavmi, kendi başlarına gelen sıkıntı ve zararlara Salih (a.s) in ve arkadaşlarının sebep olduğunu iddia etmişlerdir. [408]
Bütün bu tefsirler, Semûd kavminin kıtlık ve kuraklık felâketine maruz bırakıldıklarını göstermektedir ki, bunun da Salih (a.s) in risâleti döneminde olduğu ve bu gibi cezalara nankörlükleri neticesinde çarptırıldıkları, Kur'ân'm İfadelerinden anlaşılmaktadır.
Kıtlıkla cezalandırılma konusuna, Hz. Musa'ya (a.s) a karşı direnen Firavun ve tebasını da misal olarak sunabiliriz. Çeşitli mucizelere rağmen (bkz. A'raf, 7/107-128) Firavun ve adamları, Hz. Musa'ya inanmadılar. Ellerinden gelen her türlü kötülüğü ve baskıyı sürdürdüler. Bunun üzerine Allah, onları birden cezalandırmadı. Ders alıp imana gelmeleri için onlara mühlet verdi. Fakat onlar, bu tedricî cezalardan ibret almadılar. Kur'ân, bu konuyu şöyle açıklar: "Andolsun ki, biz de Firavuna uyanları ders alsınlar diye yıllarca kuraklık ve mahsûl kıtlığı ile cezalandırdık. Onlara bir iyilik (bolluk) gelince, "Bu bizim hakkımızdır" derler, eğer kendilerine bir fenalık gelirse, Musa ve onunla beraber olanları uğursuz sayarlardı. Bilesiniz ki, onlara gelen uğursuzluk, Allah kalındandır. Fakat onların çoğu bunu. bilmezler. Ve dediler ki: "Bizi sihirlemek için ne mucize getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz. Biz de ayrı ayrı mucizeler olarak onların üzerine tufan, çekirge, haşere, kurbağalar ve kan gönderdik; yine de büyüklük tasladılar ve günahkar bir kavim oldular. Azap üzerlerine çökünce, "Ey Musa! Sana verdiği söz hürmetine, bizim için Rabbine dua et; eğer bizden azabı kaldırır-san, mutlaka sana inanacağız ve muhakkak îsrailoğullarını seninle göndereceğiz" dediler. Biz, ulaşacakları bir müddete kadar onlardan azabı kaldırınca hemen sözlerinden dönüverdiler. Biz de âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil kalmaları sebebiyle kendilerinden intikam aldık ve onları denizde boğduk." (A'raf, 7/130-136 )
Elmaiı'lınm beyanına göre, Firavun'un kavmi ansızın helak edilmemişlerdir. Onlara düşünmeleri ve uyanmaları için fırsatlar verilmiştir. Bu ihtar ve uyarılar, akıllarını başlarına almaları, çeşitli durumlarını mukayese etmeleri, hadlerini bilmeleri, Allah'ı düşünüp hakkın emrine karşı direnmekten ve azgınlıktan vazgeçmeleri, küfürden ve zulümden tevbe etmeye imkan bulmaları için yapılmıştır. Çünkü bu gibi tasarrufların ve tabiat kuvvetlerine hükmetmenin insan gücünün üstünde olduğunda şüphe yoktur. Çünkü tabiat olsa idi ya daimi olarak bolluk veya tek düzeliğe bağlı olarak sürekli kıtlık olması gerekirdi. Bu gibi olaylar ise, tabiatın değişikliğine ilişkin olaylardır ve bunların, tabiatler üzerinde hakim olan Rabbani kuvvetin iradesinin eseri olduğu açıktır.[409]
Helaki hak etmiş olan Firavun'un kavmini, Allah'ın hemen helak etmeyip, onları sözlü ve fiili olarak uyarması, O'nun rahmetinin genişliğinden-dir. Tarihte felâketler, şekilden sekile tekerrür eder gider. Nitekim küfür ve zulmü huy edinmiş olan Firavun'un kavmi, bu ilâhî uyanlardan sonra uya-namam ıslardır. Kendilerine iyilik isabet ettiğinde, bunu sırf kendilerine ait olduğunu, bir fenalık, kıtlık, sıkıntı ve herhangi bir musibet geldiğinde ise, Musa (a.s) la yanındakilere bir uğursuzluk isnat ederlerdi. Allah Teâlâ, onlara Musa (a.s) gibi yüce bir peygamber göndermiş, başlarına böyle bir devlet ve talih kuşu göndermiş iken, onlar bununla huzur bulacak yerde tutmuşlar onu ve ona uyanları, kendileri için uğursuzluk sebebi saymaya kalkmışlardır. Elmah'lmm ifadesiyle bu ne şom bir düşünce ve ne kötü bir kalp katılığıdır.[410]
Firavun'un kavmi Hz. Musa'ya inanmadıkları için Allah Teâlâ onlara yağmur ve sel felâketi göndermiş, geceli gündüzlü sekiz gün yağmur yağmış, kimse evinden dışarı çıkamamıştır. Hatta sular evlere dolmuş, boğazlarına kadar su içinde kalmışlardır. Bu sıkıntı üzerine Hz. Musa'ya başvurup, "Rabbine dua et, bu belâyı başımızdan kaldır da sana iman edelim", demişlerdir. Musa (a.s), dua etmiş, tehlike savuşmuş, fakat bundan sonra bitkiler yerden öyle fışkırmışki, arazilerde benzeri görülmemiş bir feyiz ve bereket ihtimali baş göstermiştir. Bunun görünce:"Bizim korktuğumuz şey, bir musibet değilmiş, meğer büyük bir hayırmış" demişler, iman etmekten vazgeçmişlerdir. Bunun üzerine Allah, çekirge âfeti göndermiş, ekinlerini ve meyve bahçelerini yiyen çekirge sürüleri evlerine, tavanlarına ve elbiselerine kadar üşüşmüştür. Musa (a.s) in duası ile bu sıkıntıdan da kurtulmuşlar, "Eh kalan bize yetişir" diyerek yine iman etmemişlerdir. Bundan sonra Allah, onlara sırasıyla haşereleri, kurbağaları ve kanı göndermiştir, öyleki, bitler, elbise ve bedenlerine kadar girip kanlarını emmeye başlamışlardır. Her tarafı kurbağalar istila etmiş, herhangi bir örtüye ve yiyeceğe el atsalar, hemen bir kurbağa çıkar, ağızlarına, burunlarına atilırmış. içecekleri ve kullanacakları sular kan olmuştur. Her seferinde Hz. Musa'ya gelerek Allah Teâlâ'dan bu sıkıntıların kaldırılması için dua etmesini istemişler, kendilerinden bu sıkıntılar geçince de tekrar baş kaldırmaya, hakka karşı ayak diremeye devam etmişlerdir.[411]
Bit, haşere, çekirge, kurbağa, kan gibi musibetler sefaleti gösteren durumlardır. Çekirgelerin ekin, meyve ve kendilerine musallat olması, onların kıtlık içinde yaşamaya mecbur kaldıklarının bir işaretidir. A'raf Sûresi, 130. âyette belirtilen kıtlık ve ürün eksikliği İçinde onların yıllarca kıvranmaları, nankörlüğün karşılığı ve sonucudur. Elmah'lının belirttiğine göre, söz konusu âyette geçen "sene" yıl anlamında olduğu gibi, bilhassa şiddetli kuraklık ve kıtlık yılı manasına da gelir.[412]
İnsanların hayatında ekonomik şartların büyük önemi vardır. Bir toplum için ekonomik hayatın sarsıntıya uğraması ve kaybolması, bir helak işareti veya başlangıcıdır. Genelde üretim yolunda olduğu zaman, ferdi anlamdaki sıkıntıların giderilmesine çare bulma imkanı varsa da, iktisadî hayatın şartlarının bozulması, tümüyle toplumun felaketine sebep olabilir."[413]
Ağır bir ekonomik sarsıntı, kıtlık ve yokluk geçirmelerine ve bu şekilde cezalandırılmalarına rağmen, isyanlarına devam edip hakkı kabule yanaşmamaları, onların ne kadar sefil, sefih, nankör, iyilik bilmez bir kavim olduklarını göstermektedir. Kıtlık ve açlıkta onları terbiye edememiş, sonunda çeşitli cezalara çarptırılmışlardır. Bu hadise, nimetlerin kıymetini bilmeyen bir topluma, ekonominin kötüleşmesi, milli gelirin fert başına düşen payın azalması ve sosyal dengenin bozularak toplumsal huzursuzluğun artması gibi musibetlerin geleceğini haber vermektedir. [414]
[387] Bkz. Hûd, 11/116; îsrâ, 17/16; Enbiyâ, 21/11-14; Mü'minûn, 23/33, 37, 64-67; Kasas, 28/76-83; Ankebût, 29/39-40; Sebe', 34/34-39; Mü'minûn, 23/24; Zuhruf, 43/23-25; Vakıa, 56/41-46 vb.
[388] Râzî, a.g.e., XX, 103; Şevkânî, a.g.e., III, 247; Özek, Aİİ ve Arkadaşları, a.g.e., Nahl, 112. âyetin izahı
[389] Bkz. İbn Kesir, a.g.e., IV, 527
[390] Kur'ân-ı Kerîm, İbrahim, 14/27
[391] Bkz. Razî, a.g.e., XIX, 97
[392] Râzî, a.g.e., XX, 103; İbn Kesir, a.g.e., IV, 527; Abdullah Telîdİ, a.g.e., s. 22-23
[393] Taberi, a.g.e., c. VII, ez. XIV, 126
[394] Bkz. Şevkâni, a.g.e., III, 247
[395] Bkz. Nisâbûrî, a.g.e., c. VII, ez. XIV, 126; Şevkâni, a.g.e., III, 127
[396] Bkz. Mevdûdî, a.g.e., IV, 517
[397] Kur'ân-ı Kerim, Sebe', 34/16
[398] Bkz. Mevdûdî, a.g.e., IV, 517
[399] Erozyon: Toprakların yağmur, eriyen kar suları, rüzgar, buzul ve akarsularla bir yerden başka bîr yere taşınmasıdır. Toprağın üst katmanında , bitkilerin yetişmesi için gerekli olan zengin tarım toprağı bulunur. Bu toprak erozyonla götürülürse geride verimsiz, çakıllı, taşlı kumlar kalır. Bkz. Ünite Dergisi, Ankara, 1997, 2. sayı, s. 9-10; Dictionnaire La-rousse, İst. 1993, III, 786
[400] Cangıl: Hindistan'da muson rüzgarlarının estiği bölgede yetişen sık ve yüksek orman.
[401] Mevdûdi, a.g.e., IV, 517
[402] İsfehani, a.g.e., s. 159
[403] Bkz. Elmahh, a.g.e., VI, 360 (sadeleştirilen eserden)
[404] Ebû bekr er-Râzî, a.g.e., s. 3
[405] Bkz. Elmah'h, a.g.e., VI, 360
[406] Nesefı, a.g.e., IV, 527; Şevkâni, a.g.e., IV, 177
[407] Firûzâbâdî, Tenvîru'l-Mikbâs mİn Tefsir'i-İbn Abbas, Beyrut, ts. IV, 528 ( Kitab Mecmua mine't-Tefâsîr içinde)
[408] Hazin, a.g.e., IV, 528
[409] Bkz. Elmahh, a.g.e., IV, 118
[410] Geniş bilgi için bkz. Elmahh, a.g.e., IV, 119-120
[411] Geniş bilgi için bkz. Taberi, a.g.e., e. VI, ez. IX, 23-29; Râzî, a.g.e., XIV, 177-178; îbn Kesir, a.g.e., III, 461-462; Elmahh, a.g.e., IV, 122-123
[412] Elmahh, a.g.e., IV, 117
[413] Bkz. Elmaİıh, a.g.e., IV, 118
[414] Kerim Buladı, Kur’an’da Nankörlük Kavramı, Pınar Yayınları: 410-416.