- Kitap Ve Sünnete Sarılma Babı Birinci Fasıl

Adsense kodları


Kitap Ve Sünnete Sarılma Babı Birinci Fasıl

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Thu 8 September 2011, 01:01 pm GMT +0200
Kitap Ve Sünnete Sarılma Babı Birinci Fasıl



Tercümesi :

140 - (i) Aişe (R.A) den mervîdir, dedi:

Resûlüilah (S.A.V) buyurdu :

«Bir kimse, bizim bu işimizde (dinîmizde, şeriat ve sünnetimizde) o din­den olmayan yeni bir şey (Bid'at) ihdas ederse, işi o kimse (onun ge­tirdiği Bid'at) merdütdür.»  (Hadîsi, Buhârî, Müslim ittifakla rivayet etmiştir.) [115]

 

Îzahat

 

îman bahsinin son kısmi olan kitap ve sünnete sarılma bahsinde de çok mühim hadîsi şerifler ya.ılmıştır. Hadîsi şeriflerin ihtiva ettikleri hükümler, lafızları ife ilerde gelecektir. Biz hadîsi şeriflere geçmezden evvel kitap ve sünnete sarılmanın ehemmiyetini beyan eden bir kaç âyeti kerîme meali arzedelim. Ondan sonra da yukardaki hadîsi şerifin ihtiva ettiği hükümleri açıklamaya çalışalım.

Kitap ve sünnete sarılmanın ehemmiyeti iie ilgili âyet mealleri :

«Top yekûn hepiniz Allanın sağlam ibihe (Kur'anı kerîmine) sımsıkı sa­rılın. Birbirinizden ayrılıb dağılmayın.»                          (Ali İmran sûresi, 103)

Diğer ayeti kerîme meali şöyledir:

«İşte size, Allahdan bir nur (Hz. Muhammed aîeyhisselam) ve her şeyi açıklayıcı bir kitap (kur'an) geldi, (o nur ve kitapla) ALLAH, rızasına uyanları (o nur ve kitapla) selâmet yollarına İletir. Ve onları (Allanın) izniyle karan­lıklardan aydınlığa çıkarıp doğru yola (İslama) götürür.» (Mâide sûresi, 15-16)

Diğer bir âyeti kerîmede de şöyle buyurulmuştur:

«Elbette bu kur'an, insanları en doğru yola sevk eder.» (İs'rö sûresi, 19) ' Yukardaki âyeti kerimeler gibi pek çok kur'an ayetleri mevcuttur. Çok uzayacağından bu kadarla iktifa ediyoruz.

Bu âyeti kerime meallerini ve emsalini, müslümanlar ve top yekun in­sanlık okumalıdır. Okumalılar da ondan sonra en doğru ve en İyi yolu bu! malıdırlar, Her şeyi yaratan ve bütün yaratıkların cibillî veya tabiatlarını en iyi bilen ve bunlann irâde ve idare yönlerini de en doğru şeklide izah eden halikı zülcelâlın hükümlerine kayıtsız ve şartsız bağlanırlar. Aynı zamanda tek kurtuluşun islam ve kur'an yolunda olduğunu idrak ederler.

Kitabı ilâhinin hükümlerine tabî olmak nasıi kurtuluş ve huzur yolu İse, o kitabı ilâhiyi ümmetine tebliğ eden mürşidi hakîk.mız Hz. Muhammed Mustafa sallallâhü aleyhi ve seilem efendimizin mübarek buyruklurına ve sünnetlerinin her çeşidine sarılmak da, kurtuluş ve huzurun yoludur. Ve Rasûiüliaha itaat, ALLAH'a itaattir.

Bu hususu beyan eden bir kaç âyeti kerime mealini de arzedelim;

«(Ey Habîbim!) De ki : Eğer siz ALLAH; seviyorsanız, hemen bana uyun ki, Allâhda sizler; sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Zira-ALLAH çok bağış­layıcı ve çok esirgeyicidir.»  (Aİi İmran sûresi, 31)

Diğer ayeti kerîme meali şöyledir:

«Her kim, Peygambere itaat ederse, muhakkak Âiiâha itaat etmiş olur.» (Nisa süresi, 80}                                                                                            

Başka bir âyetLkerîme de şöyle buyuruimuşîur:

«Peygamber, size ne verdi ise, onu alın (emir ve sünnetlerini tutun.) Ve size neyi yasak etti ise, onu da almayın (yapma dediğini yapmayın),» (Haşr sûresi, 7)

Bâzı kimseler bilhassa kendisini beğenen tipinden olanlar, «Aliâhü te-alanın yaratıcı olması ve bütün yaratıkların rızıktarını vermesi gibi 'husus­ların hak îeala tarafjMan olmasından için, allanın dediğini tutmak lazım­dır, ama peygamber kendi beşerî görüşlerini söylemiştir, ona itaat etmek ve ona tabî olmak yersizdir., gibi..» cümleleri söyleyenler oluyor. Bu sözîsr ve bu sözler gibi kötü akîde sözler, inançlar çok ve çok sapık, zındık ve mülhidlerin sözleridir.

Yukarda naklettiğimiz âyeti kerîr elerde olduğu gibi, pek çok âyeti kerîmelerde Peygambere itaat, Allâha itaat olduğu ve Peygamber söylediği her sözü mutlaka hakkın vahyi ile söylediği beyan buyuruimuştur.

Netekim bir âyeti kerîme de şöyle buyurulmuştur:

«AKâha ve onun Rasûlüne itaat ediniz. Ve birbirinîzle çekişmeyin. Son­ra içinize korku düşer ve kuvvetiniz elden gider.» (Enfal sûresi, 46)

Diğer âyeti keriyme meali:

«Her kim, Allâha ve Rasûlüne itaat ederse, o kimse mutlaka fevzü ne­cata (Cennete) kavuşmuştur.»

Peygamber efendimizin her söylediği ilâhi vahy ile olduğunu beyan eden âyet meali şöyledir:

«O (Peygamber), nevadan (kendi nefsinden) söylemiyor. Elbette o (Kur'an) sâde bir vahydir, ancak vahyolunur.»                 (Necm sûresi, 3-4)

Yukardaki âyeti, keriymeleri okuyan her müslüman, insanlığın tek kur­tuluşu ve en doğru yolun, kur'an ve sünnete tabî olmakda olduğunu bilir ve bu iki yola en samîmi gayreti ile tâbi olur.

Şimdi yukardaki bu bahsin ifk hadîsi nebevisi olan şu mealdaki : «Bir kimse, bıizim bu işimizde (dînimizde, şeriat ve sünnetimizde) o dinden olma­yan yeni bir şey (Bid'at) ihdas ederse, işte o kimse (ve o getirdiği Bid'at) merdüttur.» hadîsi şerifin kısa açıklamasını yapalım.

Evvela dînin kısa tarifini öğrenelim. Ondan sonra yeni ihdas edilen Bid'atın tarif ve izahını açıklamaya çalışalım.

DİN : Lügatta, itaat, âdet, yol, alâmet, şan şeref, oeza ve mükâfat   mâ nalarına gelir.

Şeriatta Din : Atlahü tealanın koyduğu bir kanundur ki, o kanun akı1 sahiblerini kendi irâdeleri dâhilinde arzulariyle, hayra, hakka, iyilik ve doğ rüya götürür.

Târifindende anlaşıldığı üzere, din; İlâhi bir kanundur. Dîni Aliahdan başka kimse koymamıştır. Ve din hiç eksiklik kalmadan mükemmel bi' şe­kilde ALLAH tarafından konulmuş ve onun hükümlerini ve o kanunu ilâhinin esâsı oian kur'am kerimi, kıyamete kadar koruyup muhafaza edeeek olan­da yine Hz. Allahdır. Ve o din, inanıp kabul eden her mümini en doğru yola ve en hayırlı yöne sevk eder.

Dînin kemal ve tamamlığı ile ilgili bir âyeti kerime meali şöyledir:

«Bugün sizin için dîninizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi ta­mamladım ve size din olarak İslama razî oldum.» (Mâide sûresi, 3)

Dînin tarif ve açıklaması ile bu âyeti kerimede beyan edilen hükümler gayet açık iken, her asır ve devirde pek çok sapık ve zındıklar, dîne yeni ye­ni uydurmalar ihdas ederek bir çok batıl ve hurafeler sokmaya çatışmış lardır. Böyle uydurmaları dîne sokmanın fenalık ve kötülükleri hem kur'ânı kerimde ve hem hadîsi şeriflerde beyan edilmiştir.

Aslında dinî hiç bir şekilde tahrif edip yıkamıyaaaklardır. Fakat din sömürücüleri her zaman uydurmalarla, müslümanları şaşırtmışlardır.

Dine sokulmaya çalışılan ve dinden olmayan Bid'atın tarif ve tehlike­lerini hülasa olarak arz edelim.

BİD'AT : Lugâtta, yeni iş ve sonradan meydana getirilmiş, ihdas edil­miş şeydir.

Şer'î İstîlahda : Peygamberimizin bulunduğu asırdan sonra, ne kavlen, ne fiilen, ne sarahaten ve ne işâreten dînî bir izni şer'i anlamı olmayan ve dinde yapılan ziyade ve noksanlığa BİD'AT denir.

Şer ve bâtıl olarak ihdas edilen Bid'at ve Hurafelerin fenalıklarını ve kimler tarafından ihdas edildiklerini objektif olarak kısaca şöyle hulâsa edebiliriz :

Bid'at: Zındık ve sapıkların uydurdukları batıllardır.

Bid'at: Küfürden sonra en büyük günahdir.

Btid'at : ALLAH muhafaza sahibini dinden, imandan eden eh tehlikeli bir şeydir.

Bid'at : Mümini hak yoldan bâtıl yola çeviren bir felâkettir.

Bid'at : Müminin, namazının, orucunun, haccının, zekatının, farzının, nafilesinin ve cihadının kabulüne mânidir.

Bid'at: Tevbenin kabulüne mânidir.

Bid'at : İnsanı hakîkata tâbi etmeyip, batıl veya aslı esası olmayan vehmin mahsulü olan şeylere tabî kılar.

Bid'at: Firakı dâlle yoludur. Ehli sünnet yolu değildir.

Bid'at : İnsanı; Zulüm, cehalet, yalan, iftira, hîle, buğuz gibi kötü has­talıklara sevk eder.

Bid'at : İnsana; riya, süm'a, ucub, kibir, hased, gibi kalp hastalıklarını yaptıran en korkunç mânevi mikroplardandır.

Bid'at : İnsanı; kitap, sünnet, icmâ-ı ümmet ve kıyası fukaha olan edil-le-i şer'iyyeye düşman kılar.

Bid'at : Peygamberimizin mübarek kelâmında «Bid'atın hepsinden ka­çının. Zira Bid'atın hepsi dalâlettir. Ve dalâletin hepsi de cehennemdedir.» Buyurduğu üzere en korkunç tehlikedir.

Bid'at : Kaçınılması ve şerrinden ALLAH'a sığınılması lazım olan en kötü ve en çirkin yoidur. Zira insanı dünya ve âhiret saadetinden mahrum eden bir âfettir.

Bid'at icad edene, «Mübdî veya mübtedî» denirki, dine birtakım yalan ve uydurmaları sokmaya çalışan bâğî, Azgın ve din sömürücüsü eşkiya, din simsarj demektir. Böyle din simsarlığı yapmanın ve ALLAH'a ifîirâ ederek az­gınlıkta bulunmanın ne kadar şenî, ve fena olduğu aşikârdır. Bu kötülükleri çok felâket olan Bid'at, Bid'aîı seyyie ismini alan kitap ve sünnete muhalif olan Bid'attır.

Kur'anı kerimde şöyle buyurulmuştur:

«Ey ehli kitap! Dininiz hususunda haddi aşmayın. Aİlaha karşı hak olandan başkasını söylemeyin.»                                             (Nisa sûresi, 17)

Bid'at, bir nevî Aİlaha iftira olduğundan müfterilerin kötülüğü şöyle beyan edilmiştir.

«Allâha iftira ederek yalan uyduran {Bid'atları uydurub çıkaran) veya

' onun (Allâhın) âyetlerini yalan sayandan daha zâlim kim olabilir? şüphesiz

o {Aliâhü teala), zalimleri felaha kavuşturmaz.»  (En'am sûresi, 21)

Bid'atin kötülükleri ile ilgili hükümler ve Bid'atın Seyyie ve hasene ola­rak reşitleri hakkında geniş malûmat, «İSLAMA SOKULAN BİD'AT VE HU­RAFELER» adlı eserimizde uzun uzun İzah edilmiştir. Ayrıca «Amellere sa-kulan Bid'atlar» hakkında geniş İzahlarla çıkaracağımız üçüncü cildide çık-dığında alıp okumak şayanı tavsiyedir.

Bid'at ve Hurâfeler-in, bâtıl ve kötülüklerini hemen ilerde Resulü Ekrem efendimizin mübarek sözlerinde de en bariz şekilde okuyacağız. [116]

 

Tercümesi:
 

141 - (2) Câbir (R.A) den mervîdir dedi:

ResûJüllah (S.A.V) buyurduki;

«Artık bundan sonra, şüphesiz sözün hayırlısı, ALLAH'ın (c.c) kitabı ve doğru yolun hayırlısı, Muhammed (A.S) in yoludur.[117]

— İşferin şerlisi, yeni çıkan Bid'atlardır. Ve her bid'at dalâlettir.» [118]

 

İzahat

 

Hadîsi şerifin birinci cümlesinde, «Sözüp hayırlısı, Allanın kitabı ve doğ­ru yolun hayırljsı, Muhammedin yoludur.» ifâde buyurulmuştur. Bu ifâde ile yalancıların çıkardıkları kitab,.kanun, kararnameleri, tüzük ve yönetme­likleri, kitabullahın hükümlerine ayıkri oldukça ve peygamberin yoluna tabî olmadıkça batıl ve kötü şeylerdir. Onların bu amelleri bâtıl ve fasit olması hasebiyle onları tasvib edîb onlara tabî olanlarda aynı fesadın içinde olan sapıklardır.

Birde bâzı kendine alim süsü veren cahil müctehidler veya okumuş cahillerde, «efendim kitab ve sünnetten başkasına uyulmayacağt hususun­da Peygamberin tavsiyesi vardır. Binâenaleyh bu iki esasdan başkasını ta­nımayız. İmamı âzam, Mâlik, Şafiî ve Ahmet bin hanbel gibi mücîehidlerin fikir ve kanunlarına tabî olmak veya onları kabul etmek olamaz. Ve biz ken

di içtihadımızla kur'an ve sünnetten hüküm çıkarırız, gibi...» fikir ve iddia da olanlara ve hatta böyle yazıb çizenlere şahid olduk ve hâlada öyleler vardır.

Zavallılar, Peygamberimizin, «Benim ve hulafâi râşidînimin yoluna tabî olun» sözü ile «Geçen ümmet yetmiş iki fırkaya ayrıldı, benim ümmetimde yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bu yetmiş üç fırkanın yetmiş ikisi cehennemlik olacak, ancak benim ve ashabımın yoluna tabî olanlar helak olmayıp seâ-dete erişeceklerdir.» buyuruğuna dikkat etmemekte veya bilmemektedirler.

Kâmil bir îmana sahib olmayan ve sâlih amelde bulunmayan bir takım zındık ve sapıklar, her asır ve devirde islamı ve islâmın hükümlerini kendi haris amel ve emellerine uydurmaya çalışmışlar. Günümüzdeki güya ted-kik ve tahkikcî, sağını solundan, iyiyi kötüden ayırd edemiyen sözde mücte-hid ve âlim taslaklarıda böyle davranış içindedirler.

Günümüzdeki câhil müctehid tasfakları olan mukallidlerin durumlarını belirten cümleler uzun uzun îzah edilmiştir. Biz burada kısaca şu mısraları' okuyalım :

Mukallid den dahi dördüncü kışımı, değildir muteber ismi ve resmi.

Bular (bunlar) fark eylemez gassü semini (yağsız ile yağlıyı fark ede­mezler), şimalinden temyiz etmez yemini (sağından solunu ayırd edemez)

Adamlar, kur'anın dediği hükümleri yaşamazlar, sünneti nebeviyyo-den hiç birisine tâbi değillerdir, o haldede kalkarlar, kitab ve sünnet mü-dâfiî kesilirler.

Bu iddia ve fikirlerini beyan ederken, kitab ve sünnete tâbi olan ve bu iki hükmün yolcularının en güzel örnekliğini veren yüksek fazîiet sahtb-lerinide kötülemek denâetinîde bırakmamışlardır.

Akıllı müslüman, kitaba ve sünnete ve bunların hükümlerine tâbi olan Ashab, tabiîn tebaı tabiîn, müctehid, âlim ve kâmil kişilere iktida edip tâbi olur. Kur'an ve sünnet yplunda ahirete gidenleri, mümin rahmetle yâd eder. Zındık ve sapıklara tabî olmaz, zındık ve sapıkların şerlerinden Aflaha sığı­nır. [119]

 

Tercümesi
 

142 - (3) İbnİ Âbbas (R,A) deh mervîdir, dedi i ftesûlüllah (S.A.V) buyurduki i

«AHâha karşı insanların en buğuzlusu (en sevimsizi), üç kişidir (ve şunlardır) :                                        

a } Haremde ilhad eden kimsedir.

b } İslâm yolunda câhiîiyyet devri sünneti talep eden kimsedir.[120]

c) Haksız yere bir kişinin kanını akıtma talebinde bulunan kim­sedir.» [121]         .                                                

 

İzahat
 

Hadîsi şerifde beyan edilen hak teala indinde en buğuzlu ve sevilme­yenlerden, Harem-i şerif dahilinde azgınlık ve fenalıkda bulunmak demek, oraya gelen müslümanlara eza ve cefâda bulunmak, oraya hizmette bulu­nan haremin hizmetçilerine hakaret edib sövmek ve emsali kötülüklerde bulunmak, başka yerlerde başka şahıslara hakaret edib zulmetmekten daha kötü ve daha iğrenç buyurmaktadır.

Hakikat böyle iken, uzun yollar kat edib gelen pek çok kimseler, hem oraya gelen Allâhın müsafirleri hak aşıklarına kötü hareket ve zulümde bulunuyorlar ve nemde oraya gelen haremin ve Allâhın müsafirlerine cşkla hizmet ve hürmet etmeye çalışan kimseler, hakaret eden ve hakir gören ve onlara en ağır ifâdelerle eziyet eden zavallı cahilleri gördüğümüz zaman içimiz üzülüyor idi.

Be hey zavallı! Oraya niçin geldin? ayıp aramaya ve ona buna hakaret etmeyemi geldin? Niçin geldiğini ve nelerle meşkul olman gerektiğini iyi öğrenib gelsende oraya kirli gelib tertemiz anasından yeni doğan günahsız çocuk gibi dönsen veya öyfe dönmeye çalışsan ya! Orada işlenen ibâdetle­rin, hayır ve hasanatların sevabı kat kat olduğu gibi, günah ve kabahatların cezasıda, o nisbette büyük ve tehlikelidir. Mübarek yere, iyi gelip iyi giden kimseler, çok ve çok mutlu kimselerdir.

Hadîsi şerifde geçen ikinci hükümde ise, İslâm yolunda gidenlerin ca-hiiiyyet devrinin adetlerini tatbik ettikleri kötü ve hissî amellerini tatbik et­menin de en âdi ve en sevimsiz amellerden olduğu byan buyurulmuştur.

Câhiîiyyet devrinin kötü adetlerinden bâzıları şunlardır:

a)  Bir ölüm olduğunda hemen toplanırlar o ölü için bağırırlar çağırır­lar, yakalarını paçalarını yırtarlar, günlerce ölünün kapısı    önünde veya evinde böyle matem feryadında bulunurlardı.

İşte böyle matem yapmanın Alfanın en çok buğz ettiği ve sevmediği amellerden olduğunu rasûlü Ekrem efendimiz beyan buyuruyor.

b) Câhiîiyyet devrinde kumar oynamak, navruz gününde şenliklerde bulunmak, evlatlarını öldürmek, kız çocuklarını hakir görmek ve bir kabile­den bir kişinin işlediği bir cinayetten dolayı bütün kabileyi cezalandırmaya kalkışmak gibi pek çok kötü adetleri var idi.

Müslümanlar, bunların bu kötü adetlerinden kaçınmalı ki, sevimli müs-iümanlardan ve en doğru yolda olanlardan olsunlar.

Hadîsi şerifde beyan edilen üçüncü hüküm olan «Haksız yere bir ki­şinin kanını akıtmak arzusunda bulunan kimsenin» günahı hakkında bir nebze izahat yukarda «Büyük günahlar babı» başlığının altında beyan edil­miştir. [122]

 

Tercümesi:

 

143 - (4)Ebî Hureyre (R.A) den mervîdir, demişiir;

Resûlüllah (S.A.V) buyurdu.

«Ümmetimin hepsi cennete girecekler, ancak ibâ eden (kaçınan) kim­se girmiyecekîir.»

—  Denildi: O ibâ eden (çekinip kaçınan) kimdir?

—  Bunun üzerine Resûlülfah (S.A.V) buyurdu :

«Kim bana itaat ederse, cennete girer ve bana isyan eden kimsede, benden ibâ eden (kaçınan) kimsedir.»                                                Buhârî

(Not: Hadîsi şerifde beyan edilen «ümmet» ümmeti icabet denilen kim-selerdirki, îman edib ameii sâlihde bulunan ümmetlerdir.) [123]

 

Tercümesi :
 

144 - (5) Câbir (R.A) den rivayet olunmuştur, dedi:

Resûlülfah (SAV) uyur halde iken bir gurub melek ona geldi, dedilerki : Muhakkak şu (uyuyan) sahibimiz için misal vardır. Binaenaleyh ona birm isa! arz ediniz. Meleklerin bâzısı, bu zatı muhterem uyuyor, dedi. Diğer bâzısıda ; Şüphesiz göz (Muhammed Aleyhisselâmın   gözü), uyur, kalbi

—  Bunun üzenine melekler dediler : Bu zatın misâli, bir ev yapıp içine bir sofra hazırlayan ve (o sofraya adam davet etmek için) davetçî gönderen udam oibidirki, Ö davetçinin davetine icabet eden, eve girer ve o zadda be­raber sofradan yer. Davetçinin davetine icabet etmeyen kimsede, o eve gir­mez ve o sofraya davet eden zatla oturup yemez.

—  Melekler tekrar dediler : Ona bu temsilî misâli tevil edip beyan edi-nizde o misali anlasın.

—  Yine meleklerin bâzısı, bu zat (Muhammed Aleyhisselam) uyuyucu-dur. dedi. Diğer bazıları da, Muhakkak göz (onun gözü) uyur, kalbi uyanık­tır, dedi.

—  Nihayet melekler dediler : O ev, Cennettir. Dâvetci de, Muham-meddir. Binâenaleyh bir kimse, Muhammede (A.S) îtâat ederse, Elbet Al-laha itaat etmiştir. Bir kimsede, Muhammed (A.S) a isyan ederse, şüphesiz Allaha isyan etmiş olur. Muhammed (A.S.), insanlar (Müminler ve kâfirler) arasını (tasdik veya tekzip etmelerini) belirten bir farktır, (mihenk taşıdır)»[124]

 

İzahat

 

Yukarda beyan edilen hükümlerde görüldüğü üzere Melekler, Peygam­ber efendimizin uyurken gözlerinin uyuyub kalbinin uyanık olduğu açıklan­maktadır. Böyle olan mübarek peygamberimiz efendimizin bir ev sahibinin sofra hazırlayıp insanları o sofraya davet ettiğinde davete, icabet edib ge­lenlerin o sofradan karınlarını doyurdukları gibi, isiâmın dâvetcisi olan ru­hun manevî kıdası olan dâvetine de icabet edenin gönlünü îman nuru ile doyuracağını ve neticede ona tabî olmanın mükafatı olan cenneti alaya da­hi! olunacağı îzah buyurmaktadır.

Burada hemen şu hususu belirtelim, Melekler «islâmin dâvetcisi» cümleleri ile şu âyeti kerimenin ihtiva ettiği hükme işaret etmiş oluyorlar:

«Ey Peygamber! Seni (Ümmetlerin üzerine) bir şâhid, (İman edenlere cenneti) bir müjdeleyici ve (Kâfirlere cehennemle) bîr korkuducu gönder­dik.

—  Hem Allâhin dinine ve ona ibâdet etmeye onun izniyle bir dâvetci ve hemde nur saçan bir kandil olarak gönderdik.» (Ahzab sûresi, 45-46)

Meleklerin, «Muhammede itaat eden, Aliâha itaat etmiş olur ve Mu­hammede isyan eden kimse, Ailâha isyan etmiş olur» cümlelerinde de şu âyeti kerîmeye işaret vardır:

«Kim, Peygambere itaat ederse, muhakkak Allâhci itaat etmiş olur.» (Nisa sûresi, 80)

Yukardakl hakikatler gereğince, en doğru yoi islam yoiu olan Pqyğam ber yoiudur. Dünya ve ahiret seadeîi de yine islamda ve ıslama tabî oimak-dadır. Tek önder ve mürşidi hakîkimiz sevgili Peygamberimize tâbi olup her türlü küfür ve batıl yollardan Allanın bütün müminlerle bizleri ve neslimizi muhafaza buyursun ve hidâyeti rabbaniyye likâkat kazanan kafirlere, doğ­ru yol olan isiâmı nasîb buyurmasını yine yüce mevladan dileriz. [125]

 
http://Tercümesi :

145 - (6) Enes (R.A) den Rivayet edilmiştir dedi:

Peygamber (S.A.V) in ibâdetinden sual sormak için üç gurub halinde cemâat Peygamberin hanımlarına geldi. Peygamberin hanımları, Peygam­berin ibâdetinden haber verince, Kendilerince Peygamberin, ibâdetini azın-sıdılar, dedilerki : Biz neredeyiz. Peygamberle hiç bir zaman bir olamayız. Zira Allâhü teâla onun geçmiş ve geleceteki günahını bağışladı.

—  Bunun üzerine İçlerinden birisi dedi : Duyunuz, ben dâima gecele­yin namaz kılacağım.

—  Diğer birisi dedi : Ben bütün gündüz oruç tutacağım ve hiç iftar et-miyeceğîm.

—  Diğer biriside dedi : Ben kadınlardan ayrı duracağım hiç evlenmi-Veceğim.

— İşte o anda neb/ıyyi muhterem saliailahü aleyhi veselem onların yanına çıka geldi ve hemen buyurdu :

«Siz, şöyle şöyle dediniz değ i (m i? Duymuş olunuzki, vallahi ben ALLAH-dan sizden daha çok korkarım, ben Allahdan daha çok çekinir inikat ede­rim. Bununla beraber ben oruç tutarım ve iftarda ederim. Namaz kılarım,[126] yatağa yatar uyurum ve kadınlarıda nikahlarım Binaenaleyh kim, benim sünnetimden yüz çevirirse, işte o kimse, benden (benim ümmetimden) de­ğildir.»   [127]                            

 

İzahat
 

Hadîsi şerifin baş tarafında geçen ve Hz. Aişeye gefen cemaat ara­sında konuşulan şu : «Biz neredeyiz, Peygamberle hiç bir zaman bir ola­mayız. Zira Allâhü tealâ en un   geçmiş ve gelecekteki günahını bağışladı.»

cümleleri hakkında bir kaç İtikat meselesi arzedefim.

Hz. Aişeyi ziyarete gelib Peygamberimizin ibâdetini Öğrenen bu sahâ-bei kiramın bu cümlelerinde, Peygamber efendimizle kendilerinin iman ve amel bakımından bir oiamıyacağjnr beyan ederek kendilerine ayrı ayrı va­zife ve yasaklar yükletirken, resûlüllahın masum bir kişi olduğunu beyan ederek şu mealdâki âyeti kerimeye işaret etmişlerdir :

«(Habîbim!) Alfah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamak için üzerindeki nimetini (dînin yücelmesini) tamamlayacak ve sera dosdoğ­ru bir yolda sabit kılacaktır.» (Fetih sûresi, 2)

Peygamberler' hakkında bilinmesi gereken sıfatlardan birisi, «Ismet-Peyğamberin günahlardan beri ve masum olması.» keyfiyetini bilip inan­maktır. Ancak onlardan bir takım zeile ve hatalar olmuştur.

İmâmı âzam hazretleri, «FIKHÜLEKBER» isimli eserinde şöyle beyan etmiştir:

«Peygamberlerin hepsi, küçük ve büyük günahlardan, küfür ve kötü olan fenalıklardan münezzehdirler. Ve fakat onlardan Zelleler ve hatalar sadır olmuştur.»

Adem aieyhisselâmın yasak olan ağaçöan yemesi, zelleye misal ola­bilir. Musa afeyhisselâmın fir'avnın kavminden birine öldürmek kasdı olma­dan sâdece vurmak kasdı ile dokunuverince ölmesi de hataya misaldir.

Her ne şekil ve suretle olursa olsun, bütün Peygamberler ayıp olan ka­bin cinsinden büyük ve küçük günahlardan masumdurlar. Göz açıp yuma­cak kadar şirkde ise asla bulunmamışlardır. Kendilerinden sâdır olan zelie ve hatalarda, «Hasenâtülebrar, Seyyiatülmukarrabin = iyi kim­selerin İyilikleri, Mukarrabin olanların (Peygamberlerin ve ernsallorının) günahlarıdır.» kabîiindendir. Yani Peygamber ve emsallerinin günahları. Kendilerini Allâha yaklaştırmada, Allanın kabul edeceği iyi amel ve hayırda bulunanların iyilikleri gibidir.

Peygamberler hakkında gerçek İtikat, kesin ve net olarak böyledir. Hakikat böyle olmakla beraber cumhuru ulemâya göre, Peygamberlerde sehven büyük günahların sadır olması caizdir. Ve yine bilerek küçük gü­nah işlemeleri de caizdir.[128]                                                  

Hz. Aişeye gelen zatların kendilerine çeşitli şeyleri yasaklamaları va kendilerine fazladan ibâdet yüklemeleri karşısında. Resulü Ekrem saîiâhü aleyhi veseliem efendimiz şöyle buyuruyor :

«Siz, şöyle şöyle dediniz değilmi? Duymuş olunuzki! Vallahi ben Aliah-dan sizden daha çok korkarım.»

Peygamber efendimizin buyurduğu üzere Allahdan en çok korkan ken­disidir. Zira Resulü Ekrem efendimiz cenabu hakkı en iyi bilendir. Allâhü tealayı iyi bilen daha çok korkar.

Bu hususu cenâbu ALLAH bir âyeti keriymesinde şöyle buyurmuştur:

«Altahdan kulları içinde, ancak âlimler korkar.»   (Falır sûresi, 28)

Aiiâhın âyetlerinde ve resulünün mübarek sözlerinde hakîkatlar bu minval üzere iken, asrı seadet de bâzı kimselerin azda oisa böyle acciblik-lerinin yanında, günümüzde de pek çok kara cahiller kendilerine evliya ve allâme süsü veriyorlar. Kur'an ve sünnete aykırı pek çok batı! ve hurafeler­le meşkui oluyorlar ve kendilerine gelip teslim olanlara. dG ilim ve ulema düşmanlığı aşılayorlar. Mikrop hayat ipine dalan zavallılar, «Biz ehü bâtınız, hocalar zahircidir, onların yanlarına uğramayın ve sözlerine kulak asmayın, gibi» sözlerle zavallı cahilleri zehirleyorlar ve buz gibi Kur'an, hadis, ilim ve ulema düşmanlığını telkin ediyorlar.

Hatta onlardan bazıları şu cümleleri de söylemektedirler: «Az amel, çok ilimden hayırlıdır. İlmi bırakın, amele bakın... v.s.» Bu cümleler ve emsali fikirler isfâmın ana esaslarına ayktridir. Fakat cahil millet bu gibi bâtıl yolcularını anlamakta güçlük çekmektedirler. Bun­ların fenalıkları ve iimin fazilet ve üstünlüğü bu eserimizin ikinci ciidinin hemen baş tarafında gelecektir. Ayrıca «İSLAMDA EVLİYA MESELESİ VE HARİKALAR» İle «İSLAMA SOKULAN BİDA'T VE HURAFELER» adlı eseri­mizin ikinci cildinde hulâsa olarak yazılmıştır.

Ancak böyle sapıklara şu mealdeki : «İlim, amelden hayırlıdır.» hadisi şerifi hatırlatırız.                                                  

Hadîsi şerifde beyan edilen şu cümlelerde şayanı dikkattir: «Ben Allahdan daha çok çekinir ittika ederim, bynunla beraber ben oruç tutarım ve iftar da ederim. Namaz kılarım, yatağa yatarım ye kadınları da nikahlarım. Binâenaleyh kim, benim sünnetimden yüz çevirirse! işte o kimse benden (beriim ümmetimden) değildir.»

Hadîsi şerifin   bu cümlelerinde şu âyeti  kerîmeye  işaret vardır : «Ey îman edenler! Allanın size helal kıldığı nimetlerin temiz ve tîyble-

Tini kendinize haram etmeyin, aşirîiik edib hattı tecâvüz etmeyin. Çünkü ALLAH, aşirîiik yapanları sevmez.»                                      (Maide sûresi, 87)

Bu âyeti kerîme efe ve yukardaki hadîsi şerifin son cümlelerinde belir­tildiği üzere Aliâhü îealanın buyurduğu gibi resulü Ekrem efendimiz, oruç tutuyor ve iftarda bulunuyor, namazı ise vaktinde ve gece gündüz ibâdetini îfa ettiği gibi, yatıp istirahatta da bulunuyor Ve insanın nefsinin tehlikeden korunmasını sağlayan aynı zaman neslin devam etmesi için kadınlardan ni­kahlayıp evlenirdi. Ve bu ameller kendinin sünneti olduğunu beyan buyur­muştur.

Peygamber efendimiz, rivayetlere göre onbir veya on iki hanım nikahla­mıştı. Bunlardan dokuz adedi birlikte bulundukları vâkîdir. Bu hanımların isimlen ve bağlı oldukları sülâle ve kabileleri şöyle idi:

Altı {8) adedi kureyş kabilesinden idiki, onlarda şunlardır : Hz. Hatice, Hz. Aişe, Hz. Hafsa, Hz. Ümmü habîbe, Hz. Ümmü seleme ve Hz. Şevde ro-diyaifahü anhümdür.

Dört (4) adedi de arab sülelesine mensubdur. Onlarda; Hz. Zeyneb bin-ti cahş, Hz. Meymûns, Hz, Cüveyre ve miskinlerin anası sayılan Hz. Zeyneb binti Hüzeymetülhiiâlîye dir. ALLAH hepsinden râzi olsun:

Bir adedi de.arab sülâlesinden oîmayıb Benî israil sülâlesinden Hz. Safiyye bitni Hay radıyallahü teala anhadır.

Bunlardan Hz. Hatice ile ürhmül mesâkîn-Miskinlerin annesi sayılan Hz. Zeyneb, Peygamber efendimizden evvel vefat etmişlerdir. Peygamber efendimiz ahirete teşrif ttiklerinde diğer dokuz adedi hayatta idiler.

Bu hanımlarından başka dört adet de döşeklik cariyesi var idi. Onlarda şunlardır : Mariyetülkıbtlyy^, Reyhâne, birisimde Zeyneb binti cahş isimli hanımı bağışlamış idi. Diğer birisi de harblerde alman esirlerden bîr cariye idi.

Şimdi Peygamber efendimizin hanımının bu kadar çok oluşuna karşı bâzı sivri akıllı kimseler veya din düşmanları laf edib dil uzatırlar. Onlar ev. velâ iman etmelidirlerki, ondan sonra Peygamberin kendisindeki beşeri kuv­vetle zaruretler karşısmda bazı hanımların iffet ve namusunu korumak maksadiyle himayesine almak durumunda olduğunu aniayabilmelidirîer.

Bir defa Aîlâhü teâlanın hiç bir ferd de bulunmayan maddi ve manevî kuvvet ve hasletleri ona verdiğini bilmek gerekir. Siyer ve ahlak kitablan-nın beyanlarına göre Peygamber efendimiz, bir gecede ailesinden dokuzu­nun evini ziyaret eder beşerî ve ailevî ihtiyaçları karşılar idi, aynı zaman­da dokuzu ilede ailevî münasebette bulundukları beyan edilmektedir.

Aslında bir peygamberde kırk erkek kuvvetinin olduğu ve Peğâmber efendimiz de kırk Peygamber kuvvetine sahib olduğu bâzı ahlâk ve siyer kitablarında yazılmıştır. Her ne ise cenabu hak sevgili habîbine mubah

ve helal kıldığı amelleri, Hz. Peygamber efendimiz işlemiştir. Beşerî kuv-vet ve âdetlerin üstündeki haller ve ameller, hiç bir zaman normal hayatla mukayse edilemez.

Hal böyle iken günümüzde izdivaç hayatını kerih gören veya evlenme-yip bekar durmanın sultanlık olduğunu savunarak aile hayatını kurmayan bir takım şerliler vardır. Hatta bazı kişiler bu hayat! işlemeyen zavallıları, evliya olarak tanıtmaya çalışıyorlar. Evlenmeye bir manisi yok iken nikah­lanmayan kimse, bu ümmetin en şerlisi olduğu Hz. Rasul tarafından açık­lanmıştır.

Nikahlanıp evlenmek, normal kişifer için sünnettir. Nefsi azgın ve kuv­vetli kişilerin nikahlanıp evlenmeleri, vacibdtr. Evlilik hayatında kadının hakkını koruyamıyacak ve idaresinden korkan kimse ise, evlenmesi mek­ruh oînr

tvıenmenin yönlerini, nikahlanmanın lüzumu ile diğer hükümleri hak­kında geniş malumat, «MÜLTEKA TERCÜMESİ» nin birinci cildi ile «İS-LAMDA TESETTÜR VE HAYAT» adlı eserimiz de yazılmıştır. Oralardan oku­mak ve bu suretle en doğrusunu öğrenmek iyi yolun ta kendisidir.

Peygamber efendimizin ashabını uyarıp, kendisinin yolunu takib ede­nin ümmetinden oiup, onun yolunu bırakıp kendi görüş ve düşünceleriyle amel edenlerin de ümmetinden olmayacağını açık bir dİUe beyan buyurmuş­tur. Akıllı insan, bu sözleri kendisine rehber edinir, yalancı vei uydurmacı­ların batıl söz ve amellerine iltifat etmez. [129]

 

Tercümesi
 

146 - (7) Aişe (R.A) den rivayet olunmuştur, dedi

Resûlüllaft (S.A.V) yep yeni bir şey İstemişti v© (iş amei} hakkında ya­pılabileceğine dâir ruhsat vermişti, Fakat bözi cenaat onu işlemekten ka­çındı. Onların bu halleri Resûlüllah (S.A.V) e erişdi.

Bunun üzerine Resûlüllah (S.A.V) hemen kir hutbe Srâd stti, sonra *> buyurduki ı[130]

«Bâzı kavmin haîıi nedfrki, benim işlemiş olduğum şeyden onlar kaçım yarlar?! Allaha yemin ederimkl, Elbet ben ALLAH, onlardan daha iyi bilirim* yş ben onların Allardan daha çok korkanıyım.» [131]

 

Tercümesi :

 

147 - (8) Râfi Bin Hadîc (R.A) den mervidir, dedi :

Nebiyyi muhterem sallallahü ateyhi vesellem hurmayı aşılayan bir ce­maat yanına geldi, dsdiki: «Ne yapıyorsunuz?» *

Ashabı kiram dediler : Biz hurmayı aşılama ile meşkul oluyor idik.

Resûlüyah (Ö.A.V) buyurdu : «Siz bu işi istemeseniz hayırlı olurdu.»

Bunun üzerine ashabı kiram o işi terk ettiler; öyle oluncada hurmanın meyvası noksanlaştı.

Râîî dedi : Ashabı kiram bu   hâli nebiyyi muhtereme zikrettiler.

Hemen Resûİüliah {S.A.V) buyurdu :

«Ancak ben bir beşenim, size dininizden bir şeyi emredersem hemen onu tutunuz, alınız. Ve eğer size kendi reyimden bir şeyi emredersem, an­cak ben bir beşerim.»[132]                              

 
İzahat
 

Râvî Hz. Râfî bin Hadîc (R.A), Eba Abdiliah elhâriaî künyesi ile künye-lenen Medîne-i münevvereli Ensârı kiramdandır. Uhud muharebesinde ken­disine bir ok isabet etmişti. İşte o anda hemen Rasûfüllah (S.A.VJ ; Ben kı­yamet günü şahidim] buyurdu, o ok yarasının acısı, Emevîlerden Abduime-lik bin Mervan zamanında kesiimiş ve hicretin yetmiş üçüncü .senesinde Medînei münevvere de seksen aitı (86) yaşında veîot etmiştir. Kendisinden pek çok kimseler, hadîsi şerif rivayet etmiştir. ALLAH ondan râzî olsun.

Resulü Ekrem efendimiz Medîne-i münevvereye geldiğinde bakdıki En-sardan bir kıstm insanlar, bahçelerinde hurma ağaçlarının verimlerinin iyi olması için aşılama ve emsali çiçeklerin eşleşmelerini ve meyvalann iri, bol olmasını sağlamak maksadı ile bir takım ilaçlama gibi amellerle meşgul olu yarlardı. Bunun üzerine Resulü Ekrem efendimiz, bu ameli terk etmelerini buyuruyor. Fakat o sene verimin az olduğu görülünce hemen ashabı kiram haber veriyorlar. İşte o zaman şu mübarek cümleyi buyuruyor.

«Ancak ben bir beşerim. Size dîninizden bir şey emredersem, hemen onu tutunuz - alınız. Ve eğer size kendi reyimden bir şey emredersem, an­cak ben bir beşerim.»

Bu cümleleri ile âdet ve tabîatlardaki yenilikler veya değişiklikler, Bid'at değildir: Resûlülah (S.A.V.) bu hadisi şerif de. Dünya işleriyle ilgili san'at, teknik, ziraî yenilikler, her memleketin âdet ve tabîotma ve hatta havasına göre çeşitli tecrübe ve tatbiklerde değişiklik utabileceğim beyan buyurmuştur. Sıcak ülkelerdeki, giyim âdetlerinin soğuk ülkelerde mümkin. olmadığı gibi.

Netekim başka rivâyetü bir hadîsi şerif de şöyte buyurulduğu mezkûr­dur :

«Siz, dünya İşlerinizi daha iyi bilirsiniz. Binaenaleyh eğer ben size di­ninizden bir şeyi emredersem, hemen onu tutunuz.»

Daha evvel gecen ve gelecekte beyan edilecek olan Bid'atlc ügili ha­disi şerifler, itikat ve ibâdete sokulan Bid'atları beyan etmektedir. Yoksa âdet ve tabiattaki yenilikleri yasaklamak yoktur. Eğer âdet ve örflerdeki yenilikleri de içine almış olsaydı, bu mübarek sözündeki hükümleri Resulü Ekrem efendimiz buyurmazdı.

îtikat ve İbâdete sokulan veya sokulmaya çaılşılan BİD'ATLAR'ın kö­tülükleri. «İSLAMA SOKULAN BİD'AT VE HURAFELER» adlı eserimizin bir ve ikinci cildinde beyan ettikten sonra âdet ve teknik sahadaki yenilikler hakkındada bir nebze bahsettiğimizi hatırlatırız. Ancak âdet ve örfdeki ve­ya tabîat ve teknikdeki yenilikler, dînin kesinlikle haram ve yasak kıldığı hü­kümlere aykırı olursa, işte bunlarda dîne muhalefet olduğundan haramdır.

Netekim zaman ve örf icabı ve zamana göre evladlan yetiştirmek ge­rektiği iddiası ile, kız çocuklarını soyup çıplak halde veya erkeklerin kıya­fetlerine girib erkekli kadınlı karışık nazaretme, setrülavreti terk etme, hal­vet ismi verilen yabancı erkekle bir kadının tek başlarına bir odada kalma haramlığını işleme, haya ve edebden sıyrılmış bir şekilde yabancı erkeklerle karşı karşıya veya yan yana durub sözde ilim tahsilinde bulunma gibi dinin haram kıldığı âdetler ise, Kur'anın ve sünnetin şiddetle yasakladığı kötü İslâmın haram kıldığı şeyler, hiç bir zaman âdet ve Örf diyerek işfene-rnez : Haram olan bu amelleri işleyenler, eğer helâl ve iyi derlerse, dinsiz, imansız namus düşmanlarıdırlar.

Şayet haramlığtnı itikad ederek işlerlerse, iffet ve namuslarını kıskanma yan deyyus huylu ahlaksızlardır. Ahlak yoksunu haya ve edebini yitirmiş, hasta ruhlu yaratanını düşünemiyen beyinsiz müminlerdendirler.

Cenabu hak, bütün mümin kardeşlerimizle bizleri, böyle beyinsiz, edeb ve haya yoksunu insanlardan oimamayt nasib buyursun. Amin. [133]  

 

Tercümesi:
 


148 - (9) Ebû Musa (R.A) den mervidir dedi:

«Ancak benim misalim ve benimle gönderilenin misali, bir cemaata ge­lip şöyle diyen adamın misâli gibidir: «Ey kavmim! Ben düşman ordusunun gözümle gördüm, ben acık bir şekilde (sizi o düşmanın tehlikesinden) korku-ducuyum (ikaz ediciyim)! Binaenaleyh kaçının, kaçının (uyanık ve dikkatli oiun, buradan ayrılın.)

—  Bunun üzerine c< adama cemcatden bazısı itaat eder, hemen ge­celeyin giderler, sükûnet ve usulca oradan ayrılırlar. Nihayet o    cemaat düşmanın tecâvüzünden kurtulurlar.

—  Ve o cemaatdan bir kısmıda o adamı yalanlar ve yerlerinde sabah­larlar, düşman ordusu da sabahlar. Bunun üzerine düşman ordusu o ger­çeğe inanmayıp yalanlayan cemaatı helak ve perişan ederler.

—  İşte bu adamlar bana itaat edip benim getirdiğim hükümetlere tâ­bi olan kimsenin misâli ve bana isyan edip benim hak teâladan getirdiğimi yalanlayan kimsenin mâslı gibidir.» (Hadisi, Buhâri, Müslim rivayet etmiştir.) [134]  

 

İzahat
 

Râvî Hz. Ebû Musa (R.A) in hayatı, yukarda ki hadîsi şeriflerin izahatın­da geçmiştir.

Hadîsi şerifde Resulü Ekrem efendimiz, kendisi ile getirdiği hükmü ilâhinin ümmetine duyurmasını ve netice hakkındaki ümmetinin davranış­larını temsili olarak beyan etmiş ve şöyle açıklamıştır:

Bir kavmin inandığı bir kimse, o kavme geliyor diyor ki : Ben size mü­him ve hayâtı bir hususu açıklıyorum, iyi dikkat ediniz, gözümle gördüm düşman ordusu geliyor, buradan kaçarsanız ve kendinizi kurtarmak için çok acele ederseniz çok iyi edersiniz. Aman dikkat ediniz buradan ayrılı­nız!

Bu tebliğ ve ikaz o kavmden bir kısmı dinleyib hemen çek'nip derlenib toplanarak oradan ayrılırlar. Bir kısmı da o îkaza kulak asmazlar, yerlerin­den ayrılmazlar ve nihayet düşman ordusu gelir onları helâkü perişc.ı ederler.

Keza peygamberimiz efendimizin tebliğ ettiği hükümlere tabî olub ye­rine getiren müminler de, cehennem ateşinden kendilerini korurlar cenâbu hakkın büyük ve ebedî azabından kendilerini kurtarırlar.

Şayet Resulü Ekrem efendimizin buyruklarına tabî olmayıp isyan eder­ler ve hatta yalanlarlarsa, işte onlarda düşman ordusundan kaçmayıp he­lak olanlar gibi, helâkü perişan olup cehennemi boylarlar.

Binâenaleyh akıllı müsiüman bu teşbihli izaha çok dikkat eder, Ken­disine çeki düzen verir, Resulü Ekrem efendimizin buyuruklarına ciddiyetle sarılır. Ve bütün müminleri de uyarıp seadet ve felaha kavuşturmaya çalı­şır. Peygamber efendimize tâbi olmak aneak böyledir.

Bir âyeti kerîmede şöyle buyurulmuştur :

—; «(Habîbirn!) Deki : Eğer çiz AEİâhi seviyorsanız, hemen bana uyun ki, Aüah da sizleri sevsin ve günohlarmızı bağışlasın.» (Ali İmran sûresi, 31)

Resûlüllaha isyan edib kötü yolu tâkib eden basiretsizler ise, dünya ve âirret felâketine uğrayacakları muhakkaktır.

Bir âyeti kerîmede şöyle buyurulmuştur :

«Binâenaleyh Peygamberin emrine muhalefet edenler, başlarına bir be­lâ inmekten, yahut kendilerine şiddetli bir azab isabet etmekten sakınsın-Icr.»   (-Nur sûresi, 63) [135]  

 

Tercümesi:
 

149 - (10) Ebî Hureyre (R.A) den mervîdir, dedi: Resûlüilah (S.A.V) buyurdu :

«Benim misâlim ateş (ışık) yakan bir adamın misâli gibidir,. Her ne za­man ateş çevresini aydınlatırsa, döşek ve bu ateşin (ışığın) içine düşecek hayvanlar, düşmezler. Halbuki o hayvanlar (karanlıkda) gidemezlerdi ve karanlık kaplar kendilerini ateşin tehlikesine atarlar, tşte bende sfzj ateşe düşmekdsn koruyucuyum. Halbuki siz kendinizi o ateşe atmaya çalışıyor­sunuz. «Bu hadis, Buhârinin rivayetidir. Müslimin rivâyetide böylecedir. Ancak müsüm hadisin sonunda demiştir :

Resûlüilah (S.A.V) buyurdu :[136]

«İşte bu, benim ve sizin misâiınızdır. Binâenaleyh ben sizi ateşden ko­ruyan bir kişiyim. Ateşden uzaklasın. Gelin Eğer bana gâffp gelirseniz (yani ateşden uzaklaşmazsanız), kendinizi ateşe atarsınız.» [137]  

 

Tercümesi:
 

150 - (II) Ebû Musa (R.A) den mervîdir. dedi:

«AEIahü teâiânın itim ve hidâyetle beni göndermesinin misali, bir ara­ziye cokca yağıp isabet eden yağmurun misâli gibidir.

—  Binaenaleyh o arazinin bir kısmı güzeldir, suyu kabul edip emer, pek çok ekin ve ot bitirir. Ve o araziden bir kısmıda sert d ir suyu emmez* ALLAHü teâla o sudan insanları menfaatlandırır. O suyu içerler,   sularlar ve ziraat işi yaparlar,

—  Yağmur suyu diğer bir kısım araziyede isabet eder, fakat o arazi kaygandır (düzgündür) su tutmaz, (suyu emmez), (Çorak topraktı arazi gi­bi), Ot bitmez.[138]

—  İşte bu arazide Allanın dininde fakıih olup Allanın beni gönderdiği şeyden faydalanarak (amel ederek) ilim öğrenen ve öğreten kimsenin mi­sâli gibidir ve (münbit olmayan arazide) Allanın dîninindeki hükümelerle fık­hı (şeriatı) bslîemeyib (veya fıkhı öğrenib amel etmeyerek) bir baş olub (gi-birlenib) yükselen ve benim gönderildiğim şeyleri ki, Allanın hidâyetini ka­bul etmeyen kimsenin misâli gibidir.» [139]  

 

İzahat
 

Hadîsi şerifde beyan edilen, «Allanın, beni ilim ve hidâyetle gönder­mesinin misâli» cümlesinin hükmü iki cihetli olarak anlaşılabilir.

a) Birisi, mutlak hidâyete delâlettirki, bu hüküm şu mealdâki ayeti ke­rîme ile beyan buyurulmuştur:

«Semûd kavmine gelince, biz onlara hidâyeti (doğru yolu) gösterdik, onlar körlüğü {eğri yolu) hidâyete (doğru yola) tercih ettiler.» (Fussilet sûresi, 17)

b) Hidâyetin diğer anlamı ise, hakka vasıl edici olarak gönderildiğini beyandır ki şu âyeti kerîmede îzah edilmiştir ;

« (Habibim!) muhakkak ki sen, sevdiğin kimseyi hidâyete erdiremez­sin. Fakat ALLAH, öyle bir kudret sahibi ki, kimi dilerse, ona hidâyet verir ve o (ALLAH), hidâyete erecekleri daha İyi bilir.»  (Kasas sûresi, 56)

Yukardaki birinci ayeti kerîmede. Peygamberlerin kendileri mutfak hi­dâyet yolu üzere gönderildiğinden kendileri direkman hidâyettir. Binâen­aleyh onları kabul eden mutlak hidâyeti tercih edip inanmış olurlar. Yani onları kabul etmekle, mutlak mutasarrıf olan hâliki zülceiâlın lutfu inayeti­ne en çabuk ve en yakın yoldan nail olunmuş olunur.

İkinci âyeti kerîme iiede. Peygamberler hidâyet yoluna delâlet eden, kendileri davet ettikleri kimseleri hidâyete eriştiremiyecekleri, ancak halikı zülceiâlın lutfu inayeti ile hidâyete erişebilecekleri beyan buyurulmakta dır.

Hadîs şerifde «İHmle gönderilişimin misâli» cümlesi ile de, Hz. Peygam­ber efendimiz doğru yolu göstermekle beraber doğruyu bildiren ve öğre­ten bilgilerle gönderildiğini beyan buyurmuşturki, doğruyu gösteren ve öğ­reten bilgilerle amel edilirse, daha mükemmel ve makbul bilgiler, ameller ve doğru yollar ilâhî lutufla elde edilir.

Netekim bir hadîsi şerifde şöyle büyütülmüştür : «Bir kimse, bildiği ile amel ederse, ALLAHıi teala o kimseye bilmediği şeylerin ilmini ona varis kılar (bildirir).»

Bir kimse bildiği ile amel etmez ise, o kimseye doğru yol gösterilmez, doğruyu bulamaz, dalâlet ve felâketin içine düşer.

Bu hususu belirten bir gerçekte şöyle denilmiştir : «Bir kimsenin ilmi artar ve fakat hidâyeti (doğru yola   gidişi) artmaz ise, o kimsenin Alfandan uzaklaşması ziyâdeieşir.» [140]    

Bu hakikatlardan da anlaşıldığı üzere, insanın en iyi kazancı, kendini doğru yola, hak ve hakikata götüren faydalı ilimdir. Bir ilim, sahibine fayda vermez ise, o kimse, o ilmin yükünü cekib âhirette vizir ve vebalını artır­maktan başka bir şeye yaramaz.

İlmi ile amel etmeyenler hakkında cenâbu hak şöyle buyurmuştur : «Kendilerine tevralla emel etmeleri teklif edildikten sonra, onunla amel etmeyen kimselerin misâli, ciltler hâlinde olan kitbaları sırtında taşıyan (vefakat kitabların içindeki bilgiden haberi olmayan) eşeğin misâMne benzer.» (Cuma sûresi, 5)

3ir çok bilgiyi öğrenibde amel etmeyenler, sırtlarında ciltler, halinde kitabiarı yüklenip sıkıntısını çeken ve fakat kitabların içindeki bilgilerden hiç nasîbi olmayan eşekler gibidirler.

Şu halde akıllı ve faydalı bilgiye sahib olan müslüman, bu rezil merte­beye düşmemesi için, imkan dahilinde bildiği ile amel eder.

Peygamber efendimiz hadîsi şerifin devamında kendisinin gelişini, gökten yağan yağmura temsil ederek yer yüzüne yağan yağmurdan fay­dalanan arozî ile hiç bir fayda ve tesiri görülmeyen toprakların durumunu beyan buyurmuştur.

Münbit ve /erimli arazî, yağan yağmurdan faydalanarak çok güzel ve­rim verir. Bire on. Lire yetmiş ye hatta bire yediyüz ve daha çok güzei ve­rimler ve faydalar suğlanır.

Fakat çorak ve killi olan topraklar, yağmurdan hiç bir fayda görmez, sahibine en ufak bir verimde bulunmaz.

Peygamber efendimizin getirdiği güzel hükümleri de, hüsnü kabul ile kabüllenib olduğu gibi inanıb öğrendiği ile amel eden her insan da, mün-Dit dan arazî gibi, kendisine gelen v« tâlim, telkin edilen hükümleri içine alıyor ve başkalarınada fayda sağlayor.

Peygamber efendimizin getirdiği hükümleri kabul etmeyip inkar eden ı/eya inanamayıp red eden zavallı kimselerden yağmurdan faydalanmayan ve başkalarına da faydcsı olmayan çorak topraklar gibidirler.

Mümini muhlis, temsil ile beyan edilen bu gerçeklere dikkat eder. kendisini en iyi ve faydalı insanlardan olması için azamî gayreti sarfeder. Resulü Ekrem efendimizin getirdiği hükümlere sımsıkı sarılır. Bildiği ile amel ederek dünya ve âhiret seadtine naii olur.

Hadisi şerifin başdan, sona kadar ihtiva ettiği hükümde, şu hakîkatlara işaret vardır :

a)  Peygamber sallalluhü aleyhi vesellem, ilim ve hidâyetle gönderil­miştir,

b)  Onun getirdiği hükümleri, öğrenib kabul edenle kabul etmeyip red edenler, münbit ve verimli ioorek ile verimi ve bitgi kabiliyyeti olmayan toprağa teşbih şekli vardır.

c)  Münbit topraklar, yağmur yağdıkça verimi artırırken,  çorak olup münbit olmayan topraklarda yağan yağmurdan hiç bir netice    sağlayıp verim vermez.

d)  Peygamberin getirdiği hükümleri kabul eden kimseler, verimli top­aklar gibidirler, şâyeı red edib İnka* eden olursa, onlarda verimsiz çorak toprak gibidirler.

e)  Peygamber efendimizin getirdiği hükümleri kabul edıb amel eden­lerin, şeriat ve fıkıh ilmine vakıf olan âlimlerin olabileceği beyan buyurulmuş tur.

f) Şeriat ve fıkıh ilminden mahrum olup.cehlinin kurbanı hâlinde gurur ve kibirli kimselerin ise. Peygamber efendimizin getirdiği gerçeklerden fay-dalanamıyacağı açıklanmaktadır.

g). Kibirli kimselerin, hak ve hakikati kabu/ etmeyib dalâlet yolunu ter­cih edecekleri de hadîsi şerifin son cümlesinde beyan buyurulmaktadır.

h) Hidâyete erişmek ve dalâlet yoluna sapmak ilâhi kudretin tecellisi ile kulun ihtiyacına bağlı olduğu muhakkaktır. Fakat hidâyete liyakat kaza­nan kul, cenâbu hakkın lutfu keremi ile, sapıtmaz. Bu sebebden mümin, cenâbu hakkın inayetine mazhar olmak için, elinden gelen gayreti sarfedib doğru yoldan ayrılmamalıdır.

Bunun da en çıkar yolu, edille-i şer'iyye den olan kitab, sünnet, icmâı ümmet ve kıyâsı fukaha ya sarılmaktır.

Kitab ve sünnetin İtikadı hükümleri, akâid ve iimi kelam kitablarında zikredilmiş, amelî ve tatbiki olan kısımları da fıkıh ilmini ihtiva eden fıkıh kitabiarında uzun uzun beyan edilmiştir. [141]  

 

Tercümesi;
 

151 - (12) Aişe (R.A) den mervîdir, dedi:

Resûlüîlah (S.A.V) şu âyeti okudu.

«O (ALLAH), sana Kur'anı indirmıiştir, o kitapda kinin (Kur'anın) bir kıs­mı, muhkem âyetlerdir. Bunlar Kur'anın esasıdır. Diğer bıir kısım âyetlerde vardırki (onların manası sizce anlaşılmaz) Müteşabihdirler... Resûlüîlah bu âyeti kerimenin sonu olan, «Bunları ancak akılları tam olanlar., iyice düşü­nür.» Cümlesine kadar okumuştur.

—  Aişe (R.A) dedi:[142]

—  Resûlüîlah (S.A.V) dediki : Kur'andaki müteşâbih olan (Anlaşıiamı-yan) hükümlere tabî olan kimseleri; sen gördüğünde - Müslimin rivayetin­de : Siz gördüğünüzde; işte onlar, ALLAHü teâlanın hükümleri    hakkında kalblerinde şüphe olup fitne ve fesatlığa sapmak isteyenler, diyerek isim­lendiği kimselerdir. Binâenalyh onlardan kaçınınız.» [143]  

 

İzahat
 

Hadîsi şerifde belirtildiği üzere, Kur'anı Kerîmin hükmü, lafız ve mâna­ları gayet açık olarak beyan edilen tevil ve tefsire ihtiyacı olmayan «muh­kem» ismi verilen âyetler, hak teâlanın manasını açıkça beyan buyurma-dığı ve Resulü Ekrem efendimize de mânasını açıklamadığı «Müteşâbih» adı ile vasıflandırılan âyetleri ihtiva etmektedir.

îmanın esasları, şirkin fenalığı, beş vakit namazın farzltğı, zekat, oruç ve haccın farzlığı açıkça ve sarahatla beyn buyurulan hükümlerdendir.

Ayrıca faizin haramlığı, şarabın, zinanın, haksız yere adam öldürmenin, hırsızlığın, yalan söylemenin, gıybetin, iftiranın, kibir ve hased gibi kalb hastalıklarınında haramlığı kesin ve açık hükümlerle beyan buyurulan âyeti kerîme hükümlerindendir.

Müteşâbih hükümleri ihtiva edenler ise; Sûre başlarındaki kelime ve harfler, Cenâbu hakkın eli, üstü, arşı âlâya istivası. Âdemi kendi suretinde yarattığı gibi hükümler, açıklanmamış, Aüahü teala tarafından Resulüne sarahaten beyan buyurulmamıştır.

İşte biz burada muhkem ayetlerin hükümlerini izah etmeyib, Müteşâ­bih âyetler hakkında bir kaç hüküm nakledeceğiz.

Cenâbu hak, zat ve sıfatında hiç bir şeye benzemez. Binaenaleyh zatı ilâhi ve sıfatı ilâhi ile ilgili teşbih hükümlerini en iyi bilib anlamak için şu âyeti kerîmenin ihtiva ettiği gerçeklere dikkat etmek gerekir :

«Hiç bir şey ona (Ailâha) denk olmamıştır.»  (İhias sûresi, 4)

Diğer âyeti kerîme meali şöyledir :

«Onun (Allanın) misli (benzeri) hiç bir şey yc&tur.» (Şûra sûresi, li)

Akâid kitablarında zâtı ilâhi ile ilgili hükümde şöyle buyurulmuştur :

«Arşın Rabbî (ALLAH), Arşın fevkındedır. Fakat o arşa karar edici ve muttasıl şekli vasfedilmeksizin arşın fevkındedir.»

Emâlînin diğer beytinde de şöyle denilmiştir :

«Rahman olan ALLAH, Hiç bir surette bir şeye benzemez. Binâenaley fasit îtikadlılardan kendini muhafaza et.»

İmamı MaÜk (R.A), Müteşâbih hakkında şöyle demiştir :

«İstiva (Arşın üstüne Allanın yükselmesi), Malumdur. Keyfiyeti, meç­huldür. İstivanın esasına îman etmek vacibdir. İstivadan sual etmek ise, Bid'attır.»[144]                                                                          

İmamı Âzam (R.A) da, İmamı Malik (R.A) in bu beyanatını, tasvib edib güzel görmüştür.

Akıllı müslümanda, halikı zülcelal hakkında ve beyan ettiği muhkem ve müteşâbih ayetler hakkında ne şekilde ve nasıl inanılması gerekirse, öylece inanır.[145]

imamı ŞâfM (R.A) da müteşâbih hakkında şöyle demiştir : «Müteşabih âyetler;! tefsir etmek, helal olmaz. Ancak  ResÛlüllahdan bir senedle veya sahabeden bir zatın haberi ile veya ulemânın ittifak ettik­leri bir tevil ile tefsir edilebilir.» [146]                                    

 

Tercümesi :

 

152 - (13) Abdullah Bin Amr   (R.A) den mervîdir, dedi .Resûlüllah (S.A.V) bir gün öğleyin (sıcakda) geldim, dedi: İki kişinin bir âyet hakkında ihtilaf ettikleri sesleri işitiliyordu.[147]

— Hemen Resûlüllah (S.A.V) in yüzünde gazablı olduğu bilinir halde yanımıza çıka geldi. Buyurdu ki:

«Ancak sizden evvel geçen kimseler, kitapda ihtilafları ile helak oldu     [148]                                       .                    

 

İzahat
 

Hadîsi şerifde şu mealdaki âyeti kerîmelere işaret vardır:

«Kâfirler, hakkı (Kur'anı), bâtıl ile yok edib gidermek için mücâdeleederlerB-   (Kehf sûresi, 56)

Diğer âyeti kerîme meali :

«İnsanlardan bir kısmı da, Allanın dîn,i hakkında bir bilgisi olmadığı halde mücâdele eder ve her inatçı şeytana uyar.»   (Hac sûresi, 3)

Diğer âyeti kerîme meali :

«Ve müşrikler şöyle demişlerdi : Bizim ilahlarımız (Putlarımız) mı daha hayırlı, yoksa omu? (Meryemin oğlu İsamı?), (Habîbim!) Müşrikler bunu sana sırf bir mücâdele olarak misal veriyorlar. Aslında onlar, çok çekiş­ken adamlardır.»    (Zuhruf sûresi, 58)

Peygamber efendimizin yasakladığı hakkın izhârı için olmayıp, sırf enâniyet ve bir kuru iddianın devamı olan mücâdeledir. Sahâbe-i kiram efendilerimiz, Müteşâbih ayetlerden bahsedib münakaşaya başladıklarını görünce mübarek cümleyi buyurarak her aeşid ve lüzumsuz münakaşa­dan men etmiştir.

Ayeti kerîmelerde de belirtildiği üzere, münakaşa yapan kişiler hemen hemen müşrik ve kâfirler olduğu görülüyor. Hakkın izhârı için münakaşa ve mücâdele yapanlar, pek aztnhkda oluyorlar.

Bu sebeble haklıda olunsa imkan dâhilinde münakaşadan kaçınmak ensâlih yoldur.

Netekİm Peygamber efendimiz bir hadîsi nebevisinde şöyle buyur­muştur :

«Bir kimse, haklı olduğu halde cidal ve münakaşayı terk ederse, o kimse içîn cennetin yükseğinde bir beyt (ev, köşk) bina ediiir. Ve bir kim­sede haksız olduğu halde cidal ve münakaşayı terk ederse, o kimse için cennetin aşağısında bir beyt (ev) bina edilir.» Tirmizi (Şerhi aynülilim, 455)

Cidal ve münakaşanın doğru olmayan yönlerin en mühimmi, zatı ilahi ve sıfatı ilahi hakkında yapılan münakaşadır. Hükmü ilâhîler ve başka me­seleler hakkında da imkan dâhilinde dedi kodu ve çekişmelerden son de­rece kaçınmak lazımdır. Zira cidal ve münakaşa neticesinde şu gibi haller ortaya çıkabilir.

a)  Cidai ve münakaşadan sonra insanda, öfke ve gazab hali olabilir.

b)  Münakaşa esnasında, iftira ve yalan söyleme halleri görülebilir,

c)  Münakaşa ânında, rakibine galib gelmek için çeşitli hilelere sapma hali olabilir.

d)  Cidal ve münakaşa yapan kimse, rakibine karşı  kibir ve gururlu bir tavru harekette bulunma hâli de olabilir.

e)  Cidal ve münakaşa yapan kimse, nefsin ve şeytanın esîri olarak hissî hareketlere kapılabilir.

t) Cidal ve münakaşa, insanda buğz, kin, adavet, hased, riya, ucub ve kibir gibi kalb hastalıkları oian manevî mikrobları meydana getirebilir.

g) Hulasa bilhassa haksız ve lüzumsuz yere yapılan münakaşalar, nefsin esareti, hak ve hukukun düşmanlığını ortaya kor.

Her ne pahasına olursa olsun, haram ve yasak olan cidal ve münaka­şadan kaçınmak en doğru yoldur.

Ancak hakkın izharı, veya hak olan bir şeyin tesbiti ve hak yolcula­rının tasvib ve takdiri gibi hallerin yanında ALLAH ve hak için mücadele, haddi aşmamak kaydı ile caizdir.

Bu hususu açıklayıcı hükümler, yukarlarda geçmiştir. [149]  

 

Tercümesi:
 

153- (14) Sâd Bin Ebî Vakkas (R.A) den mervîdir, demiştir : «Müslümanlar içerisinde (veya hakkında) müsiümanların en    büyük cürüm (günah) işleyeni, insanlar üzerâne haram kılınmamış her hangi bir şeyden [150](Peygambere) sual soran kimsedirki, onun sorması sebebi ile o so­rulan şey haram kılınır.» [151]  

 

İzahat
 

Râvî Sâd bin Ebi Vakkas (R.A), Cennetle müjdelenen on sahabeden birisidir. Ebû ishak namiyle künyefenmiştir. Babasının ismi, Mâlikdir. An­nesinin ismi ise, Hamnedir Hz. Sâd, kureyş kabilesinden Benî Zühre sülâlesindendir. Annesi ta­rafından bu nesle bağlı olması nedeniyle Peygamberimizin annesi ile nesil birliği olduğundan Resulü Ekrem efendimiz, Hz. Sâd-e; «Benim dayımdır.» buyururlardı.

Hz. Sâd (R.A), ilk müslümanlardandır. Müslümanların yedincisi veya beşincisi olduğu beyan edilmiştir. İslahla girdiği sırada, on yedi (17) ya­şında idi. ALLAH yolunda ilk kâfir kanı döken ve düşmana ok atan bu zatı muhteremdir.

Peygamber efendimizle beraber bütün muharebelerde hazır bulunmuş­tur. Uhud muharebesinde Hz. Sâd, bin (1000) ok atmıştır. Ve Resulü Ekrem efendimiz kendisine; «Anam babam sana feda olsun at, ey sâd!» diyerek taltifde bulunmuştur. Peygamberimizin böyle taltifi, Handek muharebe­sinde Hz. Zübeyr bin Avvama da olmuştur.

Bizim memleketimiz olan türkiyede kadınlar arasında, «Şeydi vakkası-na uğrayasıca» diyerek öfkelerini gidermek için çocuklarına veya gazab-landıkiarı kimselere söylerler. Kadınların bu sözleri, Sâd bin Ebî Vakkas (R.A) in uhud muharebesinde atmış olduğu okların vak'asını kasdederek söyleyorlar. Fakat tahrif edilmiş altından üstünden kelime ve harf koparı­larak söylenmektedir. Aslı şöyle olması gerekir : «Sâd bin Ebî Vakkasın vck'asına uğrayasıca.»

Hz. Sâd (R.A), Uhud muharebesinde ok atarken takriben otuz iki yaş-tarında idi. Bu zat daha mekke-i mükerreme de ilk m'üslüman olduğu sıra­larda müşriklerden bir takım zalim kişilerin saldırısı karşısında, devenin çene kemiğini birinin başına vurub yarmıştır. işte islam yolunda yere akı­tılan ilk kan, budur.

Bu zatın attığı okun ve yapmış olduğu duanın kabul olması hususun­da Resulü Ekrem efendimiz şöyle buyurmuştur : «Ey Aüahım! Bu zatın oku­nu rast getir ve duasını kabul et.»

Resulü Ekrem efendimizin bu duasından dolayı onun bu hâlini bilen muslümanlar, Sâd (R.A) in aleyhlerinde dua yapmasından korkarlardı. Bu sebeble kendisinden çekinirler ve hayır duasını taîeb ederlerdi.

Hz. Sâd (R.A), Küfenin banisi, bilâ ahire valisi oldu. Kadsiye muhare­besinin baş kumandanı ve İranı fethedenlerin birincisidir.

Hz. Sâd (R.A), seksen yaşını mütecaviz olduğu halde hicretin eüî beş (5fcj senesinde Medinei münevverede (Akik) nâmi ile anılan mahaldakı evinde vefat etmiştir. Vefatından sonra cenazesi, Medine-i münevvereye getirilib mescidi nebevinin içine kondu ve namazını c zcman Medine valisi olan rnervan kıldırmıştır. Ve cenazesi, cennetülbîa defn olunmuştur.

Cenazenin mescide idhal edilerek kılınmasındaki hikmet, Hz. Aişenin talebi ve validelerimizin de cenazeyi kılmaları içindir. Cenazenin mescide sokulup sokulmaması ile ilgili geniş malumat, fıkıh kitablarında mezkûrdur.

Hz. Sâd, Cennetle müjdelenen sahabenin en son vefat edenidir. Al-iah ondan râzî olsun ve âhirette şefâatma cümlemizi cenabu hak nasib buyursun. Amin,

Hz. Sâdin rivayet ettiği hadîsi şerifde Resulü Ekrem efendimiz gayet açık ve kesin ifâdelerle beyan buyurmuştur ki, «En büyük günGh, müslü-manlann bir mes'ele hakkında beyan edilen bir hüküm yok iken onu so­rup sual ederek müstümanlara haram kılan kimselerin günahlarıdır.»

Burada pek çok mes'ele ve hakîkatlar açıklanması gerekir. Fakat biz bîr kaç misal ve hüküm naklederek esasları belirtmeye çalışacağız.

Evvelâ bir mes'ele kısa yoldan beyan edilmiş ise, o meseleyi enine boyuna uzatarak sual ve cevablar alınmaya çalışılması hiç iyi değil kolay ve rahatlıkla ifade edilecek iş ve amel güçleşir.

Meselâ : Hz. Musa aleyhisseiam zamanında bir adam öldürülmüştü, bu adamın öldüreninin bilinmesi için İsrail oğulları Hz. Mûsaya-müracaat ettiler, Hz. Mûsada cenâbu hakdan aldığı emri ilâhi olan Öküzü (İneği) bo­ğazlamalarını buyurunca, İsrail oğulları işi sual ve cevab yoiuna döktüler, sığırın, rengini sordular. Rengi beyan edilince renk üzerinde belirli bir alâ-metden sordular. Ona da cevabı alınca mevcut sığırlardan dnha başka bir

hale sahib olup olmadığı gibi suallere geçtiler ve, nihayet kesin cevabı al­dılar ama, o sığırı bulup kesinceye kadar pek çok sıkıntı çektiler.

Bu hükümleri satırlar hâlinde okumak isteyenler, Bakara sûresinin 67-73 âyetleri okumalarını tavsiye ederiz.

Bu hüküm ve kıssadan da anlaşıldığı üzere, kısa yoldan beyan edilen bir amel veya mes'eleyi veya yapılması istenen bir işi, enine boyuna sual ederek uzatmak pek çok güçlüklere sebeb olabilir. Bu sebeble bir mes'ele kısa yoldan açıklanmış ise, onu uzatib güçleştirmemeli. Olduğu gibi veya beyan edildiği şekli ile icra etmelidir

Yine bir misal, Hz. Peygamber efendimiz : «Ey insanlar! size hac farz kılınmıştır. Binaenaley hocanızı îfa ediniz.» hükmünü buyurunca ashabdan bazıları, «her senemi yâ Resûlulla!» diyerek sual edenler oldu. Bu sual üç sefer tekrarlandı. Nihayet üçüncü seferde Resulü Ekrem efendimiz «Ha­yır» buyurdular. Eğer bu suallere karşı Rasûlü Ekrem efendimiz «Evet» buyuraydı, İşte güçlük ve ızdirab o zaman ortaya çıkardı.

Yukardaki hükmü ilâhinin kesin şeklini îzah ettikden sonra Resulü Ekrem efendimiz şöyle buyurdu : «Eğer ben hayır, demeyipde evet diyey-dim, hükmü ilâhi öylece kesinleşirdı. Böyle oluncada hac farîzass her sene vacib olurdu.»

Bu hükmü ilâhinin kesin be/anını yapdıkdan sonra Resulü Ekrem efen dimize şu mealdeki âyeti kerîme geimiştir:

«Ey Müminler! Öyle şeylerden Peygambere sormayın ki, size (o sor­duklarınız} açıklanırsa, fenanıza gidecektir. Halbuki kur'an indirilirken sual ederseniz, onlar size açıklanır. ALLAH şimdiye kadar sorduklarınızı bağış­ladı. ALLAH çok bağışlayıcıda, azabında aceleci değildir.» (Maide sûresi, 101)

Asrı seadette uzun sual ve cevab hâli görülenlerden bir zat da Abdul­lah bin Amr bin el as (R.A) dır. Uzun sual ve Resûlüİlahın cevabından bir kısmını kısaca şöyle nakledelim :

«Haber alındığına göre sen Kuranı gecenin tamamında hatmediyor­sun?

—  Abdullah bin Amr hemen dedirnki. Evet ey Allanın Rasûlü! Muhak­kak ki ben o kur'anı bir gecede hatmetmekle ancak hayır umuyorum.

—  İşte bu andan hemen Resûlüllah (S.A.V) ona şöyle buyurdu : «Kur'anı her ayda bir defa hatmedib oku.»

«Abdullah (R.A}, Ey Allâhın Nebisi! ben bundan fazlasını yapmaya kadir olurum dedi.

—  Resûlüllah (S.A.V} buyurduki,

«Öyle ise, yedıi günde oku. Bunun üzerine ziyâde etme.»

—  Abdullah bin Amr (R.A) dedi : Ben şiddetlendirdikçe, Resûlüliahda şiddetlendirdi ve   bana dediki, «Sen bilmezsin, belki ömrün uzun olur.»

— Hz. Abdullah (R.A) dediki; Nihayet yaşlandım, peygamber sallallâ-hü aleyhi vesellemin dediği gibi ihtiyarladım ve dedimki : Keşke Resûiülla-hın bana beyan etmiş olduğu ruhsatı (kolaylığı) kabul edib sussaydım.»[152]

Bu gerçeklere dikkat edilmeli ki, lüzumsuz suallerden ve hatta bir işin kolay, yolu tarif edilmişken zorlaştırmak için uzun uzun sual sormaya kal­kışmamalıdır.

Ve bir büyükten iş yapdıracak veya sual soracak kişi, işini en kısa yoldan sorub, verilen cevabı yerine getirmelidir. Lüzumsuz sorular ve fazla sözler aksi tesir eder, İyi ve kolay yoldan olacak şey, birde bakarsın güçle­şir. Belkide olmaz.