- Kıt’a dur Durur mu hiç demokrasi

Adsense kodları


Kıt’a dur Durur mu hiç demokrasi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Sun 27 May 2012, 10:59 am GMT +0200
Kıt’a dur Durur mu hiç demokrasi*
Said YAVUZ • 58. Sayı / KİTAP


Refah Partisi’nin (RP) 1995 yılında yüzde 21’le birinci olarak seçimden çıkıp DYP ile koalisyon kurduğu dönemde ben 20’li yaşlarında genç bir delikanlıydım. O zamanlar muhafazakâr bir radyoda habercilikten edebiyat programcılığına kadar her işi yapıyordum. Daha radyolara bilgisayarların kurulmadığı; deklerle, kasetlerle işlerin görüldüğü zamanlardı. Haber işini üstlendiğim bir vakte denk gelen yeni koalisyon hükümeti kabinesini telefonla (o an radyoda değilmişim demek ki) anında dinleyicilerimize ilettiğimi hiç unutmam. Bu etkileşimin nedeni, bin yıllık geçmişe gönderme yapan, kuvveti değil hakkı üstün tuttuğunu ifade eden bir hareketin cazibesi idi. Oysa hareket, derinlikli bir ideolojiye, felsefi bir argümana sahip değildi. Erbakan, seçmen üzerinde etki yapacak sloganik bir yolu benimsemişti.

RP’nin manevi şahsında muhafazakâr kesimin demokratikleşmesi ve dahi değişimini teoriden ziyade bu radyo deneyimi ile anlamak daha mümkün kanaatimce. Oldukça katı kurallarla yürüyen bir yayın anlayışının zamanla evrildiği durum, muhafazakâr kesimin değişim tarihini de özetliyor. 28 Şubat’a varana kadar bağımın şöyle böyle devam ettiği radyoda o darbenin bir mağduru olarak değişime tanıklık edecek bir tarihî hafızayı da taşıyorum. İran devriminin ürettiği “kıyam” içerikli müziklerin Türkçe’ye uyarlanmışlarını yayımlamakta ısrar eden yönetimin bu müziğin Türkiye konjonktüründe hiçbir yere oturmadığını görmesi 28 Şubat süreci sonrasına rastlar. O dönemde radyoda yayımlanan bir vaaz ve bu tarz marşlar nedeniyle ara ara birer ay ve bir keresinde de tam bir yıl yayın durdurma cezası alan radyomuz bu cezaların neye değdiğini bol bol düşünme fırsatı bulmuştu. Buradan askerin müdahalesinin böylesi hayırlı sonuçlar verdiği sonucu çıkarılırsa müdahaleye meşru bir taraf biçilmiş olur ki biz buraya varmak istemiyoruz. Varmak istediğimiz yer, muhafazakâr kesimdeki marjinal tarafının zamanla törpülendiğidir. Orada türkülerin de yayımlanmaya başladığını duyduğumda ben verdiğim mücadeleden bıkmış bir halde radyodan ayrılmış durumdaydım.

Mücahit Küçükyılmaz’ın yeni eserini okurken geçmişin siyasi hatıraları gözümün önüne geldi. İlk gençlikleri MGV teşkilatlarında geçmiş şimdinin 30’lu yaşlarındakiler bu değişimin rüzgârını mutlaka hissettiler. O dönemde “her şey bir redle başlamadı mı?” gibi İslami içerikli şiirler okuyan İbrahim Sadri, “Ah ulan Sabri abi” gibi sıradan hayatın acılarını içselleştiren şiirlere meyletti. Aykut Kuşkaya, bir dönem “Uçlarında âlemleri / Sinan’ın taş kalemleri” gibi derin kültürel meselelerle ilgili ezgilere imza atarken, “Bir adın kalmalı” gibi hayatın beşeri yönünü terennüm eden şarkılar söyledi. İhsan Sürayya Sırma, Kadir Mısıroğlu okuyanlar, vitrine Mustafa Kutlu, Rasim Özdenören kitapları koyar oldular. Belki de muhafazakâr okuyucu sistemle hesaplaşmanın insani yönünü ıskaladığı fikrine varmıştı. İdeal olanın değil, insani olanın öne çıktığı, katı fikirlerin apansız erimeye başladığı bir dönem. Şiirlere aşk girdi, müslüman evlere, demokratik bir hol açıldı. Bunun zemini önceden beri hazırdı. Mücahit Küçükyılmaz’ın İsmail Kara’dan mülhem işaret ettiği gibi Atıf Efendi, Said Nursi, Elmalılı Hamdi Yazır gibi kanaat önderlerinin Hâkimiyet-i Milliye’nin tabiliğini savunan görüşleri müslüman saatinin zaman içerisinde demokrasiye çalacağının işaretleri idiler.
Bütün bu değişimler, muhafazakâr kesimin sosyal ve siyasal hayata katılımında yüz de yüz hayırlar mı getirmiştir? Bunu söylemek mümkün mü? Siyasi hayatta bu değişimin Türkiye’ye, Türk demokrasi tarihine kattıklarını bu eserde bulmak mümkün. Türkiye’de Siyasal Katılım eserinde, cumhuriyetle birlikte çok partili sisteme geçiş sürecinden AK Parti’ye kadar demokratikleşme süreci ayrıntılarıyla anlatılıyor. Siyasal İslam’ı, Türkiye için bir “siyasal imkân” olarak öneren Küçükyılmaz, bunun toplumsal ve siyasal rüşt açısından ülkemize ciddi mesafeler kazandıracağını ifade ediyor.

İki üç günde bir suyun aktığı CHP’nin İstanbulu’nu bir dünya şehrine dönüştürmeyi başaran Milli Görüş’ün bu başarısının sırları üzerinde duran eser, bu başarının nedenlerini diğer partilere oranla disiplinli bir örgütlenme, yüz yüze görüşmeyi önemseme ve cemaat ruhuna sahip olma şeklinde özetliyor. Bu kazanımlarla iktidara yürüyen Milli Görüş’ün sivilliği ile devletin katı bürokratik gerçekliği arasında sıkıştığı ve kendisine yaşam alanı açmak için o güne kadar mesafeli bir yakınlık kurduğu demokrasi söylemine daha da yaklaştığı görüşü çok isabetli. 28 Şubat, bu değişimin ve yukarıda ifade ettiğimiz bütün sosyal değişimlerin fark edilmesine sebep olmuştur. Ne garip tecellidir ki demokrasiye mesafeli duran RP yöneticileri bu baskı döneminde onu savunan yegâne parti pozisyonuna düşmüştür.

Darbe sürecinin devamında, kapatılan RP’nin savunduğu ilkeler nedeniyle bağımlısı olan yukarıdaki genci içerleten bir hadise yaşandı. RP, ezelden beri reddedegeldiği Avrupa toplumlarından birine bu haksızlığı şikâyet ettiğinde ne yaman bir çelişki içine düştüğünü biliyordu. Değişim, iyi ya da kötü artık bu hareketin kaderi olmuştur.

İslamcılık hareketi örgütlenme ve temsil yeteneği bulduğu için demokrasi ve cumhuriyetle içselleşmiştir. Küçükyılmaz’a göre Kürtler için de böyle bir durum söz konusu olduğunda sorun ciddi bir biçimde bertaraf edilecektir. Dağa çıkma ya da yeraltına inme durumunun İslamcılarda vuku bulmaması onların siyasi bir dayanaklarının bulunması ile ilgiliydi.

“İslamcı kesimin ülke sorunlarıyla ilgilenme, kendilerini vatandaş hissedebilmelerinde Milli Görüş hareketi önemli bir aracılık yapmıştır” diyen yazar, AK Parti’nin politikalarının CHP ve TSK’yı da şeffaflığa zorlayacağını düşünüyor. Siyasal iktidar, iki önemli hususa eğilerek yolunu sürdürmeli. Maşeri vicdanı yaralayan yolsuzluklar ve Ergenekon’un tasfiyesi.

* Bu ifade şair Süleyman Çelik’e aittir ve orijinali şöyledir: “Kıt’a dur / Durur mu hiç şiir.”