- Kıssalar 2

Adsense kodları


Kıssalar 2

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Mon 26 April 2010, 02:32 pm GMT +0200
AÇIKLAMA:





1- Önce şunu belirtelim: Rivayet pekçok ksımlarıyla İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)´ın sözü gibidir. Ancak şarihler, rivayette yer alan bazı karinelerden hareketle tamamının Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a ait olduğuna hükmederler.

2- Hz. İbrahim aleyhisselam´ın oğlu İsmail´le çocuğun annesi Hz. Hacer´i Mekke´ye bırakması, sonra tekrar gelip gitmeleri ve orada büyüyen Hz. İsmail´le Ka´be´yi inşa etmesi ile ilgili rivayet farklı vecihlerde gelmiştir. Kaydedilen vechi Buhârî´deki veçhidir. Diğer bazı vecihlerinde görülen birkısım mühim farklılıkları imkan nisbetinde köşeli parantez içerisinde göstermeye gayret ettik. Bazı mühim farkları burada belirtmeye çalışacağız.

3- Teysir´in kaydettiği vecih Buharî´nin metnine tamamen uymaz. Hadisin baş kısmı burada tayyedilmiş.

* Bazı rivayetlerde susayan çocuğun ayaklarını yere vurarak kıvrandığı, annenin Safa ile Merve arasında telaşla gidip geldiği, tepeye çıkışlarında dönüp çocuğa baktığı, bu sırada, çocuğun başına bir hâdise gelip gelmediğinden endişe ettiği belirtilir.

* Keza suyun yerden çıkarılışı ile ilgili bazı farklılıklar da rivayetlerde görülür: Cebrail ayağını vurarak, parmağıyla yeri deşeleyerek vs.. zemzem yerden fışkırmıştır:

* Ka´be ile ilgili olarak bazı rivayetlerde şu ziyade gelmiştir: "Beyt, Tufan sırasında kaldırıldı. Peygamberler ona haccederlerdi. Fakat yerini (tam olarak) bilmezlerdi. Allah onu İbrahim için hazırladı ve yerini ona öğretti." Beyhakî´nin kaydettiği bir rivayette: "Allah Teala hazretleri Cebrail´i Hz. Adem´e gönderdi ve Beyt´in inşa edilmesini emretti. Böylece onu Adem bina etti. Kendisine: "Sen insanların ilkisin, bu da insanlar için yapılan Beyt´in ilkidir" denilir. Bir başka rivayette: "Beyt´i ilk inşa eden Hz. Adem´dir" denmiştir. Ancak: "Ondan da önce meleklerin inşa ettiği de söylenmiştir. Vehb İbnu Münebbih´ten gelen bir rivayette ise: "Beyt´i inşa eden Şîs İbnu Adem´dir" denmiştir.

4- Alimler hadisten, zemzem suyunun bidayette Hz. Hacer ve oğlu İsmail için su ve yiyecek ihtiyaçlarına kâfi geldiği hükmünü çıkarmışlardır.

5- Hadis, Hz. İsmail´in annesi Hacer ve babası İbrahim´in dillerinin Arapça olmadığını ifade eder. Çünkü rivayette Arapça´yı Cürhümlülerden öğrendiği ifade edilmektedir. Böylece Arapçayı ilk konuşanın Hz. İsmail olduğuna dair bazı rivayetlerde gelen beyanın yanlışlığı ortaya çıkar. Keza bu rivayet, "Arapların tamamı İsmail evladından gelmektedir" diyenleri de yalanlar.

6- Hadiste, Hz. İbrahim´in, Mekke´ye, Hz. Hacer´in ölümünden ve Hz. İsmail´in evlenmesinden sonra "bıraktıklarını aramak üzere" uğradığı ifade edilmektedir. Bu ifadeden çıkan neticelerden biri, Hz. İbrahim´in kurban edilmek üzere İsmail´i değil İshak´ı yere yatırdığı, bir başka ifade ile, semadan inen koçla kurban edilmekten kurtarılan kimsenin İsmail değil, İshak olduğudur. İbnu´t-Tin der ki: "Bu hadiste Hz. İbrahim, İsmail´i süt emerken bırakmakta ve evlendiği zaman yanına gelmektedir. Hz. İbrahim onu boğazlamakla emredilseydi, süt devresi ile evlenmesi arasında Mekke´ye uğradığı, hadiste zikredilirdi." Esasen boğazlanmak istenenin Hz. İshak soyundan olduklarını söylerler ve semavî koçla kurban edilmekten kurtulmuş olan birinin neslinden olmakla ayrıca tefahur ederler, şeref payı çıkarırlar.

İbnu´t-Tin´e: "Hadiste, Hz. İbrahim´in Mekke´ye arada gelmiş olabileceğinin nefyedilmediği, dolayısıyle, gelmiş olabileceğinin zımnen mevcudiyeti" belirtilerek cevap verilmiştir. İbnu Hacer, bir başka rivayette, Hz. İbrahim´in zaman zaman Mekke´ye geldiğinin tasrih edildiğini göstererek, tenkidi te´yid eder: "Hz. İbrahim, hanımı Hacer´i her ay, Burak üzerinde ziyaret ederdi. Bu maksatla öğleden evvel Mekke´ye gelir (ve ziyaretini yapıp aynı gün) döner ve Şam´daki evinde kaylulesini (öğle uykusu) yapardı." İbnu Hacer, Hz. İbrahim´in Burak üzerinde gelip Hz. Hacer ve Hz. İsmail´i ziyaret ettiğini te´yid eden Hz. Ali ve başkalarından rivayetler kaydeder:

7- Rivayette Hz. İsmail´in rızkını kazanmak üzere evden çıktığ belirtmektedir. Başka rivayetler onun sürü otlattığını, bu esnada avcılık yaptığını ifade eder.

8- Hadiste kadın, "kapının eşiği"ne benzetilmiştir. Çünkü aralarında benzerlik var: "Kapı, evi ve içindekileri muhafaza eder; kadın da evin bekçisidir. Kocanın gıyabında evi ve içindeki eşyayı muhafaza eder. Ayrıca ikisi de vat mahallidir. Eşiğin değiştirilmesi, boşamadan kinaye yapılmıştır, ulema bunu boşamayı hasıl eden kinayat arasında mütalaa etmiştir.

İbnu Hâcer, Hz. İsmail’in hadiste zikri geçen iki hanımının isimleri üzerinde durur. Rivayetlerde farklı isimleri gelmiştir. Mesela ikinci hanımı hakkında sekiz ayrı rivayet, kadının hakkında da dört ayrı kavi ve isim bulunduğunu belirtir.

9- Hz. İsmail´in ikinci hanımı, bazı rivayetlerde, Hz. İbrahim´e: "Buyurun, binekten inin, yemek yiyin, su için" diye teklifte bulunur. Hz. İbrahim: "İnmeye gücüm yetmez" deyince, kadın: "Evet sizi (yolcu) saçı başı dağınık görüyorum. Dilerseniz (su getireyim) başınızı yıkayıp yağlayayım!" der. Hz. İbrahim kabul eder: "Siz bilirsiniz" der. Kadın, Makam´ı getirir, -Makam, o zaman billur gibi beyazdır ve Hz. İsmail´in evinde bir kenara bırakılmıştır.- Hz. İbrahim bineğinin üzerinden inmeden sağ ayağını Makam´ın üzerine koyar ve başını kadına uzatır. Kadın başının sağ tarafını öncelikle yıkar, tamamlayınca sol ayağını koyması için Makam´ın yerini değiştirir. Hz. İbrahim sol tarafı da yıkanmak üzere başını uzatır.

Bugün Makam-ı İbrahim´de görülen ökçe ve parmak izleri o günden kalmadır.

10- Bazı rivayetlerde, Hz. İbrahim´le Hz. İsmail´in Ka´be´yi inşa etmek üzere biraraya geldikleri zaman babanın yüz, oğulun otuz yaşında oldukları zikredilmiştir.

11- Bazı rivayetler, Hz. İbrahim´in inşa sırasında yükselttiği temellerin Hz. Adem tarafından atılmış olan temeller olduğunu tasrih eder. Bu durum Buharî rivayetinde kapalıdır. Bir rivayet şöyle:

"Hz. İbrahim (aleyhissalâtu vesselâm), temellerle Hz. Adem´in attığı temele ulaştı. Göğe doğru yüksekliğini dokuz zira´, yerdeki genişliğini yani çevresini otuz zira´ yaptı. Buradaki zira´ (kol uzunluğu) kendi kollarıydı."

Bir başka rivayette şu ziyade mevcuttur: "Sonra Hıcr kısmını Beyt´e idhal etti. Daha önce (orası) Hz. İsmail´in koyunlarının barınağı idi. Hz. İbrahim Beyt´i taşları üst üste koyarak inşa etti, tavanı yoktu. Bir kapı yaptı, kapının yanında bir de kuyu açtı. Bu çukur, Beyt´in deposuydu. Beyt´e gelen hediyeler buraya atılıyordu."

Bir başka rivayette şu ziyade mevcut: "Allah, İbrahim´e, Sekîne´ye uymasını vahyetti. Sekîne Beyt´in yerinde halkalandı, tıpkı bir bulut gibiydi. Baba-oğul (o hududu) kazdılar, Hz. Adem´in attığı ilk temeli kazıyor gibiydiler."

Bir başka rivayette: "Hz. İbrahim başının üstünde Beyt´in yerinde bulut gibi bir şey gördü, içinde baş gibi bir şey vardı. Ona şöyle hitap etti: "Ey İbrahim! Benim gölgem üzerine benim miktarımca bina yap, ne artır ne de eksilt." İşte bundandır ki Allah Teala hazretleri:

"Hani biz İbrahim´e Beyt´in yerini göstermiş ve "Bana hiçbir şeyi ortak koşma" diye vahyetmiştik" (Hacc 26) buyurmuştur.

Bir başka rivayette, "İnşaat Rükn´ün bulunduğu yere ulaşınca, o gün Rüknü koyar, Makam´ı alıp Beyt´e yapışık şekilde yerleştirir" denmiştir.

12- Bir başka rivayete göre Ka´be´nin inşaatı bu suretle tamamlanınca Hz. Cebrail aleyhisselam gelir ve hacc menasikini öğretir.

Bundan sonra Hz.İbrahim aleyhisselam Makam´ın üzerine çıkıp halka şöyle hitap eder;

"Ey insanlar! Rabbinize icabet edin!" Hz. İbrahim ve Hz. İsmail bu yerlerde (bir müddet) kalırlar. Hz. İshak ve Sare Beytu´l-Makdis´ten buraya hacc yaparlar. Bundan sonra Hz. İbrahim Şam´a döner ve orada vefat eder.

İbnu Abbas´ın bir rivayetine göre, "Hz. İbrahim Makam´ın üzerine çıkınca şöyle hitap etmiştir:

"Ey insanlar! Size hacc farz kılındı! Bu sesi O, erkeklerin sulbünde, kadınların rahminde olanlara da işittirdi. Onun bu davetine, iman edenler ve Allah´ın ilminde kıyamete kadar gelip hacc edecekleri sebkat etmiş olanlar: "Lebbeyk Allahümme lebbeyk! =Buyur Allahım buyur!" diye cevap verdiler."

Bir başka rivayette şöyle denir: "Hz. İsmail vadiye bir taş aramaya gitmişti ki Hz. Cibril aleyhisselam Haceru´l-Esved´i indirdi. Bu taş, yeryüzü Tufan´la sulara boğulunca semaya kaldırılmıştı. Hz. İsmail gelince Haceru´l-Esved´i gördü ve:

"Bu nereden geldi, kim getirdi?" dedi. Hz. İbrahim:

"Beni ne sana ne de taşına bırakmayan Zat" cevabını verdi."

Bir başka rivayette şu ziyade var: "Bu taş Hindistan´da idi; papatya gibi bembeyaz bir yakuttu."

Ka´be ile ilgili tamamlayıcı bilgi daha önce de geçti.[3]



* ASHABU´L-UHDUD



ـ4993 ـ1ـ عن صهيب رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]رَسُولُ اللّهِ #: كَانَ فِيمَنْ قَبْلَكُمْ مَلِكٌ وَكَانَ لَهُ سَاحِرٌ، فَلَمَّا كَبِرَ السَّاحِرُ قَالَ لِلْمَلِكِ: إنِّى قَدْ كَبِرْتُ فَأبْعَثْ اليّ غَُماً أُعَلِّمُهُ السِّحْرَ. فَبَعَثَ إلَيْهِ غَُماً يُعَلِّمُهُ فَكَانَ في طَرِيقِهِ إذَا سَلَكَ رَاهِبٌ. فَقَعَدَ إلَيْهِ وَسَمِعَ كََمَهُ فَأعْجَبَهُ! فَكَانَ إذَا

أتَى السَّاحِرَ مَرَّ بِالرَّاهِبِ وَقَعَدَ إلَيْهِ. فإذَا أتَى السَّاحِرَ ضَرَبَهُ. فَشَكَا ذلِكَ الى الرَّاهِبِ. فَقَالَ: إذَا خَشِيتَ السَّاحِرَ فَقُلْ: حَبَسَنِي أهْلِي. وَإذَا خَشِيتَ أهْلَكَ فَقُلْ: حَبَسَنِي السَّاحِرُ: فَبَيْنَمَا هُوَ كَذلِكَ إذْ أتَى عَلى دَابَّةٍ عَظِيمَةٍ قَدْ حَبَسَتِ النَّاسَ. فقَالَ: الْيَوْمَ أعْلَمُ السَّاحِرُ أفْضَلُ أمِ الرَّاهِبُ؟ فَأخَذَ حَجَراً. فَقَالَ: اللّهُمَّ إنْ كَانَ أمْرُ الرَّاهِبِ أحَبَّ إلَيْكَ مِنْ أمْرِ السَّاحِرِ فَاقْتُلْ هذِهِ الدَّابَّةَ حَتّى يَمْضِىَ النَّاسُ فَرَمَاهَا فَقَتَلَهَا، وَمَشَى النَّاسُ فَأتَى الرَّاهِب فَأخبَرَهُ. فَقَالَ لَهُ الرَّاهِبُ: أي بُنَيّ! أنْتَ الْيَوْمَ أفْضَلُ مِنِّى، وَقَدْ بَلَغَ مِنْ أمْرِكَ مَا أرَى، وَإنَّكَ سَتُبْتَلَى فإنْ ابْتُلِيتَ فََ تَدُلَّ عَليّ، وَكَانَ الْغَُمُ يُبْرِئُ ا‘كْمَهَ وَا‘بْرَصَ، وَيُدَاوِي النَّاسَ مِنْ سَائِرِ ا‘دْوَاءِ. فَسَمِعَ بِهِ جَلِيسٌ لِلْمَلِك، وَكَانَ قَدْ عَمِيَ، فأتَاهُ بِهَدَايَا كَثِيرَةٍ، وَقَالَ مَا ههُنَا لَكَ أجْمَعُ إنْ أنْتَ شَفيْتَنِي فقَالَ: إنِّي َ أشْفِى أحَداً، إنَّمَا يَشْفِي اللّهُ. فإنْ أنْتَ آمَنْتَ بِاللّهِ دَعَوْتُ اللّهَ لَكَ فَشَفَاكَ فآمَنَ فَشَفَاهُ اللّهُ تَعالى. فأتَى الْمَلِكَ، فَجَلَسَ إلَيْهِ كَمَا كَانَ يَجْلِسُ. فقَالَ: مَنْ رَدَّ عَليْكَ بَصَرَكَ. فقَالَ: رَبِّى. قَالَ وَلَكَ رَبُّ غَيْرِي؟ قَالَ: رَبِّي وَرَبُّكَ اللّهُ. فَأخَذَهُ فَلَمْ يَزَلْ يُعَذِّبُهُ حَتّى دَلَّ عَلى الغَُمِ. فَجِئَ بِالغَُمِ. فقَالَ لَهُ الْمَلِكُ: أيْ بُنَيَّ قَدْ بَلَغَ مِنْ سِحْرِكَ مَا يُبْرِئُ ا‘كْمَهَ وَا‘بْرَصَ، وَتَفْعَلُ وَتَفْعَلُ. فَقَالَ: إنِّي َ أُشْفِي أحَداً. إنَّمَا يَشْفِي اللّهُ فَأخَذَهُ فَلَمْ يَزَلْ يُعَذِّبُهُ حَتّى دَلَّ عَلى الرَّاهِبِ، فَجِئَ بِالرَّاهِبِ، فَقيلَ لَهُ، اِرْجَعْ عَنْ دِينِكَ. فأبي

فَدَعَا بِالْمِنْشَارِ فَوَضَعَهُ عَلى مَفْرِقِ رَأسِهِ فَشَقّهُ حَتّى وَقَعَ شِقّاهُ. ثُمَّ جِئَ بِالْغَُمِ، فَقِيلَ لَهُ اِرْجِعْ عَنْ دِينِكَ، فَأبَى، فَدَفَعَهُ الى نَفَرٍ مِنْ أصْحَابِِهِ وَقَالَ: اِذْهَبُوا بِهِ الى جَبَلٍ كَذَا وَكذَا، فَاصْعَدُوا بِهِ الْجَبَلَ، فإذَا بَلَغْتُمْ ذَرْوَتَهُ، فإنْ رَجَعَ عَنْ دِينِهِ وَإَ فَاطْرَحُوهُ. فَذَهَبُوا فَصَعِدُوا بِهِ الْجَبَلَ. فقَالَ: اللّهُمَّ اكْفِنِيهِمْ بِمَا شِئْتَ. فَرَجَفَ بِهِمُ الْجَبَلُ فَسَقَطُوا، وَجَاءَ يَمْشِي الى الْمَلِكِ. فَقَالَ لَهُ الْمَلِكُ: مَا فَعَلَ أصْحَابُكَ؟ قَالَ: كَفَانِيهِمُ اللّهُ. فَدَفَعَهُ الى نَفَرٍ مِنْ أصْحَابِهِ. فَقَالَ: اِذْهَبُوا بِهِ في قُرْقُورٍ وَتَوسَّطُوا بِهِ الْبَحْرَ. فإنْ رَجَعَ عَنْ دِينهِ وَإَّ فَاقْذِفُوهُ. فَذَهَبُوا بِهِ فَقَالَ: اللّهُمَّ اكْفِنِيهِمْ بِمَا شِئْتَ فَانْكَفَأتْ بِهِمُ السَّفِينَةُ فَغَرِقُوا، وَجَاءَ يَمْشِي الى الْمَلِكِ. فقَالَ لَهُ الْمَلِكُ: مَا فَعَلَ أصْحَابُكَ؟ قَالَ: كَفَانِيهُ اللّهُ: ثُمَّ قَالَ لِلْمَلِكِ: إنَّكَ لَسْتَ بِقَاتِلِي حَتّى تَفْعَلَ مَا آمُرُكَ بِهِ. قَالَ: مَا هُوَ؟ قَالَ تَجْمَعُ النَّاسُ في صَعِيدٍ وَاحِدٍ وَتَصْلُبُنِي عَلى جِذْعٍ وَتَأخُذُ سَهْماً مِنْ كِنَانَتِي. ثُمَّ ضَع السَّهْم في كَبدِ الْقَوْسِ. ثُمَّ قُلْ: بِسْمِ اللّهِ رَبِّ الْغَُمِ. ثُمَّ ارْمِنِي فإنَّكَ إذَا فَعَلْتَ ذلِكَ قَتَلْتَنِي. فَجَمَعَ النَّاسَ في صَعِيدٍ وَاحِدٍ وَصَلَبَهُ عَلى جِذْعٍ. ثُمَّ أخَذَ سَهْماً مِنْ كِنَانَتِهِ ثُمَّ وَضَعَ السَّهْمَ في كَبَدِ الْقَوْسِ ثُمَّ قَالَ: بِسْمِ اللّهِ رَبِّ الْغَُمِ ثُمَّ رَمَاهُ فَوَقَعَ السَّهْمُ في صُدْغِهِ فَوَضَعَ يَدَهُ عَلى صُدْغِهِ في مَوْضِعِ السَّهْمِ فَمَاتَ رَحِمَهُ اللّهُ فقَالَ النَّاسُ: آمَنَّا بِرَبِّ الْغُمِ، ثثاً. فَأُتِىَ الْمَلِكُ. فَقِيلَ لَهُ: أرَأيْتَ مَا كُنْتَ تَحْذرُ قَدْ واللّهِ نَزَلَ بِكَ حَذَرُكَ، قَدْ آمَنَ النَّاسُ بِرَبِّ الْغَُمِ فَأمَرَ بِا‘خْدُودِ بِأفْوَاهِ السِّكَكِ فَخُدَّتْ وَأُضْرَمَ فِيهَا النِّيرَانُ. وقَالَ: مَنْ لَمْ يَرْجِعْ عَنْ دِينِهِ فَاحْمُوهُ فيهَا، أوْ قِيلَ لَهُ اقْتَحِمْ. ففَعَلُوا حَتّى جَاءَتْ إمْرَأةٌ وَمَعَهَا صَبِيٌّ فَتَقَاعَسَتْ أنْ تقَعَ فيهَا. فقَالَ الْغَُمُ لَهَا: يَا أُمَّه اِصْبِرِي فإنَّكَ عَلى حَقٍّ[. أخرجه مسلم واللفظ له، والترمذي .

»ا‘خْدُود« الشق في ارض، وجمعه أخاديد.و»المنشارُ« بالنون والياء وبالهمز: معروف يشق به الخشب.و»القُرْقُورُ« سفينة صغيرة.و»انكَفأت السَّفينةُ« إذا انقلبت.و»الصَّعِيد« وجه ارض.و»الكِنانة« الجعبة التي يكون فيها النشاب.و»كَبدُ القوس« وسطها.و»السِّكَكُ« جمع سكة، وهي الطريق.و»التَّقَاعس« التأخر والمشي الى الوراء .



1. (4993)- Hz. Süheyb (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Sizden öncekiler arasında bir kral vardı. Onun bir de sihirbazı vardı. Sihirbaz yaşlanınca krala: "Ben artık yaşlandım. Bana bir oğlan çocuğu gönder ve sihir yapmayı öğreteyim!" dedi. Kral da öğretmesi için ona bir oğlan gönderdi. Oğlanın geçtiği yolda bir rahip yaşıyordu. (Bir gün giderken) rahibe uğrayıp onu dinledi, konuşması hoşuna gitti. Artık sihirbaza gittikçe, rahibe uğruyor, yanında (bir müddet) oturup onu dinliyordu.

(Bir gün) delikanlıyı sihirbaz, yanına gelince dövdü. Oğlan da durumu rahibe şikayet etti. Rahip ona:

"Eğer sihirbazdan (dövecek diye) korkarsan: "Ailem beni oyaladı!" de; ailenden korkacak olursan, "Beni sihirbaz oyaladı" de!" diye tenbihte bulundu.

O bu halde (devam eder) iken, insanlara mani olmuş bulunan büyük bir canavara rastladı. (Kendi kendine):

"Bugün bileceğim; sihirbaz mı efdal, rahip mi efdal!" diye mırıldandı. Bir taş aldı ve:

"Allahım! Eğer rahibin işi, sana sihirbazın işinden daha sevimli ise, şu hayvanı öldür ve insanlar geçsinler!" deyip, taşı fırlattı ve hayvanı öldürdü. İnsanlar yollarına devam ettiler. Delikanlı rahibe gelip durumu anlattı. Rahib ona:

"Evet! Bugün sen benden efdalsin (üstünsün)! Görüyorum ki, yüce bir mertebedesin. Sen imtihan geçireceksin. İmtihana maruz kalınca sakın benden haber verme!" dedi. Oğlan anadan doğma körleri ve alaca hastalığına yakalananları tedavi eder, insanları başkaca hastalıklardan da kurtarırdı. Onu kralın gözleri kör olan arkadaşı işitti. Birçok hediyeler alarak yanına geldi ve: "Eğer beni tedavi edersen, şunların hepsi senindir" dedi. O da:

"Ben kimseyi tedavi etmem, tedavi eden Allah´tır. Eğer Allah´a iman edersen, sana şifa vermesi için dua edeceğim. O da şifa verecek!" dedi. Adam derhal iman etti, Allah da ona şifa verdi.

Adam bundan sonra kralın yanına geldi. Eskiden olduğu gibi yine yanına oturdu. Kral:

"Gözünü sana kim iade etti?" diye sordu.

"Rabbim!" dedi. Kral:

"Senin benden başka bir rabbin mi var?" dedi. Adam:

"Benim de senin de rabbimiz Allah´tır!" cevabını verdi. Kral onu yakalatıp işkence ettirdi. O kadar ki, (gözünü tedavi eden ve Allah´a iman etmesini sağlayan) oğlanın yerini de gösterdi. Oğlan da oraya getirildi. Kral ona:

"Ey oğul! Senin sihrin körlerin gözünü açacak, alaca hastalığını tedavi edecek bir dereceye ulaşmış, neler neler yapıyormuşsun!" dedi. Oğlan:

"Ben kimseyi tedavi etmiyorum, şifayı veren Allah´tır!" dedi. Kral onu da tevkif ettirip işkence etmeye başladı. O kadar ki, o da rahibin yerini haber verdi. Bunun üzerine rahip getirildi. Ona:

"Dininden dön!" denildi. O bunda direndi. Hemen bir testere getirildi. Başının ortasına konuldu. Ortadan ikiye bölündü ve iki parçası yere düştü. Sonra oğlan getirildi. Ona da:

"Dininden dön!" denildi. O da imtina etti. Kral onu da adamlarından bazılarına teslim etti.

"Onu falan dağa götürün, tepesine kadar çıkarın. Zirveye ulaştığınız zaman (tekrar dininden dönmesini talep edin); dönerse ne âla, aksi takdirde dağdan aşağı atın!" dedi. Gittiler onu dağa çıkardılar. Oğlan:

"Allahım, bunlara karşı, dilediğin şekilde bana kifayet et!" dedi. Bunun üzerine dağ onları salladı ve hepsi de düştüler. Oğlan yürüyerek kralın yanına geldi. Kral: "Arkadaşlarıma ne oldu?" dedi.

"Allah, onlara karşı bana kifayet etti" cevabını verdi. Kral onu adamlarından bazılarına teslim etti ve:

"Bunu bir gemiye götürün. Denizin ortasına kadar gidin. Dininden dönerse ne âla, değilse onu denize atın!" dedi. Söylendiği şekilde adamları onu götürdü. Oğlan orada:

"Allahım, dilediğin şekilde bunlara karşı bana kifayet et!" diye dua etti. Derhal gemileri alabora olarak boğuldular. Çocuk yine yürüyerek hükümdara geldi. Kral:

"Arkadaşlarıma ne oldu?" diye sordu. Oğlan:

"Allah onlara karşı bana kifayet etti" dedi. Sonra krala:

"Benim emrettiğimi yapmadıkça sen beni öldüremeyeceksin!" dedi. Kral: "O nedir?" diye sordu. Oğlan:

"İnsanları geniş bir düzlükte toplarsın, beni bir kütüğe asarsın, sadağımdan bir ok alırsın. Sonra oku, yayın ortasına yerleştirir ve: "Oğlanın Rabbinin adıyla" dersin. Sonra oku bana atarsın. İşte eğer bunu yaparsan beni öldürürsün!" dedi. Hükümdar, hemen halkı bir düzlükte topladı. Oğlanı bir kütüğe astı. Sadağından bir ok aldı. Oku yayının ortasına yerleştirdi. Sonra:

"Oğlanın Rabbinin adıyla!" dedi ve oku fırlattı. Ok çocuğun şakağına isabet etti. Çocuk elini şakağına okun isabet ettiği yere koydu ve Allah´ın rahmetine kavuşup öldü. Halk:

"Oğlanın Rabbine iman ettik!" dediler. Halk bu sözü üç kere tekrar etti. Sonra krala gelindi ve:

"Ne emredersiniz? Vallahi korktuğunuz başınıza geldi. Halk oğlanın Rabbine iman etti!" denildi. Kral hemen yolların başlarına hendekler kazılmasını emretti. Derhal hendekler kazıldı. İçlerinde ateşler yakıldı. Kral:

"Kim dininden dönmezse onu bunlara atın!" diye emir verdi. Yahut hükümdara "Sen at!" diye emir verildi.

İstenen derhal yerine getirildi. Bir ara, beraberinde çocuğu olan bir kadın getirildi. Kadın oraya düşmekten çekinmişti, çocuğu:

"Anneciğim sabret. Zîra sen hak üzeresin!" dedi. [Müslim, Zühd 73, (3005); Tirmizî, Tefsir, Bürûc, (3337).][4]



AÇIKLAMA:



Ashab-ı Uhdud, Kur´an-ı Kerim´de temas edilen zalim bir zümredir. Büruc suresinin 4-10. ayetleri onlardan bahseder, uhdud, hendek demek olduğuna göre, ashab-ı uhdud hendek sahipleri demektir. Kur´an´da bu hendek sahiplerinin kimler olduğu, ne zaman yaşadığı tafsil edilmez. Daha çok onların, mü´minlere dinlerinden dönmek için işkence yaptıkları belirtilir. Bunlar, içerisine ateş yakılmış hendeklerin sahipleridir. Dinlerinden dönmeyen mü´minleri bu hendeklere atıp yakmaktalar ve karşıdan bu manzarayı vicdansızca vahşi bir zevkle seyretmektedirler. Ama, hiçbir zalim felah bulmadığı gibi, bunlar da felah bulmamış, ayet-i kerime ashab-ı uhdud´un gebertildiklerini belirtmiştir. Müfessirler, ashab-ı uhdudla ilgili on ayrı hikâye kaydederler. Hikâyelere göre bu işkenceler Yemen´de, Mecran´da, Irak´ta, Şam´da, Habeşistan´da... Mecusiler, Yahudiler veya diğer bazı krallar tarafından icra edilmiştir. Kur´an´ın ıtlakı hepsine hak verdirecek mahiyettedir. Sanki, ayette bir hadiseye değil, bu çeşitten pek çok hadiseye bir iş´ar olmaktadır. Dolayısıyle, nakledilen hikâyelerin farklı yerlerle ilgili olması, onların batıl olduğuna delil olmaz. Bilakis ateş dolu hendeklerde mü´minlerin, insanlık tarihi boyunca mükerrer kereler imha edildiklerini, yakıldıklarını ifade eder. Ancak, Kur´an-ı Kerim´in öncelikle Kureyşliler tarafından bilinen bir hâdiseyi nazara vermesi gayet tabiidir. Kur´an bunları tel´in etmekte, kötü akibetlerini haber vermektedir. Bundan sonra gelip mü´minlere cehennemî azap verecek zalim kâfirlerin de aynı akibete uğrayacakları, mü´minlere bildirilerek teselli verilmektedir.[5]



* BEŞİKTE KONUŞANLARIN KISSASI



ـ4994 ـ1ـ عن أبِي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسول اللّهِ #: لَمْ يَتَكَلّمْ في الْمَهْدِ إَّ ثَثَةٌ: عِيسى ابْنُ مَرْيَمَ عَلَيْهِمَا السَّمُ. وَصَاحِبُ جُرَيْجٍ، وَكَانَ جُرَيْجٌ رَجًُ عَابِداً فَاتَّخَذَ صَوْمَعَةً، فَكَانَ فيهَا فَأتَتْهُ

أُمُّهُ، وَهُوَ يُصَلي. فَقَالَتْ: يَا جُرَيْجُ! فقَالَ: اللّهُمَّ أُمِّي وَصََتِي. فَأقْبَلَ عَلى صََتِهِ. فقَالَتْ بَعْدَ ثَالِثِ يََومٍ في ثَالِثِ مَرَّةٍ: اللّهُمَّ َ تُمِتْهُ حَتّى يَنْظُرَ في وُجُوهِ الْمُومِسَات، فَتَذَاكَرَ بَنُو إسْرائِيلَ جُرَيْجاً وَعِبَادَتَهُ، وَكانَتْ إمْرَأةٌ بُغِيٌّ يُتَمَثَّلُ بِهَا. فَقَالَتْ: إنْ شِئْتُمْ ‘فْتِنَنْهُ. فَتَعَرَّضَتْ لَهُ، فَلَمْ يَلْتَفِتْ إلَيْهَا. فأتَتْ رَاعِياً كَانَ يَأوِي الى صَوْمَعَتِهِ، فأمْكَنَتْهُ مِنْ نَفْسِهَا. فَوَقَعَ عَلَيهاَ، فَحَمَلَتْ فَلَمَّا وَلَدَتْ قَالَتْ: هُوَ مِنْ جُرَيْجٍ. فَأتَوْهُ فَأنْزَلُوهُ مِنْ صَوْمَعَتِهِ وَهَدَمُوهَا، وَجَعَلُوا يَضْرِبُونَهُ. فقَالَ: مَا شَأنُكُمْ؟ قَالُوا: زَنَيْتَ بهذِهِ الْبَغْيِّ فَوَلَدَتْ مِنْكَ. فقَالَ: أيْنَ الصَّبِيُّ؟ فَجَاءُوا بِِهِ. فقَالَ: دَعُونِي حَتّى أُصَلِّيَ فَصَلّى، فَلَمَّا انْصَرفَ أتَى الصَّبِيَّ. فَطَعَنَ في بَطْنِهِ وَقَالَ: يَا غَُمُ مَنْ أبُوكَ؟ فقَالَ: فَُنٌ الرَّاعِي. فأقْبَلُوا عَلى جُرَيْجٍ يُقَبِّلُونَهُ وَيَتَمَسَّحُونَ بِهِ، وَقَالُوا: نَبْنِي صَوْمَعَتَكَ مِنْ ذَهَبٍ. قَالَ: َ. أعِيدُوهَا مِنْ لَبَنٍ كَمَا كَانَتْ فَفَعَلُوا وَبَيْنَا صَبِيٌّ يَرْضَعُ مِنْ أُمِّهِ مَرَّ رَجُلٌ عَلى دَابَةٍ فَارِهَةٍ وَشَارَةٍ حَسَنَةٍ. فَقَالَتْ الْمَرأةُ: اللّهُمَّ اِجْعَلْ إبْنِي مِثْلَ هذَا فَتَرَكَ الْثَدْيَ، وَأقْبَلَ يَنْظُرُ إلَيْهِ وَقَالَ: اللَّهُمَّ َ تَجْعَلْنِى مِثْلَهُ. ثُمَّ أقْبَلَ عَلى ثَدْيِهِ وَجَعَلَ يَرْتَضِعُ. قَالَ: فَكأنِّي أنْظُرُ الى رَسُولِ اللّهِ # وَهُوَ يُحْكِي اِرْتِضَاعَهُ بِإصْبَعِهِ السَّبَّابَةِ في فِيهِ يَمَصُّهَا، وَمَرُّوا بِجَارِيَةٍ يَضْرِبُونَهَا وَيَقُولُونَ زَنَيْتِ، سَرَقْتِ؛ وَهِيَ تَقُولُ: حَسْبِيَ اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ. فَقَالَتْ أُمُّهُ: َ تَجْعَلْ اِبْنِي مِثْلَهَا. فَتَرَكَ الرَّضَاعَ، وَنَظَرَ إلَيْهَا. وَقَالَ: اللّهُمَّ

اجْعَلْنِي مِثْلَهَا. فَهُنَالِكَ تَرَاجَعَا الْحَدِيثَ. فَقَالَ: مَرَّ رَجُلٌ حَسَنٌ الْهَيْئَةِ، فَقُلْتِ: اللّهُمَّ اجْعَلِ ابْنِي مِثْلَهُ، فَقُلْتُ: اللّهُمَّ َ تَجْعَلْنِي مِثْلَهُ. وَمَرُّوا بِهذِهِ ا‘مةِ يَضْرِبُونَهَا ويَقُولُونَ: زَنَيْتِ، سَرَقْتِ. فَقُلْتِ: اللّهُمَّ َ تَجْعَلْ اِبْنِي مِثْلَهَا. فَقُلْتُ: اللّهُمَّ اجْعَلْنِي مِثْلَهَا. فقَالَ: إنَّ ذَلِكَ الرَّجُلَ كَانَ جَبَّاراً. فَقُلْتُ: اللّهُمَّ َ تَجْعَلْنِي مِثْلَهُ. وَإنَّ هذِِهِ يَقُولُونَ لَهَا زَنَيْتِ، سَرَقْتِ وَلَمْ تَزْنِ وَلَمْ تَسْرِقْ. فَقُلْتُ اللّهُمّ اجْعَلْنِي مِثْلَهَا[. أخرجه الشيخان وهذا لفظ مسلم.و»المومساتُ« هي جمع مومسة وهي الفاجرة، والمياميس مثله. و»البَغيُّ« الزانية.و»يُتَمَثلُ بِحُسنَها« أي يعجب به فيقال لكل من يستحسن: هذا مثل فنة في الحسن.و»الشَّارةُ الحسنةُ« جمال الظاهر في الهيئة والملبس والمركب ونحو ذلك.و»الجَبَّار« العاتي المتكبر القاهر للناس، واللّه أعلم .



1. (4994)- Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Üç kişi dışında hiç kimse beşikte iken konuşmamıştır. Bunlar: Hz. İsa İbnu Meryem aleyhima´sselam, Cüreyc´in arkadaşı.

Cüreyc, kendini ibadete vermiş abid bir kuldu. Bir manastıra çekilmiş orada ibadetle meşguldu. Derken bir gün annesi yanına geldi, o namaz kılıyordu.

"Ey Cüreyc! [Yanıma gel, seninle konuşacağım! Ben annenim]" diye seslendi. Cüreyc:

"Allahım! Annem ve namazım (hangisini tercih edeyim?)" diye düşündü). Namazına devama karar verdi.

Annesi çağırmasını [her defasında üç kere olmak üzere] üç gün tekrarladı. (Cevap alamayınca) üçüncü çağırmanın sonunda:

"Allahım, kötü kadınların yüzünü göstermedikçe canını alma!" diye bedduada bulundu. Benî İsrail, aralarında Cüreyc ve onun ibadetini konuşuyorlardı. O diyarda güzelliğiyle herkesin dilinde olan zaniye bir kadın vardı.

"Dilerseniz ben onu fitneye atarım" dedi. Gidip Cüreyc´e sataştı. Ancak Cüreyc ona iltifat etmedi.

Kadın bir çobana gitti. Bu çoban Cüreyc´in manastırı(nın dibi)nde barınak bulmuş birisiydi. Kadın onunla zina yaptı ve hamile kaldı. Çocuğu doğurunca:

"Bu çocuk Cüreyc´ten" dedi. Halk (öfkeyle) gelip Cüreyc´i manastırından çıkarıp manastırı yıktılar, [hakaretler ettiler], kendisini de dövmeye başladılar, (linç edeceklerdi). Cüreyc onlara:

"Derdiniz ne?" diye sordu.

"Şu fahişe ile zina yaptın ve senden bir çocuk doğurdu!" dediler. Cüreyc:

"Çocuk nerede, (getirin bana?)" dedi. Halk çocuğu ona getirdi. Cüreyc:

"Bırakın beni namazımı kılayım!" dedi. Bıraktılar ve namazını kıldı. Namazı bitince çocuğun yanına gitti, karnına dürttü ve:

"Ey çocuk! Baban kim?" diye sordu. Çocuk: "Falanca çoban!" dedi. Bunun üzerine halk Cüreyc´e gelip onu öpüp okşadı ve: "Senin manastırını altından yapacağız!" dedi. Cüreyc ise:

"Hayır! Eskiden olduğu gibi kerpiçten yapın!" dedi. Onlar da yaptılar.

(Üçüncüsü): Bir zamanlar bir çocuk annesini emiyordu. Oradan şahlanmış bir at üzerinde kılık kıyafeti güzel bir adam geçti. Onu gören kadın:

"Allah´ım şu oğlumu bunun gibi yap!" diye dua etti. Çocuk memeyi bırakarak adama doğru yönelip baktı ve:

"Allahım beni bunun gibi yapma!" diye dua etti. Sonra tekrar memesine dönüp emmeye başladı.

"Ebu Hureyre der ki: "Ben Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı, şehadet parmağını ağzına koyup emmeye başlayarak, çocuğun emişini taklid ederken görür gibiyim."

(Resulullah anlatmaya devam etti):

"(Sonra annenin yanından) bir kalabalık geçti. Ellerinde bir cariye vardı. Onu dövüyorlar ve:

"(Seni zani seni!) Zina yaparsın, hırsızlık yaparsın ha!" diyorlardı. Cariye ise:

"Allah bana yeter, o ne iyi vekildir!" diyordu. Çocuğun annesi:

"Allahım çocuğumu bunun gibi yapma!" dedi. Çocuk yine emmeyi bıraktı, cariyeye baktı ve:

"Allahım beni bunun gibi yap! dedi. İşte burada anne,evlat karşılıklı konuşmaya başladılar: [Anne dedi ki:

"Boğazı tıkanasıca! Kıyafeti güzel bir adam geçti. Ben: "Allahım, oğlumu bunun gibi yap" dedim. Sen: "Allahım! Beni bunun gibi yapma!" dedin. Yanımızdan cariyeyi döverek, zina ve hırsızlık yaptığını söyleyerek geçenler oldu. Ben: "Allahım, oğlumu bunun gibi yapma" dedim. Sen ise: "Allahım, beni bunun gibi yap!" dedin."]

Oğlu şu cevabı verdi:

"Güzel kıyafetli bir adam geçti. Sen: "Allahım, oğlumu bunun gibi yap!" dedin, ben ise: "Allahım beni bunun gibi yapma!" dedim. Yanınızdan bu cariyeyi geçirdiler. Onu hem dövüp hem de: "Zina ettin, hırsızlık ettin!" diyorlardı. Sen: "Allahım, oğlumu bunun gibi yapma! "dedin. Ben ise: "Allahım, beni bunun gibi yap!" dedim. (Sebebini açıklayayım)