- Kentlilik neyi anlatıyor

Adsense kodları


Kentlilik neyi anlatıyor

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Sun 1 July 2012, 08:52 am GMT +0200
Tarih, yas, melankoli ve nostalji: Kentlilik neyi anlatıyor?
Dilaver DEMİRAĞ • 61. Sayı / DOSYA YAZILARI


Son zamanların en gözde kavramı kentlilik bilinci. Bu kavramdan henüz kentlileşmeyenleri kentle bütünleştirme projesi olarak söz edebiliriz, ama her modern proje gibi bu da duvara toslamaya hazır. Bunun iki nedeni var. Birincisi, kentlileşmeyi bir süreç değil oluşturulan bir bilinç durumu olarak görüyor, bunu kurmak için de sık sık tarihe başvuruyor. Ama tarihe olan başvuruda ağır bir nostaljiyi hissetmek de mümkün. İkincisi, bu proje seçkincilikten yakasını kurtaramadığından dolayı nostaljiye düşüyor ve kentliliğin bilişsel değil süreçsel, süreçsel olduğu kadar mekânsal ve mekânsal olduğu kadar katılımı da içine alan bir kentli kimliğinin diyalojik yani karşılıklığa dayalı bir biçimde inşasını içeremiyor.

Neresinden bakarsak bakalım kentli inşa etme projesi ile ulus inşa etme projesi arasında bir fark yok, dahası jakobenliğin yanında modern bir proje olarak kentlilik parçalı bir dünya algısına karşı, bütünlüğün özlemini taşıdığından romantik, romantik olduğu kadar melankolik ve melankolik olduğu kadar da nostaljik. Ulus gibi kentlilik de cemaatçi bir algıya yaslanıyor ve yaslandığı temel homojen bir dünya inşa etmeyi içeriyor. Tam da bu nedenlerden dolayı kentlilik projesi küreselleşen bir dünyada yereli öne çıkararak postmodernliğin karşısında modernliğin taşrasını ortaya çıkarıyor.

‘İğrenç öteki’ olarak taşralı ya da şehir köylüsü
Kentlilikle ilgili çalışmaların başlangıç noktası kente yeni gelenlerin kentle bütünleşemedikleri, kente entegre olmak için de asimilasyon sürecinden geçmeleri gerektiği. Taşraya duyulan olumsuzluk duygusu aslında bilinçaltında eritilemeyen, dâhil edilemeyen bir iğrentinin ürpertisini taşıyor bünyesinde. Seçkinci bilincin gözünde taşralı münasebetsiz bir ötekiliğin temsiliyeti. Olmaması gereken bir şeyi temsil ediyor. Tam da bu nedenle nostaljiye sığınılıyor ve nostalji bir dikiş vazifesi görerek yırtılan bilinçaltını onarıyor.

Bu noktada Kristeva’nın abject kavramına başvurabiliriz. Abject, bilinçaltının baş edemediği bir ötekiliği temsil eder, bir anlamda sümüksü kavramı ile özdeştir. Abject sözlük anlamı ile umutsuz, sefil, perişan ya da alçak ve aşağılık anlamına gelir. Psikolojide ise atılması, kurtulunması, defedilmesi insanı rahatlatan nesne, duygu, dışkı olarak tanımlanır.

İşte seçkinci kentliler gözünde de taşralılar abjecttir, yani atılması gereken bir atık. Ancak abject hem itici, uzaklaştırıcı, hem de çekici ve tahrik edicidir. Bir yandan bireyin benliğinin sınırlarını tehdit eder, diğer yandan onların korunmasını sağlar. Tehdit eder, çünkü sınırlara meydan okur. Korunmasını sağlar, çünkü meydana getirdiği tehdit ile birey için bir tedbir mekanizması oluşturur.

“Varlığın kuralsız, zıvanadan çıkmış bir içeriden ya da dışarıdan kaynaklandığını sandığı, tahammül ve tahayyül edilebilir olasılığının dışına defedilmiş bir tehdide karşı o şiddetli karanlık isyanlarından biridir iğrenme. Tehdit orada çok yolundadır ama özümsenemez. Arzuya dil döker onu hırpalar, büyüler ama arzu baştan çıkarılmaya yanaşmaz. Telaşa kapılarak geri çekilir, tiksinip yadsır.”1

İğrençlik bir dışarı atılma, benliğin yerinden olma halidir. İğrenç, düzeni ve sınırı ihlal eden bir ölüm deneyi ya da temsili olarak tezahür eder. Pislik bir atıktır ve atık olarak saflığı, düzeni bozarak sınırları ihlal edip, bilişsel sınırları delik deşik eder. Çünkü modern benlik için tüm iğrençlikler en büyük iğrençlikte, yani cesette temsil edilir. Tüm diğer iğrenç şeylere baktığımızda ortak yanları canlı bedenin atıkları olmaları ve yürümeleridir. Dolayısıyla iğrencin gücü benliği bozucu etkisinde yatar. Bu anlamda şehirli köylü de düzeni bozmakta, karnaval bedenler ile uygarlaşma süreci içinde inşa edilmiş kentli kimliğini tehdit etmektedir.

Şehirli köylü, zonta karakterinde cisimleştirilir. Uygarlaşmış kentli bedenin disipline edilmiş benliğine karşılık şehirli köylü olarak zonta denetimsiz, içgüdüsel bir varlıktır. Zonta’nın bir özelliği de temizlik alışkanlıklarına ters düşmesidir. Fışkıran kılları, iri gövdesi, sosyal kuralları hiçe sayması onu kentlileşmiş disiplinli uygar beden karşısında iğrenç kılar. Geğirir, gaz çıkarır, boş alanlara idrarını yapar, yere tükürür, burnunu karıştırır, bedeni adeta transa girmiş gibi titreyerek göbek atar, park banklarına bıçakla adını yazar, tuvalet duvarlarında ulaşmak istediği cinsel fantezileri dile getirir, kadınlara sarkıntılık yapar, sözlü ve fiziksel tacizde bulunur. Kısacası modern kent yaşamı içinde oluşan düzeni bozar, sınırları geçersizleştirir.

“Medeni beden” görünüm ve davranış olarak toplumdaki hâkim normlara uyarken, “biçimsiz” beden bunlara ters düşen, aşırılıktan, fazladan, taşkınlıktan malul, kendini denetlemeyen düşük toplumsallaşmaya maruz kalmış bedendir. Uygarlaşma sonucu beden benliğin kabı ve kendini görünürleştirdiği bir yer oluşturuyordu.

Açık ki yoksullar “medenileşme” denen şeyden nasibini almamış doğaya yakın varlıklar. Norbert Elias’ın disipline edilmiş bedenine karşılık yoksul beden Bakhtin’in karnaval beden diyeceğimiz aşırılıklara açık, Yunanlıların Keçi Pan’ı gibi doğaya yakın yaşayan, duygularını ve bedenini denetlemek yerine onun doğal uzantılarına kucak açan bir bedendir.

Ancak sınıfsal ırkçılık meseleye bu farklılık olgusu çerçevesinde bakmaz. “Öteki”, onun yaşam standartlarına uymayan suçlulardır, münasebetsiz ve denetim dışı olandır. Yoksullar kentli orta sınıfın biriktirdiği kültürel ve sosyal sermayeden yoksun oldukları için kent mekânını kirleten lekelerdir. Görüntüyü bozmakta, yeni orta sınıfça oluşan düzeni yıkmakta olan müphem ve temizlenmesi gereken tehlikeli patojenler, hastalık yapıcı ajanlardır.

Buraya kadar anlattıklarım kentlilik kavramının içerdiği hiyerarşik bölünmeyi ve kentlilik bilinci gibi çalışmaların içerdiği sınıfsal tavrı ortaya koymaktadır. “Kentlilik bilinci” kavramının içerdiği sosyal mühendislik olgusunu, medenileştirici biçimi ve kemalizmin belki daha az itici bir versiyonu olarak ortaya çıkan muhafazakâr kentlileştiricilik de diğeri kadar sosyal mühendisçi bir yaklaşım içerir.

Bahçıvan düşler: Sosyal mühendislik olarak kentlileştiricilik
Elias’ın medenileşme süreci olarak adlandırdığı şey Batı’da soylu sınıfın öncülüğünde uzun bir sürecin sonunda elde edilmiştir. Davranışlarda bir incelme olarak tezahür eden bu olguyla kentlilik olgusunun at başı gitmesi de rastlantı değildir. Çünkü tam da özerk kentlerin yurttaşlarının bir özelliğidir yaşadığı kente kendini ait hissetmek ve kendini kentli kimliği ile tanımlamak. Batı’da 12 yüzyıldan itibaren başlayan özerk kentler ve kentli olgusu Batı deneyiminde olduğu için eşsizdir. Bizdeki hemşehrilik denilen sosyal bağdan farklıdır. Farklıdır çünkü hemşehrilik sadece aidiyeti hatta pasif bir aidiyeti, doğumla gelen bir aidiyeti içerirken, özerk kentlerin kentliliği özneleşmeyi içeren aktif bir durumu, katılımı içeren bir şeydir.

İster Batı’daki gibi isterse Osmanlı’daki gibi olsun, kentli oluşturulan bir şey değil oluşan, kendiliğinden oluşan sosyal ilişkilerde oluşturulan doğal bir süreçti. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçerken değişen şey de bu doğal kozmosun bozulması oldu. İki önemli sosyal gelişme kentlilik denilen şeyin bu doğal ritmini bozmuştu. Birincisi, seçkinlerin İslam kent modelindeki en önemli mekânsal ve sosyal aktör olan mahalleden ayrılması ve zengin konaklarının yerini (İstanbul örneğinde olduğu gibi) apartmanların alması, ikincisi ise tekkelerin zamanla etkinliğinin azalması ve cumhuriyet döneminde ise tamamen kapatılması oldu. İşte bu iki sosyal gelişme göçle gelenlerin kent kültürüne adaptasyonunu doğal bir süreç olmaktan çıkardı. Burada modernliğin kent kültürüne getirdiği anonimliğin ve bu anonimlik sonucu seçkinlerin düşüşünün kentlilik denilen modelin çökmesine yol açtığından söz etmek mümkündür.

İşte tüm bu sosyal boşluklar nedeniyle, kentli-medeni kimliğini oluşturacak taşıyıcı kolonların çökmesi sebebiyle kentlilik oluşturulan bir şey olmak zorundadır. Bu nedenle de ister istemez bir toplum mühendisliği bir tür makbul vatandaş oluşturma biçimi olmak zorunda kalmıştır.

Toplum mühendisliği belli bir hedefe yönelik olarak toplumun yeniden yapılandırmasını içerir. Toplum mühendisliğinin kaynağı her şeyi ölçüp biçen, her şeye rasyonel bir düzen dairesinde çözümler arayan modern araçsal akıl ve modern bürokrasidir. Meşruiyeti devlet kaynaklı kılan ve buna göre toplumu kuran totaliter iktidar, oluşturduğu siyasal ve toplumsal bütünlük dünyası içerisinde toplumsal düzenlemeler yapar ve bu düzenlemeler gereği bireyin bu bütünlüğe entegrasyonunu sağlar. Modernliğin düzenleme pratiği olarak bahçecilik tasarımı ve aydınların bu süreçteki rolüne ilişkin Bauman’ın ‘yasa koyucu’ aydın kavramına başvurmak olanaklıdır. Yasa koyucu aydın fikirlerin otoritesidir. O görüş ayrılıklarını hükme bağlayan ve elde ettiği bilgi ile toplumu dönüştürme, ona yön tayin etme hakkını kendinde bulan kişidir. Yasa koyucu aydın, bilgiyi yorumlamakla kendini sınırlayan Ortaçağ entelektüeli gibi avlak bekçisi değil, bir bahçıvandır. Bahçecilik pratiği bir bahçıvanın bahçesini tasarlaması gibi bir ulusun tasarlanmasına dayanır, nasıl bir bahçe için ona bakım yapmanız ama en önemlisi bahçenizi saran sözde ayrık otlardan bahçeyi temizlemeniz gerekirse, modern devlet de kendi içinde böylesi bir hamle yaparak, farklı olanlara aynılığı dayatır. Aydının misyonu halkı eğitmektir. Bu modelin en güzel uygulaması ve kentlilik temelinde ortaya çıkış hali halk evleridir.

Halk evleri, halkı eğitmek ve cumhuriyetçi elitler nezdinde “makbul vatandaşı” inşa etmek misyonu ile kurulmuştu. Halkevlerinde halka modern kültürün tüm verileri aktarılır, spordan sanata, folklordan dansa kadar her alanda kurslar açılır, okuma yazma öğretilir, yayın faaliyeti ile halkın kültürlenmesi sağlanır. Halkevleri tam da bahçe pratiği ekseninde halkı eğitmek misyonunu yerine getiren bir kurumdur. Halkevleri henüz yeterince kentlileşmemiş taşralıları, köylüleri modern kent kültürü ile tanıştırmak ve onları bu eksende eğitmek rolünü üstlenmiştir. Kent kültürü ekseninde medenileştirme misyonları, özellikle de hijyen, adab-ı muaşeret eğitimi ile davranış eğitimi gerçekleştirilir.

İşte günümüzde belediyeler eliyle yürütülen kentlilik bilinci de esas olarak bu amaç ekseninde yürüyen, halkı eğitmek misyonunu cumhuriyetçi elitler gibi Batılı medeni kültürü aktarmak biçiminde değil de muhafazakâr kalıplar içinde, ama tarihi nostaljik bir öge olarak kullanarak kentlilik bilinci kazandırmaya yönelik bir tür halk eğitimi projesi olarak iş görmektedir. Bir anlamda bir tür kentli belleği oluşturulmaya çalışılarak halka davranış eğitimi verilmektedir. Ancak kentliliğin doğal ögelerinden yoksun kaldığı için de ister istemez bir mühendislik projesi işlevini yerine getirmektedir.

Kentlilik bilinci, modernlik nostaljisi olarak bir üst kimlik oluşturma çabasının adı olduğunda parçalanmış hayat ve kent ortamında bir tür vatandaşlık kimliği inşa ederek, küresel karşısında yerel olanı, postmodernlik karşısında ise modern olanı hayata geçirme gibi başlıbaşına nostaljik bir projeyi canlandırma çabası olarak tezahür etmektedir.

İlerleme, evsizlik, hız ve nostalji
Nostalji genellikle geçmişe özlem olarak nitelendirilen bir duygu ya da durum olarak tanımlanır. Doyurulamamış dönüş arzusundan kaynaklanan keder olarak da tanımlanır. Yirminci yüzyılda nostalji, geçmişi “geçmişe rağmen” özleyebilmenin adı oldu. Peşinde koşulan dün muhakkak ki yeniden kurulmuş, idealize edilmiş, kendine özünde olmayan büyüler atfedilmiş bir dündü. Biraz da bu yüzden demişti zaten Charles Maier “sanat için kitsch neyse hafıza için de nostalji odur” diye. 2  Nostaljinin içerdiği azaltılmış hüzün duygusu nedeni ile melankoli ile benzeşen bir yanı vardır, dahası kayıp nesnenin oluşturduğu boşluk duygusunu tamir etmek için başvurulan yas deneyimi ile de benzeşir.

Nostalji üzerine hayli kapsamlı bir çalışma yapmış olan Svetlena Boym, nostaljiyi “artık varolmayan bir eve duyulan özlem” olarak tanımlıyor. Ve “[n]ostalji bir yitirme ve yer değiştirme duygusudur, ama aynı zamanda insanın kendi fantezisiyle arasındaki aşk ilişkisidir”3  diye de ekliyor.

Nostalji tam da zamanın geri döndürülemezliği karşısında kayıp nesneye tutunan melankolikle, kaybının boşluğunu gidermeye çalışan yas tutucu gibi zamanı durdurmak, kaçıp giden geçmişi yakalamak ve dondurmak özlemi ile ortaya çıkar. Tam da bu nedenle nostalji gelenekten farklı olarak modern bir deneyimdir. Geçmişin sürekliliğini şimdiki zamanda sürdürmekten çok, kayıp giden zamanı dondurmaya çabalayan fotoğrafa benzer. Bu yüzden bir yerde hız karşıtı bir yavaşlık deneyimi olarak tezahür eder.

Boym’un çok yerinde saptaması ise nostalji ilerlemenin aracıdır. Yani onun negatif arkasıdır. Modernliğin zamanı sürekli olarak ileriye doğru ucu açık bir kaçış veya ufka doğru yapılan bir yolculuk olarak kurmasına ve gelecek uğruna geçmişi silip atmasına, yeniliği baş tacı ederken eskiyi bir çöp yığını gibi görmesine bir tepkidir.

“Nedense ilerleme nostaljiye merhem olamamıştır, aksine yaraya tuz biber ekmiştir. Keza Küreselleşme de yerel bağlılıkların güçlenmesine katkıda bulunmuştur. Siber uzaya ve sanal küresel köye duyduğumuz hayranlığımıza karşılık, en az onun kadar küresel bir nostalji salgını, kolektif hafızası olan bir cemaate duyulan dokunaklı bir hasret, parçalanmış dünyada sürekliliğe duyulan bir özlem vardır. Yaşamın hızının arttığı ve tarihsel altüst oluşların yaşandığı bir çağda nostaljinin bir savunma mekanizması olarak kendini göstermesi kaçınılmazdır.”4

Nostalji küreselleşmenin altüst ettiği yer duygusuna, zamanın yeri ilga etmesine karşı duyulan tepki olarak ortaya çıktığı gibi aynı zamanda modernliğin altüst ettiği aidiyet duygusunun eşlik ettiği yersiz yurtsuzluğa karşı bir yer duygusu, evsizliğe karşı ev arzusu olarak tezahür eder. Aynı zamanda hıza karşı yavaşlamanın, unutmaya karşı hatırlamanın çabasıdır.

Ama bütün bunlara karşılık nostalji ayıklanmış, temizlenmiş, steril bir geçmiş imgesi kurar. “Kör ölür badem gözlü olur” deyimine uygun olarak tarihin olabildiğince sahici olmasına çaba gösterdiği geçmiş resmine karşılık, nostaljinin geçmişi arzulara göre oluşturulmuş, cazip, tüketilebilir bir geçmiş olarak olabildiğine özneldir. Bu yüzden nostaljik tarihle akademik tarih kurmacalık noktasında benzeşse de kökten farklıdır. Nostaljinin tarihsel zaman olarak geçmiş imgesi üretilmiştir, arzulara uyarlanmıştır. Dolaysıyla bu biçimi ile nostalji tüketim toplumunun tarzına uyarlanmış popüler bir imge olarak romantik nostaljiden farklıdır.

Michel Karmen popüler kültür imgesi olarak nostalji ile ilgili şu saptamaları yapar:
“Nostalji… özünde suçun olmadığı tarihtir. Miras bizi utançtan ziyade kibirle dolduran bir şeydir.”5

Kentlilik olgusu da bir nostaljidir. Kentlilik bilinci kapsamında aktarılan şehir tarihi popüler imgelerle donatılmış muhafazakâr algının geçmiş algısını besleyen bir biçimde aktarılır. İstanbullu tarihten, Bizans’tan, Osmanlı’dan devşirilerek bize gurur duyacağımız bir kimliksel alt zemin verir. Dahası postmodern zamanda parçalanmış kent dokusunda bütünlüğü yeniden kurmak ve tüm aidiyetlerin ima edildiği, kentin parçalanmış dokusunda ayrışmanın yaşandığı bir zamanda kolektif bir kimlik inşa etme çabasından dolayı kentlilik aynı zamanda bir modernlik nostaljisidir. Ve her nostalji gibi de beyhude bir çabadır.

Bir gazetede çıkan bir haber aslında tam da muhafazakârlık içinde olması gereken kendiliğindenliğe duyulan inancı tasdikler mahiyettedir. Hemşehri derneklerinin artık İstanbul’da kendi mezarlıklarını oluşturarak kente yerleşmeye başladıklarını, köylerini ya da geldikleri yerin artık bir nostaljiye dönüşmeye başladığını haber veriyor.

İstanbul’da yaşayan şehirli köylüler ya da göçmenler artık kendi tarzları ve yordamları ile kente yerleşmekte ve kendilerine özgü bir İstanbulluluk biçimi oluşturmaktalar. Kentli seçkinler hiç hoşnut olmasa da bu kendi geçmişini silmeyen, doğduğu yerle doyduğu yeri birleştiren bir kentli kimliğini kendi el yordamlarıyla inşa etmekteler. Geçmişte nasıl Rum, Arnavut, Ermeni vb. çeşitli kültürlerin kendi cemaatlerinden taşıdıkları ile oluşan bir İstanbul adası vardıysa, bugün de metropol kentler Sivas’ın, Erzurum’un taşıdığı bir kent kimliği oluşturacaklar. Ve geçmişte nasıl tekkeler kent kültürünü ören öznelerdiyse bugün de hemşehri dernekleri bu fonksiyonu üstlenecektir. Yeter ki kentlilik bilinci vermek adına bu sosyal sürece dışarıdan müdahale edilmesin.

Dipnotlar

1- Julia Kristeva, Korkunun Güçleri, İğrençlik üzerine bir deneme, Çev.  Nilgün Tutal, Ayrıntı Yayınları, 2004, İstanbul, s.13

2- Ekşi sözlük, nostalji, http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=nostalji.

3- Svetlena Boym, (2009) Nostaljinin Geleceği, Çev. Ferit Burak Aydar, Metis yayınları, 2009, İstanbul, s.14.

4- Boym, age, s.14-15.

5- Boym, age, s:15