- Kefenini Çantasında Taşıyan Adam

Adsense kodları


Kefenini Çantasında Taşıyan Adam

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
ezelinur
Mon 30 August 2010, 09:35 am GMT +0200


Kefenini Çantasında Taşıyan Adam

Bir çantası vardı…

Bir de davası…

Bir de anası…

Rüyasında gördüğü nurani bir zatın “Niye ağlıyorsun?” sorusuna oğlu küçük Bekir Berk’i göstererek “Bunun İslam fedaisi olmasını istiyorum.” diye cevap veren asil bir ana…

Bir gün Ayasofya’yı tahta perdelerle kapatılmış görünce ağlayan ve oğlunun “Ağlama onu ben açacağım” diye söz verdiği, gönlü mabetlere bağlı bir ana.

Demir parmaklarının arkasına düştüğünde;

“Sevgili oğlum Bekir!

Gözlerinden öper, Allah’tan uzun ömürler dilerim.

Namaz kılarken götürmüşler, diye duyunca bilsen ne kadar sevindim. Zira ben seni bu ruhla büyütmüştüm.” diyen yüce ruhlu bir ana.

Bir çantası vardı…

Bir anası…

Bir de davası …

Dolanırdı Anadolu yollarını bir mecnun gibi.

Gecenin en karanlığında çakan bir şimşek gibi parlardı umutsuzluğun çöktüğü mahkeme meydanlarında.

Kurtların ulumasından başka seslerin duyulmadığı karlı dağlarda kükremeyi severdi.

O kükrediğinde bütün kurtlar susar onu dinlerdi. Sonra bir bir sıvışıp giderlerdi.

Karlı dağları velveleye verirdi sesi.

Elinde çantası düşerdi yollara…

Sırtında cübbesi, çantasında kefeni girerdi salonlara…

Onu görünce gözleri parlardı mazlumların.

Suları çekilmeye yüz tutmuş umut pınarları yeniden coşardı.

Bir gün demir parmaklıkların arkasındaki bir avuç kahramanın savunmasını yapmak için Ankara’ya gittiğinde ; “Sen bizi değil, İslam davasını savun.” sözleri beyninde şimşekler çakmasına vesile olur. Sanıkların okudukları için tutuklandığı Nur Risalelerini baştan sona okur.

Işığın göründüğü ufka doğru bir yolculuk başlar.

Yazarının resmine vurulur.

“Ben böyle bir resim görmedim. Öyle şehâmetli, öyle cesaretli, öyle boyun eğmeyen bir resim ki ben o resme vuruldum” der.

Ziyaretine gider.

Altına koydukları iskemleyi iterek Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin önünde diz çöker oturur.

“Kardeşim biz istihdam olunuyoruz”

Bu sözlerde; temiz yürekli bir Anadolu insanın yürek atışını duyar.

Artık o bir avukat değil, mazlumların sesi soluğudur.

Çemberlitaş’ta bir yazıhane…

1965′li yıllar…

Aynı anda süren 250 ayrı dava…

Mütevazı yazıhanenin duvarında bir harita…

Haritanın üzerinde rengarenk raptiyeler…

Kırmızılar yeni açılan davalar…

Sarılar süren davalar….

Yeşiller beratla bitenler…

Türkiye haritasına batırılmış raptiyelerin hemen hepsi o günlerde kırmızı ve sarıydı;

Anadolu’nun kalbine saplanmış oklar gibi…

Artık o hep yollardadır. Uykusuz geçen geceler, peynir ekmekle geçiştirilen öğünler, birkaç kişiden güçlükle tedarik edilen paralarla o günlerde en ucuz otobüs firması olan Gazanfer Bilge’ den alınan biletler.

Milletin manevi akülerinin boşaltıldığı yıllar.

Düz bir çizgi çizenlerin bile elif yazdın diye tutuklandığı, kışla baharın en amansız meydan muharebelerinin yaşandığı yıllar.

Artık o tam bir Anadolu alperenidir.

1965′in yol koşulları…Üstünde keçilerin bağlı bulunduğu otobüslerde sabaha kadar meleme sesiyle yapılan yolculuklar…

Otobüs koltuklarında diz üstünde daktilo ile yazılan müdafaalar…

Ne yolları kapayan çığlar ne arabaların tekerlerine sarılıp bırakmayan çamurlar ne coşkun akan ırmaklar ne de geçit vermeyen dağlar durdurabildi onu.

Dağlar ne kadar yüksek olursa olsun üzerinden geçen bir yol vardır, derler ya işte o zirvelerin üzerinden geçen rüzgar kokulu yolcusuydu.

Delik ayakkabılar, ıslak çoraplar, ohlanarak ısıtılan ayaklarla aşardı dağları…

Onun bir çantası vardı…

Bir davası…

Bir de anası…

Annesi “Oğlum ne zaman döneceksin?” diye sorduğunda, annesine;

“Sahabelere anneleri; ‘Oğlum dönüşün ne zaman’ diye sorduklarında;’Anneciğim! İnşaallah Ahiret’te hep birlikte olacağız’ diye cevap verirlermiş.”derdi.

“Bir vazife var, öyleyse hemen şimdi derhal” diyen adamdır o.

Dur durak nedir bilmez..

Sanıkların kim olduğunu bile bilmez.

Düşer yollara.

O koşar, yollar övünür.

Bir gün Amasya’da bir orta okul talebesi olan Halit Yolcu’yu savunmaya gider.

Halit yoksul bir ailenin çocuğudur. Anne-babası korkularından ve yoksulluklarından çocuklarını ziyaret bile edememişlerdir.

Duruşma salonuna getirildiğinde Halit’in perişan hali karşısında Bekir Berk’in gözleri dolar.

Halit’in üzerinde kısa bir pantolon, ayaklarında lastik ayakkabılar vardır.

Günlerdir su yüzü görmediği her halinden bellidir.

Pek perişandır.

Duruşma beratla biter.

Halit’e ayakkabı ve elbise alır ve köyüne kadar götürür. Annesi karşısında görünce oğluna öyle bir sarılır ki o an görülmeğe değerdir.

Bekir Berk’in bütün yorgunluğu gitmiştir. Küçük Halit’e;

“Sen mutlaka okuyup büyük adam olmalısın” der.

Halit okur ve öğretmen olur.

Onun bir çantası vardır…

Bir davası…

Bir de yanından ayırmadığı ilaç torbası…

Daha evvel geçirdiği akciğer rahatsızlığı dolaysıyla kendisine yolculuğu yasak eden doktoruna;

“Doktor Bey! Yatakta ölmektense müminlerin yardımına koşarken ölmeyi tercih ederim.”der.

Kan kusarak düşer Anadolu yollarına.

Umutsuzluk nedir hiç bilmez…

Umutsuzluğun bir gece gibi çöktüğü o en kötü günlerde bir umut feneri gibi parlar.

O alnından öpülen insandır.