- Kazım Gökhan Elgin

Adsense kodları


Kazım Gökhan Elgin

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Wed 27 June 2012, 06:30 pm GMT +0200
Kazım Gökhan Elgin: Büyük depreme hazırlıklı olmak zorundayız
İbrahim BARAN • 64. Sayı / GÜNDEM


Büyük Marmara depremi bir anlık kâbus gibi zaman zaman gündeme getiriliyor ve sonrasında hafızalarımızdan siliniyor. 17 Ağustos ve 14 Kasım’da yaşananlar beklenen büyük depremin provası niteliğindeydi. Binlerce can kaybının yaşandığı bu depremleri, yaşayanlar hariç kimse hatırlamıyor. Sanal gündemlerle dolu zihnimiz de önümüzdeki 30 yıl içerisinde beklenen depremi unutmuş bir şekilde gündelik hayatın akışına kaptırıyor bizleri. Kaçınılmaz olanın öncesinde yapılacak çalışmalar en az sonrasında yapılacaklar kadar önemli. İstanbul Valiliği’nin bünyesinde kurulan ve Büyük Marmara depremine yönelik çalışmalar yapan İstanbul Proje Koordinasyon Birimi (İPKB) direktörü Kazım Gökhan Elgin’le “Büyük Felaket”i ve İPKB’nin konu ile ilgili yaptığı çalışmaları konuştuk.

Özellikle son dönemde İstanbul’da bir deprem tehlikesinden bahsediliyor. Sürekli “Büyük Marmara depremi” konuşuluyor. İstanbul niçin deprem riskiyle karşı karşıya?
Deprem yalnızca İstanbul’un sorunu değil. Küresel açıdan baktığımızda San Fransisco’da, Tokyo’da ve çeşitli yerlerde depremler olmakla birlikte depremden en çok zararı Türkiye görüyor. Doğu Anadolu fay hattı, Kuzey Anadolu fay hattı gibi sismik aktivitenin çok yüksek olduğu fay hattına sahip bir ülke Türkiye. Bu da büyük bir riski beraberinde getiriyor. Nüfusumuzun neredeyse yüzde 80’i birinci ve ikinci derece deprem riski olan bölgelerde yaşıyor. Şu ana kadar da bina bazında ve ölümler bazında doğal afetlerden gördüğümüz zararın yüzde 75’i depremlerden kaynaklanıyor. O yüzden depremler Türkiye için hakikaten önem verilmesi gereken, kendisiyle ilgili önlem alınması gereken ya da “Depremle oluşacak hasarı en aza nasıl indirebiliriz?” diye üzerinde kafa yorulması gereken bir konu. Yapılan bilimsel çalışmalar İstanbul’da deprem riskinin yüksek olduğunu gösteriyor. Bilim adamları özellikle önümüzdeki 30 yıl içerisinde yüzde 65’lik bir ihtimalle richter scale ölçeğine göre 7’nin üzerinde bir depremle karşılaşılabileceğini ifade ediyorlar. Yine bilim adamlarının araştırmaları böylesi bir depremin neticeleri olarak yaklaşık 200 binin üzerinde binanın yıkılacağını, 70 bine yakın ölüm olacağını, 200 bin ağır ve 500 binin üzerinde hafif yaralanmaların olacağını gösteriyor. Ayrıca birincil ekonomik kayıp olarak 50 milyar dolardan bahsediliyor. Bildiğiniz gibi 1999 Marmara depreminde de sadece birincil ekonomik kayıpları hesaplayabilmiştik. Mesela Japonlar depremden ekonomik olarak ne kadar zarar gördüklerini söylediklerinde genelde toplam ekonomik kayıplardan bahsederler. Biz o zaman ekonomik kaybın tamamını hesaplayamamıştık. Çünkü örneğin fabrika çökmüş, altında alet edevat kalmış, bina yıkılmış. Bunları hesapladık ama o işletmenin en az 6 ay ihracat yapamadığını hesaplayamadık. O yüzden şu anda İstanbul’da birincil ekonomik kayıplar öngörülüyor.

1999 Marmara depreminden sonra bir depremle yüzleşme süreci başladı değil mi?
Evet, o dönemi hatırlarsınız çok can kaybımız oldu. Yaklaşık 18 bin insansımızı yitirdik. 10 milyar dolar civarında da birincil ekonomik kayıp yaşadık. O günlerde 10 milyar dolar gayri safi milli hâsılamızın (GSMH) yüzde 7’siydi.

Hasarın bu kadar olduğu yansıtılmamıştı o dönem. Hesaplanamadığından mı, yoksa toplumsal kaygının önüne geçmek için mi?

Toplumsal kaygının önüne geçmek için olduğunu zannetmiyorum. Ekonomik kaybın 10 milyar dolardan da fazla olduğu biliniyor. Ama her ne olursa olsun GSMH’nin yüzde 7’si dediğimizde, 2002’den sonraki süreç Türkiye açısından bir büyüme süreciydi ve yıllık büyüme oranı yüzde 7 civarındaydı. O halde yıllık büyüme miktarımızın tamamını bir seferde yitirdik. Tüm bunları düşündüğümüzde depremle ilgili araştırma ve depremi önleme çalışmaları yapılırken pro-aktif olmak durumundayız. Hasarın ne kadar büyük olacağını düşünerek deprem araştırmaları yapmalıyız. Depremlerin neticesinde oluşacak zararı asgari düzeye indirebilmek oldukça önemli. Depremin zararlarının ne düzeyde olacağını idrak edebilmek için üzülerek söylüyorum ki herhalde depremle yüzleşmek ve sonrasında buna dair politikalar geliştirmek gerekiyor. İstanbul’da Türkiye nüfusunun dörtte biri yaşıyor ve GSMH’nin yüzde 40’ı burada üretiliyor. Burada oluşacak ve çok ciddi zararlar ortaya çıkaracak bir depremi Türkiye’nin kaldırması mümkün değil. İstanbul Sismik Riskin Azaltılması ve Acil Durum Hazırlık Projesi (İSMEP) de bu çabanın bir ürünü. Sonradan yara sarmadan ziyade deprem olmadan önceye odaklanmış bir proje.

Japonya’dan bahsettiniz. Japonya depremle sık sık yüzleşen bir ülke. Ancak depremin neticesi olarak orada oluşan zararla Türkiye’de oluşan zarar arasında çok fark var. Bu Japonya’da kullanılan teknoloji ile ilgili bir durum. Aynı teknoloji Türkiye’de kullanılamaz mı?
Her toplumun kendine has bir yapı inşa etme kültürü var. Mesela bina yapımında Japonya’da çelik çok miktarda kullanılıyor, Türkiye’de ise daha çok betonarme kullanılıyor. Kırsal kesimlerde de daha farklı malzemeler kullanılarak yapılan binalar var. Her ne yapıyorsak yapalım önemli olan onu sağlam yapabilmek. Türkiye’de de bir binanın nasıl sağlam olacağının kriterleri yönetmeliklerce belirlenmiş. Şunu da görüyoruz: Depremde bu kriterlere az da olsa uygun yapılan binalar depreme dayanabiliyor. Yıkılan binalarsa hiçbir mühendislik hizmeti almamış, o yönetmelikten nasibini almamış, malzemeyi doğru düzgün kullanmamış hatta malzemesinden çalınmış, böylece ortaya kalitesiz bir ürün çıkmış. Bu kalitesiz yapıların böyle büyük bir olaya dayanamayacağı aşikâr. Aynı bina dünyanın neresinde olursa olsun depreme dayanamaz zaten. O nedenle bina yapma biçimimizi de geliştirmemiz lazım. Gerçi depremden sonra buna ilişkin yapı denetimi sistemi de getirildi Bayındırlık ve İskân Bakanlığı tarafından. Belediyelerin ve devletin sorumluluğu kadar bu işi yapan kişilerin de sorumluluğu ortaya çıktı. Bu nedenle 99 depreminden sonra inşa edilen binaların, öncekilere göre daha iyi olduğu kanaatindeyim. Elbette yine de bazı eksiklikler mevcut. Ama eskiye nazaran daha iyi bir yoldayız.

İstanbul Proje ve Koordinasyon Birimi olarak olası depremin etkilerini azaltmaya yönelik ne gibi çalışmalar yürütüyorsunuz?
İstanbul Proje ve Koordinasyon Birimi 2006 yılında İl Özel İdaresi’ne bağlı olarak kurulan bir birim. İSMEP’i uygulamakla yükümlü. Bu proje Türkiye’de ilk defa uygulanan, pro-aktif ve depremin zararlarını azaltmaya yönelik hazırlanan bir proje. Marmara depremi söylediğim gibi bize bazı şeyler öğretti. Mesela haberleşme mekanizması kesintiye uğramıştı. O zaman Başbakan, Vali ve komutanlar birbirleri arasında iletişim sağlayamamışlardı. Proje kapsamında ilk olarak İstanbul’da haberleşme ağını güçlendirdik. Bu çalışma ASELSAN’la koordineli bir şekilde devam ediyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kurduğu kuleler var, depreme dayanıklı. Bu kulelere antenlerimizi yerleştirdik. Ayrıca bazı birimler arasında iletişimi sağlayacak sivil sistemler var. İtfaiyenin valilikle, emniyetin sağlıkla aralarında kuracağı iletişimin sağlıklı olması için sivil iletişim sistemleri geliştirdik. İyi bir afet yönetimi için iyi bir merkezinizin olması şart. Bu nedenle örnek olması bakımından valiliğimizin bahçesinde bir afet yönetim merkezi kurduk. 2009’un Temmuz ayında da yeni bir kanun çıkmıştı. Türkiye’de Başbakanlık bünyesinde Afet ve Acil Durum Başkanlığı kuruldu. Buraya bağlı olarak da afet acil durum müdürlüğümüz faaliyete girdi. Şu an o bina kullanılıyor müdürlük tarafından. Büyükşehir’in mobese kameraları ve trafik kameralarından buraya görüntü aktarımı sağlandı. Aynı zamanda meteorolojiden ve Kandilli’den gelen bilgiler burada toplanıyor. Kriz anında da ilgili kurum ve kuruluşlardan elemanlar gelerek burada çalışıyorlar. Mesela kar krizinde de kullanılıyor burası. Kanunlarımıza göre büyük afetlerde sorumluluk valiliğe ait. Vali’nin başkanlığında kriz yönetimi oluşturuluyor. Durum valiyi de aşarsa Başbakan’a kadar gidiyor. Pilot bölge olarak belirlediğimiz yer küçük olduğu için daha büyük yerler inşa ediyoruz. Altyapısı ve haberleşmesi sağlanmış, karadan, havadan ulaşılabilecek merkezler olacak bunlar. Şunu da ifade edeyim, iyi bir kriz yönetimi iyi bir bilgi sistemi ile sağlanır. İyi bir afet bilgi sisteminiz olması lazım ki nerede ne kaynağınız var bilmeniz, mevcut kaynağı oraya aktarmanız gerekiyor. Bu nedenle İstanbul valiliğine bağlı olarak Afet Bilgi Sistemi’ni kuruyoruz. Buradan da etkin bir kaynak ve kriz yönetiminin yapılması hedefleniyor. Ayrıca afetlerden sonra ilk müdahaleci kurumlar var. Arama kurtarma ekipleri, sağlık müdürlüğüne bağlı ekipler gibi. Bu ekiplerin araç gereçlerini temin ediyoruz. Bütün bunlar deprem sonrasına önceden hazırlıklı olmak anlamına geliyor.

TOPLUMU BİLİNÇLENDİRMEK ŞART

Depremle ilgili kamuoyunu bilinçlendirme faaliyeti de alınacak fiziksel tedbirler kadar önemli…

Bunu belirli bir eğitim ve bilinçlendirme faaliyeti çerçevesinde yapabilirsiniz. Toplumu bilgilendirmek adına eğitim programları hazırladık. 15 farklı eğitim modülümüz mevcut. Bireyden başlıyor, ailelere, okullara, hastanelere, engellilere yönelik eğitim faaliyetlerimiz var. Depremden sonra psikolojik yardım nasıl olmalı? Karar vericiler için eğitim modüllerimiz var. Bunları kitaplaştırıp bastırdık, özellikle 17 Ağustos ve 14 Kasım’daki deprem yıldönümlerinde toplumumuzla paylaşıyoruz.

Depremden en az etkilenmesi gereken kurumlar kamu binaları. Okul ve hastane gibi yerler öncelikli ihtiyaç alanları oldukları için bunların sağlam kalması gerekiyor. Kamu binalarını güçlendirmeye yönelik özel bir çabanız var mı?
Evet, okullar ve hastaneler öncelikli olmak üzere sosyal hizmet binaları, idare binaları gibi bir kategorizasyona gittik kamu binalarına ilişkin. İSMEP Projesi başlamadan önce bütçemizin dar olacağını varsayarak bunları öncelendirdik. Hangi binaları önceleyeceğimiz de belirli kriterlerle şekillendi. Binaların teknik özellikleri, barındırdığı nüfus gibi kriterler belirlenmiş oldu.  Bugüne kadar 315 güçlendirme 45 yeniden yapım olmak üzere toplam 360 okul depreme karşı dayanıklı hale getirilmiş oldu. Yani bu okullarda okuyan 540.000 civarında öğrenci ve eğitim veren öğretmen herhangi bir depremde güvende olacaktır. Ayrıca yine bizim için çok önemli olan kültürel ve tarihî mirasımızı da proje kapsamına aldık. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı 25 kompleks, 176 binada envanter çalışmasını bitirdik. Az, orta ve yüksek riskli depremden sonra hasar görme oranları ortaya çıktı. Bunlar için restorasyon, rezisyon ve güçlendirmelerini ele alan bir proje yürütüyoruz. O da bir iki aya kadar netleşecek. Aya İrini, Arkeoloji Müzesi ve Mecidiye Köşkü’nde yapılıyor.

YENİ BİNALAR DEPREME DAYANIKLI OLMALI

Yeni yapılan binaların 17 Ağustos’tan sonra depreme daha dayanıklı yapılmasından bahsettiniz. Toplu konutlar ve yeni yapılan binalara ilişkin neler yapıyorsunuz?

Deprem öncesinde yapılan binaları yıkıp yenilerini yapmak çok zor ve zaman alacak bir süreç. Hiç olmazsa yeni yapılan binaları depreme dayanıklı bir şekilde inşa etmeliyiz ki herhangi bir deprem durumunda hasar çok az olsun. O nedenle yeni yapılan binaların daha sağlam ve ruhsat süreçlerinin daha şeffaf olmasına yönelik bazı belediyelerle çalışmalarımız var. Bunlar da artık yavaş yavaş nihai aşamalarına geliyor. Ayrıca Mart 2007’de yeni bir deprem şartnamemiz çıkmıştı. Buna ilişkin de 3 bine yakın inşaat mühendisinin Türkiye genelinde eğitimine yönelik çalışmalarımız var. 1500’e yakınını eğittik, diğer 1500’ünü de bu yıl içerisinde eğitmeyi hedefliyoruz.

İstanbul nüfus yoğunluğuna bağlı olarak çok ciddi bir yapılaşma sürecine girdi maalesef. Maalesef diyorum çünkü şehir o kadar kalabalık hale geldi ki sokaklarda yürümek bile zorlaştı. Allah muhafaza olası bir depremde de can kaybı o oranda fazla olacak. Meskenlerin güçlendirilmesine yönelik bir çalışmanız var mı?
Bu konuda belirli sorumlulukları olan kuruluşlar var. Valiliğe bağlı bir birim olarak biz kamu binalarına bakıyoruz. Ancak meskenle belediyelerin sorumluluğunda olan alanlar. Bunlara yönelik yapılacak güçlendirme çalışmalarının tek başına çözüm olduğuna inanmıyorum. Kentsel dönüşümle birlikte ele alınması lazım herhalde. Ayrıca şehrin estetiği ve güvenliği açısından da kentsel dönüşümün ne kadar önemli olduğu da malumunuz. Burada depremle ilgili toplumsal algı da işin içerisine giriyor. Hem güvenlik kaygısını ortaya koymak hem de bu çalışmaları insanlara inandırmak gerekiyor. İnsanların kafasında başka soru işaretleri olmayacak. İnsanların yeni durumla ilgili kaygısı olmamalı. Böyle olunca “tek projeyle çıkıp İstanbul’un tüm ilçeleri dâhil tamamına bunu uygulayalım” diyemiyorsunuz. Her ilçenin her mahallenin kendi dinamikleri var. Bu dinamiklere bağlı olarak çalışılır, teknik işler birleştirilir, insanlar inandırılır ve ondan sonra uygulamaya geçilir. Ama bu bir süreç. Şunu unutmamak gerekiyor: Deprem tüm dünyada orta ve uzun vadeli planlarla ele alınır. İşte İSMEP Projesi de bunun güzel örneklerinden biri. Biz şu sıralar orta vadeli bir planla kamu binalarını hazırlıyoruz. Hatta bu uzun vadeye de yayılabilir. Merkezi otorite hukuki olarak zemin hazırlamalı, yerel idareler de uygulamaya geçmeli. Bu yapıldığı andan itibaren daha etkili bir hazırlık süreci yaşanabilir.

MEDYAYA DA ÖNEMLİ İŞLER DÜŞÜYOR

“Türkiye GSMH’sinin yüzde 40’ı Marmara bölgesinde üretiliyor” dediniz. Burası deprem riskinin yoğun olduğu bir bölge. Devletin olası bir depremin neticelerini ekonomik olarak asgariye indirmek adına burada bulunan yatırımların bir kısmını daha güvenli bölgelere çekmesi sorunun çözümüne ne kadar katkı sağlayabilir?
Bu bir politika. Karar verecek olan da devlet büyükleri. Evet, hep konuşuluyor yatırımların başka yerlere taşınması meselesi. Ayrıca sadece depremle ilgili de değil, İstanbul’a göçün azalması, ekonomik çeşitliliği artırmak gibi başka sosyolojik sonuçları da olur böyle bir girişimin.

Depremle ilgili siz toplumsal algının oluşmasına yönelik faaliyetler yapıyorsunuz. Ancak ifade ettiğiniz gibi yalnızca devlet kurumlarına iş düşmüyor burada. Önemli bir toplumsal etkiye sahip olan medya organları depremin anlatılmasına yönelik neler yapmalı?
Bilinçlendirme çalışması çok önemli. Afet konusunda insanlara gidip “Biz bekleyelim. Ne zaman olursa olur, kalan sağlar bizimdir” gibi boşvermiş bir tavırla deprem anlatılacağına, “bir kişi dahi olsa nasıl kurtarabiliriz”in hesabını yapan bir anlayışa sahip olunmalı. Toplumu depremle ilgili eğitmeye ve bilgilendirmeye dönük faaliyetler yapmak lazım. İSMEP bunu bütçesi dâhilinde elinden geldiği kadar yaptı. Bundan sonra da devam edecek. Guvenliyasam.org sitesiyle çok kişiye ulaştık ve eğitim verdik. Medya organlarının da depremle ilgili bilinçlendirmeye yönelik yayınlar yapmaları gerekiyor.

Kimdir:
Kazım Gökhan Elgin 1975’de Elazığ’da doğdu. Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, İnşaat Mühendisliği Bölümü’nden 1998 yılında mezun oldu. Mezuniyetinin ardından ODTÜ İnşaat Mühendisliği Bölümü Yüksek Lisans programına devam etti, bunun yanı sıra Gazi Üniversitesi’nde Genel İşletme Bölümü Yüksek Lisans Programını tamamladı. Halen Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nde İşletme Bölümü, Doktora programına devam ediyor. Özel sektörde bir İngiliz firması bünyesinde görev aldı. Firmanın üstlendiği Dünya Bankası projelerinde 2 yıl çalıştıktan sonra Başbakanlık Proje Uygulama Birimi’ne girdi ve burada 6 yıl proje koordinatörü olarak çalıştı. 2006’dan beri İstanbul Valiliği, İl Özel İdaresi bünyesinde faaliyette bulunan İstanbul Proje Koordinasyon Birimi’nde İSMEP Projesi direktörlüğünü yürütüyor.