sumeyye
Tue 18 January 2011, 05:13 pm GMT +0200
Kazada Haktan Saptıran Yollar:
Şahitlikten kaçınmak, durumu gizlemek bu kabildendir. Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
"Şahitliği gizlemeyin. Kim onu gizlerse, bilsin ki onun kalbi günahkârdır. [364]
Yalan şahitlik de aynıdır. Çünkü Rasûlullah (s.a.) bunu büyük günahlardan saymıştır.
Yalan yemin de aynıdır. Çünkü Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Her kim yemin-i sabr[365] eder; onunla yalancı olduğu halde bir müslümanın malını elinden alırsa, kıyamet gününde Allah'ın gazabına uğrayarak huzuru ilâhîye çıkar. [366]
Yalan dava da aynıdır. Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Kendisine ait olmayan bir şeyi dava eden kimse, bizden değildir ve o cehennemdeki yerine hazırlansın. [367]
Bir diğeri, kadının hükmüne dayanarak hakkı olmayan bir şeyi almaktır. Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Ben sadece sizin gibi bir insanım, siz benim huzuruma gelip birbirinizden davacı oluyorsunuz. Ben de dinlediğime göre hükmediyorum. Olur ki bazınız, diğer bazınızdan kendisini daha iyi savunur ve ben de buna dayanarak onun lehine hükümde bulunurum. Her kime, kardeşinin hakkından bir şey hükmetmişsem, sakın onu almasın; çünkü aslında ben ona sadece ateşten bir parça ayırmışımdır. [368]
Rasûlullah (s.a.), haklı ya da haksız olsun her halükârda davacı olmaktan vazgeçmeyi ise teşvik etmiştir. Çünkü bu, semahat vasfının bir gereğidir. Sonra çoğu kez, aslında kendisi haklı olmayabilir, fakat kendisinin haklı olduğunu zanneder. Bu durumda sorumluluktan, nefsini haklı olsun haksız olsun her halükârda davacı olmaktan vazgeçirme dikçe kesin olarak kurtulamaz. [369]
Tarafların Delilce Müsavi Olmaları Hali:
Hadiste geldiğine göre iki adam, bir hayvan hakkında birbirlerinden davacı olmuşlar ve taraflardan her biri hayvanın kendi üretimine ait olduğuna dair beyyine getirmiş. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.), "hayvanın, eli altında bulundurana ait olduğuna" hükmetmiştir.
Bunun sırrı şudur: Her iki tarafın da hüccet getirmesi durumunda hüccetler karşılaşır ve birbirini ortadan kaldırırlar. Bu durumda eşya, zilyed olanın elinde kalır. Çünkü ondan alınıp başkasına verilmesini gerektirecek geçerli bir beyyine yoktur. Yahut bu iki beyyineden biri, açık olan delille -ki bu zilyedlik olmaktadır- güç kazanmış, bu itibarla da öbürüne tercih edilmiştir. [370]
Kazada Hüküm Verme Aşaması:
İkinci aşamaya yani hüküm verilmesi aşamasına gelince Rasûlullah (s.a.) bu konuda başvurulacak esaslar koymuştur.
Kısaca şöyle arzedebiliriz: Olayın mahiyeti malum olduğunda taraflar arasında niza şu noktalarda olur:
i. Taraflardan her biri, aslında mubah olan bir şeyi istiyor olabilirler. Bununla ilgili hükmü, hep tercih esası belirler.
Tercih, müslümanlara ya da dava konusu şeye faydası olan ilave bir sıfatın bulunması, yahut ikisinden birinin ona daha önce ulaşması, yahut da kur'a gibi bir yolla olur. Bunun örneği, Hz. Hamza'nın kızının hıdânesi hakkında Hz. Ali, Zeyd ve Ca'fer (r.an-hum) arasındaki davadır. Bu davada Rasûlullah (s.a.) Cafer lehine hükümde bulunmuş ve "Teyze, anne mesabesindedir." buyurmuştur.[371]
Ezan okumanın ve ilk safta bulunmanın faziletini bilselerdi, kur'a çekerlerdi buyurması da, tercihin öncelik ilkesiyle yapıldığına bir örnektir.
Rasûlullah (s.a.) yolculuğa çıkacağı zaman hanımları arasında kur'a çekmesi de yine konuyla ilgili bir örnektir.
ii Yahut davanın, akit ya da gasb gibi bir Öncesi vardır ve taraflardan her biri kendisinin daha haklı olduğunu iddia etmektedir. Her biri için bir şüphe bulunmaktadır.
Bu tür davalarda hükmü, insanların büyük çoğunluğunca kabul gören Örf ve âdetler belirler. Buna göre ikrarlar, akitlerde kullanılan lâfızlar, örfte ne anlama geliyorsa o şekilde tefsir olunur, neyin zarar sayılıp sayılmayacağı örfe göre tespit edilir.
Buna örnek olarak Berâ b. Azib'in meselesini verebiliriz. Bu zatın devesi bir bahçeye girerek zarar vermişti. Taraflardan her biri kendisinin mazur olduğunu iddia etti. Rasûlullah (s.a.) Örf ve âdete göre, gündüzleyin bahçe sahiplerinin mülklerini korumalarına, mal sahiplerinin de geceleyin hayvanlarına sahip olmalarına hükmetti. [372]
[364] Bakara 2/283.
[365] Yemin-i sabr: Sabr, hapsetmek demektir. Yemin eden kimse kendini yemin için hapsettiği, yahut icabında kendisini hâkim yemin için hapsettiği için ona bu isim verilmiştir. Yemin etme cüretkârlığında bulunma manasına da gelir. Bu, en büyük günahlardan biridir.(Ç)
[366] Müslim, îmân, 220.
[367] Müslim, îmân, 112.
[368] Ebû Dâvûd, Akdıye, 7 (3573).
[369] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/534-535.
[370] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/535.
[371] Bu hadis, tercihin ziyade bir sıfata mebni hükümde bulunulduğuna örnektir. Kaynağı birazdan gelecektir.(Ç)
[372] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/535-536.