hafiza aise
Mon 25 April 2011, 10:11 am GMT +0200
Kaza Umresi
Yedinci yılın Zi'l-Kade ayıydı; Cibril-i Emin de gelmiş, "Hiirmetli ay, hiirmetli aya bedeldir ve hürmetler karşzlzklzdzr."293 mealindeki ayeti getirmişti. Geçen yıl yapılamayan umrenin, artık gerçekleşme vaktinin geldiğini hatırlatıyordu.w- Efendiler Efendisi de, bir yıl önce anlaşıldığı gibi ashabına umre için hazırlanmalan emrini verdi; bu süre içinde şehit olanların veya kendi eceliyle ölenlerin dışında Hudeybiye'de bulunanlardan hiç kimsenin geri kalmaması gerektiğini ilan ediyordu.
292 Bu nöbet sırasında Abbiid İbn Bişr'e ardı ardına ok isabet edecek, ancak o, namazında okuduğu Kehf suresinden aldığı hazzı zedelememek için yanındaki arkadaşı Hz. Ammar'a bunu haber vermeyecekti. Bkz. Vakıdi, Megazi, 1/396; Salihi, Sübillü'l-Hüdii ve'r-Reşad, 5/180
294 Bu umreye, 'Kaza Umresi' denildiği gibi bir önceki teşebbüste anlaşmaya vesile olduğu için 'Kazıyye', yapılamayan önceki umreye bedelolduğu için 'Kısas' ve anlaşmaya vesile olduğu için de 'Sulh' umresi de denilebilmektedir. Bkz. Siilihi, Siibülıi'l-Hiida ve'r-Reşad, 5/196
Bu arada umre için hali vakti yerinde olmayan insanlar da yola çıkmak istiyorlardı; ne üzerlerine binebilecekleri bir binekleri ne de gidip gelinceye kadar kendilerine yetebilecek yiyecekleri vardı:
- Ya Resülullah, diyorlardı. Allah'a yemin olsun ki, bizim elimizde yol azığımız hiç olmadığı gibi bizim elimizden tutup da bize yardım edecek birileri de yok!
Gönülden talepte bulunuyorlardı ama gerçekten de imkanları yoktu; aralarında, bilhassa Medine dışından buraya gelip hicret etmiş insanlar vardı! Öyleyse bu insanların da elinden tutulmalı ve birlikte yola çıkabilmek için gerekli olan yardım yapılmalıydı.
Bunun için Fahr-i Kainat Efendimiz, ashabım infaka teşvik etti; Allah için verene, Allah'ın da bol miktarda vereceğinden şüphe yoktu. Böylelikle fani olan dünya malının, ahiret adına ebedi bir servete dönüşme fırsatı elde edilebiliyordu:
- Tasaddukta bulunun ve sakın elinizi çekmeyin; yoksa helak olursunuz, diyordu. Ancak bu sıkıntı, sadece belli insanlarda değil, ashab-ı kiramın genelinde vardı ve:
- Ya Resülullah, dediler. Elimizde hiçbir şey yokken ne infak edebiliriz ki!
- Bir hurmanın yarısı bile olsa elinizde olanlardan, buyurdu Allah Resülii (sallallahu aleyhi ve sellern). Zaten, Cibril-i Emin'in getirdiği, "Allah yolunda infakta bulunun ve sakın ola ki kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın"295 mealindeki ayet de bunu anlatıyordu. Demek ki esas tehlike, insanın er meydanlarında cepheden cepheye koşması değil, muhtaçları görüp de onlara infakta bulunmamak suretiyle kendi kendisini helak etmesiydi! Mesele şimdi anlaşılmıştı; vermek için illa da zengin olmayı beklemek gerekmiyordu ve ashab-ı güzin hazretleri, bulabildiği kadarıyla elindeki imkanları ortaya döküyor ve Beytullah'a yolcu olan kardeşlerine destek olmaya çalışıyordu.
Derken Medine'den Kabe'ye, kadınlarla çocuklar hariç iki bin kişilik bir yolculuk başlıyordu. Efendimiz (sallallalıu aleyhi ve sellem) Medine' de yerine, Ebii Ruhm ei-Gıfôri'yı bırakmıştı.s?" Bir yıl önce gö-
rülen riiya ve geri dönüşte inen ayetlerde anlatılan müjde tahakkuk etmek üzereydi; emniyet ve güven içinde Kabe'ye gidecek ve asırlardan beri ilk defa burada ibadetin nasıl yapılması gerektiğini bütün aleme göstereceklerdi! Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellern), Mescid-i Nebevi'nin kapısında ihrama girdi ve telbiye getirmeye başladı; O'nu duyan herkes, aynı telbiyeyi söylemeye başlamıştı. Medine:
- Lebbeyk Allahümme lebbeyk; lebbeyke la şerike leke lebbeyk.
İnne'l-hamde ve'n-Ni'mete leke ve'l-mülke la şerike lek, ifadeleriyle sarsılıyordu.
Yanlarına, kurbanlık olarak atmış deve almışlardı. Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) kendi kurbanını bizzat hazırlamış ve boynuna nişan olarak bir işaret koymuştu. Kurbanlıklarının başına yine Nôciue İbn Cündeb'i tayin etmiş ve yanına kattığı beş kişiyle birlikte onları, yeşilliklerde otlatarak sağ salim Mekke'ye ulaştırmakla görevlendirmişti.
Her ne kadar bu yolculukta esas maksat, Allah'a kulluk vazifesini ifa ise de Allah Resülü, tedbiri elden bırakmıyor ve yanına silahlarını da almak istiyordu. Hatta ashab arasından Muhammed İbn Mesleme başkanlığında yüz kişilik bir grubu seçmiş ve bunları atlı birlikler olarak önceden göndermişti! Kılıç, kalkan, miğfer ve mızrak gibi silahların başına da Beşir İbn Sa'd'ı görevlendirmiş ve onları da Muhammed İbn Meslemelerle birlikte göndermişti. Gelişmeleri ashab da dikkatle takip ediyordu; Bir anlam verememişlerdi ve:
- Ya Resülullah, diyorlardı. Bizler Mekke'ye girerken onlar, yanımızda sadece yolcu kılıcı olması ve bunun da kınında bulunmasını şart koştukları halde Seni bu kadar silah almaya sevk eden de nedir?
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bu soruya:
- Biz, onlarla Harem' e girecek değiliz; ancak onların, bize yakın bir yerde durmasında fayda var! Şayet onlardan, olur da bize karşı bir saldırı söz konusu olursa, bunlar elimizin altında olur, diyerek cevap verdi. Anlaşılan, Kureyş'in sözünde durup durmayacağından hala emin değildi; belki de ashabına, her halilkarda tedbire riayet etmenin lüzumunu anlatmak istiyordu.
Zü'l-Huleyfe'de ayrılıp da önden giden Muhammed İbn Mesleme ve arkadaşları Merrü'z-Zahran denilen yere geldiklerinde Ku-
reyş'ten bir grup insanla karşılaştılar; endişelenmişlerdi ve onlara, bu hareketliliğin sebebini soruyorlardı. Muhammed İbn Mesleme ve arkadaşları onlara, Resülullah'ın da arkadan gelmekte olduğunun haberini verdiler. Hele Beşir İbn Sa'd ve beraberindeki silahlara muttali olduklarında yürekleri ağızlarına gelmiş ve yüzlerinde de renk kalmamıştı! Koşarak Mekke'ye geldiler ve durumdan ileri gelenleri haberdar ettiler. Kureyş'i büyük bir telaş almıştı:
- Nasılolur, diyorlardı. Bizler, sözleşmeyi ihlal eden yanlış bir şey yapmadık; anlaşmamıza da sözleşmemize de bağlıyız! Öyleyse Muhammed ve arkadaşları, ellerinde silahlarıyla birlikte bizim üstümüze niye geliyor ki!
Durumu daha yakından takip etmek ve gelişmelere muttali olabilmek için de, Mikrez İbn Hafs başkanlığında bir heyet tertip edip Ye'cec denilen yere gönderdiler. Bu sırada Kainatın İftiharı da buraya gelmiş bulunuyordu.
- Vallahi de ya Muhammed, diyorlardı. Senin, ne küçükken ne de daha sonraları insanlara gadrettiğin görülmemiştir; şimdi ise bu silahlarla birlikte kavminin üzerine Harem'e girmek istiyorsun! Halbuki Sen, kavminle yaptığın anlaşmada sadece yolcu kılıçları ve onların da kınlarında olması şartını kabul etmiştin!'
Rahatlatan cevap Allah Resülü'nden geliyordu:
- Ben onların üzerine silahlarla birlikte girmeyeceğim ki! Mikrez ve arkadaşları rahat bir nefes aldılar; rahatlamışlardı!
Efendimiz'e dönerek:
- Zaten Sana yakışan da budur; zira Sen, hep iyilik ve vefa ile tanındın, dediler ve doğruca Mekke'nin yolunu tuttular. Şöyle diyorlardı:
- Şüphe yok ki Muhammed, sizinle yapmış olduğu anlaşmaya sadık ve buraya da silahlı olarak girmeyecek!
Bu arada Kureyş, ashabın zayıflıktan yürüyemeyecek kadar güçsüzleştiklerinin dedikodusunu yapmaya başlamış ve bu ifadeler ashabın kulağına da gelmişti. Medine hummasından kol ve kanatlarının kırıldığını ileri sürüyor ve onları küçümsüyorlardı! Bunu duyan ashab-ı kiram hazretleri, Resülullah'ın huzuruna gelip şunları söyleyeceklerdi:
- Şu develerimizi kesip etlerinden yiyip çorbalarından içsek de yarın onların yanına giderken daha zinde ve daha güçlü olsak!
Ancak bu, Allah Resülii tarafından makul görülmeyecekti.
Önce:.
- Sakın böyle yapmayın, dedi ve ardından da:
- Biz, elinizde bulunan azıklarınızın tamamını Bana getirin,
diyerek onlara yeni bir kapı daha aralanacağının müjdesini vermiş oldu.
Herkes, elinde avucunda ne varsa alıp huzura getiriyordu; ortaya bir sergi sermişler ve getirilen her şey bu serginin üzerine dökülmüştü. Çok geçmeden ortada büyükçe bir tepecik meydana gelivermişti! Sayıları iki binin üstündeki bu insanlar gelip buradan karnını doyurup geri gidiyordu ama ortadaki tepecik hala olduğu gibi duruyordu. Demek ki, yeni bir ikrama daha mazhar oluyorlardı. Artık her biri, develerini de kesme ihtiyacı hissetmeden doya doya bu ikramdan istifade etmiş ve azıklarını da doldurarak geri çekilmişti.