neslinur
Tue 13 July 2010, 01:06 am GMT +0200
Kardeşler
Aile ferdleri arasındaki münâsebetlerden bahsederken kardeşler arası münâsebetlerden de kısaca bahsetmek gerekmektedir. Zira Kur'ân-ı Kerîm'in bu mes'eleye de manidar bir şekilde yer verdiğini görmekteyiz. Manidar diyoruz, zira, burada münâsebetlere müessir olan hisler, her seferinde ebeveyn evlâd arasında mevcut olan ailevî şefkat ve hürmet hisleri değildir. Ailevî ulvi hislerin yanıbaşında, en ileri kötülükleri bile yaptıracak menfî hislere de dikkat çekilmektedir:
Hased:Şu âyette, Hz. Âdem'in evlâdları arasında başlayan ve yeryüzünde işlenen ilk cinayet ve akıtılan ilk kan'ın sebebi olarak gösterilen "hased"in kardeşler arası münâsebette ehemmiyetine dikkat çekilmiş olmaktadır:
"Ey Muhammedi Onlara, Âdem'in iki oğlunun kıssasını doğru olarak anlat: İkisi birer kurban sunmuşlar, birininki kabul edilmiş, diğerininki edilmemişti. Kabul edilmeyen, 'And olsun seni öldüreceğim' deyince, kardeşi: "Allah ancak muttakîlerin takdîmesini kabul eder' demişti. 'Beni öldürmek üzere elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek için sana elimi uzatmam, çünkü ben, Âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım."[138]
Kardeşler arasında bu hissin hâkimiyeti, Sûre-i Yûsufta tekrar ele alınarak te'yîd edilir. Buradaki te'yîd, meşhur kıssanın bidayetlerinde iki ayrı tema ile işlenir:
1. Hz. Yûsufun rü'yâsı üzerine, babası Hz. Ya'kûb'un duyduğu endişe: Yûsufun mazhar olacağı nimetler kardeşleri tarafından bilindiği takdirde onu kıskanıp aleyhinde tuzak kurma tehlikesi.
Meâlen: "Oğulcuğum, rü'yânı kardeşlerine anlatma, yoksa sana tuzak kurarlar."[139]
2. Az. Ya'kûb'un, Hz. Yûsufu diğer oğullarına nazaran daha çok sevmesi sebebiyle kardeşlerinin duyduğu kıskançlık ve hased:
"Kardeşleri: 'Biz birbirimize bağlı bir topluluk olduğumuz halde, babamız, Yûsufu ve kardeşini daha çok seviyor. Doğrusu babamız apaçık bir yanılma içindedir. Yûsufu öldürün veya onu ıssız bir yere bırakıverin ki babanız size kalsın; ondan sonra da iyi kimseler olursunuz' dediler."[140]
Ahsenü'l-Kasas olarak bilinen, Hz. Yûsufla alâkalı bu Kur'ânî kıssada, bizzat Cenâb-ı Hakkın dikkatlerimize arzettiği üzere[141], araştırıp "soracaklar için nice ibretler vardır."
Bu ibretler meyânında, mevzûmuzu yakînen ilgilendirenlerden olmak üzere, Hz. Yusuf un kardeşlerini affetmesi ve hiçbir vak'a olmamış gibi aralarında gerçek sulhun teessüs etmesi; kardeşlerinin tevbe etmeleri, tövbelerinin kabulü, tevbeleri kabul edildikten sonra onların da peygamberlik gibi en yüksek mertebelere yükselmeleri vs. hatırlatilabilir.
Teferruata girmeden şu kadarını kaydedeceğiz ki, Hz. Peygamber (a.s.m.), daha önce belirttiğimiz evlâdlar arasında eşit davranma emrine uymamanın uzak neticelerini bir başka hadîslerinde, söz konusu âyet-i kerîmeyi de tefsir edercesine açıklamaktadır:
"Çocuğunun kendisine iyi davranmasında ona yardımcı olan babaya Allah rahmetini bol kılsın."[142] Yâni, baba evlâdlarına eşit muamelede bulunmak sûretiyle, onların da kendisine karşı iyi davranmalarını sağlayarak, en mühim vazifede -ki bu, babasına karşı iyi davranmaktır- ona yardım etmiş olacaktır.
Mevzûmuzu kısmen uzatma pahasına da olsa, evlâdlar arasında eşit davranmanın "vâcib" olduğu görüşüne zâhib olan âlimlerden iki kısa iktibasta bulunacağız: İbnu Hâcer'in kaydına göre, "Eşit muamele vacibin mukaddimesidir. Çünkü kardeşliğin kopması ve ebeveyn hukukuna riayetsizlik (kat'u'r-rahm vel-ukuk) dînen haram kılman iki husustur. Öyle ise bu iki harama müeddi olan vâsıtalar da haramdır. Çocuklardan birini öbürüne karşı kayırmak ise bu iki harama müeddi olur." Münâvî'nin açıklaması da şöyle: "Dünya ve âhiretin intizâmı adalete bağlıdır. Aralarında farklı muamele, (kardeşler arasında) karşılıklı kin, buğz ve adavete, ebeveyne ve kardeşlere karşı haksızlıklar neş’et eder."[143]
Güven: Firavun'a karşı tebliğ emrini aldığı zaman, bu vazifeyi ifada kendini çok zayıf hisseden Hz. Musa'nın, ihtiyacını duyduğu bir yardımcı olarak, öncelikle kardeşi Harun'u taleb etme örneği de kardeş arasında duyulacak güven hissine örnek olmaktadır:
Meâlen: "Musa: 'Rabbim! Göğsümü genişlet, işimi kolaylaştır, dilimin düğümünü çöz ki sözümü iyi anlasınlar. Ailemden kardeşim Harun'u bana vezir yap, beni onunla destekle. Onu görevimde ortak kıl ki, Sana daha çok tesbîh edelim ve çokça analım. Şüphesiz Sen bizi görmektesin' dedi."[144]
Gerçekten, müteakip gelişmeler, Hz. Harun'u talepte Hz. Musa'nın haklılığını gösterecek, Hz. Harun, Hz. Musa karşısında en kritik durumlarda bile edeb ve say-gısmı bozmama örneği verecektir: Tûr-i Sînâ'da Cenâb-ı Hakkın vahyine mazhar olduktan sonra, ellerinde Tevrat levhaları olduğu halde donen Hz. Musa kavmine geldiğinde, Yahudilerin, Sâmirî adında bir kuyumcu tarafından dökülen altın buzağı heykeline tapmakta olduklarını görünce, elindeki Tevrat levhalarını bile fırlatıp atacak kadar gazaba gelir ve hesaba çekmek üzere, Hz. Harun'un bu davranış karşısında ağabeyisinin merhametini tahrik edecek bir üslûbla "Ey annemoğlu" diyerek söze başlar ve durumu yalvarma ve rica havası içinde izah eder.
Kur'ân-ı Kerîmde iki ayrı yerde tafsilâtlı olarak anlatılan vak'ayı bizzat âyetten takip edelim:
"Musa milletine kızgın ve üzgün olarak dönünce: 'Benim arkamdan ne kötü olmuşsunuz! Rabbinizin emrinin çabucak gelmesini mi istiyorsunuz?' dedi, levhaları attı ve kardeşinin başından tutup kendine doğruçekti. Harun: 'Ey annemoğlu! Bu millet beni küçümsedi; az kalsın öldürüyorlardı. Bana düşmanları sevindirecek şekilde davranma, beni bu zâlim milletle bir sayma' dedi."[145]
Aile ferdleri arasındaki münâsebetlerden bahsederken kardeşler arası münâsebetlerden de kısaca bahsetmek gerekmektedir. Zira Kur'ân-ı Kerîm'in bu mes'eleye de manidar bir şekilde yer verdiğini görmekteyiz. Manidar diyoruz, zira, burada münâsebetlere müessir olan hisler, her seferinde ebeveyn evlâd arasında mevcut olan ailevî şefkat ve hürmet hisleri değildir. Ailevî ulvi hislerin yanıbaşında, en ileri kötülükleri bile yaptıracak menfî hislere de dikkat çekilmektedir:
Hased:Şu âyette, Hz. Âdem'in evlâdları arasında başlayan ve yeryüzünde işlenen ilk cinayet ve akıtılan ilk kan'ın sebebi olarak gösterilen "hased"in kardeşler arası münâsebette ehemmiyetine dikkat çekilmiş olmaktadır:
"Ey Muhammedi Onlara, Âdem'in iki oğlunun kıssasını doğru olarak anlat: İkisi birer kurban sunmuşlar, birininki kabul edilmiş, diğerininki edilmemişti. Kabul edilmeyen, 'And olsun seni öldüreceğim' deyince, kardeşi: "Allah ancak muttakîlerin takdîmesini kabul eder' demişti. 'Beni öldürmek üzere elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek için sana elimi uzatmam, çünkü ben, Âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım."[138]
Kardeşler arasında bu hissin hâkimiyeti, Sûre-i Yûsufta tekrar ele alınarak te'yîd edilir. Buradaki te'yîd, meşhur kıssanın bidayetlerinde iki ayrı tema ile işlenir:
1. Hz. Yûsufun rü'yâsı üzerine, babası Hz. Ya'kûb'un duyduğu endişe: Yûsufun mazhar olacağı nimetler kardeşleri tarafından bilindiği takdirde onu kıskanıp aleyhinde tuzak kurma tehlikesi.
Meâlen: "Oğulcuğum, rü'yânı kardeşlerine anlatma, yoksa sana tuzak kurarlar."[139]
2. Az. Ya'kûb'un, Hz. Yûsufu diğer oğullarına nazaran daha çok sevmesi sebebiyle kardeşlerinin duyduğu kıskançlık ve hased:
"Kardeşleri: 'Biz birbirimize bağlı bir topluluk olduğumuz halde, babamız, Yûsufu ve kardeşini daha çok seviyor. Doğrusu babamız apaçık bir yanılma içindedir. Yûsufu öldürün veya onu ıssız bir yere bırakıverin ki babanız size kalsın; ondan sonra da iyi kimseler olursunuz' dediler."[140]
Ahsenü'l-Kasas olarak bilinen, Hz. Yûsufla alâkalı bu Kur'ânî kıssada, bizzat Cenâb-ı Hakkın dikkatlerimize arzettiği üzere[141], araştırıp "soracaklar için nice ibretler vardır."
Bu ibretler meyânında, mevzûmuzu yakînen ilgilendirenlerden olmak üzere, Hz. Yusuf un kardeşlerini affetmesi ve hiçbir vak'a olmamış gibi aralarında gerçek sulhun teessüs etmesi; kardeşlerinin tevbe etmeleri, tövbelerinin kabulü, tevbeleri kabul edildikten sonra onların da peygamberlik gibi en yüksek mertebelere yükselmeleri vs. hatırlatilabilir.
Teferruata girmeden şu kadarını kaydedeceğiz ki, Hz. Peygamber (a.s.m.), daha önce belirttiğimiz evlâdlar arasında eşit davranma emrine uymamanın uzak neticelerini bir başka hadîslerinde, söz konusu âyet-i kerîmeyi de tefsir edercesine açıklamaktadır:
"Çocuğunun kendisine iyi davranmasında ona yardımcı olan babaya Allah rahmetini bol kılsın."[142] Yâni, baba evlâdlarına eşit muamelede bulunmak sûretiyle, onların da kendisine karşı iyi davranmalarını sağlayarak, en mühim vazifede -ki bu, babasına karşı iyi davranmaktır- ona yardım etmiş olacaktır.
Mevzûmuzu kısmen uzatma pahasına da olsa, evlâdlar arasında eşit davranmanın "vâcib" olduğu görüşüne zâhib olan âlimlerden iki kısa iktibasta bulunacağız: İbnu Hâcer'in kaydına göre, "Eşit muamele vacibin mukaddimesidir. Çünkü kardeşliğin kopması ve ebeveyn hukukuna riayetsizlik (kat'u'r-rahm vel-ukuk) dînen haram kılman iki husustur. Öyle ise bu iki harama müeddi olan vâsıtalar da haramdır. Çocuklardan birini öbürüne karşı kayırmak ise bu iki harama müeddi olur." Münâvî'nin açıklaması da şöyle: "Dünya ve âhiretin intizâmı adalete bağlıdır. Aralarında farklı muamele, (kardeşler arasında) karşılıklı kin, buğz ve adavete, ebeveyne ve kardeşlere karşı haksızlıklar neş’et eder."[143]
Güven: Firavun'a karşı tebliğ emrini aldığı zaman, bu vazifeyi ifada kendini çok zayıf hisseden Hz. Musa'nın, ihtiyacını duyduğu bir yardımcı olarak, öncelikle kardeşi Harun'u taleb etme örneği de kardeş arasında duyulacak güven hissine örnek olmaktadır:
Meâlen: "Musa: 'Rabbim! Göğsümü genişlet, işimi kolaylaştır, dilimin düğümünü çöz ki sözümü iyi anlasınlar. Ailemden kardeşim Harun'u bana vezir yap, beni onunla destekle. Onu görevimde ortak kıl ki, Sana daha çok tesbîh edelim ve çokça analım. Şüphesiz Sen bizi görmektesin' dedi."[144]
Gerçekten, müteakip gelişmeler, Hz. Harun'u talepte Hz. Musa'nın haklılığını gösterecek, Hz. Harun, Hz. Musa karşısında en kritik durumlarda bile edeb ve say-gısmı bozmama örneği verecektir: Tûr-i Sînâ'da Cenâb-ı Hakkın vahyine mazhar olduktan sonra, ellerinde Tevrat levhaları olduğu halde donen Hz. Musa kavmine geldiğinde, Yahudilerin, Sâmirî adında bir kuyumcu tarafından dökülen altın buzağı heykeline tapmakta olduklarını görünce, elindeki Tevrat levhalarını bile fırlatıp atacak kadar gazaba gelir ve hesaba çekmek üzere, Hz. Harun'un bu davranış karşısında ağabeyisinin merhametini tahrik edecek bir üslûbla "Ey annemoğlu" diyerek söze başlar ve durumu yalvarma ve rica havası içinde izah eder.
Kur'ân-ı Kerîmde iki ayrı yerde tafsilâtlı olarak anlatılan vak'ayı bizzat âyetten takip edelim:
"Musa milletine kızgın ve üzgün olarak dönünce: 'Benim arkamdan ne kötü olmuşsunuz! Rabbinizin emrinin çabucak gelmesini mi istiyorsunuz?' dedi, levhaları attı ve kardeşinin başından tutup kendine doğruçekti. Harun: 'Ey annemoğlu! Bu millet beni küçümsedi; az kalsın öldürüyorlardı. Bana düşmanları sevindirecek şekilde davranma, beni bu zâlim milletle bir sayma' dedi."[145]