saniyenur
Sat 16 June 2012, 10:19 am GMT +0200
KANUN KOYUCU OLARAK HZ. MUHAMMED
Giriş
İnsan, âlemlerin Rabb'ine ibadet etmek (51: 56) ve yeryüzünde adalet, takva ve fazilet nizamını kurmak (57: 25 ve 22: 41) için yaratılmıştır. Kendisine bu çabasında yardımcı olması için Resulleri aracılığıyla Rabbinden hidayet ve rehberlik vadedilmiştir (2: 38 ve 7: 35). Ancak, ne zaman Allah'ın rasullerinden biri insanları hidayete yöneltmek için gelse onu yalanlamışlardır (30: 47 ve 7: 101). Allah beşerin ders alması için birbiri peşisıra nebiler göndermiş (23:44), ancak yaratılışı esnasındaki meleklerin sözlerini doğrularcasına, insan yeryüzünde Allah'a karşı isyan-bozgunculuk tavrını sürdürmüş ve masum insanların kanlarım akıtmaya devam etmiştir. Geçmişiyle, tecavüzkar hareketlerini engelleyecek zorlayıcı güç olmadan barış içerisinde yaşayamayacağım isbatlamıştır. Zayıf ve yoksullar, toplumda yetki ve nüfuz sahibi güçlülerin saldırısına her an katlanmak zorunda kalmışlardır. İşte bu yüzden, isyankar unsurların aktivitelerine mani olmak ve toplumdaki zayıfların haklarını korumak amacıyla Hakim olan Allah rasul-leri vasıtasıyla kendi hükmünü göndermiştir. "Andolsun, biz elçilerimizi apaçık burhanlarla gönderdik ve insanlar adaleti ayakta tutsunlar diye, onlarla birlikte Kitabı ve mizanı indirdik. Bir de kendisinde çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) yararlar bulunan demiri indirdik; öyle ki Allah, kendisine ve Rasulü'ne gayb ile (görmedikleri halde) kimlerin yardım edeceğini bilsin (ortaya çıkarsın). Şüphesiz ki Allah, büyük kuvvet sahibidir, yegane galip olandır." (57: 25).
Gerek ferdî yaşantılarında, gerekse toplumsal örgütlenmelerinde insanlar adalet ve marufu ayakta tutsunlar diye Allah, apaçık hakikat belgeleriyle birlikte beşer hayatının her yönünü banndıran mükemmel hidayet rehberleri göndererek hiçbir hususta şüpheye mahal bırakmamıştır. Şayet bir direnme yahut karşı koyma ile karşılaşılırsa, bütün beşeriyetin faydasınadır, insanlar, Allah'ın hükmünü yerine getirmek amacıyla kuvvet kullanabilirler. Kanun ve nizamı sağlamak, insanların haklarını korumak amacıyla zaman zaman rasulleri vasıtasıyla Allah tarafından şeriatler gönderilmiştir. Bu tür ilahi emirleri getiren son rasul ise Muhammed'dir. O'nun çağrısı ve öğretisi bütün insanlığa şamil ve evrensel olduğundan; kıyamet gününe kadar insanoğlu İçin hidayet rehberi olarak kalacağından, şümullü kılınmış olup beşikten mezara kadar beşer hayatının her cephesini kaplayacak genişliktedir. Toplum içerisinde insan hayatını düzenleyen temel hukuk kaidelerini sunar. Kur'an ve sünnetin temel prensipleri ışığında ahkamı yorumlayıp yeni ihtiyaçlarını karşılamak için sonraki nesillere engin bir alan bırakır. İslam hukukunun temel prensipleri ve sünnette bulunan davranış Örnekleri gelecek zamanlar için değişmeyip sabit kalır ve topyekün insanoğluna tatbik edilmesi zaruridir. Bu prensipler sosyal hayatın şu yönlerini kapsar:
1- Can emniyeti,
2- Mal emniyeti,
3- Namus emniyeti,
4- Din emniyeti,
5- Miras emniyeti,
6- İfade ve isbat hakkının korunması
(Hakim Şeyh Abdulhamid, "Rasul, as a legis-lator" adlı makalesi, Sayyara Dıgest, Rasul özel sayısı, c.II, Kasım 1973).
Kur'an-ı Kerim'de hukuki konularla ilgili çok az sayıda ayet vardır. Fakihlere göre bunlar miras, evlilik, mehir, boşanma, hediye, vasiyet, alış veriş, himayet, kefalet ve cinayet gibi konuları kapsar. Şüphesiz ki, durmadan değişen ve gelişen dünyada bu birkaç kural çeşidi yahut kanun maddesi her yeni hal ve problemleri ihtiva etmez. Bu yüzden İslam'ın temel prensipleri ışığında zamanın ve mekanın ihtiyaçlarına göre İslam hukuku ile aynı çizgide olmaları ve onun esaslarından herhangi biriyle çelişmemeleri şartıyla kanunların yapımını Kur'an-ı Kerim gelecekteki kanun yapıcılarına bırakmıştır.
Bu anlamda İslam'ın ilk kanun yapıcısı Hz Muhammed'dır. O, Kur'an-ı Kerim'in hükümlerini tefsir etmiş ve hayatın fiili problemlerine bu hükümlerin uygulanış tarzı hakkında izahlarda bulunmuştur. Kur'an-ı Kerim'in ihtiva ettiği ilahi ahkamın herhangi birini değiştirmemiş yahut başkalaştırmamış, aksine O'nun tefsir ve izah edicisi olarak hareket edip, ileriki bölümlerde de göreceğimiz üzre, O'nu yalnızca değişik durumlara tatbik etmiştir. İlahi hüküm Hz. Muhammed'a Allah tarafından Kur'an formunda verilmiştir. Şeriat, "bu dünyayı insanın menfaatine yaratan Allah tarafından kesin ve açık olarak belirtilen bir kanundur. O, her şeyi insanın emrine veren Allah tarafından beyan edilmiştir, insanoğlunun adımlarının yönlendirilmesini ifade eder. O, insanoğluna zarar veren herşeyi yasaklar, ona fayda sağlayan ve kullanışlı olan her şeye müsade eder ya da emreder. Şe-riat'ın temel prensibi; bütün gerçek ihtiyaç ve arzularını karşılama, çıkarlarını koruma ve başarı-mutluluk elde etme gayesine yönelik akla uygun her tür çabayı gösterme hakkına bazen de yükümlülüğüne insanoğlunun sahip olmasıdır. Ancak bütün bunlar Öyle bir tarzda yapılmalıdır ki; hem diğer insanların çıkarları tehlikeye atılmamalı, hak ve yükümlülüklerini yerine getirmelerine yönelik gayretlerine zarar verilmemeli, hem de gayelerine ulaşımında aralarında yapılması mümkün bütün sosyal dayanışma, yardımlaşma ve işbirliği ortaya konmalıdır." (Ebul A'la Mevdudi, Towards Understanding islam).
Ancak, ilişkileri açısından insanların karakterlerine baktığımızda iki çeşit insanın olduğunu görürüz: "Güç ve imkanlarım bilerek yanlış kullanan ve yanlış kullanım sebebiyle kaynaklan israf eden, kendi hayati çıkarlarını zedeleyen ve diğer insanlara zarar verenler ile samimi ve ciddi olan ama cehaletleri sebebiyle hataya düşenler. Güçlerini bilerek yanlış kullananlar habis ve günahkar olup idare ve ıslah edilmelerinde kullanılması için hukukun güçlü kılıcına müstehaktırlar. Cehaletleri yüzünden hataya düşenler ise hakiki bilgi ve irşada ihtiyaç duyarlar, öyle ki Sırat-ı Musta-kim'i görebilsinler, güç ve imkanlarını en iyi şekilde kullanabilsinler. Allah tarafından açıklanan yönetim manzumesi işte bu gerçek ihtiyacı karşılar." (Ebul A'la Mevdudi, a.g.e). İlahi hükmün (Kur'an'ın) tatbikini gösteren ilk şahıs Rasulullah'tır. Allah'ın Rasulü olması hasebiyle, Allah'ın kanunlarının uygulanmasını en iyi bilen de yine O'dur. O'nun hayat tarzı ve uygulamaları müslümanlar üzerine bağlayıcı kılınmıştır. Kur'an-ı Kerim bu bağlayıcılığı şu ifadelerle açıklar: "Kim Rasul'e itaat ederse gerçekte Allah'a itaat etmiştir" (4:80) ve "Artık Rasul size ne verdiyse onu alın, sizi neden sakındınrsa ondan da kaçının" (59:7).
İslam'ın ortaya koyduğu hayat şeması bir haklar ve yükümlülükler dizisinden oluşup bütün inananlar bunları yerine getirmekle görevlendirilmişlerdir. Genel olarak, İslam Şeriatı iman edenler üzerine dört çeşit hak ve mükellefiyet yükler:
1- Allah'ın haklan,
2- Kendi nefsinin hakları,
3- Diğer insanların hakları,
4- Allah'ın insanın hizmetine verdiği ve kendi yararı için bunları kullanma yetkisini insana bahşettiği güç ve imkanların haklan. Bu haklar ve mükellefiyetler İslam Şeriati'nin bel kemiğini teşkil etmekte olup bilinmeleri ve ciddiyet, ,titizlik ve samimiyetle yerine getirilmeleri her müslümanm görevleri arasındadır. (Ebul A'la Mevdudi, a.g.e). Şeriat'ın kural ve düzenlemeleri bu hakları korumak amacını taşıdığından hak ve mükellefiyet türlerinin açıklanması gereklidir. Bununla birlikte, bu bölümde müzakere etmeyi düşündüğümüz hukuki problemlerin asliyetini teşkil ettiğinden burada yalnızca diğer insanların hakları üzerinde durulacaktır.
İslam Şeriatı bir taraftan insana kişisel haklarını kullanmasına izin vermiş, öte taraftan da bu haklannı diğer insanlann benzer haklarına tecavüz etmeyecek şekilde kullanmasını emretmiştir. Başka bir ifadeyle, diğer fertlerin benzer haklarına müdahale etmemek kaydıyla haklarını kullanıp kullanmamakta fert özgürdür. İslam Hukuku bu suretle, aralarında hiçbir çatışmanın çıkmaması ve karşılıklı yardımlaşarak yeryüzünde Allah'ın hükmünU ikame etmeleri amacıyla ferdin haklan ile toplumun haklan arasında bir denge kurmaya çalışmıştır. İslam Şeriatı bu amaçla, kendi haklannı kullanırken diğerlerinin haklannı ihlal etmesi muhtemel kişiler için kesin sınırlar ortaya koymuştur. Ve hiçbir devlet, hukuk sistemini Kur'an ve sünnet ile aynı çizgiye getirmedikçe gerçek anlamda İslam Devleti olarak isimlendirilemez.
Çeşitli meselelerle ilgili olarak hem İlâhî hüküm (Kur'ân), hem de Rasûlullah tarafından ortaya konan kanunlar aşağıda açıklanmaya çalışılmıştır.
Aile Hukuku; Evlilik, mehir, boşanma, boşandıktan yahut kocanın ölümünden sonraki bekleme müddeti (iddet), nafaka, emzirme, sütten kesme gibi hususlarla ilgili hukukî konulan ihtiva eder.
Evlilik: İslam'da evlilik şahitler önünde icab ve kabul ile hukuki statü kazanan bir akiddir. "Bunların dışında kalanı -namuskâr ve zinaya sapmamış (insanlar) halinde (yaşamanız şartıyla) mallarınızla (mehir vermek suretiyle) ara(yıp nikahla)manız için- size helâl edildi." (4:24). İslam, evlilik vasıtasıyla saf-iffetli kalmaları ve nzıklarının artması daha muhtemel olduğundan genç insanların evlenmesini teşvik eder. Müslümanlar yine aynı sebeple bekâr, köle ve cariyelerini evlendirmekle emrolunurlar: "İçinizden evli olmayanları, kölelerinizden ve cariyelerinizden salih olanları evlendirin. Eğer fakir iseler Allah, kendi fazlından onları zengin eder... Nikâh (imkânı) bulamayanlar, Allah onları kendi fazlından zenginleştirinceye kadar iffetlerini korusunlar." (24:32-33).
Rasûlullah da, "İçinizden evlenmeye gücü yeten evlensin. Zira evlenmek gözleri haramdan korur, sizi zinadan muhafaza eder. Gücü yetmeyen kimse ise oruç tutsun. Çünkü orucun şehveti kıran bir hassası vardır" buyurmuştur. (Buhari ve Müslim). O halde evlenmeye güç yetiremeyenlere İslam, oruç tutarak takva ehli olmalarım öğütlemektedir. Rasûlullah'dan şu ifadeler de naklolunur: "Allah'ın yardım edeceği üç kişi vardır. İlki, iffetli bir hayat dileyerek evlenen kişidir..." (Tirmizi, Nesei ve İbni Mace). "Evlenen kimse dininin yansını kurtarmıştır. Artık diğer yarısı için Allah'tan korkup sakınsın." (Beyhaki, Şu'eb el-iman). İbni Abbas, Rasul'ü Ekrem'den rivayet eder ki, "Allah'ın huzuruna çıktığında temiz olmak isteyen, hür kadınla evlensin" (Buhari). Diğer bir rivayette Rasûlullah, "Bütün dünya hoştur, ancak en güzel olanı salih bir kadındır..." buyurmuştur. (Müslim).
Adalet Gözetilerek Yapılan Sınırlı Çok Evlilik: İslam, aralarında adaleti gözetmek kaydıyla dört kadına kadar evlenmeye izin verir. "Eğer yetim (kız)lar hakkında adaleti yerine getiremeyeceğinden korkarsamz sizin için helal olan (diğer) kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikahlayın. Şayet (bu suretle de) adalet yapamayacağınızdan endişe ederseniz o zaman bir (eş) ya da sağ ellerinizin malik olduğu (cariye) ile (yetinin). Bu, sapmaT manıza daha yakındır." (4:3). Bu ayet-i kerime hanımların sayısını kesin olarak sınırlar ve aynı anda dörtten fazla hanımla evlenmeyi yasaklar. Bunun yanısıra, ayet-i kerime çok evliliği hanımlar arasında adalet şartına bağlayarak kısıtlar; adaleti yerine getiremeyenler için tek eşi tavsiye eder. Yukandaki ayeti izah ederken Rasûlullah'ın zevcelerinden Aişe; "Bu ayetle zikrolunan yetimden murad, bir erkeğin vesayet ve himayesi altında iken hamisince malma ve güzelliğine imrenerek nikah edilen ve ancak mihri, emsali kızlann mih-rinden eksik takdir edilerek adaletsizlik yapılan yetimdir. Bu ayet-i kerime nazil olarak, mal tamahıyla emsalinden noksan mehir vererek öksüz kızlan nikah etmek nehyolunup başka kadınlardan lüzum ve ihtiyaca göre iki, üç ve nihayet dört kadınla evlenebilmelerine müsaade olundu" demiştir. (Buhari).
Dört Hanımdan Fazlası: Nisa suresinin yu-kanda zikredilen ayet-i kerimesi nazil olduğunda dörtten fazla zevcesi bulunan bütün müslümanlann dört tanesinin dışındakilerini boşamalan Rasûlullah'ca emredildi. İbni Ömer, Gaylan b. Seleme es-Sakafi'nin İslam'ı kabul ettiğinde 10 hanımı olduğunu ve Rasu-lullah'ın ona hanimlannm dördünü tutmasını ve geri kalanlardan ayrılmasını söylediğini rivayet eder. (Ahmed, Tirmizi ve İbn-i Mace). Nevfel b. Mu'aviye der ki, "İslam'ı kabul ettiğimde beş zevcem vardı, bu yüzden Rasulul-lah'a danıştım ve O, "Dördünü tut ve birinden ayni" buyurdu. Ben de benimle en uzun süre kalan ve 16 yıldır kısır olanını seçip ondan aynldım." (Şerh-üs Sünne).
Evlenilmesi Haram Olanlar: Rasûlullah, aralarında evliliği gayri meşru kılacak kan bağına mukabil gelen süt kardeşliği bağının bulunduğu kişilerin evliliklerini yasaklamıştır: "Neseb bakımından haram olan her şeyi süt hısımlığı da haram kılar." (Buharİ).
Ümmül-Fadl, Rasulullah'ın, "Bir veya iki kez emmek, nikahı haram kılmaz" buyurduğunu rivayet eder. (Müslim). Ümmü Seleme'nin Rasulullah'dan rivayeti ise, "Rada'dan haram olan, ancak memeden kesmeden Önceki dönemde göğüsten alınıp bağırsaklara girendir" şeklindedir. (Tirmİzİ). Ukbe b. Haris el-Kureşİ'den rivayet olunduğu üzre, Ukbe, İhab b. Aziz'in kızıyla (Ümmü Yahya bintİ Ebi Ih-bab) evlenmiş, müteakiben bir kadın gelmiş ve, "Ben sizin İkinizi de emzirdim" demiş. Ukbe; "Beni emzirdiğini bilmiyorum, sen de bunu daha Önce anlatmadın" cevabım vererek Ebi İhab'ın ailesine gidip konuyu araştırmış, onlar da mesele hakkında bilgileri olmadığını belirtmişlerdi. Bunun üzerine Ukbe Rasulullah'a giderek ne yapması gerektiğini sormuş, Rasul de "Sana anlatıldıktan sonra nasıl olur da tereddüt edersin?" buyurmuştur. Nitekim Ukbe hanımım boşamış, kadın da bir başkasıyla evlenmiştir. (Buharı).
İbni Abbas, Bakara suresi'nin 221. ayetini izah ederken, "Yedi tip evlilik kan bağı (karabet) sebebiyle haramdır; yedi çeşit de evlilik (sıhriyet) sebebiyle" demiş ve ardından Nisa suresi'nin 23. ayetini okumuştur. Hz. Aişe de, Rasulullah'dan şöyle buyurduğunu rivayet eder; "Neseben haram olan, süt cihetinden de haram olur." (Buhari).
Değiş-Tokuş Suretiyle Evlilik (Şiğar): Kişilerin, kızlarını (yahut kız kardeşlerini) mehir ödemeden karşılıklı değişerek evlenmeleri şiğar olarak isimlendirilir. İbni Ömer'den Peygamber'ın, şiğar suretiyle nikâhdan neh-yettiği rivayet olunmuştur ki, genel olarak şiğar "bir kimsenin kızını diğerine - onun da kızını kendisine vermesi şartıyla- tecviz etmesidir. Aralarında mehir de yoktur" anlamını taşır. (Buhari).
Ebu Hureyre'den gelen bir rivayette Rasul~ü Ekrem'in, "Bir kadınla onun halası, yine böyle bir kadınla onun teyzesi birlikte nikâh olunmaz. Ne küçük kız kardeş, ablasının evli olduğu kimseye nikah olunur, ne de büyük kız kardeş küçüğünün evli olduğu kimseye" buyurduğu tasrih olunmuştur. (Tirmizi, Ebu Da-vud, Darimi ve Nesei).
Berâ b. Azib der ki, dayım Ebu Bürde b. Niyar'a alem taşıyarak yanımdan geçerken nereye gittiğini sordum. Bana, "Rasulullah beni, babasının hanımıyla evlenen kişinin başını getirmeye gönderdi" cevabını verdi. (Tirmizi veEbuDavud).
Rasulullah'ın, "Her kim bir kadınla evlenip onunla karı-koca hayatı yaşarsa artık o kişinin, bu kadının kızıyla nikahlanması helal değildir. Ancak karı-koca ilişkisinde bulunma-mışsa bu kızla evlenebilir. Ve kim bir kadınla evlenirse, artık o kişinin bu kadının annesiyle nikahlanması helal değildir, ister karı-koca hayatı yaşamış olsun, isterse yaşamamış" buyurduğu rivayet olunur. (Tirmizi). Babasının da hazır bulunduğu bir toplulukta Dehhak b. Firuz Deylemi Rasulullah'a, "Ey Allah'ın Ra-sulü, İslam'ı kabul ettim. Ancak iki kız kardeşle evliyim" demiş, Peygamber da, "Onlardan istediğin birini seç" buyurmuştur. (Tirmizi, Ebu Davud ve İbn-i Mace).
Kur'an-ı Kerim, aralarında belirli kan akrabalığı (karabet) bulunanlarla ve müşriklerle evlenmeyi yasaklar. "Sizlere; anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşlerinizin kızları, sizi emziren (süt) anneleriniz, süt kız kardeşleriniz, hanımlarınızın anneleri, kendileriyle (zifafa) girdiğiniz kadınlarınızdan olup koruyuculuğunuz altında bulunan üvey kızlarınız -onlarla zifafa girmemişseniz, size bir beis yoktur-, sizin sulbünüzden olan oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi bir araya getirdiğiniz (evlilik) haram kılındı... (Bir de harp esiri olarak) sahip olduğunuz cariyeler müstesna, diğer bütün nikahlı kadınlarla evlenmeniz size haram kılındı..." (4: 23-24).
Müşriklerle Evlilik: Putperest müşriklerle evlilik de yasaklanmıştır. "Allah'a eş koşan kadınlarla, onlar iman edinceye kadar nikahlanmayın; iman eden bir cariye, müşrik bir kadından -hoşunuza gitse de- elbette daha hayırlıdır. Müşrik erkeklere de onlar iman edinceye kadar (mümin kadınları) nikahlamayın; iman eden bir köle-müşrik bir erkekten -hoşunuza gitse de- elbette daha hayırlıdır. Onlar ateşe çağırırlar, Allah ise kendi izniyle cennete ve mağfirete çağırır." (2: 221).
Zânilerle Evlilik: Bekâr veya evli zina edenlerle evlilik kınanmıştır. "Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan kadından başkasını nikahlayamaz; zina eden kadın da, zina eden veya müşrik olan erkekten başkasını nikahlayamaz." (24: 3).
Mehir: Mehir, İslam'da evliliğin vazgeçilmez esaslarından biridir. "O halde onlardan hangisiyle yararlandıysanız, onlara ücret (mehillerini, tesbit edildiği vech ile verin." (4:24). "Kadınlara mehirlerini gönülden isteyerek (ve bir hak olarak) verin, fakat onlar gönül hoşnutluğu i'e ondan birazını size bağışlarlarsa, onu da afiyetle, iç huzuru ile yeyin." (4:4). "Kendilerine el sürmediğiniz, mehirlerini de tesbit etmediğiniz kadınları boşamanızda sizin için bir vebal yoktur." (2: 236). "Bir eşi bırakıp da yerine başka bir eş almak isterseniz, onlardan birine (öncekine) yüklerle (mehir) vermiş olsanız bile ondan hiçbir şeyi almayın." (4: 20).
Rasulullah mehir için özel bir miktar belirlemedi ve miktarı kocanın haline, konumuna ve ekonomik vaziyetine bağladı. Enes b. Malik, Abdurrahman b. Avf in bir kadınla evlenirken ağırlıkça hurma taşma eşit altmı mehir olarak verdiğini rivayet eder. Rasul-ü Ekrem, Abdurrahman'ın yüzündeki mutlu ifadeyi gördüğünde sebebini sormuş, o da, "Bir kadınla evlendim ve ona mehir olarak ağırlıkta hurma taşına eşit altın verdim" demiştir. Sehl Ibn-i Sa'd'dan şöyle rivayet olunmuştur. Rasulullah da bir kere bir kadın gelip kendisini zevceliğe almasını teklif etti. Rasul-ü Ekrem gözlerini indirip sükut etti. Orada hazır bulunan bir sahabi; "Ya Rasulullah, bu kadını bana tezvic etseniz!" dedi. Rasul-ü Ekrem, "Mehir olarak verecek bir şeyin var mı?" diye sordu. Sahabi, "Hayır ya Rasullulah, yanımda hiçbir şey yoktur" dedi. Peygamber, "Haydi gidip araştır ve demir bir yüzük olsun bul, getir, tak" buyurdu. Sahabi gitti. Sonra dönüp gelerek "Hayır ya Rasulullah, dünyalık bîr şey, demir bir halka bile bulamadım. Lakin şu izarım var, bunun yansım verebilirim" dedi. Bunun üzerine Rasulullah, "İyi ama izarınla ne iş görebilirsin, neye yarar? Onu sen giysen kadının üstünde ondan bir şey bulunmaz, açıkta kalır, kadın giyerse sen çıplak kalırsın" buyurdu. Adamcağız bulunduğu yere oturdu. Bu oturuşu uzayınca da meyus bir halde kalkıp gitti. Rasulullah bu zatın ümitsiz gittiğini görünce onu ya kendisi çağırdı, yahud birisine çağırtarak, "Kur'an'dan ezberinde bir şey var mı?" diye sordu. Fakir sahabi, "Ezberimde şu sure var, şu sure var, şu sure var" diye saymaya başladı. Bunun üzerine Rasulullah, "Kur'an'dan ezberindeki surelere karşılık seni bu kadınla nikahladım" buyurdu. (Buhari).
Rasulullah buyurmuştur ki; "En fazla sebat edilmesi gereken vaad (kadının) mahrem bölgelerinden yararlanma hakkı için verilendir" (Buhari). Ömer b. Hattab'm, Rasulullah'ın zevcelerinden biriyle evlenirken yahut kızlarını evlendirirken 12 ukkiyedçn (480 dirheme eşittir) daha fazla mehir verdiğini bilmiyorum" dediği rivayet olunur (Ahmed, Tirmizi, Ebu Davud, Nesei, İbn-i Mace ve Darimi). Hz. Aişe'ye göre Rasulullah'ın zevcelerine verdiği mehir, "12 ukkiye bir de neşş idi. Neşş ise ukkiyenin yansıdır. Böylece olup olacağı toplam beşyüz dirhemdir." (Müslim).
Talak ve Mehrin Ödenmesi: Bu hususta, aşağıda açıklandığı üzere bazı meseleler ortaya çıkabilir, (a) Kendileriyle temasta bulunulmamış ve mehiride belirlenmemiş zevcelerini boşamaları halinde kocaların durumlarına göre kadınlara ödemede bulunması öğütlenir. "Kendilerine el sürmediğiniz, mehirlerini de tesbit etmediğiniz kadınları boşamanızda sizin için bir vebal yoktur. Onları faydalandırın; zengin olan kendi gücü, darda bulunan da kendi halince maruf bir şekilde faydalandır-malıdır. Bu, iyilik etme şiarında bulunanlar üzerine bir haktır." (2: 236). (b) Mehiri belirlenmiş ancak kendileriyle temasta bulunulmamış hanımlar için ise mehrin yarısı vardır. "Eğer onlara mehir tesbit eder de, el sürmeden boşarsanız, bu durumda -kendileri ya da nikah bağı elinde olanın bağışlaması hariç- tesbit ettiğiniz(mehrin)in yarısı onlarındır. Siz (erkekler)in (tümünü veya fazlasını) bağışlamanız takvaya daha yakındır. (Aranızdaki) üstünlüğü de unutmayın." (2: 237).
İbn-i Ömer rivayeî eder ki, "Rasulullah, kocanın hanımını zina ile suçlamasından dolayı Aclan oğullarından bir çiftin ayrılığına hükmetti. Rasulullah mülaaneden önce, "Ey karı-koca, Allah bilir ki, ikinizden birisi yalancıdır. Bu yüzden ikinizden biri mülaaneden önce tövbekar olup da lanetleşmekten sarf-ı nazar eder mi?" diye üç kez sordu. Ancak her defasında ikisi de kaçındı. Mülaaneden sonra Rasul-ü Ekrem çiftin ayrılığına hükmetti. Kocaya, "Artık bu kadın üzerinde alakan ve kocalık hakkın kalmadı" buyurdu. Zevci, "Ya Rasulullah, ya benim mehir olarak verdiğim malım ne olacak?" diye sordu. Rasul-ü Ekrem, "O mal sana ait değildir. Çünkü, kadına zina isnadında doğru bile olsan, o malı sen kadını kendine helal kılman mukabilinde vermiştin, mal da kadının olmuştu. Şayet sen zina isnadında yalancı isen mehir malını istemek sana daha uzaktır" buyurdu. (Buhari).
Yukarıda zikredilen ayet ve hadisler mehir vermenin kocanın üzerine bir vazife olduğunu ve tüm diğer borçlara nazaran öncelikle ödenmesi gerektiğini açıkça göstermektedir. Mehir, evliliğin onsuz olunmaz şartlarından biridir ve kendi isteğiyle kadın tarafından kısmen veya bütünüyle vazgeçİlmedikçe kocanın hanımına ödemesi gereklidir.
Kadının Rızası: Hem kadın hem de erkeğin nzası olmadan hiçbir evlilik oluşamaz. Bakire kızın rızası sessiz kalma ile bilinirken, dul kadının nzası muvafakatinin alınmasıyla belli olur ki, bunlar olmadan evlilik meşru kabul edilemez. Küçük kız için ise velisinin izni esastır. Ancak kız baliğ olduğunda evlilik mukavelesini iptal etme hakkına sahiptir. Benzer şekilde, köle ile evli cariye hürriyetine kavuşunca evliliği ilga edebilir. Allah, velinin iznini yetim kızla evlenmenin şartı kılmıştır. "Öyleyse onlan, fuhuşta bulunmayan, iffetli ve gizlice dost edinmemişler olarak velilerinin izniyle nikahlayın." (4: 25). Rasulullah'da gelinin nzasınm evlilik için gerekli olduğunu beyan etmiştir: "Dul kadın (ister boşanmış, ister kocası vefat etmiş olsun), kendisinin sarahaten emri olmadıkça nikah olunamaz; bakire kız da kendisinden izin alınmaksızın nikah olunamaz ki onun izni sükut etmesidir." (Buhari ve Müslim). Ensar kadmlanndan Hansa bint-i Hızam'ı, babası Halid, iznini, nzasını almadan tecviz etmişti. Halbuki Hansa' dul kadındı. Kadın bu izdivacı hoş görmeyerek Rasul-ü Ekrem'e gidip şikayet etti. Rasulullah'da bu nikahı red ve iptal etti. (Buhari). Bakire bir kız, Peygamber'a gelerek, istemediği halde babasının kendini tecviz ettiğini anlatmış, Rasulullah da onu muhayyer bırakmıştır. (Ebu Davud).
Diğer bir rivayette Rasulullah, "Şehadetsiz kendilerini evlendiren kadınlar zanidirler" buyurmuştur. (Tirmizi). Hadis-i şerif, nikahın Şahitler önünde icra edilmesi gerektiğini tesbit eder ki, İslam Hukuku bu konuda iki şahidi zaruri görür. Rasul-ü Ekrem, nikahın şahitler önünde kıyılıp ilan edilmesi gerektiğini ısrarla belirtmiştir. (Tirmizi). Yine, evlilikten önce tarafların birbirlerini görmelerini istemiştir. Cabir'den rivayet olunduğuna göre, Rasulullah; "Evlenmek için bir kadını istediğin vakit, eğer onunla evlenmeye sebep teşkil eden yerini görebileceksen bunu hemen yap" buyurmuştur. (Ebu Davud).
Rasulullah'ın men ettiği hususlardan birisi de, kendisine başkasınca teklif yapılmış hanımlara evlilik teklifinin gÖtürülmesidir.İbn-i Ömer, Rasul-ü Ekrem'in şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Sizden biriniz, din kardeşinin nikaha talib olduğu bir kadına dünürlük göndermesin. Meğer ki, ikincisi istemezden önce birinci talib vazgeçmiş ola, yahud da birinci talib ikincisinin istemesine müsade etmiş ola." (Buhari ve Müslim). Ebu Hüreyre, de Rasulullah'dan, "Hiçbir kadma, kız kardeşinin çanağındaki nimetin kendi başına boşalması İçin onun talakını istemek (ve onun yerine nikah olunmak) helal olmaz. Bu kadın iyi bilmelidir ki (ezelde) kendisine ne takdir olundu ise, kendisine ait olan nimet ondan ibarettir" rivayetini yapar. (Buhari ve Müslim).
Talak: Kan ye kocanın aynlmaları anlamına gelen talak, İslam Şeriatı'nda kocaya verilen bir haktır. Adaletten ayrılmadığı ve hanımına karşı bu hakkın kullanımında tecavüzkar olmadiği müddetçe talak hakkını kullanmakta koca özgürdür ve hiçbir otorite ve güç bu hakkı kendisinden alamaz. Koca, hanımının isteği üzerine hanımından, ödediği mehİre mukabil bir karşılık olarak nikah bağını kaldırabilir (hulu ve muhalaa), ancak bu, şeriatça memnu görülmemiştir. Rasul-ü Ekrem, "Aile geçimsizliği şiddetlenip de ayrılığın bir zaruret haline gelmesi gibi esaslı sebebi olmadan bir kadın, zevcinden talakını isterse, ona cennet kokusu haram olur" buyurmuştur. (Ahmed, Ebu Davud, Tirmizi, İbn-i Mace ve Darimi). Diğer bir hadisinde, "Evlenin ve boşanmayın, zira Allah, şehvetleri peşinde koşan kadın ve erkeklerden hoşlanmaz" buyurmuştur. Bu suretle, boşanma hakkı kocaya verilmesine rağmen öyle kayıtlara bağlıdır ki koca bu hakka ancak son çare olarak başvurabilir. Şayet her iki taraf da birlikte yaşamayı mümkün görmezlerse, işte ancak o zaman katiyetle kaçınılmaz çözüm ayrılma, tarafların iyiliği için gündeme gelir.
Aile, toplumun sosyal hayatında önemli bir rol oynar; aile kurumunun korunması ve sürdürülmesi toplumun bütünlüğü için gereklidir. Bu yüzden İslam, ailenin muhafazası yolunda mümkün olan herşeyi yapar ve kan ile koca arasındaki anlaşmazlık durumlarında tarafların vekilleri aracılığıyla banştınlmalanm tavsiye eder. Bu, onları bir arada tutmak için yapılacak ilk teşebbüstür. "(Kan ile kocanın) aralarının açılmasından korkarsanız, o vakit erkeğin ailesinden bir hakem, kadının da aile1 sinden bir hakem gönderin. Bunlar, gerçekten barıştırmak isterlerse Allah, kan-koca arasında (ki dargınlık yerine) geçim verir." (4:35). Sonra Kur'an-ı Kerim onların vicdanlarına başvurur: "Onlarla güzellikle (maruf üzere) geçinin. Eğer kendilerinden hoşlanmadımzsa olabilir ki bir şey sizin hoşunuza gitmezde Allah onda çok hayır takdir etmiş bulunur." (4:19).
İslam, evliliklerinin işlemez hale geldiği ve ayrılmaktan başka alternatiflerinin kalmadığı durumlarda onlan biraraya getirmek için tüm gayretler başarısız kalmışsa son çare olarak eşlerin boşanmalanna izin verir. Bazen insanlar Öfke ile hanımlarına yaklaşmamak için yemin ederler, ki bu insanlara, aralarındaki anlaşmazlıklarım çözümlemeleri yahut nezih bir şekilde ayrılmaları için sınırlı bir süre tanınmıştır: "Kadınlarından uzaklaşmaya yemin edenler için dört ay beklemek vardır. Eğer (bu süre içerisinde) dönerlerse, kuşku yok ki Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Yok) Eğer boşamada kararlı davranırlarsa (ayrılırlar). Şüphesiz Allah işitendir, bilendir." (2: 226-227). Süleyman b. Yesar, zevcelerinden uzak durmaya yemin eden kişilerin tayin edilen sürenin sonunda zevcesine dönmek yahut ayrılmak zorunda bırakıldıklannı anlatan on kadar ashabla görüştüğünü söylemiştir. (Şerhü's Sürme).
ibn-i Ömer'in rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah; "Allah nazarında helal olanların en sevimsizi talaktır" buyurmuştur (Ebu Davud). Ebu Hüreyre ise Rasul-ü Ekrem'in, "Kendilerini kocalanndan geri çeken kadınlar ve koca-lannı bir bedel karşılığı kendilerini boşamaya zorlayan kadınlar münafıktırlar" buyurduğunu nakleder (Nesei). Muaz b. Cebel, Peygamber'ın kendisine, "Ey Muaz, Allah yeryüzünde kendisine köle azad etmekten daha sevimli; ve boşanmaktan daha sevimsiz gelen şeyler yaratmadı" dediğini aktarır (Darekutni). Suheyb'den yapılan rivayete göre, Rasul-ü Ekrem, "Bir kimse yalnız tatmin-i şehvet için bir kadını nikah eder, mehrini de vermez ise, o kimse zinakar mücrim olarak ölür" buyurmuştur. (Hakim).
İslam'ın nazarında evliliğin en önemli fonksiyonu insanların iffetli ve pak bir hayat sürmelerine yardımcı olmasıdır. Bu fonksiyon ve bu fonksiyondan beklenen amaç, ancak kadın ve erkeğin karşılıklı bir diğerinin cinsi arzularını karşılayabilecek kapasitede olmaları halinde gerçekleştirilebilinir. Eşlerden birinin, diğerinin bu fıtri ihtiyacını karşılayabilecek kudrete malik olmaması halinde islam olaydan etkilenen tarafa ayrılma hakkı verir. Ömer b. Hat-tab, Ali b. Ebi Talib ve diğer meşhur ashaba göre sadece bu tür bir noksanlığın bulunması değil; cüzzam, körlük, delilik ve iktidarsızlık gibi kusurların varlığı da karşı tarafa boşanma teşebbüsünde bulunma hakkı verir. Konu üzerinde yorum yaparken İmam İbn-i Kayyım, "Yalnızca iki yahut altı, yedi veya sekiz kusuru zikretmek ve bunlardan büyük ya da denk diğerlerini eklememek asü maksadı bütünüyle kaybettirir. Kıyas, taraflardan birinde diğerine karşı nefret uyandıran ve evliliğin gerçek gayeleri olan sevgi, şefkat ve merhamet duygularını yok eden her kusurun sözkonusu tarafa ayrılma hakkı verilmesi gerektiği şeklindedir" der.
Hemen burada işaret edilmelidir ki, İslam, evlilik ilişkisine fevkalade hürmet gösterilmesini ister ve tarafları en güç şartlar altında bile bu ilişkinin canlı tutulması için teşvik eder. Cismen birlikte yaşamaları imkânsız hale geldiğinde ayrılabilmeleri hakkını tanımasına rağmen, İslam, son ana kadar çiftleri evlilik bağı altında birlikte tutabilmek için mümkün olan her şeyin yapılmasını ister. Şüphesiz evlilik, başka bir evlilik oluşturmak için kişinin canı İstediği zaman kaldırıp atabileceği bir şey değildir. Rasulullah, Allah'ın lanetinin nevaları uğruna sık sık evlenip boşanan çeşnici erkek ve kadınlar üzerine olacağını beyan etmiştir.
Meşru olan evliliklere hürmet gösterme sorumluluğu yalnızca ferdin omuzlarına düşmez, toplum da aynı derecede sorumluluk sahibidir. Toplumun iki üyesi arasındaki evlilik bağlarını zayıflatacak ya da yok edecek her girişim İslam Şeriatı nazarında alçakça addedilip cezalandırılır. Allah, evli kadınla evliliği yasaklamıştır, yasaklayıcı hükümleri çiğnemeye çalışanlar ise İslam nazarında ziyadesiyle kötü niyetli olarak değerlendirilir. Rasul-ü Ekrem, "Bir kadım kocasından yüz çevirten bizden değildir" buyurmuştur. (Ebu Da-vud). İmam İbn-i Kayyım, bir kadını kendisiyle ya da bir başkasıyla nikahlamak amacıyla bu kadının kocasını Öldüren kimsenin, kadın ister bu cürme katılsın isterse katılmasın, aynı kadınla evlenme hakkından mahrum bırakılmasının İslam'ın temel kaidelerinin ve ruhunun bir gereği olduğunu ifade eder.
Yukarıda da izah edildiği üzre, boşanmaya ancak eşlerin birlikte yaşayamayacakları ve ayrılmakta kararlı oldukları zaman İzin verilmiştir. Karı ile koca arasındaki candan ilişkinin her zaman aynı kalmadığı bir hakikattir; yine İslam Şeriatı'nm, eşler arasındaki gergin ilişkinin öylece belirsizlik içerisinde devam etmemesi gerektiği hususunda ısrar ettiği de doğrudur. Bu yüzden İslam, karı ve kocanın hukuken evli kaldığı ancak münasebette bulunmayıp günlük hayatlarını birbirinden ayrı olarak devam ettirdikleri ve en fazla dört ay süren bir ayrılık dönemi ortaya koymuştur Bu ayrılık İslam Hukuk Sistemi'nde "ila" olarak adlandırılır. Bu süre zarfında taraflar ya aralarında barışmalı ya da tamamen ayrılmalıdırlar ki, her ikisi de hoşlarına gidecek uygun kişilerle yeniden yuva kurabilmek için serbest olabilsinler. Evliliğin yapısında barındırdığı kudsiyetin, aile hayatında vazgeçilmez bir ka-ide-temel olduğu doğrudur; ancak geçimsiz ve uyumsuz iki ferdin bütün ömür boyunca birlikte tutulamayacağı da bir başka doğrudur. Bu yüzden, insanoğlunun zaafîyetini tanımak ve bu tür insanların tümüyle ayrılmalarına izin vermek kaçınılmazdır.
Boşanma Usûlü: Evliliğin işlemez hale geldiği ve nihayet evli çiftin daimi olarak ayrılma karan verdiği durumda taraflar birbirlerine, (hadi hoşçakal) deyip ayrılamazlar. Uymaları gereken sabit bir usul vardır. Kur'an-ı Kerim bunu şu ifadelerle açıklar: "(Ey Peygamber) Kadınları boşayacağınız vakit iddetlerine doğru boşayın. O iddeti de sayın. Rabbiniz olan Allah'tan korkup sakının. Onları evlerinizden çıkarmayın, onlar da çıkmasmlar; ancak apaçık çirkince bir hayasızlık göstermeleri müstesna. Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'ın sınırlarını çiğnerse, gerçekten o, kendi nefsine zulmetmiş demektir... Sonra (Üç iddet bekleme) süresine ulaştıkları zaman, artık onları maruf (bilinen güzel bir tarz) üzere tutun, ya da maruf üzere onlardan ayrılın. İçinizden adalet sahibi iki kişiyi de şahid yapın. Şahidlİği Allah için dosdoğru eda edin." (65:1-2).
Kişi, Rasulullah'ın sünnetine uygun şekilde, hanımını ancak onun hayızdan temiz olduğu ve bu temizlik döneminde onunla münasebette bulunmadığı zaman iki şahidin varlığında boşayabilir. Abdullah b. Ömer karışım hayızlı iken boşamış, Ömer b. Hattab oğlunun bu hareketinin hükmünü Rasulullah'dan sormuştu. Rasulullah bu soruya şöyle cevap verdi: "Oğlun Abdullah'a emret, karısına geri dönsün, sonra onu temizlenip tekrar adetini görünceye ve sonra yine temizleninceye kadar -nikah altında- tutsun; sonrada dilerse aile hayatına devam etsin, dilerse birleşmeden boşansın. İşte Allah'ın, kadınların içinde boşanmasını emrettiği iddet budur." (Buharı).
Talak 'da izlenmesi gereken temel yapı el-Ba-kara Suresi'nde anlatılır. "Boşanma iki defadır. (Sonrası ise) Ya iyilikle tutmak ya da güzellikle bırakmaktır... Erkek, kadını (üçüncü kez) boşarsa artık (kadın) onun dışında bir başka kocayla nikahlanmadıkça_| maz." (2: 229-230). "Bu ayeti kerime İslam öncesi Arabistan'da yaygın olan çok ciddi sosyal bir kötülüğü ıslah etmeyi amaçlar. O dönemlerde, koca, istediği kadar sık talak ilan etme hakkına sahipti. Ne zaman karısı ile ilişkisi gerginleşip incinse onu boşar, ne zaman işine gelse onunla yeniden birleşirdi. Bir sınırlama da olmadığından aynı olay tekrar ve tekrar defalarca yeni baştan cereyan ederdi. Böylece kadın, ne onunla normal bir karı-koca ilişkisine sahip olabilirdi, ne de bir başkası ile evlenebilecek özgürlüğe. Bu Kur'an ayeti, zulme giden bu kapıyı kapamaktadır. Koca bütün evlilik hayatı boyunca hanımını boşamak ve yeniden kavuşmak hakkına yalnız iki defa sahiptir. Bundan sonra ne zaman üçüncü kez talakı beyan etse, artık o kadın ondan tamamen ayrılmış olur." (Ebul A'la Mevdudi, The Meaning of the Qur'an, c. I, sh. 167-172).
Aceleyle düşüncesiz hareketlerden kaçınmayı ve barışmak için taraflara yeterli mühlet ve fırsatın verilmesini sağlayan sahih boşanma usulü Kur'an ve Sünnette aşağıdaki şekilde ortaya konmuştur:
Kur'an-ı Kerim boşanmış kadınlara emreder ki; "Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç kur' (hayız ve temizlenme) müddeti beklerler. Eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyorlarsa Allah'ın rahimlerde yarattığını saklamak onlara helal olmaz. Kocaları, bu süre içinde barışmak isterlerse, onları geri almada (herkesten) daha çok hak sahibidirler." (2: 228). Kocalar, bu süre zarfında kadınları kendi evlerinde tutmakla emrolunmuşlardır. Belki de bu yolla Allah onların barışmaları için geçerli bir vesile yaratır: "Ey Peygamber! Kadınları boşayacağınızda, onları iddetlerini gözeterek boşayın ve iddeti de sayın. Rabbiniz Allah'tan korkun. Apaaçık bir hayasızlık yapmaları hâli bir yana, onları evlerinden çıkarmayın, kendileri için de çıkmasınlar. Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'ın sınırlanın aşarsa, şüphesiz kendine zulmetmiş olur. Bilemezsin, olur ki Allah, bundan sonra bir durum ortaya çıkarı-verir. İddet müddetlerini doldurduklarında onları ya meşru Ölçüler içersinde (nikâhınız altında) tutun veya onlardan meşru ölçülere göre ayrılın. İçinizden adalet sahibi iki kişiyi de şahit tutun. Şahitliği Allah için yapın..." (65: 1-2).
Rasulullah'da boşanma usulünü çok açık ifadelerle ortaya koymuştur. Ayet, boşanma kaçınılmaz hale gelirse, işte o an koca, karısını ancak hayız halinde olmadığı dönemde bo-şayabilir, hayız halinde iken bir anlaşmazlık ortaya çıksa bile koca, hanımının adet kanamasının bitip temizlenmesini bekler ve sonra dilerse boşadığını söyler. Sonra, gelecek hayız haline kadar bekleyip temizlendikten sonra isterse yine boşadığını söyler. Eğer hâlâ kararlıysa tekrar bir hayız dönemi bekleyip kadının temizlenmesinden sonra üçüncü ve son kez onu boşadığını söyler. Bununla birlikte, birinci ve ikinci boşanmalardan sonra kocanın meseleyi yeniden gözden geçirmesi faydalıdır. Çünkü bu iki durumda da kocanın hanımına geri dönme imkanı vardır. Fakat boşanmanın üçüncü kez ilanından sonra koca artık hanımına geri dönme hakkını kaybeder ve bu çift yeniden evlenemez.
"Üç talağı da aynı mecliste bir kerede yapan cahil kimseler bu hükme karşı büyük bir cürüm işlemektedirler. Rasulullah bu uygulamayı katiyetle yasaklamıştır. Hz. Ömer de, hanımını aynı mecliste bir kezde üç talakla boşayan erkekleri kamçı ile cezalandırmıştır." (Mevdudi, The Meaning of the Qur'an, c. I, sh. 167-172).
Abdullah b. Ömer'den rivayet olunur ki, kendisi hanımını hayızlı iken boşamış, Ömer b. Hattab da oğlunun bu davranışının hükmünü Rasulullah'tan sormuştur. Rasulullah'ın cevabı şu şekilde idi: "Oğlun Abdullah'a emret, karısına geri dönsün, sonra onu temizlenip tekrar adetini görünceye ve yine temizleninceye kadar -nikah altında- tutsun; sonra da dilerse aile hayatına devam etsin, dilerse birleşmeden boşansın. İşte Allah'ın, kadınların içinde boşanmasını emrettiği iddet budur." (Buhari ve Müslim). İbn-i Abbas'm rivayetine göre Rukâne b. Abd-i Zeyd bir mecliste karısı Sti-heyme'yi boşadı ve talak-ı kati kıldı. Sonra da (yaptığı bu hareketten) son derece mahzun ve müteessir olup Rasulullah'a durumunu arzetti ve, "Allah'a kasem ederim ki onunla tek bir talakdan başka bir şey kasdetmedim" dedi. Rasul-ü Ekrem bunun doğru olup olmadığını sordu ve Rükane'nin kendini mutmain kılması üzerine karısına müracaat edebileceğini beyan etti. Rükane hanımını Ömer döneminde ikinci kez, Osman döneminde de üçüncü kez boşayarak ayrıldı. (Ebu Davud, Tirmi-zi, İljn-i Mace ve Darimi).
Bu veçhile, yukarıda zikredilen ayet-i kerimelerde (65: 1-2) müminler 'ila' müddetinde hanımlarını evlerinde tutmakla Birlikte yaşamalarının onları yakınlaştırması ve barışmalarına yardımcı olması muhtemeldir. Keza, hanımlarını hayız halinde iken boşamaları da yasaklanmıştır. Hanımları temizlenene kadar beklemeli ve sonra, şayet kalb-lerindeki isteklerim yerine getirmek istiyorlarsa ilk talakı zikretmelidirler. İkinci talak ikinci adetten, nihai talak ise üçüncü adetten sonra zikredilir. Boşanma için İslam Hukuku tarafından ortaya konan bu uzun prosedür iki tarafa da düşünmek ve ihtilaflarını çözümlemek için yeterli zamanı sağlar. Çünkü üçüncü talaktan sonra barışma yoktur.
Kadınlar adet halinde hem sinirli hem de sinirlendiricidirler. Bu süre zarfında bedenlerinde öyle fiziki gelişmeler, öyle değişmeler olur ki normal durumlarında kendilerinin de hoşlanmayacağı şeyleri farkmda olmadan yapar ve söylerler; şüphesiz bu husus tıbbi bir hakikattir. Bu yüzden, aralarındaki anlaşmazlığa dayanarak kocanın bu dönemde hanımını boşaması yasaklanmıştır. Yine bu dönemde kan ile koca arasında karşılıklı ilgi ve sevgilerini birbirlerine açıklama aracı olan cinsi münasebetin olmaması sebebiyle aralarında tartışmaların ortaya çıkması şaşılacak bir husus değildir. Bu engelin ortadan kalkmasıyla birlikte, saf ve mahrem 'muhabbet duygularının onları bir araya getirmesi ve kocayı boşanmaya sevkeden hislerin yatışması umulur. İşte bu sebeple Rasulullah hayız anında boşanma sözünün sarfedilmesini yasaklamıştır, yukarıda zikrettiğimiz İbn-i Ömer hadisesinde olduğu gibi. Diğer bir rivayette, kendisine hanımına geri dönmesi söylendiğinde İbn-i Ömer, Rasul-ü Ekrem'e, "Ey Allah'ın Rasulü, eğer üç talakı birden vermiş olsaydım ona tekar dönebilir miydim?" sorusunu yöneltti. Cevaben kendisine, "Hayır, o senden ayrılmış olurdu; ancak yaptığından da sana günah düşerdi" denildi. (Darekutni). Hadis-i şerif üç talakın birlikte tek seferde yapılmasının günah olduğunu göstermektedir. Bir mecliste üç talakın ilanı hem şeriatın hikmetine aykırıdır, hem de müminlerin hürmet ve saygı göstermekle em-rolundukları Allah'ın sınırlarım (65:1-2) aşmak anlamını taşır.
Mahmud b. Lebid, bir adamın karısını, aralarını açmadan üç talak ile birden boşadığı haber verildiğinde Rasulullah'ın gazaba gelerek ayağa kalktığını ve; "Ben aranızda olduğum halde Allah'ın Kitabı'yla mı oynanıyor?" buyurduğunu nakleder. (Nesei). Bir adam, Abdullah b. Abbas'a; "Ben kanmı yüz talakla boşadım, kendimi nasıl bir sorumluluğa sü-rükledim?" demiş, İbn-i Abbas ise cevaben, "Üçü ile kadın senden boş olmuş, 97'si ile de Allah'ın ayetlerini alay ittihaz etmişsin" demiştir (Muvatta). Yine İbn-i Abbas'a karısını üç talakla bir mecliste boşayan kişi hakkında sormuşlar, o da, "O kişi Rabbine âsi olmuştur, karısı da ondan ayrılır" cevabını vermiştir (İbn-i Cerir). Ali b. Ebi Talib'in "Eğer insanlar Allah'ın sınırlarını gözetselerdi, hiç kimse karısından ayrılarak müteessif olmazdı" dediği naklolunur.
Hz. Aişe'den rivayete göre Rifaa el-Kurazi'nin karısı Temime Rasulullah'a gelerek, "Ey Allah'ın Rasulü, Rifaa beni boşamıştı ve talak-ı kati kılmıştı. Sonra ben de Abdurrahman b. Zübeyr ile evlenmiştim. Fakat Abdurrah-man'ın erliği şu elbise saçağı gibi(gevşek)dır demiş, Rasul-ü Ekrem'de "Sanırım ki sen (eski zevcin) Rifaa'ya varmak istiyorsun. Fakat (ikinci zevcin) Abdurrahman senin balçağından, sen de onun balcağızından tatmadıkça bu olmaz" buyurmuştur. (Buhari ve Müslim).
Seleme b. Sahr'den rivayet edilir ki, "Ramazan ayı girdi, ben karıma cima ederim diye korktum da (sen bana annemin sırtı gibi ol diyerek) zihar yaptım. Bir de bir gece onun bir tarafı açıldı, hemen ona yakınlık ettim. Bunun Üzerine Rasulullah'a giderek olayı zikrettim; bana, 'Bir köle azad et dedi. 'Boynumdan başka bir şeye malik değilim' dedim. 'O halde iki ay birbiri ardına oruç tut' buyurdu. Ben, 'Zaten başıma ne geldi ise oruçtan gelmedi mi?' dedim. Rasul-ü Ekrem, 'Altmış fakiri doyur' buyurdu. Benim bunu yapacak varlığa sahip olmadığımı ifade etmem üzerine, Ferve b. Avra'ya 'Altmış yoksulu doyurabilmesi için ona bir farak (15 yahut 16 sa' hurma içeren sepet) hurma ver' dedi." (Tirmizi).
Zihar yapan bir kişi, kefaretini ödemeden ha-nımıyla münasebette bulunduğu, sonra da Rasulullah'a durumu anlattığı; Rasul-ü Ekrem bunu yapmasına neyin sebep olduğunu sorduğunda o şahsın, "Ey Allah'ın Rasulü, ay ışığında gümüş gibi parlayan bileğinin beyazlığını gördüm ve kendimi tutamadım" dediği; Allah'ın Rasulü'nün de gülümseyerek "O halde Allah'ın sana emrettiği (keffareti) yapmadıkça ona yaklaşma" buyurduğu İbn-i Abbas tarafından nakledilir. (İbn-i Mace ve Tirmizi).
İslam, evlilik müessesesinin kurulma sebebi olan gayelere yönelik gerçek bir tehlikenin varlığı halinde yahud çiftin birlikte yaşayamadıkları durumlarda boşanmayı meşru kılar, ancak yine de hâlâ meşru olan şeylerin en sevimsizi olarak kabul edilir. Çeşitli sebeplere da dayanarak gerek koca, gerekse kadın bir diğerinden ayrılabilir. Akıl b. Sebia rivayet eder ki, hanımının kerih konuşmasını kastederek Peygamber'a: "Ey Allah'ın Rasulü, dilinde nesne olan karım var" dedim. O da boşamamı söyledi. Fakat ben hanımımın bana arkadaş olduğunu ve ondan bir oğlum bulunduğunu anlattığımda Rasulü Ekrem, "Onu genç cariyeleri dövdüğün gibi dövme; ona nasihat et, iyiliği varsa onu kabul edecektir" buyurdu. (Ebu Davud).
Ebu Said'den rivayet, edilir ki. kendisi Rasulullah'la birlikteyken bir kadın gelmiş ve Rasul'e, "Kocam Safvan b. el-Muattal, ben namaz kılarken bana vuruyor; ben oruç tutarken orucumu bozduruyor ve güneş doğana dek sabah namazını ikame etmiyor" dedi. Bunun üzerine, Rasulullah hazır bulunan Safvan'a kadının anlattıklarını sordu. Safvan, "Namazını kılarken onu dövmem kendisine yasakladığım halde iki sure birden kıraat etmesi yüzündendir" dedi. Allah'ın Rasulü, "Bir sure de olsa insanlar için kafidir" buyurdu. Safvan devam ederek, "Orucunu tutarken bozdurduğum sözüne gelince o oruç tuttuğunda uzun süre oruç tutmaya devam ediyor, bense kendini kontrol altına alamayan genç bir ins* -mm" dedi. Rasulullah, "Kadın ancak kocasının izniyle (nafile) oruç tutabilir" buyurdu. Safvan konuşmasını sürdürerek, "Güneşin doğuşuna kadar sabah namazını kılmadığım ifadesine gelince, ben güneş doğana kadar uya-namamakla ün salmış bir aileye mensubum" dedi. Safvan'ın son sözüyle ilgili olarak Rasul-ü Ekrem, "Öyleyse Safvan, uyandığında namaz kılmalısın" buyurdu. (Ebu Davud ve İbn-i Mace).
Boşanma yolunda yukarıda anlatılan engeller ve sınırlamalardan sonra genel bir kayıt daha vardır ki, içlerinde en çetinidir; karısını boşayan koca, hanımı bir başka erkekle evlenip o erkekle münasebette bulunmadıkça ve ikinci koca, kadım kendi isteğiyle boşamadıkça eski hanımıyla evlenemez. "Erkek, kadını (üçüncü kez) boşarsa artık (kadın) onun dışında bir başka kocayla nikahlanrriadıkça ona helal olmaz. Eğer (bu koca da) onu boşarsa, onlar (ilk koca ile karısı) Allah'ın sınırlarını ayakta tutacaklarını sanıyorlarsa, tekrar birbirlerine dönmelerinde ikisi için de vebal yoktur." (2: 230). Dolayısıyla, ilk eşlerin yeniden evlenebilmesi için sonradan boşanmak üzere yapılabilecek düzmece evlilikler hem helal değildir; hem de gayri meşrudur. "Bu helal bir davranış değildir; böyle bir nikah, nikah değil zinadır, kadın böyle önceden ayarlanmış entrika ile İlk kocasına helal olmaz."(Kadı şeyn Abdülhamid, "Kanun koyucu olarak Rasûl", Sayyara Di-gest, Rasul özel sayısı, c,2, Kasım 1973). Ali b. Ebi Talib, İbn-i Mes'ud, Ebu Hüreyre ve Ukbe b. Amh\ Rasulullah 'ın bu tür desise-ve katılanları lanetlediğine dair hadis rivayet etmişlerdir. Bununla birlikte, şayet ikinci koca kendi isteğiyle usûlüne uygun şekilde kadını boşar ve ilk koca artık kendi hanımıyla birlikte mutlu olabileceklerini ve Allah'ın sınırlarını muhafaza edebileceklerini düşünürse eski çiftin yeniden evlenmelerine izin verilmiştir. "Onlar (ilk koca ile karısı) Allah'ın sınırlarını ayakta tutacaklarını sanıyorlarsa, tekrar birbirlerine dönmelerinde ikisi için de bir vebal yoktur." (2: 230).
Kocalar, kendilerine tanınan boşama haklarını kadınların menfaatlerim zedeleyecek, yahut onları taciz edecek tarzda kullanmamakla emrolunmuşlardır. "Kadınları boyadığınızda, bekleme sürelerini tamamlamışlarsa, onları ya güzellikle tutun ya da güzellikle bırakın. Fakat onları, sırf zulrnedebilmeniz için, zararlarına olmak üzere tutmayın. Kim böyle yaparsa muhakkak kendi nefsine zulmetmiş olur. Allah'ın ayetlerini de oyun (konusu) edinmeyin... Kadınları boşadığmızda, bekleme sürelerini de tamamlamışlarsa -birbirleriyle maruf (bilinen meşru biçimde) anlaştıkları takdirde-onlara, kendilerini kocalarına nikahlamalarına engel olmayın." (2:231-232).
Bu ayetler; boşanan kadının akrabasının, onun kendisini iki kez boşayan kocasıyla tanımlanan süre içerisinde yeniden evlenmesine engel olmalarını yahut onu üç kez boşamış olan eski kocanın, iddetini dolduran kadının başka biriyle evlenmesini önlemeye çalışmasını açıkça yasaklar. "Sırf kendisi boşamış olduğu için, kişinin boşadığı hanımının bir başkasıyla evlenmesini engellemesinden daha anlamsız başka bir şey yoktur." (Ebul A'la Mevdudi, The Meaning of the Qur'an, c. I).
Bütün talak hadiselerinde, boşamış oldukları hanımlarına karşı müşfik ve cömert olmaları erkeklere tavsiye edilir: "Bir eşi bırakıp da yerine başka bir eş almak isterseniz, onlardan birine (öncekine) yüklerle (mehir) vermiş olsanız bile ondan hiçbir şeyi almayın. (Kendisine hem) İftira ederek hem de günaha girerek verdiğinizi alacak mısınız?" (4: 20). Kocanın hanımına verdiği mehirde bir hak iddia etmesi kesinlikle aklın alacağı bir şey değildir. "Koca, evlilik bedeli olarak kadına verilen ya da hediye olarak kadına sunulan elbise, takı vs. den herhangi bir şeyi geri isteme hakkına sahip değildir. Bir şahsa hediye olarak verilen bir şeyi geri istemek İslam'ın ahlak kurallanna tamamen aykırıdır. Rasulullah bu utanç verici hareketi köpeğin kendi kustuğunu yalamasına benzetmiştir. Daha önce hanımına verdiği şeyleri boşandıktan sonra geri istemek koca adına gerçekten hayli yüz kızartıcı bir durumdur. Hakikatte ise islam, kocanın ayrılış esnasında kadına bir şeyler vermesini öğütlemektedir." (Ebul A'la Mevdudi; a.g.ç.).