- Kamuyu Himaye

Adsense kodları


Kamuyu Himaye

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Thu 21 June 2012, 04:40 pm GMT +0200
Kamuyu Himaye

İslam devleti imkanları nisbetinde vatandaşları­nın temel ihtiyaçlarını karşılamaktan hukuken ve manen sorumludur. Günümüz yönetimleri­nin aksine kendi sorumluluklarını sadece kamu hizmet kurumları ile ilgili işlerle sınırlamaz, va­tandaşlarının temel ihtiyaçlarını karşılama te­minatım da verir. Eğer vatandaşlarından biri te­mel ihtiyaçlarının herhangi birisinden yoksun kalırsa, devlet, yardımına koşmalıdır. Aksi tak­dirde devlet vazifesini yapamıyor demektir. Devletin vazifesi sefaleti engellemek, muhtaç insanların ihtiyaçlarının teminine yardımcı ol­maktır. Diğer bir ifadeyle, İslam devleti, ihti­yaçlarım bizzat temin edemeyen ferde temel ih­tiyaçlarını sağlamaktan sorumludur. Fakat hiç­bir şekilde İslam devletini herkesi doyurma, giydirme ve barındırma işi yüklenmemelidir. Çünkü bu, İslamın öngördüğü ve insanın mad-dî-manevl kurtuluşunun kendisine bağlı olduğu yapıyı yıkar. (Mevlevi Aftabud-din Ahmed; islam or Marxism, sh. 38-39).

Gerçekte mensuplarının bir yönetime itaati, o yönetimin toplumdaki muhtaç insanların ihti­yaçlarını temin etme vazifesi ile yakın alakalı­dır. İnsanların temel İhtiyaçlarını garanti etme­dikçe, hiçbir yönetim kanunlarına tam bir itaat isteyemez. Bu gerçek, Fatiha suresinde açıkça belirtilmiştir. Burada Allahu Teala yaratıkları­na alemlerin Rabbi olduğunu yani Rezzâk-ı Mutlak olduğunu ve nimetlerini hatırlatıyor. Ve karşılığında onlardan itaat bekliyor. Aynı şekil­de İslamî devlet, mensuplarından tam bir itaat isteyecekse onların temel ihtiyaçlarını karşıla­mak için gerekli düzenlemeleri yapmak zorun­dadır. Ayrıca İslami devleti iç ve dış düşmanlara karşı korumak için müslümanlarm canı ve malı her zaman hazır olduğundan bu devletten muh­taç ve yoksulların ihtiyacının karşılanmasını is­teme hakkı vardır.

İslam, halkı uygun ve yeterli bir biçimde hima­ye etme amacını gerçekleştirmek için değişik yollarla gayret göstermektedir. İnsanları manen ikna ederek, geçim vasıtalarım elde etmek veya bunlara sahip olmak bahtiyarlığına erememiş insanlara karşı daha cömert davranmaya ve yar­dımcı olmaya teşvik etmektedir. Daha sonra toplumun zengin üyelerine beytü'l mal'e belli miktar yıllık ödeme yapma mecburiyeti getir­miştir. Son olarak, devlet yine de hazinesinin fakirlerinin İhtiyaçlarının karşılanmasında yeter­siz olduğunu görürse, toplumun menfaati için zenginlerin yığdığı servetten daha fazla istemek hakkına sahiptir. Aşağıda bu tedbirlerden bazı­larını ele alacağız.

a- Infak: İslam, müminlere zenginliklerini toplumdaki fakir ve muhtaçlara bol bol dağıt­malarını emreder. İslamın yüce manevî tâlim ve terbiyesi, insanlar arasında Allah rızası dışında herhangi bir menfaat beklemeden karşılıklı yarj dım etme anlayışını gerçekleştirir. Kur'an-ı Kerim'de defalarca müminlere aralarındaki fakir­lere yardım ederek, Rableri katında değerlerini artırmalarını ifade eden ayetler yer alır. Bu tali­matın sonucu olarak müslümanlar asr-ı saadette servetlerini Allah yolunda harcamak için öyle­sine coşkun idiler ki, Peygamber'a Allah rıza­sını kazanmak için servetlerinin ne kadarını tasadduk etmeleri gerektiğini sordular. Onlara meşru ihtiyaçlarından arta kalanını harcamaları söylendi. Böylece eğer müslümanlar takva ve hayır derecelerine ulaşmak istiyorlarsa Kur'an'ın bu emrine göre, servetlerinin fazlalı­ğını Allah yolunda sarfetmelidirler. Ayrıca Kur'an-ı Kerim'de serveti istifleyip de toplu­mun menfaati doğrultusunda kullanmayanlarla ilgili ayetler de vardır. Bu kişiler ağır bir şekilde uyarılmaktadırlar. Kendilerine eğer servetlerini muhtaç insanlara tasadduk etmezlerse ahiret gününde cehennem ateşi ile kızarmış altın ve gümüş parçalarıyla dağlanacakları bildirilmiş­tir. Tefeciler ve servet istifçileri Allah'ın, Rasu-lünün ve toplumun düşmanı olarak kabul edil­mişlerdir. (Halife Abdulhakim, a.g.e, sh. 176-178).

Kur'an'ın şu ayetinde toplumun zengin fertleri­ne servetlerinde fakirlerin de hakkı bulunduğu hatırlatılmaktadır: "Onların mallarında muhtaç ve fakirler için bir hak vardır, onu verirlerdi." (51:19). Bu ayet zenginlerin servetinde fakirle­rin de bir payı olduğundan açıkça söz etmekte­dir. Eğer zenginler görevlerim yerine getirmezlerse, İslam devleti bu payı almak ve muhtaçlara harcamakla yükümlüdür. Peygamber fakir­lerin bu hakkını zenginlerin zenginlik ve rahatı­nın aslında fakirlerin emeği sonucu olmasından doğduğu şeklinde açıklamıştır.

Manevi eğitim ve terbiye vasıtasıyla İslam hiç­bir ferdini yiyecek, giyecek ve barınaktan mah­rum etmeyecek bir toplum oluşturur. Böyle bir olaya karşı en emin kefil mescid müessesesidir. Yolda kalan birisi veya evsiz kalan bir şahıs mescitte kalabilir ve bütün ihtiyaçlarını o çevre­deki komşu cemaatten sağlayabilir. Çünkü İs­lam, müminler arasında öyle bir ruh oluştur­muştur ki, insanlar muhtaç olanlara yardıma koşmayı bir şeref olarak kabul ederler.

b- Farzlar: İslami sistemde fakirlerin ve muh­taçların ihtiyaçlarını karşılamak için lüzumlu kaynaklar konusunda manevi" eğitim mihver teşkil etmektedir. Gelir sahiplerinden servetle­rinin belli bir miktarı zorunlu olarak kesilen kaynaklar da vardır. Zenginler, fakirlerin ferah­laması için yıllık tasarruflarından %2,5 zekat vermek zorundadırlar. Bu, beyt-ül mal'e her yıl ödenmesi gereken mecburî bir ödemedir. Ve bunun büyük bir kısmı toplumun fakir ve muh­taç kesimlerinin ihtiyaçlarının karşılanmasında kullanılır.

c- Servet Fazlalığında Devletin Hakkı: Müs­lüman alimler arasında zenginlerin servet fazla­lıklarının kuvvet kullanarak alınması ile ilgili görüş farklılıkları vardır. Bazıları devletin, bu fazlalığı sadece ikna yoluyla veya zenginin rı­zasıyla alınabileceği görüşünde iken, diğer ba­zıları İslamî devletin toplumdaki fakirlerin te­mel ihtiyaçlarını karşılamak için gerekirse zorla alma hakkı olduğunda ısrar etmektedirler. Ebu Zer, fakirlerin ve çaresizlerin ihtiyacının karşı­lanması için zenginlerin servet fazlalıklarının devlet tarafından rızalı veya rızasız alınabilece­ği düşüncesindedir.

Bu görüş sahipleri, toplumun, servetin birkaç elde toplanması yerine sirkülasyonunun sağlan­masının önemli bir İslamlesas olduğunu söyle­mektedirler. (59:7).

Dolayısıyla bütün fazlalık servet devlete gel­meli ve toplumun fakir fertlerinin yararına dev­let tarafından idare edilmelidir. Peygamber, halktan hiç kimsenin hayatın temel ihtiyaçların­dan mahrum kalmamasını sağlamanın devletin temel görevi olduğunu beyan etmiştir.

Ebu Zer, Müslüman yöneticilerin lüks içinde yaşamalarına daima itiraz etmiştir. Bu kişiler Kur'an-ı Kerim'in zekatı farz kıldığını ve onun ödenmesinden sonra geriye kalan servetlerinin Peygamber 'in hadislerine göre arınmış oldu­ğunu ileri sürdüler. Ebu Zer ise yukarıdaki aye­tin ve Peygamber'ın hadisinin ışığında, zen­ginlerin servetinde fakirler için zekattan başka bir hak olduğu görüşündeydi. Ebu Zer, toplu­mun zenginler ve fakirler şeklinde tabakalaş-maması gerektiğini ve bütün vatandaşların te­mel ihtiyaçları karşılanmadığı müddetçe zen­ginlerin serveti istiflemelerinin bir nevi hırsız­lık olduğunu vurgulamaktaydı. (Muhammed Kutub, islam the Misunderstood Religion).

Ebu Zer'den asırlarca sonra İbni Hazm'ın mese­leyi tekrar ele aldığını görüyoruz. O da, Kur'an ve Sünnet'ten getirdiği delillerle ve meşhur sa­habe ve halifelerin söz ve icraatlarını ortaya koyarak; İslam'ın, sefalet ve fakirliğin ortadan kal­dırılmasını istediği, gelirin tüm topluma dağıtıl­masını talep ettiği tezini isbatlamaya çalışmış­tır. İslamın özel mülkiyete izin verdiğini, ancak bu hakkın mutlak olmadığını izah eden İbn Hazm, benzer görüşleri ile bir bakıma, "Baveridge Plam"nın (bütün vatandaşlar için maddi teminat) önceden ele alınmış şeklidir. (Muhalla, c. VI, sh. 156).

İbn Hazm; Salebi, Mücahid ve Tavus'dan da gö­rüşler aktarmış, onların da zekattan başka toplu­mun zenginlerinin serveti üzerinde hakkı oldu­ğunu kabul ettiklerini nakletmiştir. Daha sonra Ibni Ömer'den; "Eğer zekat, fakirlerin İhtiyaç­larının karşılanmasında yeterli değilse, o vakit fakirlerin durumunu düzeltmek her kabasada o kasabanın zenginlerine düşer." sözlerini naklet­miştir. Gerçekte Kur'an, fakirlerin payından sa­daka olarak değil, onlara geri dönmesi gerekli bir hak olarak söz etmektedir. Çünkü, aslında zenginlerin servetini oluşturanlar onlardır. İbn Hazm Kur'an'dan "sadaka" ifadesi yerine "fa­kirlerin hakkı" ifadesinin kullanıldığı pek çok ayet aktarmıştır. Muhammed b. Ali'den de bir hadis nakleder: "Allah, asli ihtiyaçları karşılan­mamış fakir insan kalmamasını sağlamayı zen­ginlere vazife kılmıştır. Eğer bazı insanlar aç, çıplak ve sefalet içindeyken diğer bazıları ser­vet istiflemeye devam ediyorlarsa bunlar Al­lah'ın gazabını kazanacaktır." (Halife Abdül Hakim, a.g.e., sh. 176-178).

İbni Hazm'a göre, din kardeşleri büyük sıkıntı içindeyken bir Müslümanın servet biriktirmesi haramdır. Bu iddiasını desteklemek için Pey­gamber'dan bir başka hadis daha nakleder. Ebu Said el-Hudri, Peygamber'ın şöyle bu­yurduğunu rivayet etmiştir: "Kimin fazla bir de­vesi varsa, onu devesi olmayan bir ihtiyaç sahi­bine versin; kimin fazla bir yiyeceği varsa onu yiyeceği olmayana versin." Ebu Said şu gözleri­ni ilave eder: Peygamber bu şekilde bir kişi­nin değişik mallarının fazlasını vermesi gerek­tiği hakkında konuşmaya devam etti. Ta ki, biz, bize hiç kimsenin elinde ihtiyacından fazlasını bulundurma hakkının olmadığının öğretildiğini anlayıncaya kadar." Hazm daha sonra İslamî devletin serveti toplumda dağıtmaya ne dereceye kadar hakkı ve iktidarı olduğunu açıklıyor: Öncelikle muh­taç ferdîn fazlalığı bulunan kişiye karşı olan hakkım ele alıyor. Eğer bir kişi açlık ve susuz­luktan ölecek duruma gelirse ve suyu ve yiyece­ği bulunan kişi bunları ona vermeyi reddederse bu aç ve susuz kimsenin bunları zorla alabilece­ğini söylemektedir. İbni Hazm'dan önceki fıkıhçıların çoğu şiddet için sadece aşırı susuzlu­ğun haklı bir sebep olabileceğinden bahsettiler. Ibni Hazm bu görüş sahiplerini tenkit etmekte, eğer susuzluk kişiyi şiddette haklı kılıyorsa, aç­lık ve barınak eksikliği niye buna eşit kabul edil­memektedir, diye sormaktadır. Eğer bunları ka­tı kalpli veya cimri bir mal sahibinden cebren alan kişi öldürülürse, öldüren cinayetten yargı­lanır. Eğer mücadele sırasında mal sahibi öldü­rülürse Allah'ın laneti onun üzerine olacaktır. Çünkü o, birini hakkı olan bir şeyi almaktan men ediyordu. Birinin meşru haklarını almasını engellemek Allah'a karşı hainlik etmek demek­tir.

İlk halife Hz. Ebu Bekir fakirler için zekatı öde­meyenlere karşı onları ezmek için savaştı. İbni Hazm, bu olayı hatırlatarak, sefalet hala hüküm sürüyorsa fazla serveti elinde bulunduranlara karşı şiddet kullanımını haklı bulduğumu ifade etmektedir.

"Sınıf sayasını ve bütün sermaye ve toprakların zor ve şiddet yoluyla kamulaştırılmasını öngö­ren bir komünist, İslamın bu harikulade görüş­lerini okuyunca çok sevinir ve Müslümanlara İslam adına ayaklanmalanm ve fazla servetlere el koymalarını söylemenin iyi bir propaganda olacağını düşünebilir. Bazı saf kişiler böylelikle kandınlabilir, fakat İslami hayatı bütünüyle bi­len ve ona temel esaslarıyla aşina olan bir kişi kolaylıkla tuzağa düşürülemez. İbni Hazm'ın ifade ettiği görüşler İslam'ın bütünü ele alındı­ğında tam olarak anlaşılabilir. İslamda kapita-lizm.feodalızm ve toprak ağalığı yoktur. Bu se­beple bu kitabın birkaç kısmında bahsettiğimiz gibi komünistlerin bunları iktidardan indirme arzusu da gelişme zemini bulmaz. İslam özel mülkiyete ve şahsi teşebbüslere izin verir. Bü­tün haklan kendisinde toplayan ve ferdi, soyut bir makinalar sisteminin merhametine ve hiz­metine terkeden totaliter devleti asla öngörmez. Komünizm herkese aynı düşünceyi aşılamaya çalışır; İslam bunu yapmaz. İslam, kurallara uyan veya çiğneyen insanlar; arasında ortak bir esas oluşturmak için manevi hakikatleri ve sos­yal adaleti yeterli görür. İnsanlar istedikleri gibi düşünebilirler, gayri ahlaki ve toplum zararına olmamak kaydıyla istedikleri işte çalışabilirler. İnsanlar dürüst olarak çalışıp servet elde edebi­lirler ve bu servetin meyvelerinden faydalanas bilirler. Fakat Kur'an'da da belirtildiği gibi İs­lam ekonomisinin temel ilkesi, servetin toplu­mun bütün sınıflarına dağılmasıdır. Bununla beraber Özel mülkiyet ve ferdi teşebbüs hakkı tanındığında servet yığılmasının bütün engelle­melere rağmen iyileştirme gerektirecek bir den­gesizlik oluşturacağı bilinmektedir. Tabiî şart­lar ve ekonomik güçler sebebiyle böyle bir eşit­sizlik oluştuğunda devletin görevi dengeyi ye­niden kurmaya çalışmaktır. Ferdî hürriyet bü­tün değerlerin esası olduğu için tamamen feda edilemez. Ancak toplumsal yapının organik bir­liği de parçalanamaz." (Halife Abdül Hakim, a.g.e.,sh. 176-178).

Yani toplumdaki sefaleti kökten yok etmek ve Pamuğun tâbi tutulduğu işlemler:

1- Pamuk çiçeklerinin elenmesi hiç kimsenin aç ve susuz kalmadığını görmek İslam'ın en önde gelen görevidir. Ancak bunun doğrudan müdahale yoluyla olması gerekmez. Normal olarak bu gayeye üyelerin manevî tâlim ve terbiyesi ile ve normal hukuki tedbirler vası­tasıyla ulaşılır. Bu normal vasıtalara rağmen toplumda hala hayatlarının en zaruri ihtiyacını karşılayamayan kişiler olduğu görülürse, o va­kit devlet böyle sefalet durumlarının önlenmesi ve giderilmesi için yardım vazifesi ile yükümlü­dür. İslam, kendileri bunu sağlayamayan insan­ların en temel ihtiyaçlarını karşılamakla mesul olduğundan, devlet hazinesi yetersiz kaldığında yoksul ve muhtaçların ihtiyaçlarını gidermek için zenginlerin servet fazlalıklarını zor kulla­narak almak hakkına sahiptir. Ne var ki, devlet müdahalesinin olduğu böylesi durumların çok nadiren ortaya çıktığı da bir gerçektir. Bu du­rumlar bîr kural değil, istisnadır ve sadece sefa­let ve açlığı giderme hallerinde başvurulur. (M. Aftarud-Din Ahmed, a.g.e,, sh. 38-39.)

Burada, İslamın ferdi hürriyetlere ve özel mül­kiyet hakkına haksız olarak yapılacak bir müda­haleye izin vermediğini hususiyetle belirtmeli­yiz. İslam, bütün vatandaşlarının haklarını ko­rumak ve onların temel ihtiyaçlarını karşıla­maktan sorumlu olduğundan belirli durumlarda zenginlerin servetinin bir kısmını veya tamamı­nı alma hakkına sahiptir.

Bu durumlardan birincisi, devletin fakir insan­ların temel ihtiyaçlarını devlet hazinesinden karşılamakta aşın güçlük çekmesidir.

İkincisi, ülkede aşın sefalet olmasına rağmen zenginlerin kasalarında büyük miktarda servet bulunmasıdır.

Üçüncüsü ise, zenginlerin müsrifane harcama­ları, aşın lüks ve debdebe içinde yaşamaları do­layısıyla insanların maneviyatlarını ve verimli­liklerini ters yönde etkilemesi ihtimalidir. İşte bu durumlarda İslam, toplumda sefalet olmasa bile böyle İnsanların servetlerine el koymaya yetkilidir.Fakat, herhangi bir ferde şiddet hakkı verilemeyeceğine, hangi şartlar altında olursa olsun kanunları askıya alıp diğer insanların hür­riyetlerine ve mülküne müdalahe etmesine izin verilemeyeceğine de burada değini lmelidir.