hafız_32
Sat 2 October 2010, 01:02 pm GMT +0200
Altıncı Bölüm
KAMU HARCAMALARI
Devlet, sadece belli sınıfların Devleti değildir. Bu bakımdan kamu harcamalarından fakir-zengin herkes faydalandırılmalı ve tüm millet fertlerine hizmet götürülmelidir. Hz. Muhammed (s.a.v.) Himyer[449] ve Yemen[450] bölgelerine vergiler hakkında gönderdiği yazılarında bu yörelerin halklarına:
«Muhakkakki Allah Resulü, sizin hem zenginlerinizin ve hem de fakirlerinizin mevlâsıdır»
diyerek devletin, her iki sınıfı da gözetip koruyacağını bildiriyorlardı.
Diğer taraftan devlet hizmetleri meccanen yaptınlamaz. Hz. Peygamber devrinde Hz. Ömer (r.a.) vergi memurluğundan dolayı ücret almak istemeyince Resûlullah ona bunu zorla vermiş ve; eğer ihtiyacı yoksa başkasına tasadduk edebileceğini söylemiştir. [451]
I. Carî Harcamalar
A- Hz. Peygamber Ve Ailesinin Gelirleri Ve Resulullah'ın Mirası
1- Hz. Peygamber Ve Ailesinin Gelirleri Ve Geçimleri
Hz. Muhammed (s.a.v.) ne peygamberliği ve ne de devletbaş-kanlığı karşılığında herhangi bir maaş almıyordu. Kur'an-ı Ke-rim'de; onun görevi karşılığında ücret istemediğine ve bir karşılık almadığına ait pek çok ayet bulunmaktadır.[452] İlerde temas edileceği gibi o, müslümanlardan tahsil edilen gelirlerin; hem kendisine ve hem de aile efradına ve akrabalarına haram olduğunu, ilan etmişti. Böylece onun bu gelirlerden herhangi bir şekilde faydalanması söz konusu değildi.
Hz. Muhammed, Mekke'de, peygamber olmadan önce ticaretle iştigal ediyordu. îlk hanımı Hz. Hatice (r.a.) ile daha evlenmeden; sermaye Hatice'den, iş kendisinden olmak üzere, ticarî bir ortaklık kurmuş ve bu yüzden de epeyce zengin olmuştu. Bu ortaklıktan daha önce olmalıdır ki Hz. Muhammed, Kays b. Sâib adında bir Mekke'li ile ticarî ortaklık kurmuş bulunuyordu.[453]
Resûlullah'ın dedesi Abdulmuttalib ve müteakiben amcası Ebu Talib Mekke'nin reisliğim yapmalarına karşılık Hz. Peygam-ber'in babasının ve kendisinin idarede herhangi bir vazifeleri yoktu. Bu bakımdan da Resûlullah'ın bu yoldan bir menfaat sağlaması söz konusu değildi. Maverdî ve Ferra'nın el-Vâkıdî'den naklettiklerine göre, Resûlullah'a babası Abdullah'dan; Umm Eymen adında bir cariye ile 5 deve, bir miktar davar, kölesi Şakran ve bunun Salih isminde oğlu miras kalmıştı. Annesi Amine'den ise bir ev kalmıştı. Ailesi Hatice daha Mekke'de iken vefat edince onun Safa ve Merve arasındaki evi ile bir miktar malı da Hz. Peygam-ber'e kaldı. Hz. Peygamber bu mallarını Mekke'de terketip Medine'ye hicret edince Abdulmuttalib'in oğlu Akıl onun iki evine de el koyup onları satmış bulunuyordu. Medine'de ise Mescid-i Nebî etrafında onun için odalar yapıldı. Her hanımı için bir oda tahsis eden Hz. Peygamber, sağlığında bunları hanımlarına vasiyyet etmişti.[454] Bu vasiyyet gereğidir ki odalar onun vefatından sonra devlet hazinesine intikal etmedi. Resûlullah'ın Mekke'deki davar sürüsü, îbn Sa'd'dan Öğrendiğimize göre, Ümm Eymen tarafindan otlatılan 7 keçiden ibaretti.[455]
Hz. Peygamber Medine'de de pek çok süt, yük ve binek hayvanları edinmişti ki Makrizî, onun sahip olduğu hayvanlar arasında tavuk cinsinin bile bulunduğunu yazar.[456] îbn Sa'd'dan öğrendiğimize göre, Hz. Peygamberin Medine civarındaki meralarda otlıyan 7 veya 20 adet devesi, 7 adet de keçisi vardı ve her akşam çoban ona iki büyük kırba süt getiriyordu ki bu sürüler bir ara baskına uğramışlar ve çoban da öldürülmüştü.[457] Bu hâdise hicretin 6. yılı sonlarında veya 7. yılı başlarında olmuştu. Ureyne kabilesinden olan bu haydutlar, hasta oldukları için develerin süt ve sidiklerinden yararlanıp tedavi olsunlar diye Resûlullah tarafından sürülerin yanma gönderilmişlerdi, iyileşip azgınlaşan bu kimseler daha sonra yakalanarak layık oldukları cezaya çarptırıldılar. Burada şunu da kaydetmeliyiz ki îbn Sa'd'm bu sürüyü Hz. Peygambere maletmesine karşılık gerek Buharı ve gerek Tirmizî, çobanı öldürülen bu sürünün zekat hayvanlarından olduğunu kaydederler.[458] Eğer bunlar zekât hayvanlarından ise o takdirde tabiatiyle bu getirilen sütlerden Hz. Peygamber ve ailesinin faydalanmaları mümkün olmayacaktır.
Hz. Peygamber, bir kısım hayvanlarını kendi imkanları ile satın almış[459] bir kısmını da ona zengin sahabesi hediye etmiştir.[460] Onun ifadesine göre; koyun olan bir evde bereket vardır.[461]
Söz sırası gelmişken hemen kaydedelim ki Resûlullah'a, harp halinde olmadığı pek çok kabile ve devlet başkanından muhtelif hediyeler gelmiştir; Atlar, katırlar, çeşitli giysiler ve hatta hanımı Mariye (r.a.) bu hediyeler arasındadır.[462] Bakışım sahabe ona bahçelerinden bir kaç hurma ağacının mahsulünü tahsis ederken, bir kısımları da zaman zaman pişmiş hazır yemek göndermek itiyadına girmişlerdi.[463]
Hz. Peygamber'in fey' ve ganimetlerdeki hisse miktarlarını bu gelirlerin sarf yerleri bahsinde ele aldığımızdan burada ayrıca onlara temas etmeyip sadece bu ve diğer yollardan eline geçen arazilerden bahsedeceğiz ki bunlar sekiz parça halindedir:
1. Hz. Peygamber'in ilk sahip olduğu arazi, Benu'-Nadir'li bir yahudi bilgin olup müslümanlığa giren Muhayrık'm vasiyyet yoluyla bağışladığı 7 adet bahçedir. Muhayrık, Uhud harbine katılıp şehit düşmüş ve harbe çıkarken mallarını Resûlullah'a vasiy-yet etmiştir. Ibn Sa'd, diğer kaynaklardan farklı olarak, bu bahçelerin Hz. Peygamber'in vefatından sonra çocuklarına ve müteakiben de torunlarına tahsis edildiğim yazar.[464]
2. Çarpışmasız alındığı için Kur'an'da fey' olarak tamamiyle Hz. Peygamber'e verilen ilk arazi H.4 yılda ele geçirilen Nadir Oğulları arazisidir. Resûlullah buradan elde ettiği mahsul gelirlerinden kendisinin ve ailesinin bir yıllık ihtiyaçlarını ayırdıktan sonra artanı devlet hazinesine aktarmıştır.[465] Daha önce ödenekler bölümünde temas ettiğimiz gibi o, bu fazla gelirlerle harp silah ve vasıtalarını temin etmiş, ayrıca muhtemel masraflar (:nevâib) için tahsisatlar ayırmıştır. Bazı kaynaklardan Öğrendiğimize göre Resûlullah bu arazilerden Muhacirlere ve Ensar'dan iki fakir adama, ekip biçmeleri ve faydalanmaları için yer vermiştir.[466] Yahya b. Adem, 7 bahçe hariç Hz. Peygamber'in Nadir Oğulları arazisinin hepsini taksim ettiğini yazar ki[467] bu bahçeler ona Muhayrık tarafından bağışlanan bahçelerdir, işletilmek üzere verilen bu yerlerin mülkiyeti tabiatiyle Resûlullaha ait bulunuyordu.
3. Hayber'deki 8 kaleden 3 u, ganimet ve fey' hukuku gereğince Resûlullah'a ve "humus: 1/5" hakkından faydalanacak olan diğer sınıflara kalmıştır.[468] Bunlardan iki kaleye tamamiyle Resûlullah'ın kendisi sahip olurken o, Ketîbe denilen kaleyi humus olarak; akrabaları, hanımları, diğer hak sahipleri ve uygun gördüğü kimseler arasında taksim etmiştir.[469] Bu yerlerden, onun hanımlarının, akrabalarının ve diğerlerinin alacakları mahsul miktarları da yazıyla tesbit edilmişti. Buna göre, onun hanımları her yıl 80 vask hurma, 20 vask da arpa olmak üzere toplam 100 vask masul alıyorlardı.[470] 1 vask yaklaşık olarak 240 kilo olduğuna göre[471] onlar bu yerlerden 2,5 tona yakın miktarda bir gelir temin etmiş oluyorlardı.
4. Fedek; Bu arazi Hayber'le beraber H. 7 yılında sulh yoluyla alındığından tamamiyle Resûlullah (s.a.v.)'m emrine girdi ve halkı, Hayber'de olduğu gibi mahsulün yarısını almaları şartiyle bu topraklarda bırakıldılar.[472] Hz. Peygamber bu yerden elde ettiği «yarı gelir»den nafakasına harcar, akrabasından fakirlere yardımda bulunur ve onların kızlarını evlendirirdi.[473] Nafakasından artan fazla gelirlerini daima devlet hazinesine aktarırdı. Ödenekler bölümünde temas ettiğimiz gibi Resûlullah bu uygulamasına uygun olarak gerek Hayber ve gerekse Fedek'ten sağladığı gelirlerinden artanı belli hizmetlerin karşılanmasına tahsis etmiştir.
5. Resûlullah'ın özel yerlerinden biri de Vâdi'1-Kurâ denilen bölgenin 1/3'idir.[474]
6. Onun şahsına ait yerlerden sonuncusu Medine içindeki Mehruz denilen bir pazar yeridir.[475]
Hz. Ömer, Yahudileri Hayber, Fedek ve Vadil-Kura'dan çıkardığı zaman bu yerlerin toplam kıymetlerini takdir ettirmiş ve onlara sadece bir işletmeci olarak sahip oldukları haklarını ödemiştir.[476] Bu arada Resûlullah'ın hanımlarını da, kendilerine tahsis edilmiş yerlerde bir işletmeci sıfatıyla kalmaları ile belli miktarda mahsul almaları arasında serbest bırakmıştır. Bunlardan kimi işletmeciliği tercih ederken Hz. Aişe ve Hafsa (r.a.) belli miktarlardaki paylarını almaya devam etmişlerdir.[477]
Resûlullah ve aileleri çok sâde bir hayat yaşamışlardır.[478] Böylece Hz. Peygamber, gelirlerinden çok fazla miktarı devlet hizmetlerinde ve fakirlere yardımda kullanabilme imkanını elde etmiştir. [479]
2- Resûlullah'ın Mirası
ResûluUah (s.a.V.) vefat ettiğinde yukarda sayılan araziler ve oturmakta olduğu evlerinden başka önemli bir malına rastlanma-iliştir. Vefat ettiği zaman 1 dirhem veya 1 dinar parasına rastlanmadığı gibi ne bir köle ve ne de bir cariyesi vardı.[480] Onun geriye sadece silahı ile (meşhur) beyaz katırı,[481] develeri, giyim eşyaları, yüzüğü, bazı aletleri, kılıç ve zırhı kalmıştı.[482] Ayrıca Ferrâ' ona ait bir bayraktan da bahseder.[483] Muhakkak ki hanımlarının kul-anmakta olduğu ev eşyalarını bunlardan hariç tutmak gerekir.
Hz. Peygamber'in mirasına uygulanan işleme gelince; onun layvanlan ile bazı aletleri, ayakkabıları miras olarak Hz. Ali'ye serildi. Hırkası, kılıç ve yüzüğü ise devlete kaldı.[484]
ResûluUah vefat ettiğinde başta kızı Hz. Fâtıma (r.a.) olmak üzere diğer mirasçıları, onun her çeşit malını ve arazilerini bölüşmek üzere halife Ebu Bekir'e müracaat ettiler. Kendilerine Resûlullah'ın: «Bize Mirasçı olunamaz, bıraktıklarımız sadakadır.» sözleri hatırlatıldı ve buna göre de onun sahip olduğu tüm araziler devlete maledildi.[485] Bu arada Ebu Bekir; bu yerlerden elde edilen gelirleri, aynen ResûluUah devrinde harcanan yerlere harcıyacağmı ve gene aynı şekilde Resûlullah'ın ailesinin eskiden olduğu gibi nafakalarını almaya devam edeceklerim ve onun tatbikatını değiştiremiyeceğini de bildirdi.[486]
Resûlullah'ın,mirası hakkındaki bir diğer sözleri de şöyledir: «Mirasçılarım hiçbir dinarı bölüşmesinler. Hanımlarımın nafakasından ve âmilimin masrafından başkası sadakadır.»[487]
Burada onun âmilinden maksat, muhakkak kendi yerlerine bakan, gelirleriyle ilgilenen ve işletilmek üzere başkalarına verilmemiş olan arazilerinde bizzat çalışan görevlileri ve işçileridir. Nitekim biz Müslim'den onun Hayber'deki hurmalıklarıyla ilgilenen bir kahyasının olduğunu öğreniyoruz.[488]
Hz. Peygamber'in hanımlarının oturmakta olduğu Mescid-i Nebi'nin yanındaki odalara gelince bunları Resûlullah vasiyyet yoluyla onlara bırakmıştır. Onlar bu yerlerde oturacaklar ve kimse hayatta kalmayınca da diğer araziler gibi bu odalar da Resûlullah'ın sadakaları arasına katılacaktır.[489]
Böylece müslümanlardan tahsil edilen her türlü gelirlerden faydalanmayı kendisine ve akrabalarına yasaklıyan Hz. Muham-med (s.a.v.) ganimet ve fey' hukuku gereğince kendisine düşen veya bağış suretiyle sahip olduğu yerleri de devletin idaresinde müslümanlara sadaka olarak bırakmış, manevî ve maddî iktidarını şahsına ve ailesine servet yığmada değil sadece ve sadece tüm müslümanlara her iki dünyayı kuşatan bir mutluluk getirmede kullanmış bulunmaktadır. [490]
B- Devlet Memurlarının Maaşları, Ödenme Devreleri, Maaşlara Ölçü Olan Esaslar
1- Memur Maaşları
A- Vali Maaşları
Biz Hz. Peygamber (s.a.v.) devrinde Mekke valisi Attab b. Esid'e bağlanan maaş miktarım biliyoruz. Ona ResûluUah, Nec-ran ve Hecer bölgelerinden tahsil edilecek gelirlerden ödenmek üzere[491] günlüğüne bir dirhem[492] veya senede 40 ukıyye maaş bağlamıştı ki bu, Muhammed Hamidullah'ın dediğine göre 1600 dirhem eder ve bu durumda da aylığı 30 dirhem değil 133 dirheme gelir.[493] Bu miktar ise halifelere bağlanan maaşlardan çok daha yüksektir. Eğer onun aylığım 30 dirhem kabul edersek bununla o, en pahalısından üç koyun satın alabilecektir. [494]
B- Kadı Maaşları
Hz. Peygamber devrinde bir kısım valiler aynı zamanda "kaza" görevini de yürütüyorlardı. Meselâ Yemene, vali tayin edilen Muaz'a aynı zamanda kaza görevi de verilmişti. Fakat biz ona tayin edilen maaş miktarım bilemiyoruz. H.8 yılda Mekke'ye hakim ve vali tayin edilen Attab'ın aldığı maaşa ise az yukarda temas etmiştik.[495]
C- Maliye Memurlarının Maaşları
Hz. Peygamber devrinde maliye memurlarına ne kadar maaş ödendiğini bilemiyoruz. Ancak Resûlullah'ın bir sözlerine bakarak, onun memurlarına bir insan için gerekli ihtiyaçların rahatlıkla temin edilebileceği kadar maaş ödediğini kesinlikle söyliye-biliriz. O, diyor ki:
«Bizim bir işimizde çalışan kimselerin; hanımı yoksa evlensin, kimin de evi yoksa kendisine bir ev edinsin, bineği olmıyan da bir binek edinsin ve kimin de hizmetçisi yoksa bir hizmetçi tutsun. Kim bunlardan başka şeyler edinirse o kimse kenz (.yığma) yapmıştır. Allah onu kıyamet günene bir hain veya bir hırsız olarak getirir.»[496]
D- Asker Maaşları
Hz. Peygamber ve Ebu Bekir devirlerinde daimî askerlik ol-madığ için askere de maaş bağlamak söz konusu değildi. Ancak askerler bir sefer sırasında ele geçen ganimetlerden Kur'an'da belirlendiği şekilde kendi paylarına düşen hisselerini alıyorlardı.[497] Bu dönemlerde her asker kendi imkanları ile bir harbe katılıyordu. Bu imkanlardan mahrum olanlara ise gerekli silah, elbise ve yiyecekler devlet tarafından temin ediliyordu veya zenginler, bu türlü şeyleri temin edebilmeleri için doğrudan doğruya onlara zekatlarım Ödüyorlardı. Mesela, biz bir hadisten Hz. Peygamber'in askerlerine "rızık:tayın" olarak hurma verdiğini öğreniyoruz.[498]
2- Maaşların Ödenme Devreleri
Maaşların ödenme devrelerinin vergi düzenine ve örfe göre de değişebileceği muhakkaktır. Fakat Hz. Peygamber, çalışanların hak ettikleri ücret ve maaşların bekletilmeden ödenmesini, istemekte ve şöyle demektedir:
«İşçiye ücretini teri kurumadan ödeyiniz.»[499] Buna göre ücret ve maaşların kısa zaman dilimleri içerisinde ödenmesi gerekir. Bu hadis maaş ve ücretlerin ödenmesi için çalışanlar aleyhine olacak bir süre tayinine izin vermemektedir. [500]
3- Maaş Ve Ücret Miktarlarının Belirlenmesinde Göz Önünde Bulundurulan Esaslar
Memurlara, en azından gerekli ihtiyaçlarını temin edebilecekleri kadar bir maaşın ödendiği muhakkaktır. Hz. Peygamber'in memurlara; evlenip yuva kurabilecekleri, ev ve binek satın alabilecekleri ve hizmetçi tutabilecekleri, bir miktarda maaş ödeneceğini daha fazla şeyler edinenlerin ise hainlik ve hırsızlık yapmış olacaklarını, ilan ettiğini, az yukarda kaydetmiştik. Bunun yanı sıra Resûlullah; efendilerden de köle işçilerin yeme ve giyinme hususunda, kendi seviyelerinde bir hayata kavuşturulmalarını istiyerek şöyle demiştir:
«Onlara yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin.»[501] Buna göre, en üst seviyedeki memurla en alt seviyedeki memurun, normal yiyeceklerin ve giyeceklerin temininde eşit imkanlara sahip kılınması, farklılaşmanın ise bunların ötesinde başlaması gerekecektir. Her iş ve hizmetin külfeti eşit olmıcağı gibi, mesuliyeti de eşit değildir. Diğer taraftan bilgi ve maharetle, yapılabilecek bir iş ile alelade bir insanın yapabileceği işlerin ve bunlara sarfedilecek emeklerin elbetteki karşılıkları eşit olmaz. Maaşların aslî ihtiyaçları karşılıyabilecek miktarda olması ve adaletsizliğe meydan verilmemesi, bir esastır. Bu esasa uymak şartiyle Devlet, muhtelif hizmet sınıflarına ve muhtelif kişilere farklı maaşlar ödiyebilir. İstihdam, emek ve bunların karşılığı Dİan maaş ve ücret siyasetini belirlemek devlete ait bir haktır. [502]
C- Öğretim Ve Eğitim Giderleri
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in en önde gelen vazifesi "tebliğ" yani İslâm'ı öğretmek ve yaymak olduğu için öğretim ve eğitim devletin aslî görevleri arasında yer almıştır. İlk görev Kur'anın öğretilmesi ve açıklanması dır. Kur'an hem manevî ve hem de maddî ilimlere temas etmektedir. Bu bakımdan öğretim ve eğitim faaliyetleri her iki ilim dalına inhisar ettirilecektir. Tabiatiyle ilk önce Kur'an'dan; onun okutulup yazdınlmasmdan işe başlamak gerekecektir. Bu arada Kur'an-ı Kerim'in buyruklarına uyarak Resûlullah'm sünnetini de öğrenmek, ihmaline izin verilmiyecek olan bir vazifedir.
İslâm'dan önce Araplar, istisnaları dışında okuma yazma bil-miyen bir toplumdu ve onlar kültürlerini nesilden nesile ezber olarak aktarıyorlardı. Bu ise ilahî Kitab'ın muhafazası için çok tehlikeli bir yoldu ve Kur'an'm başına diğer kitapların uğradıkları kötü akıbet gelebilirdi. Bu bakımdan Hz. Muhammed (s.a.v.)'e ilk önce «oku» emri verildi ve bütün ilimlerin korunmasında ve gelişmesinde temel araç olan «kalem»m değeri ve vazifesi ona bildirildi.[503] Gene ilk gelen sûrelerden birinde, hokka ve kalem gibi yazı malzemelerine ve ayrıca yazıya dikkat çekildi ve bu sûre «Kalem» ismini aldı. Çeşitli yazı malzemelerine, yazım işlerine ve ilim öğrenme hususuna temas eden sûreler genellikle Mekke devresinde nazil oldular.[504] Bu durum şüphesiz ki Hz. Muhammed'e, faaliyet göstereceği topluma öncelikle okuma-yazma öğretmesini telkin etmiş oluyordu.
Hz. Peygamber Mekke devresinde bir devlet teşkilatına sahip olmadığı için İslâm'ı öğretme ve yayma faaliyetlerini şahsen sürdürüyordu. Hz. Ömer'in, müslüman olması sırasında eniştesinin evinde Kur'an'dan yazılı bir parça bulmasına bakacak olursak Resûlullah'm bu devrede de Kur'an'ı yazdırmak için bazı kimseleri istihdam ettiğine hükmedebiliriz. Resûlullah'm Medine'li bazı kişilerle anlaşıp devletinin temelini attığı sırada memuriyete ilk getirdiği Mus'ab b.Umeyr isminde bir muallimdi. Resûlullah'm ilk memuru olma şerefine eren Mus'ab müslümanlığı öğretip yayma vazifesiyle Medine'ye gönderildi.[505] Muhakkakki onun buradaki masrafları Medineli müslümanlar tarafından karşılanıyordu.
Hz. Peygamber Medine'ye göç edince burada ilk iş olarak Mes-cidu'n-Nebî denilen bir bina inşasına girişti. Bu binada birbirinden ayrı üç mekan vardı. Bunlardan birinde namaz kılmıyor ve hükümet işleri görüşülüyordu. Suffa denen mahalde yersiz-yurt-suz kimseler barınıp öğrenim yapıyorlardı. Bilindiği gibi üçüncü mahalde Resûlullah'a ait odalar bulunuyordu.
Muhammed Hamidullah bize Suffa ve diğer mahallerdeki Öğretim faaliyetleri hususunda özet olarak sunacağım şu bilgileri vermektedir: Suffa, ilk islâm Üniversitesidir ve burada bizzat Resûlullah'm ders vermesinin yanı sıra okurna-yazmayı, Kur'an'ı vs. öğretmek üzere diğer bazı öğretmenler de vazife görüyorlardı. Ubade b. Samit, Kur'an ve okuma-yazma Öğretenlerden biridir. Esasen bir yazı mütehassisi olan Abdullah b. Said b. el-Ass, Resûlulah tarafından "hikmet Öğretmeni" olarak -tayin edilmiştir.
Bedir savaşında esir düşen müşriklerden okuma - yazma bilenlere, adam başına 4000 dirhemlik kurtuluş fidyesi karşılığı olmak üzere on müslüman çocuğa okuma - yazmayı öğretme mecburiyetinin getirilişi Hz. Muhammed (s.a.v.)'in bu işe ne kadar önem verdiğini ortaya koyar. Bu hâdise Suffa'da geçici de olsa müslüman öğretmenlerin yanı sıra müşrik ve üstelik esir öğretmenlerin de çalıştırıldığını gösterir.
Suffa'dan her tarafa gönderilen çeşitli Öğretmenler yetiştiği gibi, İbn Mes'ud, Abdullah b.Ömer gibi ünlü hukukçular, Ebu Hu-reyre gibi hadisçiler ve Irak fatihi Sa'd b.Ebi Vakkas gibi büyük komutanlar da yetişti. Farsça, Yunanca, Kıptîce ve Habeşçe bilen Zeyd b. Sabit ise Resûlullah'm isteği üzerine İbranice okuyup yazmayı da öğrendi. O, bunu şüphesizki Suffa'nın dışında Yahudilerden öğrenmişti.
Bu mektepte yabancılara da islâm'ı tanıtmak gayesiyle dersler veriliyordu, yerli ve yabancı talebelerin sayısının 400'e kadar yükseldiği de olmuştu.
Suffa'daki öğretim masraflarına gelince talebeler bunun için herhangi bir ödemede bulunmuyorlardı. Üstelik onlar cömert müslümanlardan ve devletten yardım görüyorlardı. Resûlullah, halkı bu mektep mensuplarına yardıma davet ederken kendisi de eline geçen gelirlerden buraya harcamalarda bulunuyordu. Medi-neli cömert insan Sa'd b.Ubade her gün sekiz talebenin yiyecek ve içeceğini temin etmekteydi. Bir defasında, Hz, Peygamberin eline bir para geçmişti de kızı Fâtıma (r.a.) ondan, yorgun düştüğünü ileri sürerek bir köle hizmetçi satın almasını istemişti. Bunun üzerine Resûlullah:
«Suffa'daki insanların midelerini boş bırakarak sizin istediğiniz şeyleri yerine getiremem; bütün parayı onların istifadesine tahsis edeceğim.» demişti.
Suffa'ya müslümanlar hurma mahsullerinin zekâtını da getiriyorlardı ki Muaz b. Cebel'in Yemen'i gönderilmesinden önce , bir ara, buraya getirilen zekâtların bakım ve idaresinde görevlendirildiğini, malî teşkilatlanma bahsinde ele almıştık. Öğretmenlere ise maaş verilip verilmediği hususnda herhangi bir bilgiye rastlı-yamıyoruz. Şu kadar varki Hz. Peygamber SufFa'da görevli öğretmenlerin, talebelerinden hediye olarak dahi bir şey almalarına şiddetle karşı koyuyordu.
Kısa zaman sonra Suffa artık ihtiyaca yetmez hale geldi ve Resûlullah buradaki sıkışıklığı önlemek üzere Medine'nin diğer mahalerinde bir çok başka okullar daha açtı. Daha henüz H. 2. senede Mahreme b. Nevfel'in evi Kur'an öğretimi için mektep haline getirildi. Aynı şekilde Medine yakınındaki Küba camii de Resûlullah'm zaman zaman öğretimine nezaret ettiği bir mektep haline getirildi. Onun zamanında Mescidu'n-Nebî'den ayrı olarak 9 küçük cami daha vardı ki bunların her biri aynı zamanda bir mektep olarak faaliyet gösteriyordu.[506]
Hz. Peygamber devrinde kadınların da okuma-yazma bilmelerine ehemmiyet veriliyordu ki biz Şifâ' Ümm-ü Süleyman isminde bir kadının onlara yazı yazmayı öğretme vazifesini üstlendiğini görüyoruz.[507] Bizzat Resûlullah da haftanın belli bir gününde yalnız onlara vazetmiş ve onun hanımları da kadınların eğitiminde vazife almışlardır. Sahabe kadınlar arasından başta Hz. Aişe olmak üzere 20 kadar kadın hukukçunun yetişmesi[508] bu öğretimin genişliği hakkında bize yeterli bir fikir verir kanaatındayım.
Resûlullah yeni fethettiği yerlere de muallimler gönderdi ve ayrıca valilere ve diğer devlet görevlilerine de ek olarak öğretmenlik vazifesini verdi. Makrizî bize onun Mekke'yi fethedince daha oradan ayrılmadan yeni vali Attab'ın yanında halka; Kur'an'ı, sünneti ve hukuk öğretmeleri için Muaz b. Cebel ile Ebu Musa el-Eş'arî'yi görevlendirdiğini, bildiriyor. Gene onun yazdığına göre Hz. Peygamber, Muaz'ı şüphesizki bundan sonraki bir tarihte, halka Kur'an'ı ve îslâmî esasları öğretmek, kadılık yapmak ve vergi tahsildarlarının getirdikleri meblağları teslim almak gibi çok yönlü görevlerle Yemen'e gönderdi ve bu arada Necran bölgesinde halka Kur'an ve dinî esasları öğretmek ve ayrıca halktan zekât toplamak üzere Amr b. Hazm'ı görevlendirdi ve eline de vergi ve diyetlerle ilgili hukuku ihtiva eden bir de yazı verdi.[509] Onun aynı görevlerle Yemen'e tayin edildiği de ifade edilmektedir.[510] Yemen'e komşu olan Necran'da islâm Devletine tâbi Hıristiyanlar yaşadığına göre onun bu bölgeye Kur'an ve dinî esasları öğretmek üzere gönderilmesi mümkün görünmüyor ise 3e Hz. Peygamberin onu bir tebliğci olarak göndermiş olması düşünülebilir.
Hz. Peygamber yeni müslüman olan veya islâm Devletine tâbi olmak hususunu görüşmek üzere gelen heyetlere de Kur'an'ı ve îslâmî esasları öğretmeğe Özen gösteriyordu. Ibn Sa'd (168-230 H/785-845 M) hicri 10. senede gelen Havlan heyetine Kur'an ve sünnetin öğretilmesi için Resûlullah'm ilgililere emir verdiğini ve Ubeyd b. Ka'b tarafından onlara Kur'an öğretildiğini, yazar.[511] Hz. Peygamberin çeşitli bölgelere zaman zaman Suffa mektebinden yetişelerden öğretmenler gönderdiği ve bunların bir kısmının katliama bile uğradıkları herkesin malumudur. Resûlullah valilerine, vergi tahsil memurlarına ve diğer görevlilere maaş ödediğine göre şüphesiz ki bu öğretmenler zümresine de maaşlar Ödüyordu. Ancak ne var ki kaynaklar bize bu hususta hiçbir bilgi sunmamaktadırlar. [512]
D- Sağlık Giderleri
Bu sahada da biz yapılan harcamalardan ziyade hizmetleri tesbit edebiliyoruz. Ancak bu hizmetlerin doğurduğu masrafların devlet hazinesinden karşılandığı muhakkaktır, insan hayatına Kur'an'da çok önem verilir:
«Kim bir canı bir can mukabilinde veya yeryüzünde bir fesat çıkarmış olmasından dolayı olmıyarak, öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu kurtarırsa bütün insanları diriltmiş gibi olur.»[513]
Bu ayet, devlete, halka sağlık hizmetleri götürme vazifesini yükler. Çünki bu hizmetler, insanların tek başlarına yürüteceği hizmetlerden değildir.
Hz. Peygamber, tedavisi olmryan hiçbir hastalık kabul etmez. Bu bakımdan o, insanları tedavi olmaya çağırmıştır. Onun, muhtelif hadis kitaplarında biraz değişik şekillerde yer alan bu husustaki sözleri îbn Mâce'de şöyledir:
«Ey Allah'ın kulları tedavi olunuz. Allah ihtiyarlama hariç şifasını yaratmadığı hiçbir hastalık yaratmamıştır.»[514]
Hz. Peygamber'in kendisi de tedavi olmuş, vücudundan kan aldırarak ücretini ödemiştir.[515]
Hz. Peygamber'in bizzat kendisi bazı hastalıkların tedavisini biliyordu ki bu hususta bir kısım hadis müellifleri eserlerinde ayrı bir bölüm meydana getirmişlerdir. Onun bazı yaralılara cerrahî müdahalelerde bulunduğu da olmuştur. Meselâ, Sa'd b. Mu'az harpte kol damarından vurulduğu zaman Resûlullah onu "miş-kas" demlen aletle dağlama yapıp kanım kesmek suretiyle tedavi etmiştir.[516] Müslüman olmayanların bile ondan ilaç istedikleri olmuştur.[517] Daha önce de muhtelif vesilelerle temas ettiğimiz gibi Ureyne kabilelerinden Medine'ye gelmiş olan bazı kimseler burada hastalandılar. Resûlullah onları, develerin süt ve sidiklerinden içerek tedavi olmaları için zekât hayvanlarının [518]bulunduğu meraya göndermişti. Sonra bunlar iyileşmiş ve azgınlaşarak çobanı da öldürmüşlerdi.
Hz. Peygamber, hastalarla çok ilgileniyor ve gerekirse onlara bir hekime gitmelerini tavsiye ediyordu.[519] veya ona kendisi bir hekim getirtiyordu.[520] Harplerde, Resûlullah'ın askeri karargahının yanında her zaman kadın hastabakıcılar bulunuyordu. Bunlar, hastaları bilinen usul ve ilaçlarla tedavi ediyorlardı.[521]
Hz. Peygamber, harplerde yaralananları Mescidu'n-Nebi'nin yanında kurdurduğu çadıra aldırıyor ve her zaman onların du-rumlariyle ilgileniyordu.[522] Bu çadırın Rufeyde isminde bir kadına ait olduğu da söylenmektedir. Eşlem kabilesinden olan bu kadın alelade bir hemşire olmayıp hem yaralı askerleri ve hem de halktan hasta düşmüş kimseleri gönüllü olarak tedavi etmekteydi.[523] Bu tedavi giderlerinin ise nereden karşılandığına ait herhangi bir bilgiye sahip olmamamıza rağmen bunların devlet tarafından karşılandığını söylememize herhangi bir engel bulunmamaktadır. Hz. Peygamber'in harpte yara almış olan Ubeyd b. Ka'b'a bir doktor getirtmesi de bunu gösteriyor.[524]
II. Yatırım Harcamaları
A- Doğrudan Yatırım Harcamaları
Hz. Peygamber devrinde biz sulama tesislerinin yapımı ve arazi ıslah çalışmaları hakkında herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Ancak onun, Kur'an'a muvazi olarak halkı ziraata ve ölü arazileri "ihya" etmeğe[525] teşvik ettiği görülmektedir. Bu arada Hz.Peyganıber Medine çevresinde 12 millik bir arazi kuşağını yasak bölge (:hıma) ilan ederek, yeşilliğini ve tabiatını korumaya almıştır.[526]
B- Dolaylı Yatırım Harcamaları
1- Resmî Binaların Ve Camilerin Yapımı
Hz. Peygamberin H. 1. yıl içerisinde başlayıp bitirdiği Medine'deki Mescidi, çok yönlü maksatlar için kullanılmıştır. Taberî'den öğrendiğimize göre, Resûlulah bu mescidin yerini sahiplerinden satın almak istemiş fakat onlar, yerlerim ona karşılıksız olarak bağışlamışlardır. Bundan ayrı olarak Hz. Peygamber Küba Mescidim yaptırmıştır,[527] Küba Mescidi, Resûlullah'm hicret sırasında Medine yakınındaki bu mescide adını veren köyde kurulmuştur ve İslâm'da yapılan ilk camidir. Hz. Peygamber, fethettiği yerlerde birer cami yaptırmış olmalıdır. Nitekim biz onun Umman halkından olan Dema'lılara mescidler yapmaları hususunda emir verdiğini görmekteyiz.[528] Onun zamanında Mesci-du'n-Nebî'den ayrı olarak 9 adet daha cami yapılmıştır.[529] Hz. Peygamber'in, Mescidu'n-Nebî külliyesi içerisinde, ibadet mahallinden başka, Beytülmalin ortaya çıkışı bahsinde temas edildiği gibi "ulliyye" veya "meşrebe" denilen bir odayı devlet hazinesi olarak kullandığını görmüştük. O, bundan ayrı olarak kızı Fatı-ma'nın evlenmesi ile boşalan odasını da ziyaretçi kabul odası (:zevr) haline getirmiştir.[530]
ilk zamanlarda çok yönlü maksatlar için kullanılan camilerden ayrı olarak devlet, zaman geçtikçe devlet hizmetleri için gerekli diğer binaları da inşa etmeğe başladı. Beytülmal olarak kullanılan binaların Hz. Peygamber devrinde yapılmaya başladığını biz ilgili bölümünde görmüştük. Onun zamanında ihdas edilen misafirhanelere ise ulaşım hizmetleri bahsinde temas edeceğiz, islâm'da ilk hapishane de gene Resûlullah zamanında ihdas edildi ve bunu Hz. Ömer ve Ali'nin ihdas ettikleri hapishaneler izledi.[531]
2- Ulaşım Giderleri
Kur'an'da seyahata çok önem verilmiş ve Allah Teâlâ, müslü-manlara; yeryüzü nimetlerini aramak, ticaret yapmak, ilmî araştırmalarda bulunmak, geçmiş milletlerin uğradıkları akıbetleri görmek için bıraktıkları harabelerde araştırmalar yapmak ve diğer meşru sebeplerle seyahat etmeği tavsiye ve hatta emretmiştir. Bu sebeple de yolculara harcanmak üzere gerek zekat ve gerekse de diğer gelir çeşitlerinden paylar ayrılmıştır. Hz. Peygamber (s.a.v.) de bazı yerlerin gelirlerini özellikle yolculara ve kendisine gelen siyasî heyet ve elçilere tahsis etmiştir ki biz bunlara daha Önce teferruatiyle temas ettiğimizden burada yeniden ele almıya-cağız. [532]
A- Konaklama Tesisleri (Misafirhaneler)Nin Yapımı
Gerek resmî görevlilerin ve yabancı elçilerin ve gerekse de halkın rahat ve serbestçe seyahat edip barınmalarını sağlamak amacı ile Hz. Peygamber devrinden itibaren bir takım misafirhaneler yapılmış ve bazı kimseler de evlerini misafirler için vakfetmişlerdir. Sahabeden Abdurrahman b. Avf (r.a.) Hz. Peygamber'e gelen misafirler için "dâru'l-kübrâ" ve "dâru'd-dîfan" adları ile anılan bir misafirhane yaptırdı ki Resûlullah da bunun inşasında bizzat çalıştılar.[533] Buharî'nin kaydına göre, Ashab'dan Enes. b. Mâlik, Abdullah b. Ömer ve Zübeyr (r.a.) evlerini bu maksatlar için vakıf yaptılar. Bunların ihtiyaç duyduklarında kendi ailelerinin de bu evlerden faydalanma şartları vardı. Meselâ, Enes; evinin semtine geldiğinde kendisinin de orada konaklama şartlarım, vakfiyesinde kaydetmişti.[534] Yolcular bu evlerden faydalanıyorlardı.
Hz. Peygamber, ister Arabistan'daki kabileleri temsilen gelmiş olsunlar isterse de yarımadanın dışındaki devletlerden gelmiş olsunlar, elçileri devlet adına resmen ağırlıyordu. Bunların bir kısmı yeni müslüman olup talimat almak için, bir kısmı da müslüman olma veya îslâm Devletine bağlanma şartlarım görüşmek üzere geliyorlardı. Yarımada dışından gelen elçilerin tabiatiyle böyle bir niyetleri yoktu. Hz. Peygamber, gelen elçileri ve siyasî heyetleri genellikle Remle Bint el-Hâris'in evinde ikamet ettirir ve orada ağırlardı ki bu evin ismi Ibn Sa'd'ın eserinde, heyetlerin kabul ve ağırlanması münasebetiyle sık sık geçmektedir.[535] Remle (r.a.) ismindeki kadın bu evini şüphesiz ki Hz. Peygamber (s.a.v.)'in devletine bağışlamış bulunuyordu. Ibnu'1-Esir ve Kettanî'den öğrendiğimize göre, Hz. Peygamber'in Mescidu'n-Nebî yanında, gelen heyetleri barındırmak için kurdurduğu ayrıca bir çadırı bulunuyordu. Tebuk seferini müteakip bir zamanda gelen Taifdeki Sakif kabilesinin heyeti bu çadırda barındırıldılar.[536] Hz. Peygamber, İslâm'a girmekte inatlık gösteren bu kabile temsilcilerinin Kur'an'ı dinlemelerini ve îslâmî ibadetleri izlemelerini istemekteydi. Bazan misafirhaneler dolu olacak ki bir kısım elçilerin Sahabelerin evlerinde barındırıldığı olurdu.[537]
Gerek devlet ve gerekse de özel teşebbüs tarafından konaklama tesislerinin yapımına Resûlullah'tan sonra da devam edildi. [538]
B- Yolcuları Misafir Etme Ve Elçileri Ağırlayıp Hediyelendirme
1- Yolcuları Misafir Etme
Devletin hele ilk zamanlarda her tarafta konaklama tesisleri kurması mümkün değildi. Bilhassa kırsal kesimlere kadar bu türlü hizmetleri götürmek pek mümkün olmaz. Bu bakımdan köy kesiminde ve küçük kasabalarda halkın misafirperverliğine ihtiyaç vardır. Zekât gelirlerinde yolculara tanınan haktan başka, misafir kabul etmek ve misafir ağırlamak ayrıca sünnet bir mükellefiyettir. Hz. Peygamber (s.a.v.); «Allah'a ve ahiret gününe inananları üç güne kadar misafir kabul edip ağırlamaya ve ikramda bulunmaya davet etmiştir»[539] Müslim'in rivayetine göre, Resûlullah, çeşitli bölgelere vazifeli kişiler gönderiyordu. Bunlar gittikleri yerlerde misafir edilmediklerinden, şikayette bulundular. Bunun üzerine Hz. Peygamber, onlara; misafirlik haklarını, onlardan uygun bir şekilde alabileceklerini, söyledi.[540] Bu hadisten, Resûlullah'm memurlarının, gittikleri yerlerde, halkın onları misafir etmemeleri sebebiyle sıkıntı çektikleri, anlaşılıyor. Hz. Peygamber; müslümanlan, konaklama imkanı bulamamış yolcuları, üç güne kadar misafir etmeğe davet ederken, kendisine bağlı gayr-i müslim topluluklarla da bu hususta antlaşmalar yapıyordu. Ferrâ' (ö. 458 H)'ya göre; müslümanlarm misafir kabulü, din ile vacib kılman bir mükellefiyettir. Gayr-i müslim tebaanın müslümanlan misafir etmeleri ise ancak antlaşmalarla sağlanabilir.[541]
Hz. Peygamber'in Yemen tarafındaki Necran hıristiyanlan ile yaptığı antlaşmaya göre, onlar Resûlullah'm elçi ve memurla-nnı 20 güne kadar misafir edecekler. Bir aydan daha fazla bir müddet bekletmiyecekler, yani gerekli sefer ihtiyaçlannı tedarik edip uğurlıyacaklardı.[542] Hz. Peygamber kuzeydeki bazı kabilelerle de bu türlü antlaşmalar yaptı. O, hicri 9. senede Tebâle, Cu-reş ve Eyle halklannı islâm Devletine bağlarken yaptığı antlaşmaya; onların bölgelerine uğnyan müslümanlan misafir etmeleri için de birer madde koymuştu.[543] Necrân'lılarla yapılan antlaşmadan anlaşıldığı üzere, bu haklardan daha ziyade resmî görevliler faydalanacaklardır. [544]
2- Elçileri Ağırlama Ve Hediyelendirme
Ödenekler bölümünde Hz. Peygamber'in Benu'n-Nadir ve Hayber arazilerinden bağladığı gelirlerden elçilerin ağırlanması ve hediyelendirilmesi için de tahsisatlar ayırdığım görmüştük. Onlan ağırlamanın her ne kadar yatırım harcamalan ile bir ilgisi yoksa da bu meseleyi de genel ulaşım ve konaklama giderleri içerisinde ele almak uygun düşmektedir. Bu, iktisadî değil ancak siyasî bir yatırım olarak düşünülebilir. Fakat devlet bundan maddî ve manevî menfaatler sağlıyacaktır. Biz kaynaklardan Hz. Peygamberin, elçi ve heyetlere neler ikram ettiğini ve ne çeşit hediyeler verdiğini ve ne miktar para ödediğini öğrenebiliyoruz.[545]
3- Haberleşme Giderleri
Hz. Peygamber zamanında haberleşme, devlet istihbaratı şeklindeydi. Resûlullah haber toplamak için çeşitli bölgelere saman zaman küçük birlikler çıkarıyordu veya bir haberi özel bir görevli ile iletiyordu. [546]
[449] Belazurî, s. 81.
[450] Yakubî,C. 2/65.
[451] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/351.
[452] Âli Imran, 90; Yûsuf, 104; Sebe, 47; Şura, 23; Sad, 86,Tûr, 40; Kalan, 46.
[453] Hz. Peygamberin ticari ortaklıkları için bak. M. Hamidullah, islâm Peygamberi, C.l/60-63, prg. 107-116.
[454] Bak. Maverdî, s. 162-163; Ferrâ, s. 185-186.
[455] İbnSa'd, C.I/178.
[456] Makrizî, îmtâ, C.4, v.5/a-18/b.
[457] îbnSa'd, C.I/177-178
[458] Buharı, Zekât, 69; Tirmizî, Tıb, 6 (C.8/196-197); îbn Sa'd, C. 1/178; Ayrıca bak. M. Hamidullah/s/öm Peygamberi, C.l/574, prg. 885.
[459] Bak. Buharı, Buyu, 33; îbn Sa'd, C.I/174 vd.
[460] M. Hamidullah,îslâm Peygamberi, C.2/1041, prg. 1652.
[461] İbn Sa'd, C. 1/179.
[462] Bu hediyeler için bak. Buharî, Hibe, 27; Ebu Yusuf, s. 206; Ebu Ubeyd, s. 258, Ha. No. 632 vd.;İbn Sa'd, C. 1/151-152; Darimî, C.2/232-233; M. Hamidullah, Vesaik, s. 79-80.
[463] M. Hamidullah,îslâm Peygamberi, C.2/1041, prg. 1652.
[464] Bağış için bak. Vâkıdî, Megazî, s.259; îbn Sa'd, C. 1/182 vd.; Maverdî, s.160-161.
[465] Bak. Buharı, Megazl, 14, Nafakat, 2; Ahmed, Müsned, C. 3/212, Ha. No. 1881,1882 (neşr. Ahmed Şakir); Ebu Ubeyd, s. 7, Ha. No. 17; Belazurî, s.31, 33; Makrizî, C.l, v. 187/a, C.4, v. 193/b.
[466] Maverdî, s. 160-161; Makrizî, C.4, v. 194/a; Taksim için ayrıca bak. Belazurî, s. 33-34.
[467] Yahya b. Adem, s. 38, Ha. no.92.
[468] Maverdî, s. 161; Ferrâ, s. 184-185.
[469] İbn Hişam, s. 363-367; Makrizî, C.4, v.l95/a-b.
[470] Ahmed, Müsned, C.7/81, Ha. No. 4946 (neşr. Ahmed Şakir); Ebu Yusuf, s.96-97; Yahya b.Adem, s.39, Ha. No.97.
[471] Bak. M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, C.2/1047, prg. 1668.
[472] Maverdî, s. 162.
[473] Maverdî, s. 45.
[474] Maverdî, s. 162; Ferrâ, s. 185.
[475] Maverdî, s. 162; Ferrâ, s. 185.
[476] Maverdî, s. 162; Ferrâ, s. 185; Havber'in Hz. Ömer tarafından taksimi için bak. Ebu Yûsuf, s. 97; Yahya b. Âdem, s. 39, Ha. No. 97.
[477] Ebu Yûsuf, s. 97; Yahya b. Âdem, s.39, Ha. No. 97.
[478] Bak. San'anî, C.l 0/414, 418, Ha. No. 19540, 19555.
[479] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/351-355.
[480] Ahmed, Müsned, C.4/256, Ha. No. 2724 (neşr. Ahmed Şakir).
[481] Buharı, Cihad, 86; İbn Sa'd, C. ü/87.
[482] Bak. Maverdî, s. 163; zırhı için ayrıca bak. Buharî, Buyu, 14.
[483] Ferrâ, s. 86.
[484] Maverdî, s. 163.
[485] Buharî, Nafakat, 2; Müslim, Cihad, 16; Ahmed Müsned, C. 3/125, Ha. No. 1685 (neşr. Ahmed Şakir); Belazurî, s. 43-45.
[486] Ahmed, Müsned, C. 1/177, Ha. No. 55; İbn Sa'd, C. 11/86.
[487] Buharı, Vesaya, 33, Cihad, 202.
[488] Müslim, Musâkat, 100.
[489] Maverdî, s. 163; Ayrıca bak. Ferrâ, s. 186.
[490] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/356-357.
[491] Makrizî, C.4 v.202/a.
[492] Makrizî, C.4 v.202/a; Kettanî, C. 1/264; Salih Tuğ, s. 81 vd.
[493] 40 okıyyelik maaş için bak. Sadr el-Şehid Husamuddin, v. 36/b; M. Hamidullah, îslâm Peygamberi, C.2/987, prg. 1565.
[494] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/357.
[495] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/358.
[496] Ebu Davud, Haraç, 9; Ebu Ubeyd, 265, Ha. No. 651; îbn Zenceveyh, C. 1/97; Bagavî, C.2/50.
Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/358.
[497] Bak. M. Kürd Ali, C. 2/108.
[498] Kâmil Miras, C. 6/378.
Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/358.
[499] îbn Zenceveyh, C.2/215; Munzirî, C.2/34; Serahsî, C.15/74.
[500] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/359.
[501] Buharı, İman, 22, Edeb, 44; Müslim, Eyman, 38, 40; Ebu Davud, Edeb, 124; Yakubî, C. 2/92; Değişik bir rivayet için bak. AVımed b. Hanbel, Mus-ned, C.l/185, Ha. No. 75. (neşr. Ahmed Muhammed Şâkir)
[502] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/359-360.
[503] Bak. Alak, 1-4.
[504] Bak. M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, C.2/826-828, prg. 123İ-1239. (*) Eğitim-Öğretim konusunda geniş bilgi için bkz. Selahattin Parîadır, Bütün Yönleriyle A. Saadette îslâm,A- cütAsr-ıSaadette Eğitim, makalesi.
[505] M. Hamidullah, Vesaik, s. 34; ayn. mlf.İslam Peygamberi, C.1/166, prg. 280.
[506] M. Hamidullah, îslâm Peygamberi, C. 2/830-834, 840, prg. 1247-1254, 1265; Ubade b. Samit'in Suffa'daki öğretmenliği ve Mahreme'ye ait evin mektep haline getirilişi için aynca bak. Muhammed Kürd Ali, C.2/97-98.
[507] M. Kürd Ali, C. 2/97-98.
[508] M, Hamidullah,îslâm Peygamberi, C.2/835-836 prg. 1257.
[509] Makrizî, îmtâ, C.4, v.201/b, 203/a
[510] M. Hamiduliah, Vesaik, s. 173-174; Kettanî, C. 1/247.
[511] Ibn Sa'd, C. 1/61,76-77.
[512] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/360-363.
[513] Maide,32.
[514] İbn Mace, Tıb, 1; Değişik rivayetler için bak. Buharı, Tıb, 1; Müslim, Selam, 26.
[515] Müslim, Selam, 26.
[516] Müslim, Selam, 26; Serahsî, Şerh el-Siyer el-Kebir, C.l/128.
[517] Bak. Ebu Ubeyd, s. 257, Ha. No. 630.
[518] Buharı, Zekât, 69; Tirmizî, Tıb, 6; Bu sürünün Resûlullah'a ait olduğuna dair hadis için onun gelirleri ve geçimi bahsine bak.
[519] M. Hamidullah,îslâm Peygamberi, C.2/869, prg. 1315.
[520] Bak. Müslim, Selam, 26.
[521] Bak. Buharî, Cihad, 67; Vakıdî, Megazî, s. 243.
[522] Ali b. Muhammed, Tahric el-Delale, v. 186/a.
[523] Kettanî, C.l/453; M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, C.2/875, prg. 1334.
[524] Bak. Müslim, Selam, 26.
Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/364-365.
[525] Ebu Ubeyd, s. 285.
[526] Ebu Yûsuf, s. 112; Maverdî, s. 176; Daha geniş bilgi için bak. Celal Yeniçeri, İslâm İktisadının Esasları, s. 55 vd.
Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/365.
[527] Taberî, C. 2/116-117.
[528] M. Hamidullah, Vesaik, s. 129.
[529] M. Hamidullah,îslâm Peygamberi, C.2/834, prg. 1253.
[530] M. Hamidullah, îslâm Peygamberi, C.2/1120, prg. 1875.
[531] Bak. M. Hamidullah, îslâm Peygamberi, C. 2/988, prg. 1568.
Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/366.
[532] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/367.
[533] Kettanî, C. 1/445.
[534] Buharı, Vesaya, 34.
[535] İbn Sa'd, C.I/43-44, 54-56.
[536] İbn el-Esir, C.2/108; Kettanî, C.l/447-448.
[537] Bak. İbn Sa'd, C.I/65-66; Ketanî, C.l/448-449.
[538] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/367-368.
[539] Bak. Müslim, Lükata, 3; Malik,Muvatta, C.2/929.
[540] Müslim, Lükata, 3.
[541] Ferrâ, s. 141.
[542] Ebû Yûsuf, s. 78; M. Hamidullah, Vesaik, s. 141; Ayrıca bak. îbn el-Esir, C.2/112.
[543] Bak. Belazurî, s. 70-71; Yalmz Eyle'lilerle yapılan antlaşma için bak. Ku-dame b. Ca'fer, v. 108/b
[544] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/368-369.
[545] Bak. C. Yeniçeri, îslâmda Devlet Bütçesi, s. 347-349 İstanbul 1984.
Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/369-370.
[546] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/370.