- Kamu harcamaları

Adsense kodları


Kamu harcamaları

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafız_32
Sat 2 October 2010, 01:02 pm GMT +0200
Altıncı Bölüm


KAMU HARCAMALARI


Devlet, sadece belli sınıfların Devleti değildir. Bu bakımdan kamu harcamalarından fakir-zengin herkes faydalandırılmalı ve tüm millet fertlerine hizmet götürülmelidir. Hz. Muhammed (s.a.v.) Himyer[449] ve Yemen[450] bölgelerine vergiler hakkında gön­derdiği yazılarında bu yörelerin halklarına:

«Muhakkakki Allah Resulü, sizin hem zenginlerinizin ve hem de fakirlerinizin mevlâsıdır»

diyerek devletin, her iki sınıfı da gözetip koruyacağını bildiriyor­lardı.

Diğer taraftan devlet hizmetleri meccanen yaptınlamaz. Hz. Peygamber devrinde Hz. Ömer (r.a.) vergi memurluğundan dolayı ücret almak istemeyince Resûlullah ona bunu zorla vermiş ve; eğer ihtiyacı yoksa başkasına tasadduk edebileceğini söylemiştir. [451]

 

I. Carî Harcamalar
 

A- Hz. Peygamber Ve Ailesinin Gelirleri Ve Resulullah'ın Mirası
 

1- Hz. Peygamber Ve Ailesinin Gelirleri Ve Geçimleri
 

Hz. Muhammed (s.a.v.) ne peygamberliği ve ne de devletbaş-kanlığı karşılığında herhangi bir maaş almıyordu. Kur'an-ı Ke-rim'de; onun görevi karşılığında ücret istemediğine ve bir karşılık almadığına ait pek çok ayet bulunmaktadır.[452] İlerde temas edileceği gibi o, müslümanlardan tahsil edilen gelirlerin; hem kendisi­ne ve hem de aile efradına ve akrabalarına haram olduğunu, ilan etmişti. Böylece onun bu gelirlerden herhangi bir şekilde fayda­lanması söz konusu değildi.

Hz. Muhammed, Mekke'de, peygamber olmadan önce ticaret­le iştigal ediyordu. îlk hanımı Hz. Hatice (r.a.) ile daha evlenme­den; sermaye Hatice'den, iş kendisinden olmak üzere, ticarî bir or­taklık kurmuş ve bu yüzden de epeyce zengin olmuştu. Bu ortak­lıktan daha önce olmalıdır ki Hz. Muhammed, Kays b. Sâib adında bir Mekke'li ile ticarî ortaklık kurmuş bulunuyordu.[453]

Resûlullah'ın dedesi Abdulmuttalib ve müteakiben amcası Ebu Talib Mekke'nin reisliğim yapmalarına karşılık Hz. Peygam-ber'in babasının ve kendisinin idarede herhangi bir vazifeleri yok­tu. Bu bakımdan da Resûlullah'ın bu yoldan bir menfaat sağlama­sı söz konusu değildi. Maverdî ve Ferra'nın el-Vâkıdî'den naklet­tiklerine göre, Resûlullah'a babası Abdullah'dan; Umm Eymen adında bir cariye ile 5 deve, bir miktar davar, kölesi Şakran ve bu­nun Salih isminde oğlu miras kalmıştı. Annesi Amine'den ise bir ev kalmıştı. Ailesi Hatice daha Mekke'de iken vefat edince onun Safa ve Merve arasındaki evi ile bir miktar malı da Hz. Peygam-ber'e kaldı. Hz. Peygamber bu mallarını Mekke'de terketip Medi­ne'ye hicret edince Abdulmuttalib'in oğlu Akıl onun iki evine de el koyup onları satmış bulunuyordu. Medine'de ise Mescid-i Nebî et­rafında onun için odalar yapıldı. Her hanımı için bir oda tahsis eden Hz. Peygamber, sağlığında bunları hanımlarına vasiyyet et­mişti.[454] Bu vasiyyet gereğidir ki odalar onun vefatından sonra devlet hazinesine intikal etmedi. Resûlullah'ın Mekke'deki davar sürüsü, îbn Sa'd'dan Öğrendiğimize göre, Ümm Eymen tarafindan otlatılan 7 keçiden ibaretti.[455]

Hz. Peygamber Medine'de de pek çok süt, yük ve binek hay­vanları edinmişti ki Makrizî, onun sahip olduğu hayvanlar ara­sında tavuk cinsinin bile bulunduğunu yazar.[456] îbn Sa'd'dan öğrendiğimize göre, Hz. Peygamberin Medine civarındaki mera­larda otlıyan 7 veya 20 adet devesi, 7 adet de keçisi vardı ve her akşam çoban ona iki büyük kırba süt getiriyordu ki bu sürüler bir ara baskına uğramışlar ve çoban da öldürülmüştü.[457] Bu hâdise hicretin 6. yılı sonlarında veya 7. yılı başlarında olmuştu. Ureyne kabilesinden olan bu haydutlar, hasta oldukları için develerin süt ve sidiklerinden yararlanıp tedavi olsunlar diye Resûlullah tara­fından sürülerin yanma gönderilmişlerdi, iyileşip azgınlaşan bu kimseler daha sonra yakalanarak layık oldukları cezaya çarptırıl­dılar. Burada şunu da kaydetmeliyiz ki îbn Sa'd'm bu sürüyü Hz. Peygambere maletmesine karşılık gerek Buharı ve gerek Tirmizî, çobanı öldürülen bu sürünün zekat hayvanlarından olduğunu kaydederler.[458] Eğer bunlar zekât hayvanlarından ise o takdirde tabiatiyle bu getirilen sütlerden Hz. Peygamber ve ailesinin fay­dalanmaları mümkün olmayacaktır.

Hz. Peygamber, bir kısım hayvanlarını kendi imkanları ile sa­tın almış[459] bir kısmını da ona zengin sahabesi hediye etmiştir.[460] Onun ifadesine göre; koyun olan bir evde bereket vardır.[461]

Söz sırası gelmişken hemen kaydedelim ki Resûlullah'a, harp halinde olmadığı pek çok kabile ve devlet başkanından muhtelif hediyeler gelmiştir; Atlar, katırlar, çeşitli giysiler ve hatta hanımı Mariye (r.a.) bu hediyeler arasındadır.[462] Bakışım sahabe ona bahçelerinden bir kaç hurma ağacının mahsulünü tahsis ederken, bir kısımları da zaman zaman pişmiş hazır yemek göndermek iti­yadına girmişlerdi.[463]

Hz. Peygamber'in fey' ve ganimetlerdeki hisse miktarlarını bu gelirlerin sarf yerleri bahsinde ele aldığımızdan burada ayrıca onlara temas etmeyip sadece bu ve diğer yollardan eline geçen arazilerden bahsedeceğiz ki bunlar sekiz parça halindedir:

1. Hz. Peygamber'in ilk sahip olduğu arazi, Benu'-Nadir'li bir yahudi bilgin olup müslümanlığa giren Muhayrık'm vasiyyet yoluyla bağışladığı 7 adet bahçedir. Muhayrık, Uhud harbine ka­tılıp şehit düşmüş ve harbe çıkarken mallarını Resûlullah'a vasiy-yet etmiştir. Ibn Sa'd, diğer kaynaklardan farklı olarak, bu bahçe­lerin Hz. Peygamber'in vefatından sonra çocuklarına ve müteaki­ben de torunlarına tahsis edildiğim yazar.[464]

2. Çarpışmasız alındığı için Kur'an'da fey' olarak tamamiyle Hz. Peygamber'e verilen ilk arazi H.4 yılda ele geçirilen Nadir Oğulları arazisidir. Resûlullah buradan elde ettiği mahsul gelirle­rinden kendisinin ve ailesinin bir yıllık ihtiyaçlarını ayırdıktan sonra artanı devlet hazinesine aktarmıştır.[465] Daha önce ödenek­ler bölümünde temas ettiğimiz gibi o, bu fazla gelirlerle harp silah ve vasıtalarını temin etmiş, ayrıca muhtemel masraflar (:nevâib) için tahsisatlar ayırmıştır. Bazı kaynaklardan Öğrendiğimize göre Resûlullah bu arazilerden Muhacirlere ve Ensar'dan iki fakir ada­ma, ekip biçmeleri ve faydalanmaları için yer vermiştir.[466] Yahya b. Adem, 7 bahçe hariç Hz. Peygamber'in Nadir Oğulları arazisi­nin hepsini taksim ettiğini yazar ki[467] bu bahçeler ona Muhayrık tarafından bağışlanan bahçelerdir, işletilmek üzere verilen bu yerlerin mülkiyeti tabiatiyle Resûlullaha ait bulunuyordu.

3. Hayber'deki 8 kaleden 3 u, ganimet ve fey' hukuku gereğin­ce Resûlullah'a ve "humus: 1/5" hakkından faydalanacak olan di­ğer sınıflara kalmıştır.[468] Bunlardan iki kaleye tamamiyle Resûlullah'ın kendisi sahip olurken o, Ketîbe denilen kaleyi hu­mus olarak; akrabaları, hanımları, diğer hak sahipleri ve uygun gördüğü kimseler arasında taksim etmiştir.[469] Bu yerlerden, onun hanımlarının, akrabalarının ve diğerlerinin alacakları mahsul miktarları da yazıyla tesbit edilmişti. Buna göre, onun hanımları her yıl 80 vask hurma, 20 vask da arpa olmak üzere toplam 100 vask masul alıyorlardı.[470] 1 vask yaklaşık olarak 240 kilo olduğu­na göre[471] onlar bu yerlerden 2,5 tona yakın miktarda bir gelir te­min etmiş oluyorlardı.

4. Fedek; Bu arazi Hayber'le beraber H. 7 yılında sulh yoluyla alındığından tamamiyle Resûlullah (s.a.v.)'m emrine girdi ve hal­kı, Hayber'de olduğu gibi mahsulün yarısını almaları şartiyle bu topraklarda bırakıldılar.[472] Hz. Peygamber bu yerden elde ettiği «yarı gelir»den nafakasına harcar, akrabasından fakirlere yar­dımda bulunur ve onların kızlarını evlendirirdi.[473] Nafakasından artan fazla gelirlerini daima devlet hazinesine aktarırdı. Ödenek­ler bölümünde temas ettiğimiz gibi Resûlullah bu uygulamasına uygun olarak gerek Hayber ve gerekse Fedek'ten sağladığı gelirle­rinden artanı belli hizmetlerin karşılanmasına tahsis etmiştir.

5. Resûlullah'ın özel yerlerinden biri de Vâdi'1-Kurâ denilen bölgenin 1/3'idir.[474]

6. Onun şahsına ait yerlerden sonuncusu Medine içindeki Mehruz denilen bir pazar yeridir.[475]

Hz. Ömer, Yahudileri Hayber, Fedek ve Vadil-Kura'dan çıkardığı zaman bu yerlerin toplam kıymetlerini takdir ettirmiş ve onlara sadece bir işletmeci olarak sahip oldukları haklarını ödemiştir.[476] Bu arada Resûlullah'ın hanımlarını da, kendilerine tahsis edilmiş yerlerde bir işletmeci sıfatıyla kalmaları ile belli miktarda mahsul almaları arasında serbest bırakmıştır. Bunlar­dan kimi işletmeciliği tercih ederken Hz. Aişe ve Hafsa (r.a.) belli miktarlardaki paylarını almaya devam etmişlerdir.[477]

Resûlullah ve aileleri çok sâde bir hayat yaşamışlardır.[478] Böylece Hz. Peygamber, gelirlerinden çok fazla miktarı devlet hiz­metlerinde ve fakirlere yardımda kullanabilme imkanını elde et­miştir. [479]

 

2- Resûlullah'ın Mirası
 

ResûluUah (s.a.V.) vefat ettiğinde yukarda sayılan araziler ve oturmakta olduğu evlerinden başka önemli bir malına rastlanma-iliştir. Vefat ettiği zaman 1 dirhem veya 1 dinar parasına rastlan­madığı gibi ne bir köle ve ne de bir cariyesi vardı.[480] Onun geriye sadece silahı ile (meşhur) beyaz katırı,[481] develeri, giyim eşyaları, yüzüğü, bazı aletleri, kılıç ve zırhı kalmıştı.[482] Ayrıca Ferrâ' ona ait bir bayraktan da bahseder.[483] Muhakkak ki hanımlarının kul-anmakta olduğu ev eşyalarını bunlardan hariç tutmak gerekir.

Hz. Peygamber'in mirasına uygulanan işleme gelince; onun layvanlan ile bazı aletleri, ayakkabıları miras olarak Hz. Ali'ye serildi. Hırkası, kılıç ve yüzüğü ise devlete kaldı.[484]

ResûluUah vefat ettiğinde başta kızı Hz. Fâtıma (r.a.) olmak üzere diğer mirasçıları, onun her çeşit malını ve arazilerini bölüş­mek üzere halife Ebu Bekir'e müracaat ettiler. Kendilerine Resûlullah'ın: «Bize Mirasçı olunamaz, bıraktıklarımız sadaka­dır.» sözleri hatırlatıldı ve buna göre de onun sahip olduğu tüm araziler devlete maledildi.[485] Bu arada Ebu Bekir; bu yerlerden el­de edilen gelirleri, aynen ResûluUah devrinde harcanan yerlere harcıyacağmı ve gene aynı şekilde Resûlullah'ın ailesinin eskiden olduğu gibi nafakalarını almaya devam edeceklerim ve onun tat­bikatını değiştiremiyeceğini de bildirdi.[486]

Resûlullah'ın,mirası hakkındaki bir diğer sözleri de şöyledir: «Mirasçılarım hiçbir dinarı bölüşmesinler. Hanımlarımın nafakasından ve âmilimin masrafından başkası sadakadır.»[487]

Burada onun âmilinden maksat, muhakkak kendi yerlerine bakan, gelirleriyle ilgilenen ve işletilmek üzere başkalarına veril­memiş olan arazilerinde bizzat çalışan görevlileri ve işçileridir. Nitekim biz Müslim'den onun Hayber'deki hurmalıklarıyla ilgilenen bir kahyasının olduğunu öğreniyoruz.[488]

Hz. Peygamber'in hanımlarının oturmakta olduğu Mescid-i Nebi'nin yanındaki odalara gelince bunları Resûlullah vasiyyet yoluyla onlara bırakmıştır. Onlar bu yerlerde oturacaklar ve kim­se hayatta kalmayınca da diğer araziler gibi bu odalar da Resûlullah'ın sadakaları arasına katılacaktır.[489]

Böylece müslümanlardan tahsil edilen her türlü gelirlerden faydalanmayı kendisine ve akrabalarına yasaklıyan Hz. Muham-med (s.a.v.) ganimet ve fey' hukuku gereğince kendisine düşen ve­ya bağış suretiyle sahip olduğu yerleri de devletin idaresinde müs­lümanlara sadaka olarak bırakmış, manevî ve maddî iktidarını şahsına ve ailesine servet yığmada değil sadece ve sadece tüm müslümanlara her iki dünyayı kuşatan bir mutluluk getirmede kullanmış bulunmaktadır. [490]

 

B- Devlet Memurlarının Maaşları, Ödenme Devreleri, Maaşlara Ölçü Olan Esaslar
 

1- Memur Maaşları
 

A- Vali Maaşları
 

Biz Hz. Peygamber (s.a.v.) devrinde Mekke valisi Attab b. Esid'e bağlanan maaş miktarım biliyoruz. Ona ResûluUah, Nec-ran ve Hecer bölgelerinden tahsil edilecek gelirlerden ödenmek üzere[491] günlüğüne bir dirhem[492] veya senede 40 ukıyye maaş bağ­lamıştı ki bu, Muhammed Hamidullah'ın dediğine göre 1600 dir­hem eder ve bu durumda da aylığı 30 dirhem değil 133 dirheme ge­lir.[493] Bu miktar ise halifelere bağlanan maaşlardan çok daha yük­sektir. Eğer onun aylığım 30 dirhem kabul edersek bununla o, en pahalısından üç koyun satın alabilecektir. [494]

 

B- Kadı Maaşları
 

Hz. Peygamber devrinde bir kısım valiler aynı zamanda "ka­za" görevini de yürütüyorlardı. Meselâ Yemene, vali tayin edilen Muaz'a aynı zamanda kaza görevi de verilmişti. Fakat biz ona ta­yin edilen maaş miktarım bilemiyoruz. H.8 yılda Mekke'ye hakim ve vali tayin edilen Attab'ın aldığı maaşa ise az yukarda temas et­miştik.[495]

 

C- Maliye Memurlarının Maaşları
 

Hz. Peygamber devrinde maliye memurlarına ne kadar maaş ödendiğini bilemiyoruz. Ancak Resûlullah'ın bir sözlerine baka­rak, onun memurlarına bir insan için gerekli ihtiyaçların rahat­lıkla temin edilebileceği kadar maaş ödediğini kesinlikle söyliye-biliriz. O, diyor ki:

«Bizim bir işimizde çalışan kimselerin; hanımı yoksa evlen­sin, kimin de evi yoksa kendisine bir ev edinsin, bineği olmıyan da bir binek edinsin ve kimin de hizmetçisi yoksa bir hizmetçi tutsun. Kim bunlardan başka şeyler edinirse o kimse kenz (.yığma) yap­mıştır. Allah onu kıyamet günene bir hain veya bir hırsız olarak getirir.»[496]

 

D- Asker Maaşları
 

Hz. Peygamber ve Ebu Bekir devirlerinde daimî askerlik ol-madığ için askere de maaş bağlamak söz konusu değildi. Ancak askerler bir sefer sırasında ele geçen ganimetlerden Kur'an'da be­lirlendiği şekilde kendi paylarına düşen hisselerini alıyorlardı.[497] Bu dönemlerde her asker kendi imkanları ile bir harbe katılıyor­du. Bu imkanlardan mahrum olanlara ise gerekli silah, elbise ve yiyecekler devlet tarafından temin ediliyordu veya zenginler, bu türlü şeyleri temin edebilmeleri için doğrudan doğruya onlara ze­katlarım Ödüyorlardı. Mesela, biz bir hadisten Hz. Peygamber'in askerlerine "rızık:tayın" olarak hurma verdiğini öğreniyoruz.[498]

 

2- Maaşların Ödenme Devreleri
 

Maaşların ödenme devrelerinin vergi düzenine ve örfe göre de değişebileceği muhakkaktır. Fakat Hz. Peygamber, çalışanların hak ettikleri ücret ve maaşların bekletilmeden ödenmesini, iste­mekte ve şöyle demektedir:

«İşçiye ücretini teri kurumadan ödeyiniz.»[499] Buna göre ücret ve maaşların kısa zaman dilimleri içerisinde ödenmesi gerekir. Bu hadis maaş ve ücretlerin ödenmesi için çalı­şanlar aleyhine olacak bir süre tayinine izin vermemektedir. [500]

 

3- Maaş Ve Ücret Miktarlarının Belirlenmesinde Göz Önünde Bulundurulan Esaslar
 

Memurlara, en azından gerekli ihtiyaçlarını temin edebile­cekleri kadar bir maaşın ödendiği muhakkaktır. Hz. Peygam­ber'in memurlara; evlenip yuva kurabilecekleri, ev ve binek satın alabilecekleri ve hizmetçi tutabilecekleri, bir miktarda maaş öde­neceğini daha fazla şeyler edinenlerin ise hainlik ve hırsızlık yap­mış olacaklarını, ilan ettiğini, az yukarda kaydetmiştik. Bunun yanı sıra Resûlullah; efendilerden de köle işçilerin yeme ve giyin­me hususunda, kendi seviyelerinde bir hayata kavuşturulmaları­nı istiyerek şöyle demiştir:

«Onlara yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin.»[501] Buna göre, en üst seviyedeki memurla en alt seviyedeki memurun, normal yiyeceklerin ve giyeceklerin temininde eşit imkanlara sahip kılınması, farklılaşmanın ise bunların ötesinde başlaması gerekecektir. Her iş ve hizmetin külfeti eşit olmıcağı gibi, mesuliyeti de eşit değildir. Diğer taraftan bilgi ve maharetle, yapılabilecek bir iş ile alelade bir insanın yapabileceği işlerin ve bunlara sarfedilecek emeklerin elbetteki karşılıkları eşit olmaz. Maaşların aslî ihtiyaçları karşılıyabilecek miktarda olması ve adaletsizliğe meydan verilmemesi, bir esastır. Bu esasa uymak şartiyle Devlet, muhtelif hizmet sınıflarına ve muhtelif kişilere farklı maaşlar ödiyebilir. İstihdam, emek ve bunların karşılığı Dİan maaş ve ücret siyasetini belirlemek devlete ait bir haktır. [502]

 

C- Öğretim Ve Eğitim Giderleri
 

Hz. Peygamber (s.a.v.)'in en önde gelen vazifesi "tebliğ" yani İslâm'ı öğretmek ve yaymak olduğu için öğretim ve eğitim devletin aslî görevleri arasında yer almıştır. İlk görev Kur'anın öğretilmesi ve açıklanması dır. Kur'an hem manevî ve hem de maddî ilimlere temas etmektedir. Bu bakımdan öğretim ve eğitim faaliyetleri her iki ilim dalına inhisar ettirilecektir. Tabiatiyle ilk önce Kur'an'dan; onun okutulup yazdınlmasmdan işe başlamak gere­kecektir. Bu arada Kur'an-ı Kerim'in buyruklarına uyarak Resûlullah'm sünnetini de öğrenmek, ihmaline izin verilmiyecek olan bir vazifedir.

İslâm'dan önce Araplar, istisnaları dışında okuma yazma bil-miyen bir toplumdu ve onlar kültürlerini nesilden nesile ezber ola­rak aktarıyorlardı. Bu ise ilahî Kitab'ın muhafazası için çok tehli­keli bir yoldu ve Kur'an'm başına diğer kitapların uğradıkları kö­tü akıbet gelebilirdi. Bu bakımdan Hz. Muhammed (s.a.v.)'e ilk önce «oku» emri verildi ve bütün ilimlerin korunmasında ve geliş­mesinde temel araç olan «kalem»m değeri ve vazifesi ona bildiril­di.[503] Gene ilk gelen sûrelerden birinde, hokka ve kalem gibi yazı malzemelerine ve ayrıca yazıya dikkat çekildi ve bu sûre «Kalem» ismini aldı. Çeşitli yazı malzemelerine, yazım işlerine ve ilim öğ­renme hususuna temas eden sûreler genellikle Mekke devresinde nazil oldular.[504] Bu durum şüphesiz ki Hz. Muhammed'e, faaliyet göstereceği topluma öncelikle okuma-yazma öğretmesini telkin etmiş oluyordu.

Hz. Peygamber Mekke devresinde bir devlet teşkilatına sahip olmadığı için İslâm'ı öğretme ve yayma faaliyetlerini şahsen sür­dürüyordu. Hz. Ömer'in, müslüman olması sırasında eniştesinin evinde Kur'an'dan yazılı bir parça bulmasına bakacak olursak Resûlullah'm bu devrede de Kur'an'ı yazdırmak için bazı kimsele­ri istihdam ettiğine hükmedebiliriz. Resûlullah'm Medine'li bazı kişilerle anlaşıp devletinin temelini attığı sırada memuriyete ilk getirdiği Mus'ab b.Umeyr isminde bir muallimdi. Resûlullah'm ilk memuru olma şerefine eren Mus'ab müslümanlığı öğretip yay­ma vazifesiyle Medine'ye gönderildi.[505] Muhakkakki onun bura­daki masrafları Medineli müslümanlar tarafından karşılanıyor­du.

Hz. Peygamber Medine'ye göç edince burada ilk iş olarak Mes-cidu'n-Nebî denilen bir bina inşasına girişti. Bu binada birbirin­den ayrı üç mekan vardı. Bunlardan birinde namaz kılmıyor ve hükümet işleri görüşülüyordu. Suffa denen mahalde yersiz-yurt-suz kimseler barınıp öğrenim yapıyorlardı. Bilindiği gibi üçüncü mahalde Resûlullah'a ait odalar bulunuyordu.

Muhammed Hamidullah bize Suffa ve diğer mahallerdeki Öğ­retim faaliyetleri hususunda özet olarak sunacağım şu bilgileri vermektedir: Suffa, ilk islâm Üniversitesidir ve burada bizzat Resûlullah'm ders vermesinin yanı sıra okurna-yazmayı, Kur'an'ı vs. öğretmek üzere diğer bazı öğretmenler de vazife görüyorlardı. Ubade b. Samit, Kur'an ve okuma-yazma Öğretenlerden biridir. Esasen bir yazı mütehassisi olan Abdullah b. Said b. el-Ass, Resûlulah tarafından "hikmet Öğretmeni" olarak -tayin edilmiştir.

Bedir savaşında esir düşen müşriklerden okuma - yazma bi­lenlere, adam başına 4000 dirhemlik kurtuluş fidyesi karşılığı ol­mak üzere on müslüman çocuğa okuma - yazmayı öğretme mecbu­riyetinin getirilişi Hz. Muhammed (s.a.v.)'in bu işe ne kadar önem verdiğini ortaya koyar. Bu hâdise Suffa'da geçici de olsa müslü­man öğretmenlerin yanı sıra müşrik ve üstelik esir öğretmenlerin de çalıştırıldığını gösterir.

Suffa'dan her tarafa gönderilen çeşitli Öğretmenler yetiştiği gibi, İbn Mes'ud, Abdullah b.Ömer gibi ünlü hukukçular, Ebu Hu-reyre gibi hadisçiler ve Irak fatihi Sa'd b.Ebi Vakkas gibi büyük komutanlar da yetişti. Farsça, Yunanca, Kıptîce ve Habeşçe bilen Zeyd b. Sabit ise Resûlullah'm isteği üzerine İbranice okuyup yaz­mayı da öğrendi. O, bunu şüphesizki Suffa'nın dışında Yahudiler­den öğrenmişti.

Bu mektepte yabancılara da islâm'ı tanıtmak gayesiyle ders­ler veriliyordu, yerli ve yabancı talebelerin sayısının 400'e kadar yükseldiği de olmuştu.

Suffa'daki öğretim masraflarına gelince talebeler bunun için herhangi bir ödemede bulunmuyorlardı. Üstelik onlar cömert müslümanlardan ve devletten yardım görüyorlardı. Resûlullah, halkı bu mektep mensuplarına yardıma davet ederken kendisi de eline geçen gelirlerden buraya harcamalarda bulunuyordu. Medi-neli cömert insan Sa'd b.Ubade her gün sekiz talebenin yiyecek ve içeceğini temin etmekteydi. Bir defasında, Hz, Peygamberin eline bir para geçmişti de kızı Fâtıma (r.a.) ondan, yorgun düştüğünü ileri sürerek bir köle hizmetçi satın almasını istemişti. Bunun üze­rine Resûlullah:

«Suffa'daki insanların midelerini boş bırakarak sizin istedi­ğiniz şeyleri yerine getiremem; bütün parayı onların istifadesine tahsis edeceğim.» demişti.

Suffa'ya müslümanlar hurma mahsullerinin zekâtını da geti­riyorlardı ki Muaz b. Cebel'in Yemen'i gönderilmesinden önce , bir ara, buraya getirilen zekâtların bakım ve idaresinde görevlendi­rildiğini, malî teşkilatlanma bahsinde ele almıştık. Öğretmenlere ise maaş verilip verilmediği hususnda herhangi bir bilgiye rastlı-yamıyoruz. Şu kadar varki Hz. Peygamber SufFa'da görevli öğret­menlerin, talebelerinden hediye olarak dahi bir şey almalarına şiddetle karşı koyuyordu.

Kısa zaman sonra Suffa artık ihtiyaca yetmez hale geldi ve Resûlullah buradaki sıkışıklığı önlemek üzere Medine'nin diğer mahalerinde bir çok başka okullar daha açtı. Daha henüz H. 2. se­nede Mahreme b. Nevfel'in evi Kur'an öğretimi için mektep haline getirildi. Aynı şekilde Medine yakınındaki Küba camii de Resûlullah'm zaman zaman öğretimine nezaret ettiği bir mektep haline getirildi. Onun zamanında Mescidu'n-Nebî'den ayrı olarak 9 küçük cami daha vardı ki bunların her biri aynı zamanda bir mektep olarak faaliyet gösteriyordu.[506]

Hz. Peygamber devrinde kadınların da okuma-yazma bilme­lerine ehemmiyet veriliyordu ki biz Şifâ' Ümm-ü Süleyman ismin­de bir kadının onlara yazı yazmayı öğretme vazifesini üstlendiğini görüyoruz.[507] Bizzat Resûlullah da haftanın belli bir gününde yalnız onlara vazetmiş ve onun hanımları da kadınların eğitiminde vazife almışlardır. Sahabe kadınlar arasından başta Hz. Aişe ol­mak üzere 20 kadar kadın hukukçunun yetişmesi[508] bu öğretimin genişliği hakkında bize yeterli bir fikir verir kanaatındayım.

Resûlullah yeni fethettiği yerlere de muallimler gönderdi ve ayrıca valilere ve diğer devlet görevlilerine de ek olarak öğretmen­lik vazifesini verdi. Makrizî bize onun Mekke'yi fethedince daha oradan ayrılmadan yeni vali Attab'ın yanında halka; Kur'an'ı, sünneti ve hukuk öğretmeleri için Muaz b. Cebel ile Ebu Musa el-Eş'arî'yi görevlendirdiğini, bildiriyor. Gene onun yazdığına göre Hz. Peygamber, Muaz'ı şüphesizki bundan sonraki bir tarihte, halka Kur'an'ı ve îslâmî esasları öğretmek, kadılık yapmak ve vergi tahsildarlarının getirdikleri meblağları teslim almak gibi çok yönlü görevlerle Yemen'e gönderdi ve bu arada Necran bölge­sinde halka Kur'an ve dinî esasları öğretmek ve ayrıca halktan zekât toplamak üzere Amr b. Hazm'ı görevlendirdi ve eline de ver­gi ve diyetlerle ilgili hukuku ihtiva eden bir de yazı verdi.[509] Onun aynı görevlerle Yemen'e tayin edildiği de ifade edilmektedir.[510] Yemen'e komşu olan Necran'da islâm Devletine tâbi Hıristiyan­lar yaşadığına göre onun bu bölgeye Kur'an ve dinî esasları öğret­mek üzere gönderilmesi mümkün görünmüyor ise 3e Hz. Peygam­berin onu bir tebliğci olarak göndermiş olması düşünülebilir.

Hz. Peygamber yeni müslüman olan veya islâm Devletine tâbi olmak hususunu görüşmek üzere gelen heyetlere de Kur'an'ı ve îslâmî esasları öğretmeğe Özen gösteriyordu. Ibn Sa'd (168-230 H/785-845 M) hicri 10. senede gelen Havlan heyetine Kur'an ve sünnetin öğretilmesi için Resûlullah'm ilgililere emir verdiğini ve Ubeyd b. Ka'b tarafından onlara Kur'an öğretildiğini, yazar.[511] Hz. Peygamberin çeşitli bölgelere zaman zaman Suffa mektebin­den yetişelerden öğretmenler gönderdiği ve bunların bir kısmının katliama bile uğradıkları herkesin malumudur. Resûlullah vali­lerine, vergi tahsil memurlarına ve diğer görevlilere maaş ödediği­ne göre şüphesiz ki bu öğretmenler zümresine de maaşlar Ödüyor­du. Ancak ne var ki kaynaklar bize bu hususta hiçbir bilgi sunma­maktadırlar. [512]

 

D- Sağlık Giderleri
 

Bu sahada da biz yapılan harcamalardan ziyade hizmetleri tesbit edebiliyoruz. Ancak bu hizmetlerin doğurduğu masrafların devlet hazinesinden karşılandığı muhakkaktır, insan hayatına Kur'an'da çok önem verilir:

«Kim bir canı bir can mukabilinde veya yeryüzünde bir fesat çıkarmış olmasından dolayı olmıyarak, öldürürse bütün insanla­rı öldürmüş gibi olur. Kim de onu kurtarırsa bütün insanları di­riltmiş gibi olur.»[513]

Bu ayet, devlete, halka sağlık hizmetleri götürme vazifesini yükler. Çünki bu hizmetler, insanların tek başlarına yürüteceği hizmetlerden değildir.

Hz. Peygamber, tedavisi olmryan hiçbir hastalık kabul etmez. Bu bakımdan o, insanları tedavi olmaya çağırmıştır. Onun, muh­telif hadis kitaplarında biraz değişik şekillerde yer alan bu husus­taki sözleri îbn Mâce'de şöyledir:

«Ey Allah'ın kulları tedavi olunuz. Allah ihtiyarlama hariç şifasını yaratmadığı hiçbir hastalık yaratmamıştır.»[514]

Hz. Peygamber'in kendisi de tedavi olmuş, vücudundan kan aldırarak ücretini ödemiştir.[515]

Hz. Peygamber'in bizzat kendisi bazı hastalıkların tedavisini biliyordu ki bu hususta bir kısım hadis müellifleri eserlerinde ayrı bir bölüm meydana getirmişlerdir. Onun bazı yaralılara cerrahî müdahalelerde bulunduğu da olmuştur. Meselâ, Sa'd b. Mu'az harpte kol damarından vurulduğu zaman Resûlullah onu "miş-kas" demlen aletle dağlama yapıp kanım kesmek suretiyle tedavi etmiştir.[516] Müslüman olmayanların bile ondan ilaç istedikleri ol­muştur.[517] Daha önce de muhtelif vesilelerle temas ettiğimiz gibi Ureyne kabilelerinden Medine'ye gelmiş olan bazı kimseler bura­da hastalandılar. Resûlullah onları, develerin süt ve sidiklerinden içerek tedavi olmaları için zekât hayvanlarının [518]bulunduğu me­raya göndermişti. Sonra bunlar iyileşmiş ve azgınlaşarak çobanı da öldürmüşlerdi.

Hz. Peygamber, hastalarla çok ilgileniyor ve gerekirse onlara bir hekime gitmelerini tavsiye ediyordu.[519] veya ona kendisi bir hekim getirtiyordu.[520] Harplerde, Resûlullah'ın askeri karargahı­nın yanında her zaman kadın hastabakıcılar bulunuyordu. Bun­lar, hastaları bilinen usul ve ilaçlarla tedavi ediyorlardı.[521]

Hz. Peygamber, harplerde yaralananları Mescidu'n-Nebi'nin yanında kurdurduğu çadıra aldırıyor ve her zaman onların du-rumlariyle ilgileniyordu.[522] Bu çadırın Rufeyde isminde bir kadı­na ait olduğu da söylenmektedir. Eşlem kabilesinden olan bu ka­dın alelade bir hemşire olmayıp hem yaralı askerleri ve hem de halktan hasta düşmüş kimseleri gönüllü olarak tedavi etmektey­di.[523] Bu tedavi giderlerinin ise nereden karşılandığına ait her­hangi bir bilgiye sahip olmamamıza rağmen bunların devlet tara­fından karşılandığını söylememize herhangi bir engel bulunma­maktadır. Hz. Peygamber'in harpte yara almış olan Ubeyd b. Ka'b'a bir doktor getirtmesi de bunu gösteriyor.[524]

 

II. Yatırım Harcamaları
 

A- Doğrudan Yatırım Harcamaları
 

Hz. Peygamber devrinde biz sulama tesislerinin yapımı ve arazi ıslah çalışmaları hakkında herhangi bir bilgiye sahip deği­liz. Ancak onun, Kur'an'a muvazi olarak halkı ziraata ve ölü arazi­leri "ihya" etmeğe[525] teşvik ettiği görülmektedir. Bu arada Hz.Peyganıber Medine çevresinde 12 millik bir arazi kuşağını yasak bölge (:hıma) ilan ederek, yeşilliğini ve tabiatını korumaya almıştır.[526]

 

B- Dolaylı Yatırım Harcamaları
 

1- Resmî Binaların Ve Camilerin Yapımı
 

Hz. Peygamberin H. 1. yıl içerisinde başlayıp bitirdiği Medi­ne'deki Mescidi, çok yönlü maksatlar için kullanılmıştır. Taberî'den öğrendiğimize göre, Resûlulah bu mescidin yerini sa­hiplerinden satın almak istemiş fakat onlar, yerlerim ona karşı­lıksız olarak bağışlamışlardır. Bundan ayrı olarak Hz. Peygamber Küba Mescidim yaptırmıştır,[527] Küba Mescidi, Resûlullah'm hic­ret sırasında Medine yakınındaki bu mescide adını veren köyde kurulmuştur ve İslâm'da yapılan ilk camidir. Hz. Peygamber, fet­hettiği yerlerde birer cami yaptırmış olmalıdır. Nitekim biz onun Umman halkından olan Dema'lılara mescidler yapmaları husu­sunda emir verdiğini görmekteyiz.[528] Onun zamanında Mesci-du'n-Nebî'den ayrı olarak 9 adet daha cami yapılmıştır.[529] Hz. Peygamber'in, Mescidu'n-Nebî külliyesi içerisinde, ibadet mahal­linden başka, Beytülmalin ortaya çıkışı bahsinde temas edildiği gibi "ulliyye" veya "meşrebe" denilen bir odayı devlet hazinesi ola­rak kullandığını görmüştük. O, bundan ayrı olarak kızı Fatı-ma'nın evlenmesi ile boşalan odasını da ziyaretçi kabul odası (:zevr) haline getirmiştir.[530]

ilk zamanlarda çok yönlü maksatlar için kullanılan camiler­den ayrı olarak devlet, zaman geçtikçe devlet hizmetleri için ge­rekli diğer binaları da inşa etmeğe başladı. Beytülmal olarak kul­lanılan binaların Hz. Peygamber devrinde yapılmaya başladığını biz ilgili bölümünde görmüştük. Onun zamanında ihdas edilen misafirhanelere ise ulaşım hizmetleri bahsinde temas edeceğiz, islâm'da ilk hapishane de gene Resûlullah zamanında ihdas edildi ve bunu Hz. Ömer ve Ali'nin ihdas ettikleri hapishaneler izledi.[531]

 

2- Ulaşım Giderleri
 

Kur'an'da seyahata çok önem verilmiş ve Allah Teâlâ, müslü-manlara; yeryüzü nimetlerini aramak, ticaret yapmak, ilmî araş­tırmalarda bulunmak, geçmiş milletlerin uğradıkları akıbetleri görmek için bıraktıkları harabelerde araştırmalar yapmak ve di­ğer meşru sebeplerle seyahat etmeği tavsiye ve hatta emretmiştir. Bu sebeple de yolculara harcanmak üzere gerek zekat ve gerekse de diğer gelir çeşitlerinden paylar ayrılmıştır. Hz. Peygamber (s.a.v.) de bazı yerlerin gelirlerini özellikle yolculara ve kendisine gelen siyasî heyet ve elçilere tahsis etmiştir ki biz bunlara daha Önce teferruatiyle temas ettiğimizden burada yeniden ele almıya-cağız. [532]

 
A- Konaklama Tesisleri (Misafirhaneler)Nin Yapımı
 

Gerek resmî görevlilerin ve yabancı elçilerin ve gerekse de halkın rahat ve serbestçe seyahat edip barınmalarını sağlamak amacı ile Hz. Peygamber devrinden itibaren bir takım misafirha­neler yapılmış ve bazı kimseler de evlerini misafirler için vakfet­mişlerdir. Sahabeden Abdurrahman b. Avf (r.a.) Hz. Peygamber'e gelen misafirler için "dâru'l-kübrâ" ve "dâru'd-dîfan" adları ile anı­lan bir misafirhane yaptırdı ki Resûlullah da bunun inşasında biz­zat çalıştılar.[533] Buharî'nin kaydına göre, Ashab'dan Enes. b. Mâlik, Abdullah b. Ömer ve Zübeyr (r.a.) evlerini bu maksatlar için vakıf yaptılar. Bunların ihtiyaç duyduklarında kendi aileleri­nin de bu evlerden faydalanma şartları vardı. Meselâ, Enes; evi­nin semtine geldiğinde kendisinin de orada konaklama şartlarım, vakfiyesinde kaydetmişti.[534] Yolcular bu evlerden faydalanıyor­lardı.

Hz. Peygamber, ister Arabistan'daki kabileleri temsilen gel­miş olsunlar isterse de yarımadanın dışındaki devletlerden gel­miş olsunlar, elçileri devlet adına resmen ağırlıyordu. Bunların bir kısmı yeni müslüman olup talimat almak için, bir kısmı da müslüman olma veya îslâm Devletine bağlanma şartlarım görüş­mek üzere geliyorlardı. Yarımada dışından gelen elçilerin tabiatiyle böyle bir niyetleri yoktu. Hz. Peygamber, gelen elçileri ve siyasî heyetleri genellikle Remle Bint el-Hâris'in evinde ikamet ettirir ve orada ağırlardı ki bu evin ismi Ibn Sa'd'ın eserinde, he­yetlerin kabul ve ağırlanması münasebetiyle sık sık geçmekte­dir.[535] Remle (r.a.) ismindeki kadın bu evini şüphesiz ki Hz. Pey­gamber (s.a.v.)'in devletine bağışlamış bulunuyordu. Ibnu'1-Esir ve Kettanî'den öğrendiğimize göre, Hz. Peygamber'in Mescidu'n-Nebî yanında, gelen heyetleri barındırmak için kurdurduğu ayrı­ca bir çadırı bulunuyordu. Tebuk seferini müteakip bir zamanda gelen Taifdeki Sakif kabilesinin heyeti bu çadırda barındırıldı­lar.[536] Hz. Peygamber, İslâm'a girmekte inatlık gösteren bu kabile temsilcilerinin Kur'an'ı dinlemelerini ve îslâmî ibadetleri izleme­lerini istemekteydi. Bazan misafirhaneler dolu olacak ki bir kısım elçilerin Sahabelerin evlerinde barındırıldığı olurdu.[537]

Gerek devlet ve gerekse de özel teşebbüs tarafından konakla­ma tesislerinin yapımına Resûlullah'tan sonra da devam edildi. [538]

 

B- Yolcuları Misafir Etme Ve Elçileri Ağırlayıp Hediyelendirme
 

1- Yolcuları Misafir Etme
 

Devletin hele ilk zamanlarda her tarafta konaklama tesisleri kurması mümkün değildi. Bilhassa kırsal kesimlere kadar bu tür­lü hizmetleri götürmek pek mümkün olmaz. Bu bakımdan köy ke­siminde ve küçük kasabalarda halkın misafirperverliğine ihtiyaç vardır. Zekât gelirlerinde yolculara tanınan haktan başka, misa­fir kabul etmek ve misafir ağırlamak ayrıca sünnet bir mükellefi­yettir. Hz. Peygamber (s.a.v.); «Allah'a ve ahiret gününe inanan­ları üç güne kadar misafir kabul edip ağırlamaya ve ikramda bu­lunmaya davet etmiştir»[539] Müslim'in rivayetine göre, Resûlullah, çeşitli bölgelere vazifeli kişiler gönderiyordu. Bunlar gittikleri yerlerde misafir edilmediklerinden, şikayette bulundular. Bunun üzerine Hz. Peygamber, onlara; misafirlik haklarını, onlardan uygun bir şekilde alabileceklerini, söyledi.[540] Bu hadisten, Resûlullah'm memurlarının, gittikleri yerlerde, halkın onları mi­safir etmemeleri sebebiyle sıkıntı çektikleri, anlaşılıyor. Hz. Pey­gamber; müslümanlan, konaklama imkanı bulamamış yolcuları, üç güne kadar misafir etmeğe davet ederken, kendisine bağlı gayr-i müslim topluluklarla da bu hususta antlaşmalar yapıyor­du. Ferrâ' (ö. 458 H)'ya göre; müslümanlarm misafir kabulü, din ile vacib kılman bir mükellefiyettir. Gayr-i müslim tebaanın müs­lümanlan misafir etmeleri ise ancak antlaşmalarla sağlanabi­lir.[541]

Hz. Peygamber'in Yemen tarafındaki Necran hıristiyanlan ile yaptığı antlaşmaya göre, onlar Resûlullah'm elçi ve memurla-nnı 20 güne kadar misafir edecekler. Bir aydan daha fazla bir müddet bekletmiyecekler, yani gerekli sefer ihtiyaçlannı tedarik edip uğurlıyacaklardı.[542] Hz. Peygamber kuzeydeki bazı kabile­lerle de bu türlü antlaşmalar yaptı. O, hicri 9. senede Tebâle, Cu-reş ve Eyle halklannı islâm Devletine bağlarken yaptığı antlaş­maya; onların bölgelerine uğnyan müslümanlan misafir etmeleri için de birer madde koymuştu.[543] Necrân'lılarla yapılan antlaşma­dan anlaşıldığı üzere, bu haklardan daha ziyade resmî görevliler faydalanacaklardır. [544]

 

2- Elçileri Ağırlama Ve Hediyelendirme
 

Ödenekler bölümünde Hz. Peygamber'in Benu'n-Nadir ve Hayber arazilerinden bağladığı gelirlerden elçilerin ağırlanması ve hediyelendirilmesi için de tahsisatlar ayırdığım görmüştük. Onlan ağırlamanın her ne kadar yatırım harcamalan ile bir ilgisi yoksa da bu meseleyi de genel ulaşım ve konaklama giderleri içeri­sinde ele almak uygun düşmektedir. Bu, iktisadî değil ancak siyasî bir yatırım olarak düşünülebilir. Fakat devlet bundan maddî ve manevî menfaatler sağlıyacaktır. Biz kaynaklardan Hz. Peygamberin, elçi ve heyetlere neler ikram ettiğini ve ne çeşit hediyeler verdiğini ve ne miktar para ödediğini öğrenebiliyoruz.[545]

 

3- Haberleşme Giderleri
 

Hz. Peygamber zamanında haberleşme, devlet istihbaratı şeklindeydi. Resûlullah haber toplamak için çeşitli bölgelere saman zaman küçük birlikler çıkarıyordu veya bir haberi özel bir görevli ile iletiyordu. [546]


[449] Belazurî, s. 81.

[450] Yakubî,C. 2/65.

[451] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/351.

[452] Âli Imran, 90; Yûsuf, 104; Sebe, 47; Şura, 23; Sad, 86,Tûr, 40; Kalan, 46.

[453] Hz. Peygamberin ticari ortaklıkları için bak. M. Hamidullah, islâm Pey­gamberi, C.l/60-63, prg. 107-116.

[454] Bak. Maverdî, s. 162-163; Ferrâ, s. 185-186.

[455] İbnSa'd, C.I/178.

[456] Makrizî, îmtâ, C.4, v.5/a-18/b.

[457] îbnSa'd, C.I/177-178

[458] Buharı, Zekât, 69; Tirmizî, Tıb, 6 (C.8/196-197); îbn Sa'd, C. 1/178; Ayrıca bak. M. Hamidullah/s/öm Peygamberi, C.l/574, prg. 885.

[459] Bak. Buharı, Buyu, 33; îbn Sa'd, C.I/174 vd.

[460] M. Hamidullah,îslâm Peygamberi, C.2/1041, prg. 1652.

[461] İbn Sa'd, C. 1/179.

[462] Bu hediyeler için bak. Buharî, Hibe, 27; Ebu Yusuf, s. 206; Ebu Ubeyd, s. 258, Ha. No. 632 vd.;İbn Sa'd, C. 1/151-152; Darimî, C.2/232-233; M. Ha­midullah, Vesaik, s. 79-80.

[463] M. Hamidullah,îslâm Peygamberi, C.2/1041, prg. 1652.

[464] Bağış için bak. Vâkıdî, Megazî, s.259; îbn Sa'd, C. 1/182 vd.; Maverdî, s.160-161.

[465] Bak. Buharı, Megazl, 14, Nafakat, 2; Ahmed, Müsned, C. 3/212, Ha. No. 1881,1882 (neşr. Ahmed Şakir); Ebu Ubeyd, s. 7, Ha. No. 17; Belazurî, s.31, 33; Makrizî, C.l, v. 187/a, C.4, v. 193/b.

[466] Maverdî, s. 160-161; Makrizî, C.4, v. 194/a; Taksim için ayrıca bak. Belazurî, s. 33-34.

[467] Yahya b. Adem, s. 38, Ha. no.92.

[468] Maverdî, s. 161; Ferrâ, s. 184-185.

[469] İbn Hişam, s. 363-367; Makrizî, C.4, v.l95/a-b.

[470] Ahmed, Müsned, C.7/81, Ha. No. 4946 (neşr. Ahmed Şakir); Ebu Yusuf, s.96-97; Yahya b.Adem, s.39, Ha. No.97.

[471] Bak. M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, C.2/1047, prg. 1668.

[472] Maverdî, s. 162.

[473] Maverdî, s. 45.

[474] Maverdî, s. 162; Ferrâ, s. 185.

[475] Maverdî, s. 162; Ferrâ, s. 185.

[476] Maverdî, s. 162; Ferrâ, s. 185; Havber'in Hz. Ömer tarafından taksimi için bak. Ebu Yûsuf, s. 97; Yahya b. Âdem, s. 39, Ha. No. 97.

[477] Ebu Yûsuf, s. 97; Yahya b. Âdem, s.39, Ha. No. 97.

[478] Bak. San'anî, C.l 0/414, 418, Ha. No. 19540, 19555.

[479] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/351-355.

[480] Ahmed, Müsned, C.4/256, Ha. No. 2724 (neşr. Ahmed Şakir).

[481] Buharı, Cihad, 86; İbn Sa'd, C. ü/87.

[482] Bak. Maverdî, s. 163; zırhı için ayrıca bak. Buharî, Buyu, 14.

[483] Ferrâ, s. 86.

[484] Maverdî, s. 163.

[485] Buharî, Nafakat, 2; Müslim, Cihad, 16; Ahmed Müsned, C. 3/125, Ha. No. 1685 (neşr. Ahmed Şakir); Belazurî, s. 43-45.

[486] Ahmed, Müsned, C. 1/177, Ha. No. 55; İbn Sa'd, C. 11/86.

[487] Buharı, Vesaya, 33, Cihad, 202.

[488] Müslim, Musâkat, 100.

[489] Maverdî, s. 163; Ayrıca bak. Ferrâ, s. 186.

[490] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/356-357.

[491] Makrizî, C.4 v.202/a.

[492] Makrizî, C.4 v.202/a; Kettanî, C. 1/264; Salih Tuğ, s. 81 vd.

[493] 40 okıyyelik maaş için bak. Sadr el-Şehid Husamuddin, v. 36/b; M. Hamidullah, îslâm Peygamberi, C.2/987, prg. 1565.

[494] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/357.

[495] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/358.

[496] Ebu Davud, Haraç, 9; Ebu Ubeyd, 265, Ha. No. 651; îbn Zenceveyh, C. 1/97; Bagavî, C.2/50.

Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/358.

[497] Bak. M. Kürd Ali, C. 2/108.

[498] Kâmil Miras, C. 6/378.

Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/358.

[499] îbn Zenceveyh, C.2/215; Munzirî, C.2/34; Serahsî, C.15/74.

[500] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/359.

[501] Buharı, İman, 22, Edeb, 44; Müslim, Eyman, 38, 40; Ebu Davud, Edeb, 124; Yakubî, C. 2/92; Değişik bir rivayet için bak. AVımed b. Hanbel, Mus-ned, C.l/185, Ha. No. 75. (neşr. Ahmed Muhammed Şâkir)

[502] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/359-360.

[503] Bak. Alak, 1-4.

[504] Bak. M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, C.2/826-828, prg. 123İ-1239. (*)     Eğitim-Öğretim konusunda geniş bilgi için bkz. Selahattin Parîadır, Bü­tün Yönleriyle A. Saadette îslâm,A- cütAsr-ıSaadette Eğitim, makalesi.

[505] M. Hamidullah, Vesaik, s. 34; ayn. mlf.İslam Peygamberi, C.1/166, prg. 280.

[506] M. Hamidullah, îslâm Peygamberi, C. 2/830-834, 840, prg. 1247-1254, 1265; Ubade b. Samit'in Suffa'daki öğretmenliği ve Mahreme'ye ait evin mektep haline getirilişi için aynca bak. Muhammed Kürd Ali, C.2/97-98.

[507] M. Kürd Ali, C. 2/97-98.

[508] M, Hamidullah,îslâm Peygamberi, C.2/835-836 prg. 1257.

[509] Makrizî, îmtâ, C.4, v.201/b, 203/a

[510] M. Hamiduliah, Vesaik, s. 173-174; Kettanî, C. 1/247.

[511] Ibn Sa'd, C. 1/61,76-77.

[512] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/360-363.

[513] Maide,32.

[514] İbn Mace, Tıb, 1; Değişik rivayetler için bak. Buharı, Tıb, 1; Müslim, Se­lam, 26.

[515] Müslim, Selam, 26.

[516] Müslim, Selam, 26; Serahsî, Şerh el-Siyer el-Kebir, C.l/128.

[517] Bak. Ebu Ubeyd, s. 257, Ha. No. 630.

[518] Buharı, Zekât, 69; Tirmizî, Tıb, 6; Bu sürünün Resûlullah'a ait olduğuna dair hadis için onun gelirleri ve geçimi bahsine bak.

[519] M. Hamidullah,îslâm Peygamberi, C.2/869, prg. 1315.

[520] Bak. Müslim, Selam, 26.

[521] Bak. Buharî, Cihad, 67; Vakıdî, Megazî, s. 243.

[522] Ali b. Muhammed, Tahric el-Delale, v. 186/a.

[523] Kettanî, C.l/453; M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, C.2/875, prg. 1334.

[524] Bak. Müslim, Selam, 26.

Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/364-365.

[525] Ebu Ubeyd, s. 285.

[526] Ebu Yûsuf, s. 112; Maverdî, s. 176; Daha geniş bilgi için bak. Celal Yeniçe­ri, İslâm İktisadının Esasları, s. 55 vd.

Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/365.

[527] Taberî, C. 2/116-117.

[528] M. Hamidullah, Vesaik, s. 129.

[529] M. Hamidullah,îslâm Peygamberi, C.2/834, prg. 1253.

[530] M. Hamidullah, îslâm Peygamberi, C.2/1120, prg. 1875.

[531] Bak. M. Hamidullah, îslâm Peygamberi, C. 2/988, prg. 1568.

Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/366.

[532] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/367.

[533] Kettanî, C. 1/445.

[534] Buharı, Vesaya, 34.

[535] İbn Sa'd, C.I/43-44, 54-56.

[536] İbn el-Esir, C.2/108; Kettanî, C.l/447-448.

[537] Bak. İbn Sa'd, C.I/65-66; Ketanî, C.l/448-449.

[538] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/367-368.

[539] Bak. Müslim, Lükata, 3; Malik,Muvatta, C.2/929.

[540] Müslim, Lükata, 3.

[541] Ferrâ, s. 141.

[542] Ebû Yûsuf, s. 78; M. Hamidullah, Vesaik, s. 141; Ayrıca bak. îbn el-Esir, C.2/112.

[543] Bak. Belazurî, s. 70-71; Yalmz Eyle'lilerle yapılan antlaşma için bak. Ku-dame b. Ca'fer, v. 108/b

[544] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/368-369.

[545] Bak. C. Yeniçeri, îslâmda Devlet Bütçesi, s. 347-349 İstanbul 1984.

Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/369-370.

[546] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/370.