hafiza aise
Wed 15 June 2011, 11:54 am GMT +0200
16— Kalp Rahatsızlığının Tedavisi:
Allah Rasûlü'nün (s.a.) kalp rahatsızlığının (mef'ûd) tedavisi hususundaki tutumu şöyledir:
Ebu Davud, Sünen'inde, Mücâhid kanalıyla Sa'd'ın şöyle dediğini nakletmiştir: Hastalanmıştım. Rasûlullah (s.a.) (hastalığım için) benim ziyaretime geldi ve serinliğini kalbimin üstünde hissedene kadar mübarek elini göğsüme koydu. Daha sonra bana şöyle bir tavsiyede bulundu: "Sen kalbinden rahatsız olan birisin. Sakîf kabilesinden olan Haris b. Kelede'ye[540] (muayene olmak için) bir git. Çünkü o doktordur. Bununla birlikte iyi Medine hurmasından (acve) yedi adet al ve onları çekirdekleriyle birlikte öğüterek bulamaç yap. Daha sonra da onları ağızından alırsın."[541]
Mef'ûd: Kalbi rahatsız olan kişi demektir. Karnından rahatsız olankişiye mabtûn dendiği gibi kalbinden şikayetçi olana da mef'ûd denir. Ledûd: Ağzın bir yanından kişiye içirilen şeye denir.
Hurmada bu hastalığa karşı ilginç bir özellik vardır. Özellikle de Medine hurmasında. Medine hurmasının da acve cinsinde. Yedi adet olmasında ise ancak vahiyle bilinebilecek başka bir özellik vardır.
Sahîhayn'da, Âmir b. Sa'd b. Ebî Vakkas'ın babasından yaptığı bir rivayette Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Kim her gün sabahları (âç karnına) Âliye'de[542] yetişen hurmadan yedi tane yerse, o gün içinde o kimseye zehir ve sihir zarar vermez."
Hadisin diğer bir lâfzı ise şöyledir: "Her kim sabahladığında Medîne'r nin iki taşlığı arasında yetişen hurmalardan yedi tane yerse, akşama kaddr o kişiye zehir zafar vermez."[543]
Hurma, ikinci derecede sıcak, birinci derecede kuru bir maddedir. Birinci derecede nemli bir madde olduğu da, mutedil olduğu da söylenmiştir. Kıymetli bir gıdadır. Özellikle devamlı yemeyi âdet haline getirenlerin sağlığını koruma özelliği vardır. Medine'de ve diğer bölgelerde yaşayanlarda böyledir. Hurma; sıcaklığı ikinci derecede olan sıcak ve soğuk bölgelerde yaşayanlar için gıdaların en kıymetlisidir. Soğuk bölgelerde oturanların iç yapıları (batın) sıcak ve sıcak bölgelerde oturanların iç yapıları soğuk olması sebebiyle hurma, sıcak bölge insanına daha faydalı ve etkilidir. Bu sebepten dolayı, Hicaz, Yemen, Tâif ve bunların iklimine benzer iklimlerde yaşayanlar, hurma ve bala diğerlerinden daha fazla alışıktırlar. Nitekim biz onların yemeklerine, başkalarınınkinden on kat veya daha fazla karabiber (fülfüf) ve zencefil kökü kattıklarını görüyoruz. Başkaları tatlı yedikleri gibi onlar zencefil kökünü yerler. Bu âdetin onların arasında bir rivayetin yayılmağa devam etmesi gibi yaşadığını gördüm. İç uzuvları soğuk tabiatta olması ve hararetin bedenlerinin dışına vurması sebebiyle, alışmış oldukları bu gıdalar onlara uygun ve zararsızdır. Bu aynen, yazın kuyu sularının soğuması kışın da ısınması gibidir. Aynı şekilde kışın alınan katı gıdalar sebebiyle midede, yazın oluşturulamayan hararet ve pişme meydana gelir.
Medine halkı için hurma, neredeyse başkalarının buğdayı kadar önemlidir. Hurma Medineliîerİn azığı ve gıda maddesidir. Âlİye'de yetişen hurma ise hurma cinslerinin en iyisidir. Çünkü bu hurmanın yapısı güçlü, tadı lezzetli ve gerçekten tatlıdır. Hurma; hem gıdalar, hem ilaçlar, hem de meyveler cinsine dahildir. Tüm bedenlere muvafık bir özelliğe sahiptir. Vücut sıcaklığını güçlendirir. Zararlı ve fuzuli maddeleri ihtiva eden diğer gıdalar ve meyveler gibi lüzumsuz fazlalıklar meydana getirmez. Aksine, alışkanlık haline getirdiğinden dolayı, vücutta mevcut hümörleri (ahlat) çürüme ve bozulma ile karşılaşan kimseye hurma yasaklanır.
Bu hadisteki hitab, kendisiyle husus kastedilen bir umum mâna ifade eder. Bu da Medine ve civannda yerleşmiş olanlar içindir. Şüphesiz, bölgelerin birçok değişik faydalan ihtiva eden ilaçlan vardır ki bunlar, bir başka yerde kullanıldığında aynı faydayı temin etmez. Böylece bu bölgede yetişen ilaç bu bölgede (meydana gelen) hastalığa faydalıdır. Şayet ilaç başka bir bölgede yetişmiş îe, bu ilaca o bölgenin toprağı veya havası veya her ikisinin birlikte olan etkisi sözkonusu olduğundan, başka bölgedeki hastalığa şifa olamaz. Çünkü yeryüzünde insan tabiatının farklı olması gibi, çeşitli özellikler ve tabiatlar vardır. Bir kısım bölgelerde gıda ve yiyecek olan birçok bitki, bir başka yerde öldürücü zehir etkisi gösterir. Çünkü nice ilaçlar vardır ki diğer insanlar için gıdadır. Yine nice ilaçlar vardır ki birtakım insanların bir tür hastalığına, diğerlerinin ise bir başka hastalığına şifadır. Şehirlilerin ilaçları başkaja-nnın ilaçlarına uyum sağlamadığı gibi, fayda da sağlamaz.
Hadiste yedi adet denmesindeki özellik hem sayı açısından hem de şer'i açıdan şöyledir: Allah Teâlâ gökleri yedi, yerleri yedi, günleri yedi olarak yaratmıştır. İnsanın yaradılışını yedi dönemde tamamlamıştır. Allah kullarına (Kabe'yi) yedi defa tavaf etmelerini, Safa ile Merve arasında yedi defa sa'y yapmalarını, şeytan taşlamayı yedişer yedişer yapmayı, bayram namazlarının birinci rekâtlarında yedi tekbir getirilmesini meşru kılmıştır. Rasûİullah (s.a.) buyurmuştur ki: "(Çocuklara) yedi yaşına bastıklarında namaz kılmalarını emredin!"[544] Yine şöyle buyurmuştur: "Annesi ile babası boşanan bir çocuk yedi yaşında ise, ikisi arasında muhayyer bırakılır." Diğer bir rivayette: "Babası, annesinden daha uygundur." Üçüncü bir rivayette ise; "Annesinde kalması daha uygundur." denilmiştir.[545] Rasûİullah (s.a.), vefat ettiği hastalığında, üzerine yedi kırba su dökülmesini emretmiştir.[546] Allah Teâlâ Âd kavmine yedi gece rüzgâr musallat etmiştir.[547] Allah Rasûlü (s.a.), müşrik Araplara karşı Allah'ın müslümanlara yardım etmesi için, Hz. Yusuf'un (a.s.) kavmine yedi sene (kıtlık vermesi gibi) kıtlık vermesi için beddua etmiştir[548] Allah Teâlâ, sadaka veren kişinin verdiği bir sadakayı, her bir tohumundan yedi başak, her başağından da yüz tane veren bir bitkinin artışı gibi kat kat mükâfatlandıracağını belirtmiştir. Hz. Yusuf'un (a.s.) hükümdarı olan melikin rüyasında gördüğü başakların adedi yedidir.[549] Hz. Yusuf'un (a.s.) kavminin ard arda ekin ekecekleri senelerin adedi de yedidir.[550] Sadakanın (sevabı kişinin ihlâsına göre) yedi yüz katından daha fazla katlarına kadar, kat kat çoğalır. Bu ümmetten cennete sorgu sual olmaksızın girecek olan mü'-minlerin adedi de yetmiş bindir.
Hiç şüphesiz bu (yedi sayısında) diğerlerinde bulunmayan bir Özellik vardır. Çünkü yedi sayısı, sayıdaki tüm mânaları ve özellikleri ihtiva etmektedir. Şöyle ki, sayı ya çifttir veya tekdir. Çift, bir ve ikidir, tek de böyledir. Bu; bir çift-iki çift, bir tek-iki tek dört mertebedir. Bu cfört mertebe yedi sayısından daha az bir rakamda birleşmez. Böylece yedi rakamı bu dört mertebeyi de içine alabilecek şekilde kâmil ve toplayıcıdır. Yani, çift ve tek, birler ve ikiler, birinci tekten kasdımız, üç; ikincisinden kastımız, beştir. Birinci çiftten, ikiyi, ikincisinden de dördü kastediyoruz.
Doktorlar da bu yedi rakamına çok itina göstermişlerdir. Özellikle de buhranların meydana geldiği hallerde.
Hipokrat der ki: "Bu âlemde mevcut olan her şey, yedi kısımda takdir edilmiştir. Yıldızlar yedidir. Günler yedidir. İnsanların yaş mertebeleri yedidir: Birincisi, yedi yaşına kadar olan çocukluk (tıfi) dönemi. Sonra, on dört yaşına kadar olan (sabî) dönem. Sonra erginlik çağı, (mürâhik). Sonra gençlik (şâb). Sonra otuz ile elli yaşı arası olan olgunluk çağı (küht). Sonra elli yaşı çağı, yaşlılık {şeyh). En son ölene kadar olan kocama çağı (herem)." Bu şekilde yediyle tahdidlenmesindeki hikmet ve hükümdeki sebebi ancak Allah bilir. Acaba hadisteki yedi tabiri de bu mânada mı, yoksa değil mi?
Bu sayının, aynı bölgenin, aynı toprağın aynı hurmasının zehirlenme ve sihire faydalı olması konusunda, doğru olmadığı iddia edildiği noktada şayet bu tarifi, Hipokrat, Calinus ve diğer doktorlar söylemiş olsa, zamanın doktorları hemen bu söze kabul, iz'an ve inkıyad ile bakarlar. Halbuki bu gerçeği ileri süren doktor, bu hakikata ilhamla tahmin ile ve zan ile ulaşmıştır. O halde, sözlerinin hepsi yakîn ile, kesinlikle, delille ve vahiy ile olan bir Pey-gamber'in ileri sürdüğü şeylerin daha öncelikle kabul ve teslim ile telakki edilmesi ve itiraz edilmemesi gerekir. Zehirlenmelere karşı önerilen ilaçlar bazan keyfiyet ile bazan da birçok taş, cevher ve yakutlarda olan havas gibi bir özellikle elde edilir.
Hadiste zikredilen hurma, bir kısım zehirlenmelere karşı bir ilaç duru-mundadır. Bu görüşe göre hadisin, husus gösteren âm (genel) bir hüküm ifade ettiği ortaya çıkar. Hurmadaki bu etki bu bölgenin bir özelliği olabilir. Bu özel toprak her türlü zehire etki edebilir. Fakat burada açıklanması zaruri bir konu vardır; bir hastanın ilaçtan faydalanmasının (ilk) şartı onu kabul etmesi ve faydasına inanmasıdır. Şayet böyle olursa tabiatı o ilacı kabul eder ve hastalığın giderilmesine yardım etmiş olur. Şu bir gerçek ki, birçok tedavi ■türü (kuvvetli) inançla ilacı kabullenme ile-ve tedaviyi olgun ve uygun karşılamakla gerçekleştiriliyor. Bu hususta halk çok garip şeyleri müşahede etmiştir. Zira tabiat, ilacı kabullenmekle güçlenir, ruh (nefis) onunla ferahlarsa, kuvvet gelir ve tabiatın gücü artar. Vücut sıcaklığı ortaya çıkar ve hastalığın yok edilmesine yardımcı olur. Aksi halde, bu hastalık için faydalı olabilecek birçok ilacın etkisi, hastanın inancı olmadığından kesilir. Tabiatın bu ilaçlan kabullenmemesi halinde hiçbir şey fayda vermez. Bu konuda; ilaçların, şifaların en büyüğünü, kalblere ve bedenlere, dünyaya ve âhirete en faydalı olanını düşün! O da, her türlü hastalığa şifa olan Kur'ân'dır. Kur'ân'da şifa ve fayda görmeyen kalplere Kur'ân nasıl fayda verir; aksine onların hastalıklarına hastalık katar. Kalplerin şifası için asla Kur'ân'dan daha faydalı bir ilaç yoktur. Zira Kur'ân, tam ve kâmil bir şifa verme gücüne sahip olmasından Ötürü hangi hastalığa uygulandı ise, mutlaka hastayı şifaya kavuşturmuş ve hastanın mutlaka sağlığını korumuştur. Her türlü zararlı, eziyet verici şeyden tam bir koruma ile himaye etmiştir. Bununla beraber kalplerin çoğunun Kur'ân'dan yüz çevirmeleri, şüphesiz ve kesin olan Kur'ân'a inançlarının olmaması, Kur'an'a başvurmamaları, Kur'ân'la şifaya kavuşma ile insanlar arasında perde olacak bir takım ilaçlara yönelmeleri, iyi (buluşların) çoğalmasıyla (Kur'ân'dan) yüz çevirmelerinin şiddetlenmesi, böylece illet ve müzmin hastalıkların kalplerinde yerleşmesi, hastaların çoğalması ile doktorlar aynı türde ve sadece hocalarının büyüttüklerinin ve haklarında hüsn-i zan beslediklerinin geliştirmiş olduğu tedavi şekillerini takib etmeleri, musibeti büyütmüş, hastalığın daha fazla yerleşmesini ve hatta tedavisinden âciz kalacakları başka hastalık ve illetlerin de eklenmesini sağlamışlardır. Bu (gafil) doktorlar, bu yeni tedavi (usulleriyle) tedaviye her giriştikleri zaman hastalık çok daha ciddi boyutlara ulaşıyor ve kuvvetleniyor; (onlar bu şekilde uğraşırlarken) hâl dili onlara şöyle nida ediyor:
"Garipliklerdendir. Gariplikler çoktur. Şifanın yakınlığı var fakat ona yol bulunamaz.
Bu aynen çölde olan develer gibidir. Su, onların sırtlarına yüklenilmiş olmasına rağmen, susuzluktan çölde ölürler." [551]
[540] Hârİs b. Kelede, Hicri 50 yıllarında vefat etmiştir. Meşhur Arap doktoru olup Tâif'in Sakîf kabilesine mensuptur. İran'a ve Yemen'e gitmiş, Cündişâpur şehrinde bulunan bir okulda tıp öğrenimi görmüştür. Musiki ile uğraşmıştır. Bir müddet İran'da doktorluk yaptıktan sonra memleketine dönmüştür. Muhtemelen Rasûlullah'ı (s.a.) da tedavi ettiği ve Hz. Peygamberin (s..a.) de ondan memnun olması nedeniyle Allah Rasûlü(s.a.) Sa'd b. Ebî Vakkas'a (r.a.) —hadiste geçtiği üzere— ona tedavi olmasını tavsiye etmiştir. Bk. M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, 2/868-869; İbn Cülcül, Tabakat, 54; Fuad Sezgin, GAS, 3/203; İbn Hacer, îsâbe, 1/288.
[541] Ebu Davud, 3875. Senedi ceyyiddir.
[542] Âliye: Arap yarımadasının yüksek kısımları. Necid'in üzerinden Tihâme'ye, Mekke'nin gerisine kadar olan kısımdır. (Mucemu'l-Vasît, 625).
[543] Buharı, 70/43; Müslim, 2047.
[544] Tİrmizî, 407; Ebu Davud, 494. Sebre'den merfû olarak yapılan rivayette şöyle buyurul-muştur: "Çocuk, yedi yaşına bastığında namaz kılmasını emredin! On yaşma bastığında (şayet namaz kılmazsa) dövün! "Tirmizî hadise, "hasen-sahih" demiştir. Ebu Davud (495), benzeri bir hadisi Abdullah b. Amr b. el-Âs'tan, hasen bir senedle rivayet etmiştir.
[545] Şafiî, el-Ümm, 2/422; Ahmed b. Hanbel, 2/246; Ebu Davud, 2277; Tirmizî, 1357; İbn Mâce, 2351. Ebu Hureyre kanalıyla Rasûlullah'tan (s.a.) sabit olan bu rivayet; Hz. Pey- gamber'in (s.a.) bir erkek çocuğu babası ile annesi arasında muhayyer bırakmasıdır ki; Tirmizî bu hadise, "hasen-sahih" demiştir. Ibn Hibbân (1200), Hâkim ve İbn Kattan da hadise sahih demişlerdir. Allah Rasûlü'nden (s.a.) yaş tahdidi ile ilgili bir rivayet gel- memiştir. îmam Şafiî, el-Üm'de (2/423), Umâre el-Ceremî'nin şöyle dediğini nakledi- yor: "Hz. AH (r.a.), beni annem İle feabam arasında muhayyer bıraktı. Daha sonra be- nim ufak kardeşim hakkında dedi ki: Bu da şayet diğerleri gibi büyük olsaydı, onu da muhayyer bırakırdım. Ben o zaman yedi veya sekiz yaşındaydım." MuğnPde (9/142) şöyle denmiştir: Bir erkek çocuk yedi yaşma bastığırfda, annesi ile babası arasında muhayyer bırakılır. Şayet çocuk geri zekâlı (matuh) değilse İkisinden dİlediğiyle birlikte kalabilir. Çocuğa sahiplenme konusunda ebeveyn tereddüt ederse, çocuğa bakılır, çocuk kimi ter- cih ederse onun yanında kalması daha uygun olur. Hz. Ömer, Hz. Ali, Kadı Şurayh, bu şekilde hüküm vermişlerdir. Aynı zamanda İmarn Şafiî'nin görüşü de böyledir. Ebu Hanife ve Mâlik, çocuğun muhayyer olmadığını savunmuşlardır. Ebu Hanife der ki: Çocuk kendi kendine müstakil hareket edebiliyor, elbisesini giyebiliyor ve tuvaletini yapabiliyorsa, buluğa erene kadar babasının yanında kalması uygundur. Muhayyer bırakılması ise doğru değildir. Çünkü çocuk, görüş sahibi sayılacak bir çağda olmadığı gibi, nasıl mutlu olacağını da bilemez. Çoğunlukla da; terbiyesini ihmal edecek, eğlenecek, arzularını (daha fazla) yerine,:getirecek, dolayısıyla da bozulmasına sebep olacak birisinin yanında kalmayı tercih eder. Çünkü o daha buluğa ermemiştir. Dolayısıyla yedi yaşına basmamış bir çocuk gibi o da muhayyer bırakılamaz. Daha sonra da (yukarıda terce-mesini verdiğimiz) Ebu Hureyre ve Umâre rivayetlerini zikretmiştir.
[546] Buharı, 64/83.
[547] Hakka, 69/7.
[548] Buharı, !5/2, 80/58.
[549] Yûsuf, 12/43.
[550] Yûsuf, 12/47.
[551] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 4/328-333.
Allah Rasûlü'nün (s.a.) kalp rahatsızlığının (mef'ûd) tedavisi hususundaki tutumu şöyledir:
Ebu Davud, Sünen'inde, Mücâhid kanalıyla Sa'd'ın şöyle dediğini nakletmiştir: Hastalanmıştım. Rasûlullah (s.a.) (hastalığım için) benim ziyaretime geldi ve serinliğini kalbimin üstünde hissedene kadar mübarek elini göğsüme koydu. Daha sonra bana şöyle bir tavsiyede bulundu: "Sen kalbinden rahatsız olan birisin. Sakîf kabilesinden olan Haris b. Kelede'ye[540] (muayene olmak için) bir git. Çünkü o doktordur. Bununla birlikte iyi Medine hurmasından (acve) yedi adet al ve onları çekirdekleriyle birlikte öğüterek bulamaç yap. Daha sonra da onları ağızından alırsın."[541]
Mef'ûd: Kalbi rahatsız olan kişi demektir. Karnından rahatsız olankişiye mabtûn dendiği gibi kalbinden şikayetçi olana da mef'ûd denir. Ledûd: Ağzın bir yanından kişiye içirilen şeye denir.
Hurmada bu hastalığa karşı ilginç bir özellik vardır. Özellikle de Medine hurmasında. Medine hurmasının da acve cinsinde. Yedi adet olmasında ise ancak vahiyle bilinebilecek başka bir özellik vardır.
Sahîhayn'da, Âmir b. Sa'd b. Ebî Vakkas'ın babasından yaptığı bir rivayette Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Kim her gün sabahları (âç karnına) Âliye'de[542] yetişen hurmadan yedi tane yerse, o gün içinde o kimseye zehir ve sihir zarar vermez."
Hadisin diğer bir lâfzı ise şöyledir: "Her kim sabahladığında Medîne'r nin iki taşlığı arasında yetişen hurmalardan yedi tane yerse, akşama kaddr o kişiye zehir zafar vermez."[543]
Hurma, ikinci derecede sıcak, birinci derecede kuru bir maddedir. Birinci derecede nemli bir madde olduğu da, mutedil olduğu da söylenmiştir. Kıymetli bir gıdadır. Özellikle devamlı yemeyi âdet haline getirenlerin sağlığını koruma özelliği vardır. Medine'de ve diğer bölgelerde yaşayanlarda böyledir. Hurma; sıcaklığı ikinci derecede olan sıcak ve soğuk bölgelerde yaşayanlar için gıdaların en kıymetlisidir. Soğuk bölgelerde oturanların iç yapıları (batın) sıcak ve sıcak bölgelerde oturanların iç yapıları soğuk olması sebebiyle hurma, sıcak bölge insanına daha faydalı ve etkilidir. Bu sebepten dolayı, Hicaz, Yemen, Tâif ve bunların iklimine benzer iklimlerde yaşayanlar, hurma ve bala diğerlerinden daha fazla alışıktırlar. Nitekim biz onların yemeklerine, başkalarınınkinden on kat veya daha fazla karabiber (fülfüf) ve zencefil kökü kattıklarını görüyoruz. Başkaları tatlı yedikleri gibi onlar zencefil kökünü yerler. Bu âdetin onların arasında bir rivayetin yayılmağa devam etmesi gibi yaşadığını gördüm. İç uzuvları soğuk tabiatta olması ve hararetin bedenlerinin dışına vurması sebebiyle, alışmış oldukları bu gıdalar onlara uygun ve zararsızdır. Bu aynen, yazın kuyu sularının soğuması kışın da ısınması gibidir. Aynı şekilde kışın alınan katı gıdalar sebebiyle midede, yazın oluşturulamayan hararet ve pişme meydana gelir.
Medine halkı için hurma, neredeyse başkalarının buğdayı kadar önemlidir. Hurma Medineliîerİn azığı ve gıda maddesidir. Âlİye'de yetişen hurma ise hurma cinslerinin en iyisidir. Çünkü bu hurmanın yapısı güçlü, tadı lezzetli ve gerçekten tatlıdır. Hurma; hem gıdalar, hem ilaçlar, hem de meyveler cinsine dahildir. Tüm bedenlere muvafık bir özelliğe sahiptir. Vücut sıcaklığını güçlendirir. Zararlı ve fuzuli maddeleri ihtiva eden diğer gıdalar ve meyveler gibi lüzumsuz fazlalıklar meydana getirmez. Aksine, alışkanlık haline getirdiğinden dolayı, vücutta mevcut hümörleri (ahlat) çürüme ve bozulma ile karşılaşan kimseye hurma yasaklanır.
Bu hadisteki hitab, kendisiyle husus kastedilen bir umum mâna ifade eder. Bu da Medine ve civannda yerleşmiş olanlar içindir. Şüphesiz, bölgelerin birçok değişik faydalan ihtiva eden ilaçlan vardır ki bunlar, bir başka yerde kullanıldığında aynı faydayı temin etmez. Böylece bu bölgede yetişen ilaç bu bölgede (meydana gelen) hastalığa faydalıdır. Şayet ilaç başka bir bölgede yetişmiş îe, bu ilaca o bölgenin toprağı veya havası veya her ikisinin birlikte olan etkisi sözkonusu olduğundan, başka bölgedeki hastalığa şifa olamaz. Çünkü yeryüzünde insan tabiatının farklı olması gibi, çeşitli özellikler ve tabiatlar vardır. Bir kısım bölgelerde gıda ve yiyecek olan birçok bitki, bir başka yerde öldürücü zehir etkisi gösterir. Çünkü nice ilaçlar vardır ki diğer insanlar için gıdadır. Yine nice ilaçlar vardır ki birtakım insanların bir tür hastalığına, diğerlerinin ise bir başka hastalığına şifadır. Şehirlilerin ilaçları başkaja-nnın ilaçlarına uyum sağlamadığı gibi, fayda da sağlamaz.
Hadiste yedi adet denmesindeki özellik hem sayı açısından hem de şer'i açıdan şöyledir: Allah Teâlâ gökleri yedi, yerleri yedi, günleri yedi olarak yaratmıştır. İnsanın yaradılışını yedi dönemde tamamlamıştır. Allah kullarına (Kabe'yi) yedi defa tavaf etmelerini, Safa ile Merve arasında yedi defa sa'y yapmalarını, şeytan taşlamayı yedişer yedişer yapmayı, bayram namazlarının birinci rekâtlarında yedi tekbir getirilmesini meşru kılmıştır. Rasûİullah (s.a.) buyurmuştur ki: "(Çocuklara) yedi yaşına bastıklarında namaz kılmalarını emredin!"[544] Yine şöyle buyurmuştur: "Annesi ile babası boşanan bir çocuk yedi yaşında ise, ikisi arasında muhayyer bırakılır." Diğer bir rivayette: "Babası, annesinden daha uygundur." Üçüncü bir rivayette ise; "Annesinde kalması daha uygundur." denilmiştir.[545] Rasûİullah (s.a.), vefat ettiği hastalığında, üzerine yedi kırba su dökülmesini emretmiştir.[546] Allah Teâlâ Âd kavmine yedi gece rüzgâr musallat etmiştir.[547] Allah Rasûlü (s.a.), müşrik Araplara karşı Allah'ın müslümanlara yardım etmesi için, Hz. Yusuf'un (a.s.) kavmine yedi sene (kıtlık vermesi gibi) kıtlık vermesi için beddua etmiştir[548] Allah Teâlâ, sadaka veren kişinin verdiği bir sadakayı, her bir tohumundan yedi başak, her başağından da yüz tane veren bir bitkinin artışı gibi kat kat mükâfatlandıracağını belirtmiştir. Hz. Yusuf'un (a.s.) hükümdarı olan melikin rüyasında gördüğü başakların adedi yedidir.[549] Hz. Yusuf'un (a.s.) kavminin ard arda ekin ekecekleri senelerin adedi de yedidir.[550] Sadakanın (sevabı kişinin ihlâsına göre) yedi yüz katından daha fazla katlarına kadar, kat kat çoğalır. Bu ümmetten cennete sorgu sual olmaksızın girecek olan mü'-minlerin adedi de yetmiş bindir.
Hiç şüphesiz bu (yedi sayısında) diğerlerinde bulunmayan bir Özellik vardır. Çünkü yedi sayısı, sayıdaki tüm mânaları ve özellikleri ihtiva etmektedir. Şöyle ki, sayı ya çifttir veya tekdir. Çift, bir ve ikidir, tek de böyledir. Bu; bir çift-iki çift, bir tek-iki tek dört mertebedir. Bu cfört mertebe yedi sayısından daha az bir rakamda birleşmez. Böylece yedi rakamı bu dört mertebeyi de içine alabilecek şekilde kâmil ve toplayıcıdır. Yani, çift ve tek, birler ve ikiler, birinci tekten kasdımız, üç; ikincisinden kastımız, beştir. Birinci çiftten, ikiyi, ikincisinden de dördü kastediyoruz.
Doktorlar da bu yedi rakamına çok itina göstermişlerdir. Özellikle de buhranların meydana geldiği hallerde.
Hipokrat der ki: "Bu âlemde mevcut olan her şey, yedi kısımda takdir edilmiştir. Yıldızlar yedidir. Günler yedidir. İnsanların yaş mertebeleri yedidir: Birincisi, yedi yaşına kadar olan çocukluk (tıfi) dönemi. Sonra, on dört yaşına kadar olan (sabî) dönem. Sonra erginlik çağı, (mürâhik). Sonra gençlik (şâb). Sonra otuz ile elli yaşı arası olan olgunluk çağı (küht). Sonra elli yaşı çağı, yaşlılık {şeyh). En son ölene kadar olan kocama çağı (herem)." Bu şekilde yediyle tahdidlenmesindeki hikmet ve hükümdeki sebebi ancak Allah bilir. Acaba hadisteki yedi tabiri de bu mânada mı, yoksa değil mi?
Bu sayının, aynı bölgenin, aynı toprağın aynı hurmasının zehirlenme ve sihire faydalı olması konusunda, doğru olmadığı iddia edildiği noktada şayet bu tarifi, Hipokrat, Calinus ve diğer doktorlar söylemiş olsa, zamanın doktorları hemen bu söze kabul, iz'an ve inkıyad ile bakarlar. Halbuki bu gerçeği ileri süren doktor, bu hakikata ilhamla tahmin ile ve zan ile ulaşmıştır. O halde, sözlerinin hepsi yakîn ile, kesinlikle, delille ve vahiy ile olan bir Pey-gamber'in ileri sürdüğü şeylerin daha öncelikle kabul ve teslim ile telakki edilmesi ve itiraz edilmemesi gerekir. Zehirlenmelere karşı önerilen ilaçlar bazan keyfiyet ile bazan da birçok taş, cevher ve yakutlarda olan havas gibi bir özellikle elde edilir.
Hadiste zikredilen hurma, bir kısım zehirlenmelere karşı bir ilaç duru-mundadır. Bu görüşe göre hadisin, husus gösteren âm (genel) bir hüküm ifade ettiği ortaya çıkar. Hurmadaki bu etki bu bölgenin bir özelliği olabilir. Bu özel toprak her türlü zehire etki edebilir. Fakat burada açıklanması zaruri bir konu vardır; bir hastanın ilaçtan faydalanmasının (ilk) şartı onu kabul etmesi ve faydasına inanmasıdır. Şayet böyle olursa tabiatı o ilacı kabul eder ve hastalığın giderilmesine yardım etmiş olur. Şu bir gerçek ki, birçok tedavi ■türü (kuvvetli) inançla ilacı kabullenme ile-ve tedaviyi olgun ve uygun karşılamakla gerçekleştiriliyor. Bu hususta halk çok garip şeyleri müşahede etmiştir. Zira tabiat, ilacı kabullenmekle güçlenir, ruh (nefis) onunla ferahlarsa, kuvvet gelir ve tabiatın gücü artar. Vücut sıcaklığı ortaya çıkar ve hastalığın yok edilmesine yardımcı olur. Aksi halde, bu hastalık için faydalı olabilecek birçok ilacın etkisi, hastanın inancı olmadığından kesilir. Tabiatın bu ilaçlan kabullenmemesi halinde hiçbir şey fayda vermez. Bu konuda; ilaçların, şifaların en büyüğünü, kalblere ve bedenlere, dünyaya ve âhirete en faydalı olanını düşün! O da, her türlü hastalığa şifa olan Kur'ân'dır. Kur'ân'da şifa ve fayda görmeyen kalplere Kur'ân nasıl fayda verir; aksine onların hastalıklarına hastalık katar. Kalplerin şifası için asla Kur'ân'dan daha faydalı bir ilaç yoktur. Zira Kur'ân, tam ve kâmil bir şifa verme gücüne sahip olmasından Ötürü hangi hastalığa uygulandı ise, mutlaka hastayı şifaya kavuşturmuş ve hastanın mutlaka sağlığını korumuştur. Her türlü zararlı, eziyet verici şeyden tam bir koruma ile himaye etmiştir. Bununla beraber kalplerin çoğunun Kur'ân'dan yüz çevirmeleri, şüphesiz ve kesin olan Kur'ân'a inançlarının olmaması, Kur'an'a başvurmamaları, Kur'ân'la şifaya kavuşma ile insanlar arasında perde olacak bir takım ilaçlara yönelmeleri, iyi (buluşların) çoğalmasıyla (Kur'ân'dan) yüz çevirmelerinin şiddetlenmesi, böylece illet ve müzmin hastalıkların kalplerinde yerleşmesi, hastaların çoğalması ile doktorlar aynı türde ve sadece hocalarının büyüttüklerinin ve haklarında hüsn-i zan beslediklerinin geliştirmiş olduğu tedavi şekillerini takib etmeleri, musibeti büyütmüş, hastalığın daha fazla yerleşmesini ve hatta tedavisinden âciz kalacakları başka hastalık ve illetlerin de eklenmesini sağlamışlardır. Bu (gafil) doktorlar, bu yeni tedavi (usulleriyle) tedaviye her giriştikleri zaman hastalık çok daha ciddi boyutlara ulaşıyor ve kuvvetleniyor; (onlar bu şekilde uğraşırlarken) hâl dili onlara şöyle nida ediyor:
"Garipliklerdendir. Gariplikler çoktur. Şifanın yakınlığı var fakat ona yol bulunamaz.
Bu aynen çölde olan develer gibidir. Su, onların sırtlarına yüklenilmiş olmasına rağmen, susuzluktan çölde ölürler." [551]
[540] Hârİs b. Kelede, Hicri 50 yıllarında vefat etmiştir. Meşhur Arap doktoru olup Tâif'in Sakîf kabilesine mensuptur. İran'a ve Yemen'e gitmiş, Cündişâpur şehrinde bulunan bir okulda tıp öğrenimi görmüştür. Musiki ile uğraşmıştır. Bir müddet İran'da doktorluk yaptıktan sonra memleketine dönmüştür. Muhtemelen Rasûlullah'ı (s.a.) da tedavi ettiği ve Hz. Peygamberin (s..a.) de ondan memnun olması nedeniyle Allah Rasûlü(s.a.) Sa'd b. Ebî Vakkas'a (r.a.) —hadiste geçtiği üzere— ona tedavi olmasını tavsiye etmiştir. Bk. M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, 2/868-869; İbn Cülcül, Tabakat, 54; Fuad Sezgin, GAS, 3/203; İbn Hacer, îsâbe, 1/288.
[541] Ebu Davud, 3875. Senedi ceyyiddir.
[542] Âliye: Arap yarımadasının yüksek kısımları. Necid'in üzerinden Tihâme'ye, Mekke'nin gerisine kadar olan kısımdır. (Mucemu'l-Vasît, 625).
[543] Buharı, 70/43; Müslim, 2047.
[544] Tİrmizî, 407; Ebu Davud, 494. Sebre'den merfû olarak yapılan rivayette şöyle buyurul-muştur: "Çocuk, yedi yaşına bastığında namaz kılmasını emredin! On yaşma bastığında (şayet namaz kılmazsa) dövün! "Tirmizî hadise, "hasen-sahih" demiştir. Ebu Davud (495), benzeri bir hadisi Abdullah b. Amr b. el-Âs'tan, hasen bir senedle rivayet etmiştir.
[545] Şafiî, el-Ümm, 2/422; Ahmed b. Hanbel, 2/246; Ebu Davud, 2277; Tirmizî, 1357; İbn Mâce, 2351. Ebu Hureyre kanalıyla Rasûlullah'tan (s.a.) sabit olan bu rivayet; Hz. Pey- gamber'in (s.a.) bir erkek çocuğu babası ile annesi arasında muhayyer bırakmasıdır ki; Tirmizî bu hadise, "hasen-sahih" demiştir. Ibn Hibbân (1200), Hâkim ve İbn Kattan da hadise sahih demişlerdir. Allah Rasûlü'nden (s.a.) yaş tahdidi ile ilgili bir rivayet gel- memiştir. îmam Şafiî, el-Üm'de (2/423), Umâre el-Ceremî'nin şöyle dediğini nakledi- yor: "Hz. AH (r.a.), beni annem İle feabam arasında muhayyer bıraktı. Daha sonra be- nim ufak kardeşim hakkında dedi ki: Bu da şayet diğerleri gibi büyük olsaydı, onu da muhayyer bırakırdım. Ben o zaman yedi veya sekiz yaşındaydım." MuğnPde (9/142) şöyle denmiştir: Bir erkek çocuk yedi yaşma bastığırfda, annesi ile babası arasında muhayyer bırakılır. Şayet çocuk geri zekâlı (matuh) değilse İkisinden dİlediğiyle birlikte kalabilir. Çocuğa sahiplenme konusunda ebeveyn tereddüt ederse, çocuğa bakılır, çocuk kimi ter- cih ederse onun yanında kalması daha uygun olur. Hz. Ömer, Hz. Ali, Kadı Şurayh, bu şekilde hüküm vermişlerdir. Aynı zamanda İmarn Şafiî'nin görüşü de böyledir. Ebu Hanife ve Mâlik, çocuğun muhayyer olmadığını savunmuşlardır. Ebu Hanife der ki: Çocuk kendi kendine müstakil hareket edebiliyor, elbisesini giyebiliyor ve tuvaletini yapabiliyorsa, buluğa erene kadar babasının yanında kalması uygundur. Muhayyer bırakılması ise doğru değildir. Çünkü çocuk, görüş sahibi sayılacak bir çağda olmadığı gibi, nasıl mutlu olacağını da bilemez. Çoğunlukla da; terbiyesini ihmal edecek, eğlenecek, arzularını (daha fazla) yerine,:getirecek, dolayısıyla da bozulmasına sebep olacak birisinin yanında kalmayı tercih eder. Çünkü o daha buluğa ermemiştir. Dolayısıyla yedi yaşına basmamış bir çocuk gibi o da muhayyer bırakılamaz. Daha sonra da (yukarıda terce-mesini verdiğimiz) Ebu Hureyre ve Umâre rivayetlerini zikretmiştir.
[546] Buharı, 64/83.
[547] Hakka, 69/7.
[548] Buharı, !5/2, 80/58.
[549] Yûsuf, 12/43.
[550] Yûsuf, 12/47.
[551] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 4/328-333.