meryem
Mon 7 February 2011, 03:01 pm GMT +0200
5- Kalb
Kalb Arapça bir kelimedir. Sözlük anlamı çevirmek, değiştirmek, bir halden başka bir hale sokmak demektir.
"Elbiseyi çevirmek, insanı yolundan çevirmek anlamlarına gelmektedir. "Allah d lediğine azâbeder, dilediğine merhamet eder. O'na çevrile ceksiniz" [215] âyetindeki kelimesi bu anlamda kullanılmıştır kelimesi de bu kelimeden türemiştir. Ayette, "Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler geçmişti. Ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Geriye dönen, Allah'a hiçbir zarar vermez. Allah, şükredenlerin mükâfatını verecektir" [216] şeklinde kullanılmıştır. Onlar da "doğrusu biz ancak Rabbimize döneriz" [217] âyetinde de kelime "dönmek" anlamında kullanılmıştır.
İnsan kalbine bu ismin verilmesi çok değişken olmasına bağlanmaktadır.
Kalb kelimesi ruh, ilim, şecaat ve diğer bazı mânâlar için de kullanılmaktadır. [218]
Kalb sözcüğü ile daha çok iki anlam ifâde edilmektedir:
Birincisi göğsün sol tarafında bulunan kozalak şeklindeki maddî kalbtir ikincisi ise ruhani ve Rabbânî bir ceuherdir. İnsanın hakikatini bu kalb oluşturur. Buna "nefs-i natıka" da derler. İnsanın idrâk eden, bilen, muhatap kabul edilen, kendisine teklifte bulunulan ve cezaya uğrayacak olan varlığı bu tarafıdır. [219]
Tahânevi de kalbe aynı anlamları vermekte, ruhanî ve Rabbânî kalbin Kur'ân ve Sünnet'te ifâde edilen kalb olduğunu, maddî kalbin hayvanlarda ve ölülerde de bulunduğunu söylemekte, kalb sözüyle bazan nefsin, bazan ruhun, bazan da aklın kastedildiğini ifâde etmektedir.[220]
Gazzalî'ye göre de iki çeşit kalb vardır. Onun verdiği bilgiler de yukardakilere uymaktadır. [221] İhyâ'da konuyla ilgili uzun açıklamaları vardır. Bu açıklamalarda gayesinin kalbin hakikatini bildirmek değil, onun vasıf ve hallerini vuzuha kavuşturmak olduğunu söylüyor. [222]
Kalbin zahirî ve bâtını askerlerinden bahseden düşünür, dört çeşit kalpten bahsediyor:
1- Temiz kalb; orada parlayan bir nur vardır. Bu, müminin kalbidir.
2- Kararmış ve ters döndürülmüş kalb. Bu da kâfirin kalbidir.
3- Kılıflara konmuş ve ağzı bağlanmış kalb. Bu da mü'nafıkın kalbidir.
4- Terkedilmiş, iğrâz edilmiş kalb. Orada iman da var, nifak da vardır." [223]
Gazzalî, Munkızda, "kalbden maksadım ruhdur ki o, ma'rifetullah'ın mahallidir" diyor. İlâve ederek bedenin nasıl sıhhatlisi, sıhhatsizi varsa kalbin de sıhhatlisi, hastalıklısı olduğunu söylüyor. Allah'ı bilmemek, nefse uyarak O'na isyan etmek kalp için bir hastalıktır. [224] Allah da Kur'ân'da, "Onların kalplerinde hastalık vardır” [225] buyuruyor. Bedeni çeşitli ilaçlarla tedavi etmek mümkün olduğu gibi kalb hastalıklarının tedavisi de bazı manevî ilaçlarla mümkündür. Bu reçeteyi yazacak olanlar ise peygamberlerdir. Bu durumda yapılacak iş "ibâdetlerin hassalarını akıl yoluyla değil, nübüvvet nuruyla idrâk eden peygamberleri taklid etmektir. [226]
Gazzalî, İhyada kalbe bilginin girmesini engelleyen faktörleri bir ayna örneğiyle beş bölümde inceliyor. Bunlar kısaca şöyle:
1- Aynanın suretinin noksanlığı;
2- Kirli ve paslı oluşu;
3- Aynanın suretin bulunduğu yöne döndürülmemiş olması;
4- Ayna ve suret arasında bir perdenin bulunması;
5- Suretin ne tarafta olduğunun bilinmemesi. [227] Gazzalî'ye göre dolu bir kaba nasıl ki hava giremezse, mâsivâdan arınmamış bir kalbe de marifet giremez. Hatta bu bile yetmez. Ma'rifetin kalbe girebilmesi için Allah'ın dilemesi de lâzımdır. [228] Yazdığı birçok risalede insan için iki göz kabul eder. Bunlardan birincisi dünyaya çevrilmiş olan "dış gözü" ikincisi de manevi dünyaya çevrilmiş "iç gözü"dür. "Böylece imanın temeli olarak, ilimleri ve felsefeyi kuran akıldan tamamen farklı ikinci bir akıl kabul ediyor." "İç gözü" veya "kalbin gözü" isimleri ile andığı bu aklın, filozofların psikolojik sınıflamalarındaki akılla alâkası yoktur. [229] Bu "kalb gözü" nûr ismine daha lâyıktır ve buna bazan akıl, bazan ruh, bazan da insanî nefs denir. Farklı terimler üzerinde gereksiz tartışmalara dikkat çeken Gazzalî "aslında bütün bu terimlerin aynı anlamı" belirttiklerini söylüyor. [230]
Nakib Attas'a göre de akıl ve kalb eş anlamlı iki kelimedir. [231]
Hüseyin Atay da Kur'ân-ı Kerîm'den hareketle akıl, kalb ve fuâd kelimeleri arasında sıkı bir ilişki kuruyor. Yazarın belirttiğine göre "Akıl" mücerred mânâda kalble ilgili bilme ve anlama mânâlarında kullanılmaktadır. [232] Atay, Kur'ân'ın duyularla aklı yanyana kullandığı gibi kalb ve fuâdı da duyularla birlikte kullandığına ve sonra hepsini bir arada zikrettiğine işaret etmektedir. [233] Bunların yanyana kullanılmasının birçok hikmetleri vardır kuşkusuz. Burada aklımıza gelen bu kavramların birbirlerini tamamladıkları, aralarında kopmaz ilişkilerin bulunduğu nokta-i nazarıdır. Ayrıca yer yer aralarındaki nüanslar da dikkatimizi çekmektedir.
Kalbin cami bir isim olduğunu ileri süren Tirmizî onu "sadr", "kalb", "fuâd" ve "lübb" olmak üzere dört bölümde inceliyor. [234] Kısa da olsa bunlar üzerinde durmakla yarar var sanırım.
1- Sadr: Konuyu değişik benzetmelerle açıklamaya çalışan Tirmizî, sadrı gözün beyaz kısmına benzetiyor. Ona göre müminin sadrı İslâm nurunun mekânıdır. Nitekim âyet-i kerimeler bunu, göstermektedir. Allah şöyle buyuruyor:
"Allah kimi doğru yola koymak isterse onun kalbini (sadrını) İslâm'a açar, kimi de saptırmak isterse, göğe yükseliyormuş gibi, kalbini (sadrını) dar ve sıkıntılı kılar. Allah böylece, inanmayanları küfür bataklığına bırakır. " [235] Kâfir ve münafığın sadrı ise şekkin, şirkin ve küfrün mekânıdır. Buyurulmaktadır ki:
"Gönlü îmanla dolu olduğu halde, zor altında olan kimse müstesna, inandıktan sonra Allah'ı inkâr edip, gönlünü (sadrım) kafirliğe açanlara Allah katından bir gazap vardır; büyük azap da onlar içindir. " [236]
Sadr, aynı zamanda bir takım vesvese ve âfetlerin de girme yeridir. Ayrıca mesmû ilimlerin saklanacağı yerdir. Açmak (genişletmek) ve daraltmak kavramları sadra izafe edilir. Kalbe izafe edilmez. Örneği:
"Ey Muhammed, sana bir kitap indirildi, Onunla insanları uyarman ve inananlara öğüt vermen için kalbine (sadrına) bir darlık gehnesin.” [237]
"Andolsun ki, söyledikleri şeylerden senin gönlünün (sadrının) daraldığını biliyoruz" [238]
Burada hemen belirtelim ki, peygamberlerin gönüllerinin darlığı kendilerinden değil, insanların Allah'a karin olumsuz tavırlarından kaynaklanmaktadır. [239]
Müminin sadrı zaman zaman genişleyeceği gibi, zaman zaman da daralabilir. Bu, onun dünya içindeki durumuna bağlıdır. Olaylar karşısındaki tavır ve davranışla ilgilidir. Tûl-i emel içinde olur, bir hastalığa, bir musibete dûçâr olur kalbi daralır.
Sadr, hak için daraldığı zaman, bâtıl için genişler veya tersi olur; bâtıl için daraldığı zaman hak için genişler. [240]
Sadr, keza kin ve cinayetin de mekânıdır. [241] Buna örnek vereceğimiz âyette şöyle buyurulmaktadır:
"Cennette altlarından ırmaklar akarken gönüllerinden (sadırlarından) kini çıkarıp atarız..." [242]
Kin ve cinayet gibi kötü hastalıklara maruz kalacak sadr için şifâ gerekir. Öyleyse şifâ da sadr içindir diyebiliriz. Örnek:
"Ey insanlar, Rabbinizden size bir öğüt ve kalblerde(sadırladan) olana bir şifâ, inananlara doğruyu-gösteren bir rehber ve rahmet gelmiştir," [243]
2- Ka1b: Sadrın dahilindedir. Gözün içindeki siyah durumundadır. Yani sadr beyaz, kalb siyah kısımdır. Burası, kanaat, sabır, korku ve ümid, yakîn, rızâ, muhabbet, takva, huşu ve iman nurunun kaynağıdır. Ayrıca ilim de buradan kaynaklanır. [244] Tirmizî kalbin melik, nefsin memleket olmasından hareketle kalbin nefsin elinde olmayacağını ifâde ediyor. Ve yine ona göre süvârî için meydan ne ise, kalb için sadr da odur. [245] Rasûlullah'ın da belirttiği gibi azaların sağlığı kalbin salahına bağlı olduğu gibi, bozulmaları da onun bozulmasına bağlıdır.
Kalb bir lamba gibidir. Lambanın salahı ışıkla olduğu gibi, kalbin salahı da yakîn ve takva nûruyladır. Kalbden bu nûr alındığı zaman ışığı sönmüş lambaya döner.
Nefisden gelen, kalble ilişiği olmayan hiçbir amel makbul değildir. Bu amel iyi de olsa kötü de olsa sahibini bir ödül veya cezaya sevketmez. [246] Allah (c.c.) Kur'ân'da "Allah sizi rastgele yeminlerinizden dolayı değil, fakat kalblerinizin kasdettiği (kesbettiği) yeminlerden dolayı sorumlu tutar. Allah bağışlayandır, halimdir" [247] buyurur. Buradan anlaşılan sorumluluğun kalbden kaynaklandığıdır.
Görmek ve görmezlik kavramları kalbe izafe edilir. Örnek:
"Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki, orada olanları akledecek kalbleri, işitecek kulakları olsun. Ama yalnız gözler kör olmaz, fakat göğüslerde olan kalbler de körleşir." [248]
Bazı hal ve durumlarda "sadr" kelimesi "kalb" anlamında kullanılmaktadır. Örnek:
"İçinizde olanı gizleseniz de açıklasanız da Allah onu bilir. Göklerde olanları da, yerde olanları da bilir. Allah herşeye kadirdir." [249]
Bu ve diğer ilgili âyetlerde geçen "sadr" kelimesi "kalb" anlamında kullanılmıştır. [250] Şu varki bu örneklerde geçen bütün kalbler inkarcıların kalbleridir.
Bazan "nefs" kelimesi de "kalb" anlamında kullanılmaktadır. Örnek:
"Sen benim içimde olanı bilirsin..." [251]
Ayette geçen nefs kelimesi kalb anlamında kullanılmıştır. [252] Yukarda da belirttiğimiz gibi kalb, iman nurunun, takvanın, sekînetin, vecd, ihbât, leyyin, itminan, huşu, temhîs, taharet ve adem-i fıkhın da kaynağıdır. Bunların örneklerini burada uzun uzun sıralamak istemiyoruz. [253]
Münafık ve kâfirin kalbi hastalık, şübhe, nifak ve şirkin kaynağıdır. [254] Kur'ân'da şöyle buyuruluyor:
"Ey inananlar, doğrusu, puta tapanlar (müşrikler) pistirler..." [255] Münafıklar için şu tesbit yapılıyor: "Döndüğünüzde kendilerine çıkışmamanız için, Allah'a yemin edeceklerdir. Siz onlardan yüz çevirin; çünkü pistirler." [256]
Şüphe için, "Ancak Allah'a ve âhiret gününe inanmayan, kalbleri şüpheye düşüp şüphelerinde bocalayan kimseler senden izin isterler" [257]; inkâr için, "Tanrınız tek bir tanrıdır. Ahirete inanmayanların kalbleri bunu inkâr ederler; onlar büyüklük taslarlar" [258]; hastalık için, "Onların kalblerinde hastalık vardır" [259] buyurulmaktadır. Sadrın aksine kalb nurunun sınırı yoktur. İnsanın ölmesiyle de inkıtaa uğramaz.
3- Fuâd: Kalbin mertebelerinden üçüncüsü fuâddır. Fuâd, gözün içinde göz bebeğine benzetilmektedir. Fuâd, ma'rifet, akıl zihin, ruh ve rü'yetin yeridir. Kalb sadrın ortasında olduğu gibi fuâd da kalbin ortasındadır. [260] Fuâdın görmesi, kalbin bitmesiyle aynı zamanda bilgi katmerlenir. Tirmizî ilim ve rü'yetin bir araya gelmesiyle sahibi nazarında gayb açık seçik ortaya çıkar, [261] diyor. Tabiî bunun sonucunda insanda yakın hasıl olur.
Kalb ve fuâd kelimeleri "basar" kelimesiyle de ifâde edilmektedir. Örnek:
"Allah geceyi gündüze, gündüzü geceye çevirir. Doğrusu, görebilenler (uli'l-ebsâr) için bunda ibretler vardır."[262]
Rü'yetin kaynağının fuâd olması ile ilgili olarak şöyle buyurulmaktadır:
"Muhammed'in gözünün gördüğünü gönlü (fuâd) yalanlamadı." [263]
Kalb, ilimde lezzet bulurken, fuâd rü'yetten faydalanmaktadır. Zaten kendisi kelimesinden müştaktır. Şahadet gerektiren zamanlarda körün ilminin bir fayda vermediği gibi fuâdın görmediği hallerde de ilmin kalb için bir faydası olmaz. [264]
4- Lübb: Kalbin dördüncü mertebesi "lübb"dür. Lübbün fuâd içindeki durumu göz nurunun göz içindeki durumu gibidir. Lübb, tefrîd ve tevhîd nurunun mekânıdır. [265]
Lübb, ehl-i imana hastır. [266] Çünkü onlar Allah'ın has kullarıdır. Allah'a tâate yönelmişler, dünya ve nefislerinden yüz çevirmişler, takva elbisesini giymişlerdir. Allah bu insanları diye isimlendirmiş, Kur'ân'ın birçok yerinde onları medihde bulunmuştur. Örnek:
"Hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse şüphesiz ona çokça hayır verilmiştir. Bundan ancak akıl sahipleri ibret.” [267]
Tirmizî, edibler ve dilcilere göre "lübb" akıldır, diyor, fakat aralarında fark olduğunu belirtiyor. Bu fark güneş ışığı ile lamba ışığı arasındaki farka benzetiliyor. [268] Yazara göre lübb büyük bir dağ, selim bir makamdır; dinin gücü onunladır. Bütün nurlar onun varlığı ve salâhı ile varlık ve salâh bulabilir. Bu nur herhangi bir sebeple elde edilmez, ancak Allah'ın fazlu keremiyle hasıl olur. [269]
Kur an-ı Kerîm'de 209 defa kalb, 46 defa sadr, 16 defa fuâd ve 16 defa elbâb kelimeleri zikredilmektedir. Kur'ân'da lübb kelimesi tekil sîgası ile bulunmamaktadır. [270]
Genel ve sağlıklı bir tasnif yapmamış olmakla birlikte şunu söyleyebiliriz ki, Kur'ân, kalbe, duyu organlarını sağlıklı kullanmayı, bilmeyi, anlamayı, düşünmeyi, akletmeyi, öğüt almayı, inanmayı vb. fonksiyonları negatifler iyie birlikte isnâd etmektedir. Kalb sağlıklı ise bunlar pozitif, sağlıksızsa negatif bir gelişme arzederler.
Son olarak şunu kaydedelim:
Kalbin içinde bulunduğu bedenle sıkı bir ilişkisi vardır. Ondan bir binit ve bir âlet olarak yararlanmaktadır. Bunu da zihin ve dimağ vasıtasıyle yapmaktadır. [271]
[215] Ankebut: 29/21.
[216] Âl-i İrnrân: 3/144.
[217] A'râf: 7/125.
[218] Ebul-Kâsıra el-Hüseyin b. Muhammed b. el-Fadl er-Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât fî garibi'1-Kur'ân, Mısır 1324 fa., "kalb" md.
[219] Seyyid Şerif el-Cürcânî, et-Tarîfât, İstanbul 1308 h-, "kalb" md.; Elmalılı, Hak Dini Kur'ân Dili, c. I, s. 210.
[220] Muhammed Ali b. Ali et-Tehânevî, Keşşâfu Istılâhâti'l-fünûn, Kalküta 1862, c. II, "kalb" md.
[221] Süleyman Hayri Bolay, a.g.e., s. 201; H. Ziya Ülken, İslâm Felsefesi, s- 128.
[222] Gazzalî, İhya, c. III, s. 9, v.d.
[223] Gazzalî, İhya, c. III, s. 28, 29.
[224] Gazzalî, el-Munkızu mine'd-dalâl, İstanbul 1970, s. 75.
[225] Bakara: 2/10.
[226] Gazzalî, a.g.e., s. 76.
[227] Gazzalî, îhyâ c. III, s. 30.
[228] Necip Tayları, a.g.e., s. 173.
[229] Ülken, H. Ziya, İslâm Felsefesi, s. 124.
[230] Taylan, a.g.e., s. 77.
[231] Attas, a.g.e., s. 201.
[232] Hüseyin Atay, Kur'ân'da Bilgi Teorisi, s. 42.
[233] Atay, Kur'ân'da Bilgi Teorisi, s. 42.
[234] Tirmizî, Beyânu'1-fark beyne's-sudüri ve'1-kalbi ve'1-fuâdi ve'l-s. 35, vd
[235] Enam: 6/125.
[236] Nahl: 16/106.
[237] A'râf: 7/2.
[238] Hicr: 15/97.
[239] Tirmizî, a.g.e.
[240] Tirmizî, a.g.e.
[241] Tirmizî, a.g.e., s. 45. s. 42. s. 42.
[242] A'râf: 7/43.
[243] Yûnus: 10/57.
[244] Tirmizî, a.g.e., s. 36.
[245] Tirmizî, a.g.e., s. 37.
[246] Tirmizî, a.g.e., s. 37.
[247] Bakara: 2/225.
[248] Hac: 22/46.
[249] Âl-i İmrân: 3/29.
[250] Diğer örnekler için bk. ÂI-i İmrân: 3/118; Kasas: 28/29.
[251] Mâide: 5/116.
[252] Tirmizî, a.g.e., s. 48; Diğer örnek için bk. Bakara: 2/235.
[253] Örnekler için sırasıyla bk. Mücâdele: 58/22; Hucurât: 49/7; Nahl: 16/106; Fetih: 48/26; Fetih: 48/4; Fetih: 48/18; Bakara: 2/260; Mâide: 5/113.; Hucurât: 49/3; Mâide: 5/27; Ahzâb: 33/53; Mâide: 5/41; Âl-i İmrân: 3/154; Mü'minun: 23/60; Enfâl: 5/2: Hac: 22/35; Hac: 22/54; Zümer: 39/23; Hadîd: 57/16.
[254] Tirmizî, a.g.e., s. 56.
[255] Tevbe: 9/28.
[256] Tevbe: 9/95.
[257] Tevbe: 9/95.
[258] Nahl: 16/22.
[259] Bakara: 2/10.
[260] Tirmizî, a.g.e., s. 38.
[261] Tirmizî, a.g.e., s. 62.
[262] Nûr: 24/44.
[263] Necm: 53/11.
[264] Tirmizi, a.g.e., s. 68.
[265] Tirmizî, a.g.e., s-38.
[266] Tirmizî, a.g.e., s. 72.
[267] Bakara: 2/269. Diğer örnekler için bk. Mâide: 5/100; Bakara: 2/197; En'âm: 6/90; İbrahim: 14/52; Sâd: 38/29.
[268] Tirmizî, a.g.e., s. 73, 74.
[269] Tirmizî, a.g.e., s. 70, 74.
[270] Muhammed Fuâd Abdülbâkî, el-Mu'cemu'1-müfehres, ilgili maddeler.
[271] Necip Tayîan, a.g.e., s. 98.