- Kafkasların geleceği bizim geleceğimizdir

Adsense kodları


Kafkasların geleceği bizim geleceğimizdir

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Wed 23 May 2012, 12:00 pm GMT +0200
KAFKASLAR’IN GELECEĞİ BİZİM GELECEĞİMİZDİR

Naci BOSTANCI • 45. Sayı / DOSYA YAZILARI


Kafkas bölgesiyle Türkiye arasında yakın bağlar var. Sadece coğrafî ortaklık ve bunun getirdiği bir kader üzerinden küresel dünyaya bakışta kaçınılmaz stratejik işbirliği değil söz konusu olan. Bu yakınlık insanları da birbirine karıştırmış, akrabalık ilişkilerini şekillendirmiş. Türkiye’de Kafkaslardan gelen hemen hemen herkese Çerkes deniliyor. Oysa Çerkesler diye bir boy yok, bu, Adige, Abaza, Çeçen, Dağıstanlı, Karaçay, Osetli hepsine yönelik bir adlandırma biçimi. Üstelik Kafkaslarda yaşayanlar sadece bu boylarla sınırlı değil. Gürcistan, Ermenistan hatta Azerbaycan gibi ülkeler de Kafkasların bir parçası.

Savaşlar, göçler, çeşitli sosyal hareketlilikler Anadolu ile Kafkasların akrabalık ilişkilerini pekiştirmiş. Türkiye’de hemen hemen Kafkasya’da yaşayan her halktan insanlar var. Öte yandan Kafkasya denilince İmam Şamil ve onun destanî direnişi toplumsal hafızamızın önemli bir bölümünü oluşturuyor. Elbette Ruslarla yaptığımız savaşlar, Kafkas cephesi, Enver Paşa, Baku hıyabanındaki ebedî gençlikleriyle o topraklara defnolunmuş askerlerimiz bu bağların derin izleri. 

Kafkaslar geçmişte savaşların, çatışmaların, çeşitli politik, toplumsal gerginliklerin toprağı olmuş. Bugün de çok farklı değil. Kafkaslar dünyanın en hassas bölgelerinden birisi. Ona bu niteliği veren nedenlerden birisi, tabiatın adetâ çeşitli doğal sınırlarla farklı kültür ve boylardan insanlara ev sahipliği yapması. Bu durum son derece kendine has bir değerler ve ilişkiler düzeni oluşturmuş. Hayatta kalmak için tabiatla sürdürülen mücadele hayli sert, kararlı, kimi zaman tavizsiz, iç dayanışmanın alabildiğine tahkim edildiği, kaderlerin birbirine bağlandığı bir sosyal düzen oluşturmuş. Her boyun ilişkisinde, dostluklar kadar hasımlıklar da uçlarda hayat bulmuş. Gurur, onur, haysiyet hayatî değerler. Bazen, kan davalısı kendisine sığınsa, onun için kendi hayatını tereddütsüz tehlikeye atması dâhil çeşitli pratikler bu gurur ve onurun bir gereği. Keza sosyal yapıda hiyerarşi çok önemli. İç ilişkilerde bu hiyerarşi son derece tayin edici. Bu durum Kafkas halklarına, benzetme yapmak gerekirse, tıpkı bürokrasi gibi görev ve yetkilerin neredeyse tartışmasız dağıtıldığı bir düzenleme ile her türlü sorunun üstesinden gelmeleri için örgütlü bir karakter kazandırıyor. Elbette modernleşme, şehirlerin teşekkülü, üretim biçiminin değişmesi, dünya ile daha fazla temas, Kafkasların maddî görüntüsünü olduğu kadar moral dünyasını da önemli ölçüde değiştiriyor. Fakat uzun asırlar boyunca sert moral değerlerle teşekkül etmiş ve öz anlamını oradan almış olan kimliğin çekirdeği bu değişimlere direnmeye devam ediyor.

Kafkaslar bugün uluslararası güçlerin enerji havzalarıyla bağlarında çok önemli bir rol oynuyor. Asya’nın zengin petrol ve doğal gaz yataklarını Avrupa’ya dünya pazarlarına ulaştıran kan damarları buradan geçiyor. Bu durum, büyük güçlerin Kafkasya’nın karmaşık sosyo-politik zemininde kendilerine ittifaklar, dolayısıyla bu girişimin doğal uzantısı olarak hasımlar edinmesini doğuruyor. Gürcistan ile Osetya arasında yaşanan gerginliğin ardından ortaya çıkan gelişmeler ilgili büyük güçlerin, esasen herkese malum olan kimliklerini daha da görünür kıldı. Putin’le birlikte kendisini toparlayan ve arkasına “tek kutuplu dünyanın o kadar da iyi olmadığı” rüzgârını alan Rusya, coğrafî yakınlığının ve geçmiş ilişkilerinin de bir uzantısı olarak bölgenin en önemli gücü. Hemen ardından, savaş gemilerini Gürcistan limanlarına gönderen Amerika geliyor. Üstelik bu ülke artık Kafkasya’ya çok uzak da değil. Irak’taki konumlanma Amerika’yı bölgenin yerleşik güçlerinden birisi hâline getirmiş durumda. İran, çeşitli yol ve yöntemlerle alandaki varlığını güçlendirmeye çalışıyor. Amerika’ya meydan okuması, nükleer teknoloji konusundaki bilgisi, Rusya ile yakınlığı, Ermenistan’la dostluğu, Kafkasların Müslüman halkları nezdindeki yabana atılmayacak prestiji, İran’ın elindeki kartlar. Türkiye ise hem bölgeye yakın, hem bölge ülkeleriyle akrabalıkları var, hem de enerji güzergâhları üzerinde bir oyuncu olmaya çalışıyor. Esasen Türkiye’nin Kafkaslar kadar oradan öteye Asya’ya uzanan coğrafya ile ilgili herkesin çok iyi bildiği ancak çeşitli sebeplerle yeterince değerlendiremediği avantajları var. Bu durum Türkiye’nin elindeki kartların yeterince etkin olmasına mani oluyor.

Kafkasların karmaşık sosyo-politik vaziyeti Türkiye’nin bölgede kesin bir saf tutmasına engel oluşturuyor. Ülkede tüm Kafkas halklarının akrabaları var, meselâ, Türk halkının çok önemli bir bölümü Çeçenlerin Rusya’ya karşı sürdürdükleri mücadeleye kalbi destek veriyor, fakat yine aynı insanlar Rusya’yı bir düşman gibi görmüyorlar. Çoğu için sadece bu bölgede değil geniş bir alanda Rusya ile Türkiye ortak çıkarlar geliştirerek yaşamaları gereken iki büyük ülke. Gürcistan-Rusya Savaşı’nda Türkiye yine kendisini arada hissetmişti. Çünkü Gürcülerle akraba vatandaşlarının varlığı kadar Gürcistan yönetimiyle de çok yönlü ilişkilere sahip bir ülke Türkiye. Üstelik “stratejik ortak” Amerika’nın da Gürcistan’a ne kadar yakın olduğu biliniyor. Fakat kısa savaşta, Rusya ile ticarette kimi gerginlikler yaşansa, Rus basını Türklerin Gürcistan’a destekleriyle ilgili çeşitli haberler yapsalar da Türkiye Gürcistan’la birlikte Rusya’ya yakınlık göstermeye devam etti.

Kafkaslar denilince “Kafkas İstikrar Paktı” projesinin hararetle telaffuzu Türkiye için en uygun pozisyon gibi görünüyor. Ancak istikrar paktı gibi sihirli bir kelimenin bölgedeki derin sorunların yanında fantezi olarak kalmaması için Türkiye ile birlikte başka ülkelerin de çabası gerekiyor. Şimdilik ortada bu mânâda bir “çok çaba” gözükmüyor.

Türkiye’nin bir başka zorluğu da yegâne sorunlu bölgenin Kafkaslar olmayışı… Balkanlar ve Ortadoğu’daki gelişmelerle de Türkiye iç içe. Üstelik bir bölgeye dönük ortaya konulan ilkelerin diğer bölgeler için de anlamlı olması işin tabiatı gereği. Dolayısıyla bir bakıma Kafkaslar, Balkanlardan ve Orta Doğu’dan ayrı düşünülemeyecek bir alan.

Büyük devlet olmak ekonomik, politik ve askerî güç işi. Ancak bunların çok daha önündeki bir başka nitelik ise bu tür karmaşık denklemlerde herkesin çıkarına olabilecek optimum durumu beceriyle ve basiretle ortaya koyup bir siyaset ve akıl yolu açabilmekte. Türkiye şimdi bu yolda ilerliyor. Belki de kesişmeyen, çatışan, kategorik olan çeşitli nitelikler bir büyük devlet politikasının teşekkülü için hayatî bir fırsattır. Nietzsche’nin o meşhur sözünü biliriz: “Beni öldürmeyen beni güçlü kılar”. Türkiye de mayınlarla döşeli bu yoldan kendisini güçlendirerek çıkaracak birikime, akla, kadrolara sahip. “Siyasetçi tarihçiliğin” bize fısıldadığı, geçmişin ileriye uzatılabilmesi imkânıdır. Elbette “tekerrür” değil, fakat Bismark’ın dediği gibi “mümkünün sanatı” bakımından bir potansiyel ufuk çizgisidir bu. Tarihin bilgisi ve morali, fakat şüphesiz bugünün aklı, cesareti ve bilgeliği. Unutmayalım ki Kafkasların, nihayet Balkanların ve Ortadoğu’nun geleceği aslında Türkiye’nin geleceğidir.