- Kafir Toplumlarla İlgili Sünnetullah

Adsense kodları


Kafir Toplumlarla İlgili Sünnetullah

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
meryem
Mon 21 March 2011, 10:31 pm GMT +0200

KÂFİR TOPLUMLARLA İLGİLİ SÜNNETULLAHLAR

 1- Kâfir Toplumlar Varlıklarını Sürdüremezler

 Allah'ın elçiler vasıtasıyla gönderdiği ayetleri kabul etmeyenler,  uzun zaman varlıklarını devam ettiremezler. Bu, onların Allah'ın yasalarını yalanlayıp, inkâr etmeleri nedeniyledir. Kur'an, önceden yaşamış kâfir toplumların yok edilişlerini örnek göstererek, Mekkelileri ve kıyamete kadar gelecek insanları uyarmaktadır. Allah'ın yasalarını inkâr edenler sonunda mutlaka mahvolacaklardır. [1]

 2- Kâfir Toplumlar Hemen Helâk Edilmezler

 Elçilerin getirdikleri mesajları kabul etmeyen toplumlar hemen helâk edilmezler. Onlara biraz süre tanınır:

"Ayetlerimizi yalanlayanları hiç bilmeyecekleri yerden yavaş yavaş helake yaklaştıracağız. Onlara mühlet veriyorum, çünkü benim tuzağım sağlamdır.” [2]

"Sen'den önceki elçilerle de alay edildi de inkâr edenlere bir süre meydan verdim, sonra onları yakaladım. Cezam nasılmış (gördüler)." [3]

"Ben de kâfirlere bir süre vermiş, sonra onları yakalamıştım... Nice kent var ki zulmederken ona biraz süre vermiş­tim, sonra onu yakalamışımdır. Sonunda dönüş ancak banadır."[4]

"Bir süreye kadar onları, (daldıkları) gafletleri içinde bırak. Onlar sanıyor­lar mı ki, kendilerine verdiğimiz mal ve oğulları ile onların iyiliklerine koşuyoruz. Hayır, (bu verdiğimiz dünya nimetleri onlar için bir imti­handır, fakat onlar) farkında değiller." [5]

"İnkâr edenler sanmasınlar ki, kendilerine mühlet vermemiz kendileri için hayırlıdır. Biz onlara mühlet veriyoruz ki günahı artırsınlar. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır."[6]

Kur'an bu ayetlerle rasullerin doğruda, inkarcıların ise yanlışta olduklarını görecekleri zamanın yaklaşmakta olduğunu kavrasınlar diye onları uyarmaktadır. [7] Verilen mühlet esnasında hakikati görebil­meleri için, kendilerine bir takım ikazlar yapılır. Akıllarını başlarına devşirmeleri için musibetlerle ve nimetlerle sınanırlar. Ama onlar, ayetlerin de belirttiği gibi bu süreyi değerlendirememiş, elçilere uyup bu mühletten faydalanamamışlardır.[8]

Bu arada ilâhî çağrı bütün yönleriyle ve açıklığıyla gün yüzüne çıkacak ve çağrıya muhatap olan insanlar tarafından yeterince anlaşı­lacaktır. Zira elçilerin görevlerini yapmaları, inkarcılar tarafından engelleniyordu, insanların çoğu neyi reddettiklerini kavrayamıyorlardı. İşte bu mühlet içinde kabul edenler neyi kabul ettiklerini, inkâr edenler neyi inkâr ettiklerini öğreneceklerdi. İnkârlarında inat edip diretenler ise bu mühletten hiçbir fayda bulamamışlardır. Allah mühlet verir, fakat ihmal etmez.[9]

 3- Allah Kâfir Toplumları, Belki İnanırlar Diye Sıkıntılar Ve Bolluklarla İmtihan Eder

 İnkarcı toplumlar helak edilmeden önce çeşitli felaketlere uğratılmak­tadırlar:

"Onlara o büyük azaptan ayrı olarak, daha yakın azabı da tattıracağız.” [10]

Yakın azap ile dünya musibetleri, hastalıkları, afetleri kastedilmektedir.[11]

Kur'an bu düzensizliklerin, bu bozuklukların Allah'a isyandan ileri geldiğini, bunların insanların yaptıklarından sadece bir kısmının cezası olduğunu, insanların Allah yoluna dönmeleri için bu olaylarla uyarıldıklarını hatırlatıyor. Çünkü zorluklarla deneme ve sınamanın tabiatı; henüz iyi tarafları bulunan, hayır ümidi bulunan fıtratı uyar­mak, bir takım iyilik kalıntılarını içinde taşıyan, fakat aradan geçen uzun zaman nedeniyle üzeri küllenen kalpleri inceltmek, yumuşatmak, zayıf olan insanları güçlü olan yaratıcısına yöneltmek, içtenlikle O'na yalvarmalarını sağlamak, merhametini ve bağışlamasını dilemesini temin etmektir. [12]

Şüphesiz ki acı en güzel eğiticidir. Bu öyle güzel hayır kaynağı­dır ki, potansiyel enerji halindeki iyilik kaynaklarının kaynamasına neden olur. Diri olan vicdanlarda duyarlılığı bileyen ve keskinleştiren bir berekettir. Rahmetin gölgelerine yönelik bir berekettir. Bu rahmet ise, üzüntü ve kederle yoğrulmuş güçsüz insanların üzerine darlık ve sıkıntı anlarında rahat ve afiyet dolu, tatlı ve hafif meltemleri estirir. Ola ki yalvarırlar. [13]

"Andolsun biz, Firavun ailesini tuttuk, öğüt alsınlar diye yıllarca kıtlıkla ve ürünlerini azaltmakla sıktık.[14]" "(İnkârlarından dönüp bize) yalvarsınlar diye onları darlık ve sıkıntı ile yakalayıp cezalandırmış­tık.” [15]

“Belki dönerler diye onları (kıtlık, tufan, çekirge gibi) azap(lar) ile cezalandırdık.” [16]

"Belki dönüp yola gelir)ler diye, mutlaka onlara o büyük azaptan ayrı olarak, daha yakın azabı da tattıracağız.”[17]

“Belki dönerler diye, (Allah) onlara, yaptıklarının bir kısmını tattırı­yor.” [18]

Bütün bunlar, onların kibir ve gururlarını kırmak, güç, kuvvet ve zenginliğe olan aşırı güvenlerini ve bağlılıklarını sarsmak içindir. Bu onlara, kendilerinin üstünde, mukadderatlarını kontrol eden, yüce bir kudretin olduğunu ikaz etmek içindir ki bu sayede kalpleri uyarılan alıcı hale gelsin ve Rablerinin önünde diz çöksünler. Fakat bu usul eğer hakkı anlamaya yöneltmede onlar üzerinde muvaffak olamazsa, bu sefer de o insanlar bolluk ve refah ile şımartılır [19]. Çünkü fakirlik, şiddet ve hastalıklardan sonra beden ve mal ile ilgili pek çok nimetin gelmesi, insanı itaat etmeye ve şükürle meşgul olmaya sevk eder.[20] Bu tıpkı şefkatli bir babanın çocuğuna karşı olan şu davranışına benzer; Baba çocuğunun iyiliği için ona bazen sert, bazen de yumuşak davranır.[21]

"Senden önceki ümmetlere de elçiler göndermiştik. (İnkârlarından dönüp, bize) yalvaranlar diye onları darlık ve sıkıntı ile yakala­yıp, cezalandırmıştık. Hiç olmazsa kendilerine böyle baskınımız geldiği zaman yalvarsalardı! Fakat kalpleri katılaştı ve Şeytan da onlara yaptıklarını süslü gösterdi. Kendilerine yapılan uyarıları unutunca, üzerlerine her şeyin kapılarını açıverdik." [22]

“Biz hangi ülkeye bir peygamber gönderdiysek, onun halkını yalvarıp yakarsınlar diye mut­laka yoksulluk ve darlıkla sıkmışızdır. Sonra kötülüğü değiştirip yeri­ne iyiliği getirdik de (insanlar) çoğaldılar." [23]

Başlarına gelen darlık, azap verme ve cezalandırmaya yönelik olmayıp, terbiye maksadıyla olduğu için, terbiyeyi olan herhangi bir darlığın devamı ise terbiye dışı olacağı ve darlığı takip eden genişlik ve nimetin zevki ve sevincinin son derece hissedilir ve fevkalade dik­kat çekici olması yönüyle, darlık genişliğe dönüştürüldü.[24] Kötülüğü iyiliğe çevirmekle kendilerini o derece refah içinde bir hayat temin ettik ki, hatta hayvan gibi bol bol yakından yediler, otladılar [25]  ve ne­fislerini her türlü sorumluluk ve zorluktan muaf tuttular, nimet kendi­lerini şımarttı, darlığı unuttular, hiç bir şeye aldırış etmediler. Gör­dükleri sıkıntı ve refah hallerinin Allah tarafından terbiyeye yönelik bir sebep ve hikmetle alakalı olduğunu düşünmediler. Adam sen de, darlık, bolluk, fakirlik, zenginlik, hastalık, sağlık, gamlı ve sevinçli haller öteden beri olağan şeylerdir, dediler. Sıkıntıları vaktiyle ataları­nın bazen başlarına gelmiş tarihi bir şey gibi gösterdiler. [26]

"Atalarımıza da darlık ve sevinç dokunmuştu (onlar da üzüntülü ve sevinçli günler geçirmişlerdi), dediler (de olaylardan ibret alıp şükretmediler) . Biz de onları, hiç farkında olmadıkları bir sırada ansı­zın yakaladık.” [27]

 4- Kâfir Toplumlar İnkârdan Vazgeçip İnanırlarsa Allah Affeder

 Allah'ın ayetlerini yalanlayıp inkâr edenler, başlarına gelen musibet ve felaketlerden ders alıp inanırlarsa. Yüce Allah onların hatalarını ba­ğışlar ve başlarına gelecek azabı onlardan erteler. Çünkü O, tövbeyi kabul edendir. [28]

"Eğer Kitap Ehli inanıp (Allah'ın azabından) korunsalardı, onla­rın kötülüklerinden geçerdik ve onları, nimeti bol cennetlere sokardık. Eğer onlar Tevrat'ı, İncil'i ve Rabb'lerinden kendilerine indirileni gereğince uygulasalardı, muhakkak ki üstlerinde (ki ağaçların meyvelerinde)n ve ayaklarının altın(daki ürünler)den yerler.” [29]

“Bu dedikle­rinden vazgeçmezlerse, elbette onlardan inkâr edenlere acı bir azap dokunacak. Hala Allah'a tövbe edip, O'ndan af dilemiyorlar mı? Allah bağışlayan, esirgeyendir." [30]

"Kim bir kötülük yapar, yahut nefsine zulmeder de sonra Allah'tan mağfiret dilerse Allah'ı bağışlayıcı ve esirgeyici bulur." [31]

"Kim inanır ve uslanırsa onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyecektir.” [32]

“Ancak zulmeden, sonra yaptığı kötülüğün yerine iyilik yapan olursa ona karşı da, Ben bağışlayıcıyım.” [33]

"Dedi: “Ey kavmim, iyilikten önce neden kötülüğe seviyorsunuz? Esirgenmeniz için Allah'tan mağfiret dilemeniz gerekmez mi?" [34]

"Hiç olmazsa ken­dilerine böyle baskınımız geldiği zaman yalvarsalardı?" [35]

Kur'an’da adı geçen eski toplumlardan hiç biri iman etmemiştir. Onlardan ancak çok küçük bir grup iman etmişti. Dolayısıyla o top­lumların egemen sıfatı, imansızlık sıfatıdır. [36] Bu nedenle hepsi de helak edilmiştir. Fakat Yunus (a.s.)'ın kavmi hariç. Onlar inanmışlar ve Allah'ın azabından kurtulup belirli bir süre daha yaşamışlardı: [37]

"Keşke bir kasaba olsaydı da inansaydı ve inanması kendisine fayda verseydi. Yalnız Yunus'un kavmi inanınca, dünya hayatında onlardan rezillik azabını kaldırmış ve onları bir süre daha yaşatmıştık.” [38]

Ayet, Yunusun kavminin, inkâr ettikten sonra iman ettiklerine ve o imanlarından da yararlandıklarına delalet eder." İlâhî azabın yak­laştığına delalet eden emare ve işaretler belirince, azabı, görmeden hemen tövbe etmişlerdir. [39]

"İnandılar, Biz de onları belirli bir süreye kadar geçindirdik.” [40]

 5- Azap Geldikten Sonra Kâfirlerin İnanması Fayda Vermez

 Toplumlar ilâhî ceza ile helak edilmeden önce tövbe edip, dönerlerse Allah'ta azaptan döner. Ancak ilâhî azap gelip de, toplum yok edilir­ken yapacakları tövbe kabul edilmez. Çünkü bu tövbe, sapıklığı ısrarla sürdürmüş ve kötülükler tarafından çepeçevre kuşatılmış günahların­dan mecburiyet altında yaptıkları bir tövbedir. Artık günah işleme imkanı kalmamış, bütün kötülük işleme fırsatlarını pervasızca kullan­dıktan sonra köşeye sıkışmış kimselerin tövbesidir bu tövbe. Bu yüz­den Yüce Allah bu tövbeyi kabul etmez. Çünkü böyle bir tövbe, ne kalbin ıslah olmasını sağlar, ne hayata düzelme, iyileşme getirir ve ne de kişilikte ve gidişatta olumlu bir değişim göstergesidir.[41]

Son anda tövbenin kabulüne mani olan şudur: Ölmek üzere olan insan, bir takım haller ve dehşetler müşahede ettiğinde, bunları müşahede ederken, zaruri olarak Allah'ı tanıyıp inanır. [42] Nitekim Firavun'un imanı böyledir: "İsrailoğullarını denizden geçirdik; Firavun ve askerleri de zulmetmek ve saldırmak için onların arkalarına düştü. Nihayet boğulma kendisini yakalayınca (Firavun): Gerçekten İsrailoğullarının inandığından başka Tanrı olmadığına inandım, ben de müslümanlardanım! dedi. Şimdi mi? Oysa daha önce isyan etmiş; bozgunculardan olmuştun (denildi)." [43]

Razi, Firavun'un iman edişinin kabul edilmemesini şöyle izah eder; "O tam azap inerken iman etmiştir. O esnadaki iman ise makbul değildir. Çünkü azap inerken durum kaçınılmaz hale gelmiş olur. Bu vakitte ise tövbe makbul olmaz. İşte bu sebepten ötürü Allah Teala;

"Fakat hışmımızı gördükleri zaman inanmaları kendilerine bir fayda sağlamadı." [44] buyurmuştur: [45]

İbn Kesîr ise, imanın fayda vermeyeceği bir yerde iman etmiştir, diyerek izah eder. [46]

Kur'an bu gerçeği bir kaç yerde daha vurgular:

"Yoksa kötülük­leri yapıp yapıp da nihayet kendilerine ölüm gelip çatınca: Ben şimdi tövbe ettim, diyenlere ve kâfir olarak, ölenlere tövbe yoktur. (Öyleleri­nin tövbesi makbul değildir). Onlar için acı bir azap hazırlamışızdır." [47]

"Ne zaman ki hışmımızı gördüler: Tek Allah'a inandık ve O'na ortak koştuğumuz şeyleri inkâr ettik, dediler. Fakat hışmımızı gördükleri zaman inanmaları kendilerine bir fayda sağlamadı. Allah'ın kulları hakkında eskiden beri yürürlükte olan yasası budur.” [48]

 6- Ataları Körü Körüne Taklit Etmek Toplumları Felakete Götürür

 Kur'an'da, yok edilen toplumların ısrarla öne çıkarılan özelliklerinden biri de atalarından kalan her şeye sıkıca sarılmalarıdır. Atalarının bir işi yapmış olmalan, onu araştırmadan doğru kabul etmenin garantisi sayılıyordu: [49]

"Onlara İbrahim'in haberini de oku: Babasına ve kavmine; Neye tapıyorsunuz?, demişti. Putlara tapıyoruz onların önünde ibadete du­ruyoruz, dediler. Peki, dedi, siz dua ettiğiniz zaman onlar sizi işitiyor­lar mı? Yahut size fayda veya zarar verebiliyorlar mı? Hayır, ama babalarımızın böyle yaptıklarını gördük (onun için biz de böyle yapı­yoruz), dediler." [50]

"Onlar da önceden atalarının taptığı gibi tapıyor­lar." [51]

"Onlar babalarını sapık kimseler buldular. Kendileri de onların izlerinden koşturuyorlar.” [52]

Kendilerini içlerinde oldukları durumdan kurtarmak için gelen Allah elçilerini de bu düşünceyle inkâr ediyorlardı:

"Onlara Allah'ın indirdiğine uyun, dense hayır biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)a uyarız, derler. Peki, ama ataları bir şey düşünmeyen, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı (atalarının yoluna uyacaklar)?”[53]

"Biz atalarımızdan böyle bir şey işitmedik." [54]

"Hayır, (ne bilgileri var, ne de kitapları). Sadece: Biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerinde gidiyoruz, dediler. (Bü­tün delilleri bundan ibaret: Körü körüne taklit). İşte böyle, senden önce de hangi kente uyarıcı gönderdiysek mutlaka oranın varlıklıları; Biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onları izlerine uyarız dediler. Ben size, babalarınızı üzerinde bulduğunuz (din)den daha doğrusunu getirmiş olsam da (yine babalarınızın yolunu) mu (tutacak­sınız)?, dedi. Doğrusu biz sizinle gönderilen mesajı tanımıyoruz dedi­ler.[55]

Böylece anlaşılıyor ki, ilâhî yasaları tanımayanlar, atalarının mi­rasını korumakla, mevcut durumda herhangi bir değişiklik istemezler. Geçmişte kökleri olan her şey, haklı ve doğru olarak kabul edilir ve geleceğe yol gösterici olarak yeterli sayılır. İşte bu, bencil ve çıkarla­rıyla statükonun koruyucularının va'z ettikleri ve kullandıkları man­tıktır. [56] Allah elçileri ise atalar kültürünün ilâhî ilkeler doğrultusunda değiştirilmesini isterler:

"Ey Salih, şimdi atalarımızın taptıklarına tapmaktan bizi men mi ediyorsun?” [57]

"Ey Şuayb, senin namazın mı sana, babalarımızın taptığı şeylerden vazgeçmemizi emrediyor?” [58]

"Dediler ki, Ya demek sen, tek Allah'a kulluk edelim ve atalarımızın yaptıklarını bırakalım diye mi bize geldin?”[59]

Allah'ın tayin edip indirdiği delillere bağlı olan hükümlerde geçmişi büsbütün atmak ve ondan habersiz olarak hep yeni şeyler aramak da doğru değildir. Bir şeye tabi olma sebebi; eskilik, yenilik veya atalar yolu olup olmaması değil, Allah'ın emrine ve hakkın deli­line uygun olmasıdır. Allah'ın emrine uyan ve yaptığını bilen atalara uyulur. Aksine Hakk'ın emrini tanımayan, ne yaptığını bilmeyenlere atalar bile olsa yine uyulmaz. [60]


[1] Bu konu üçüncü bölümde genişçe ele alınacağından, bütünlük düşüncesiyle burada öz halinde geçmiştir. Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah Ve Helak Edilen Kavimler, Etüt Yayınları: 81.

[2] el-A'râf: 7/182-183

[3] er-Râd: 13/32

[4] el-Hâc: 22/44,48.

[5] el-Mü’minûn: 23/54-56.

[6] Al-i İmrân: 3/178

[7] Allah mesajını bildirmek üzere peygamberlerini gönderdiğinde her birey ve topluluğa; mesajı anlaması üzerinde düşünmesi ve yaşama farzını ona uydurması için mühlet ve­rir." Mevdûdî, a.e., II, 339

[8] Râzî, a.g.e,, XIV, 184; "Mühlet vermek, onlara tıpkı hayvanlara otlakta bir müddet otlama imkanı verilmesi gibi, bir süre bolluk ve rahatlık içinde bırakmaktır." Râzî, a.£.e.,XIX, 55.

[9] Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah Ve Helak Edilen Kavimler, Etüt Yayınları: 81-82.

[10] es-Secde: 32/21

[11] İbn Kesir, a.g.e., VI, 370; Yazır, a.g.e., VI, 288; Ateş, a.g.e., VII, 168.

[12] Seyyid Kutub, Fî Zilâl, III, 584

[13] Seyyid Kutub, a.y.; "Çünkü şiddetli haller kalplere rikkat verir ve onları Allah katındaolan şeye yöneltir." Râzî, a.g.e., XIV, 215.

[14] el-A’râf: 7/130

[15] el-En’âm: 6/42

[16] ez-Zuhruf: 43/48

[17] es-Secde: 32/21

[18] er-Rûm: 30/41.

[19] Mevdûdî, a.g.e. II 70

[20] Razi, a.g.e XIV,  184.

[21] “Meani alimleri şöyle demişlerdir: İyilik ve kötülüklerden her biri, insanı itaata sevk eder. Nimetler teşvik edici olduğu için, bela ve müsibetler de korkuttuğu için böyledir. Razi, a.g.e XV, 43.

[22] el-En'âm: 6/42-44

[23] el-A’râf: 7/94-95; Bu ayetlerde bahsedilen ilâhî uygulama, ayetlerin nazil olduğu Mekke'de aynen oluyordu. Geniş bilgi için bkz, Mevdûdî, a.g.e., II, 71

[24] Yazir, a.g.e., IV, 83

[25] el-A’râf: 7/95'te geçen "cafev" kelimesinden mülhemdir. Bkz. Yazır, a.g.e., IV, 84

[26] Yazır, a.g.e., IV, 84

[27] el-A’râf: 7/95 Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah Ve Helak Edilen Kavimler, Etüt Yayınları: 83-85.

[28] en-Nasr: 110/3

[29] el-Mâide: 5/65-66

[30] el-Mâide: 5/73-74.

[31] en-Nisâ: 4/110; en-Nahl, 16/119

[32] el-En’âm: 6/48

[33] en-Neml: 27/11

[34] en-Neml: 27/46

[35] el-En’âm: 6/43

[36] Seyyid Kutub, Fi Zilâl, IV, 476; Ateş, a.g.e., IV, 252

[37] Yûnus: 10/ 98

[38] Râzî, a.g.e., XVII, 164; Ayrıca bkz. İbn Kesîr, a.g.e., IV, 231-232

[39] Râzî, a.g.e., XVII, 165

[40] es-Saffat: 37/148. Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah Ve Helak Edilen Kavimler, Etüt Yayınları: 85-86.

[41] Seyyid Kutub, Fî Zilâl, II, 283

[42] Râzî, a.g.e., X, 7.

[43] Yûnus: 10/ 90-91

[44] el-Mü'min: 40/85

[45] Râzi, a.g.e., XVII, 154

[46] İbn Kesîr, a.g.e., IV, 227

[47] en-Nisâ: 4/18

[48] el-Mü'min: 40/84-85 Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah Ve Helak Edilen Kavimler, Etüt Yayınları: 86-87.

[49] Bil ki uyma ancak hakkı ve hakikati bulmuş alime olursa caizdir. Alim sözünü delile dayandırdığı zaman, hakkı ve hakikati bulmuş bir alim olur. Ama böyle olmadığı za­man, o hakkı ve hakikati bulmuş bir alim olmaz ve ona uymak caiz olmaz." Râzî, a.g.e., XII, 111

[50] eş-Şuarâ: 26/69-74

[51] Hûd: 11/109

[52] es-Saffât: 37/69-70

[53] el-Bakara: 2/170; el-Mâide: 5/104

[54] el-Mü'min: 23/24

[55] ez-Zuhruf: 43/22-24

[56] Mutahhari, a.g.e., s.134

[57] Hûd: II/62

[58] Hûd: 11/87

[59] El-A’râf: 7/70

[60] Yazır, a.g.e. l, 485. Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah Ve Helak Edilen Kavimler, Etüt Yayınları: 87-89.