- Kaf Dağındaki Huzur

Adsense kodları


Kaf Dağındaki Huzur

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Sun 24 July 2011, 09:13 pm GMT +0200
Kaf Dağı’ndaki Huzur


Ocak 2010 - 133.sayı


T. Ziya ERGUNEL kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.

“Bî-vücûd olmak gibi yoktur cihânın râhatı
Gör ki simurgun ne dâmı var ne de sayyâdı.” (Râgıb Paşa)

[Maddî varlığını yok etmeyince (insana) bu dünyada rahat yoktur. Simurga (Anka kuşuna) baksana; ne tuzak ne de avcı (korkusu) var.]

Osmanlının 18. asırdaki sadrazamlarından Koca Ragıp Paşa tam manasıyla çekirdekten yetişme bir devlet adamı. Kâtiplikten başlayarak en yukarıya kadar devletin hemen her kademesinde görev yapmış. Sadece şiirde değil, hat sanatında da behresi olan usta bir sanatkâr.

Koca Ragıp Paşa yukarıdaki beytinde sanatçılara mahsus bir duyarlılıkla dünyadan şikayet ediyor gibi görünüyor. “Bî-vücut” olmak; vücuttan kurtulmak, vücutsuz olmak, ölmek demek. İlk mısra, “yaşadığın müddetçe bu dünyada rahat yok; ölünce kurtulur, rahata erersin” gibi harc-ı âlem bir yakınma zannedilse de öyle değil. İkinci mısrada simurg misâli veriliyor çünkü.

Simurg, ismi var ama cismi yok bir efsanevî kuş. Bizim daha ziyade “ankâ” veya “zümrüdüankâ” diye bildiğimiz bu kuşa verilen “sî-murg” ismi Farsçadır ve “otuz kuş” demektir. Otuz ayrı kuşun rengini veya özelliğini taşıdığı için böyle isimlendirildiği söylenir. Yani simurg aynı anda hem otuz kuştur, hem tek bir kuştur. Bu sebeple tasavvufta “kesrette vahdet” (çoklukta birlik) anlayışını temsil eder.

Simurgun Kaf Dağı’nda yaşadığı rivayetinden hareketle “istiğnâ” sembolü olarak kullanıldığı da görülür. Kaf Dağı “kanaat”tir aslında. Kaf Dağı’nda, kanaatin sonsuz ikliminde yaşayan simurgun istiğnası, yani dünyaya yahut dünyalığa ihtiyaç duymayıp iltifat etmemesi, örnek alınacak büyüklüktedir. Nihayet simurg görünmeyen, bî-vücut bir kuş olmak hasebiyle insanın ruhunu, âdemiyetini, bedenine üflenen ilâhi nefhayı simgeler. Buna, yine bir kuş olarak çağrıştırdığı “yükselme, yeryüzünün fevkine çıkma” manalarını da ekleyelim.

Beytin zımnında, dünyada rahat ve huzur içinde yaşamak isteyenlere simurg gibi olma tavsiyesi var. Dolayısıyla bu tavsiye, rahata ermek için “kesrette vahdeti bulmak, istiğna yahut kanaat, âdemiyetimize yönelmek ve dünyanın üstüne çıkıp aşağılardan kurtulmak” tekliflerini kapsıyor. Farklı gibi görünen bu tekliflerin hepsi de birbiriyle alakalı ve aralarında sebep sonuç münasebeti bulunuyor. Birinin varlığı diğerinin varlığını da gerektiriyor.

Ferdî planda kesrette vahdeti yaşamak veya çokluk içinde birliği fark etmek, tevhit akidesine sahip olmakla mümkündür. “Hakikatte Allah Teâla’dan başka mevcut yoktur” şuurundaki muvahhitler, müşahede edilen âlemlerin fani olduğunu, kendi vücudu da dahil bütün maddi unsurların müstakil bir varlığının bulunmadığını bilir. İnsanın beşeriyeti ile âdemiyeti arasında sınandığını unutmaz ve beşeriyetinin “nefs”ine göre değil, âdemiyetindeki ilahî ikramın gösterdiği istikamette hareket eder. İnsan, beşeriyetinden sıyrılmışsa eğer, istiğnâ sahibidir artık. Bu bir saflaşma, letafet kazanma halidir aynı zamanda. Ağırlıklar bırakıldığı için yükselme gerçekleşir. Şairin “bî-vücut olmak” dediği budur. Beşeriyetinin üzerine çıkmak, nefsinin tasallutundan kurtulmaktır. Biyolojik manada ölmek değil ama “ölmeden evvel ölmek”tir.

Ölmeden evvel ölenler, suretâ var görünseler de gönül kuşunu ten kafesinden kurtarıp âlem-i ervahtaki safayı yeniden yaşamaya başlayan Allah dostu insan-ı kâmillerdir. Huzurludurlar, çünkü sürekli huzurda olduklarının farkındadırlar. Fani unsurlardan arınıp saflaştıkları için safa sürmektedirler. “Onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.” ilâhi vaadiyle bu cihanda da rahattırlar. Esasen temizlenerek sahibine tahsis edilmiş her gönül, iman etmiş olmanın emniyetiyle rahattır; tam bir itminan içerisindedir.

Beyit, dünya rahatı adına beşeriyetimizin ihtiyaçlarını karşılamaya, nefsin arzularını tatmine yönelmenin yanlışlığını da anlatıyor. Nefsin sonsuz istekleriyle baş etmek mümkün değil. Ne kadar uğraşırsak uğraşalım, ne kadar çok kazanırsak kazanalım yine bir şeyler eksik kalacak. Kaldı ki biz bu dünyaya nefsimizi memnun edelim diye de gönderilmedik. Gerçekte var olmayan, varlığı dünya hayatıyla sınırlı beşeri yanımız için ömür tüketmenin manası da yok, faydası da. Huzur, rahat, itminan madem ki kalbin hallerindendir, bunlar hırs ve açgözlülükle değil, kanaatle hasıl olur.

Simurg, dünyaya tenezzül etmeyip Kaf Dağı’nda kanaati seçtiğinden rahattır. Nefsinin ihtiyaç ve isteklerini karşılamak üzere dünyaya yönelmediği için tuzağa düşme tehlikesinden yahut avlanma tehdidinden azadedir. Ancak o bütün bu tutumunu maddi tarafını yok saymaya borçludur.

Nefslerini terbiye edip gönüllerindeki ilâhi tecellinin ışığında yol alanlar, imanın Allah Tealâ’ya şeksiz şüphesiz güvenmek olduğunu bilenler, aşklarını zikirle büyütüp yegâne sevgiliye “kahrın da hoş, lütfun da hoş” diyebilenler, kısaca simurg misâli “bî-vücut” olanlar için beşeriyetimize zarar veren musibet ve belaların zerre kadar önemi yoktur. Hz.İbrahim a.s., bî-vücut olup Hakk’ın “Halîl”i mertebesine çıktığı içindir ki Nemrut’un ateşine atılırken dahi en küçük bir korku ve rahatsızlık duymamıştır.

Allah dostlarını bu dünyada rahatsız edecek tek şey, Allah’tan ayrı olma halidir. O hal de ölmeden evvel ölmek suretiyle izale edilmiştir. Bu dünyada rahat etmek, huzur bulmak istiyorsak eğer, Azrail hamle kılmadan Dost’a götüren kervana katılıp bî-vücut olmanın yoluna koyulmak gerek. Bî-vücut olmanın yolu Kaf Dağı’ndan geçiyor zaten.