saniyenur
Mon 16 July 2012, 02:49 pm GMT +0200
Kadının Problemleri
Şimdi de kadınların problemleri içinde yaygın olan birkaç şüpheyi ele alıp açıklayalım: Çalışma, şüphesiz ki, bir haktır. Kadınlar ilk devirlerde şartlar çalışmalarını gerektirdiği ve uygun düştüğü zamanlarda çalışırlardı. Ancak mes'ele, aslında bu hakkın takrir edilmesi mes'elesi değildir. Gerçek şudur ki, bir yönden toplumun ihtiyacı, başka bir yönden bizzat kadının ihtiyacının gerektirdiği zaruri hallerin dışında çalışmak maksadiyle kadının dışarı çıkmasını İslam hoş görmez. Kızları okutmak, hastabakıcılık, kadın hekimliği gibi işler yapması için onun çalışması şarttır. Böylece toplumun bu vazifelere kadınları teşvik etmesi, erkeklerin cihad için hazırlandıkları gibi, kadınların da o vazifelere hazırlanmalarını sağlaması şarttır. Kendine bakacak bir kimsenin bulunmaması, ihtiyacını ifade eden diğer bir sebeptir. Çünkü, kadın için çalışmak, yaşama yolunda müptezel olmaktan daha haysiyetli bir durumdur. Ancak bunların hepsi birer zarurettir. Bu zaruretlere göre İslam onlan mubah sayar.
Fakat toplumda asıl olan şeyin -batılıların ve komünistlerin iddia ettikleri gibi- kadının çalışmak için evinden çıkmasıdır, düşüncesine gelince, bu, İslam'ın ikrar eylemediği bir hamakattır. Çünkü bu, kadını asli vazifesinden uzaklaştırır ve sağlayacağı hayırlardan daha büyük ruhi, sosyal ve ahlaki kötülüklerin meydana gelmesine sebep olur.
Kadının vücud, akıl ve sezgi itibarıyla anne olmak için en iyi donanıma sahip olduğunu hiç kimse inkar edemez. Bu yüzden eğer onun dikkati başka önemsiz çalışma alanlarına yöneltilirse bundan insanlık zarar görecektir. Bu durumda kadın, erkeklerin elinde bir oyuncak ve sınırsız zevkin esiri olmuş, beyinsizlerin kötü arzularına cevap veren bir köleden farksız olur. Eğer İslam, böyle hallere mahal bıraksaydı, en büyük meziyyetinden uzaklaşırdı. İslam'ın o büyük meziyeti ise, bütün insanlığa nesilleri, kesinliğe uğratmayan muttasıl bir yapı olarak bakmasıdır.
Denilir ki: "Muhakkak kadın hem ana, hem de İŞÇİ olmaya muktedirdir. Hal böyle olunca bütün mesele, çocuk müşkülünü halledecek çocuk yuvalarım tesis etmektir. Bunların hepsinin, araştırma neticesinde hedefi sabit olmayan boş sözler olduğu tesbit edilmiştir.
Yuvalar, çocuğun her türlü bedeni bakımı, akli, fikri, ilmi yönetimine muktedir olur. Ancak yuva, onsuz hayatın ayakta durması, o bulunmadan vaziyetlerin doğrulması mümkün olmayan biricik unsuru çocuğa vermeye kadir olamaz. O t*aı!'.ana sevgisi" ve bakımıdır. Başka kadınların değil, sadece "ana"nın bakımıdır.
İnsanın tabiatını değiştirmek, çılgın medeniyetin ve beyinsiz komünizmin imkanı dahilinde değildir. Çünkü çocuk, en az iki senesinde kendi Öz kardeşi olsa bile hiç bir kimsenin ortak olmadığı bir anaya muhtaç olduğunu hisseder. Öyle bir ana ki, onun bütün istek ve arzularına cevap vermekte, iki kolu arasında kucaklayıp emniyet ve sevgi hisleriyle onu kaplamakta tam bir dikkat sarfeder. Bu ilginin dışında kalan çocuğun gönlü ıstırap ve düğümlerle dolar. Çocuk için yuvadaki ana ne kadar gariptir! On veya yirmi çocuk, bir tek yapmacık "ana"ya ortak olurlar. Ona sahip olmak için, kendi aralarında mücadele ederler. Böylece bu minval Üzere yetişirler. Onların iyilik temayüllerine mücadele duygusu galip gelir, kalbleri taşlaşır. Bu yüzden orada onların kalplerinde sevgi ve kardeşlik yeşermez.. Küçük çocuklar için yuva -kadın için çalışmak gibi- ancak ihtiyacın gerektirdiği bir zarurettir. Mecbur edici bir zaruret bulunmadığı halde, onun asıl olduğunu iddia meselesine gelince işte bu, akıl sahiplerinin uzak durmaları icap eden bir deliliktir. İnsan üretimini telef ve heder olmaya terkederken, maddi üretimi çoğaltmakta insan için nasıl bir fayda vardır?
Bu, çılgın batılıların tarihi, coğrafi, siyasi ve iktisadi şartlarından doğan bir özrü olabilir. Fakat İslami doğuda yaşayan bizlere gelince, nedir Özrümüz bizim? Acaba erkeklerden çalışan ellerin hepsini tükettik de işin daha fazla ele muhtaç olduğunu mu gördük? Baba, kardeş, koca veya akraba olsun müslüman erkek, kadını beslemekten acze mi düştü? Bu yüzden kadını kendini yedirip içirmesi için çalışmaya mı terketti?
Kadının çalışması ona ekonomik özgürlük verdiği için toplum içinde daha saygın bir yere sahip olur diyenler de var. Fakat bizim öğrenmek İstediğimiz bir şey var, İslamiyet kadının hür iktisadi durumuna karşı mıdır? Gerçek şudur ki, İslami dünyanın yüzyüze kaldığı asıl sorun bir yöntem değil, ama erkek ve kadının dürüst bir yaşamdan mahrum kaldıklarından dolayı içinde bulundukları yoksulluktur. Çözüm, maddi üretimimizi hızlandırıp bütün ülkeyi kalkındırmaktır. Böylece kadın da erkek de fakirlikten kurtulur. Erkek ve kadın arasındaki iktisadi üretim yarışı çözüm yolu değildir.
Bazı kişiler kadının da çalışmasıyla ailenin gelir düzeyinin kesinlikle arttığını ifade ediyorlar. Bu belki birkaç vaka İçin geçerli olabilir ama, tüm kadınlar çalışırlarsa aile hayatı felce uğrar ve iş boşanmalara kadar gider. Kadının dışarıda çalışması bu kadar büyük bir bedel ödemeye değer mi?
Şimdi müslüman kadının istediği kadın hakları nerede? Hayatta İslam'ın, kadın için gerçekleştirmediği hangi hedef kalmıştır?
Kadın, yoksa erkekle insani bakımdan eşitliğini mi istiyor? Evet, İslam bu eşitliği kanun önünde nazari ve ameli olarak kadına verir. İktisadî hürriyet ve toplumda doğrudan muamele yapmayı mı istiyor? Evet İslam, bu hakları kadına veren ilk nizamdır.
Kadın öğrenme hakkı mı istiyor? Evet, bu hakkı da İslâm kadına vermiş, hatta öğrenmeyi onun üzerine bir "farz" kılmıştır.
Kadın, kendi izni olmadan evlendirilmemesini mi istiyor? Buna mukabil kendi kendine nişanlanmak ve evlenmek mi istiyor?
Evet.. İslam, bunların hepsini, erkeğe bir vazife olarak yüklemiştir. Kadın kendi lehine olmak şartıyla çalışma hakkını mı istiyor?.. Evet., islam'da kadının o hakkı da kendisi için mahfuzdur. Yoksa, müptezellik ve açık-saçıklık hakkını mı istiyor? İşte sadece bu, İslamın kadına haram ettiği tek hürriyettir! Fakat İslam, erkeği de bir eşitlik esasına göre ondan mahrum etmiştir. Çünkü, bu hürriyeti gerçekleştirmek için parlementoya girmeye ihtiyaç yoktur. Bu ancak toplumun bağlarını ve geleneklerini çözüp parçalamaya muhtaçtır. İşte o zaman dileyen dilediği müptezelliği yapar.
Batı İle karşılaştırıldığında doğudaki kadının durumunun çok düşük olduğunu düşünüp protesto edenler de var. Onun batıdaki kopyası, yüksek, sosyal bir mevkii kazanmış durumda; neden doğunun kadım da batıdaki hemcinslerinin yolundan gitmesin?..
İslam, bu sebeplerden kadını, yolunda yaratıldığı ve onu başarmak için kendine eşsiz maharetlerin verildiği ilk vazifesine tahsis ederken, toplumun ihtiyaçlariyle birlikte beşeri fıtratı da nazarı itibare alıyordu. Böylece yaşama kaygısından kadının gönlünü azade kılmak insanlıkla ilgili bulunan değerli gayeye riayet etmek ve bütün güç ve kuvvetiyle o tarafa yönelmek için vazgeçilmez bir tarzda kadının yaşama teminatını erkeğe yüklemiştir. Bu, içinde bazı gerçekler bulunan bir sözdür. fienel olarak İslam memleketlerinde kadın, kişilik haysiyeti olmayan geri kalmış cahil ve değersiz bir topluluktur. Maddi ve manevi pisliklerin içine gömülmüş vaziyette hayvanlar gibi yaşar. Mesut olmaktan daha çok yorgundur. Aldığından daha çoğunu verir. Ekseriye iç güdüler aleminden daha yukarı yükselemez, kendisine yükselme İmkanı da verilmez.
Bu bir hakikattir. Lâkin bu acı hakikatten sorumlu kimdir?.. O sorumlu İslam veya onun nizamı mı?
Muhakkak ki şarklı kadının ızdırabını çektiği bu kötü durum, bir takım iktisadi, siyasi, içtimai ve psikolojik şartlara istinat eder. O halde bu kötülüklerin bize nereden geldiğini bilmemiz, ıslahat yapmayı düşünürken doğru yol üzere olmamız için esaslı bir şekilde bunların üzerine eğilmemiz icabeder. Birçok nesiller boyunca şarkın iztırabını çekmekte olduğu bu yüz karası geriliğin sebebi fakirliktir. Halk, bir lokma yiyecek ekmek ve avret yerlerini örtecek kadar giyecek bir şey bulamazken, hakim durumda olan zümreyi sefih lüks, çirkin israf ve kaba zevke garkeden içtimai zulüm, idareci sınıfından müptezel bir zümre meydana getiren bu siyasi zillet ve meskenet... Öyle bir sınıf ki, bütün haklan garantili, fakat, üzerlerine yapmaları lazım gelen vecibeleri yok. Mahkum zümre, muka-bilsiz olarak bütün vergileri ve mükellefiyetleri yüklenir ve taşır.. Bu şartlann neticesi olarak milletin büyük bir çoğunluğuna içinde yaşadığı bu karanlık ve şaşkınlık, ümitsizlik telkin eder., işte kadının duçar olduğu zillet ve zulüm dolu ahvalden ancak bu saydıklarımız mes'uldür.
Şüphe yoktur ki, kadının muhtaç olduğu en mühim şey, kendisiyle erkeği arasındaki karşılıklı sevgi, hürmet temayülü ve duygulandır. Fakat herkesi içine alan bu kahredici zillet ve kıvrandıncı fakirlik atmosferinde bu iyi duygular, nerede ve nasıl yeşerir?.
Erkek, kadınına zulüm ve işkence eder. Çünkü, o zavallı erkek, evinin dışında kaybettiği şahsiyetini evinde gerçekleştirmek ister. O kişilik ki, bekçinin, polisin, muhtann ve arazi sahibinin hiçe sayıp ihanet ettiği şahsiyet... Devletin mes'ul idarecisi bulunan beylerin veya fabrikatörlerin, paralı askerlerinin ihanet ettiği kişilik veya dairedeki müdürün ihanet ettiği kişilik... Bu böyle bir şahsiyet ki, muhtaçlık ve zillet sebebiyle, karşı koymaya veya onu yenmeye muktedir olamadığı zalim yönetmeliklerin kendini tehdit ettiği şahsiyet..
Bu sebeple, o, içinde birikmiş olan gazabını ailesi, çocukları ve ehlinden kendisine yaklaşanların üzerine saçar. Cemiyette şamil olan ve erkeğin çalışma gücünü dizginleyip ruhi ve asabi enerjisini tüketen bu zalim fakirlik, içinde sevgi ve iyi muamele duyguları gelişen geniş kalplilik ve hoşgörülüğün, kendi gönlüne düşmesine veya insanların basit hatalarına tahammül gösterip ya sabreden ya affeden güçlülüğün sinirlerine hakim olmasına imkan vermez.
İşte kadını erkeğe köle yapan, onu erkeğin haşin muamelesine tahammüle mecbur eden, anlatmaya çalıştığımız bu fakirliktir. Çünkü kadın ıçm o çileli durum, uuiıamen Kocasız olmaktan daha iyidir. Şeriatın kendine tanıdığı kanuni haklarını kullanmaktan kadını alıkoyan işte o fakirliktir. Eğer kadın o yola başvurmuş olsaydı, erkeği kendi hudutlarında durdurmak mümkün olurdu. Kadın, kocasının kendisini boşaması ihtimalinden doğan daimi bir korku içindedir. O zaman ne yapar?.. Çocukları, babaları tekeffül eder. Amma, kendini kim tekeffül eder?.. Zaten yaşamaktan bıkmış olan fakir akrabaları mı?.. Onlar kendi maişetlerinin darlığından dolayı zaten taşıyamadıkları yüklerinin ziyadeleşmemesi için, kadının kocasından ayrılmasını tasvip etmiyorlar. Buna mukabil kadına, o dayanılmaz zilleti taşımasını tavsiye ediyorlar.
İkincisi geri kalmış bir toplumda, -şüphesiz doğu bugün geri kalmıştır, çünkü o, gerçek hedefini yitirmiş, kendini kaybetmiş ve bu yüzden karanlıklara gömülmüştür.- bütün insani değerler düşer. Bütün suret ve şekillerinde kabul olunan tek fazilet, sadece madde ve kuvvet olur. Bu, toplumda zayıflık, tahkir ve alay etmeyi haklı gösteren bir sebep sayılır.
Erkek, kadından daha kuvvetli olduğu zaman kadını küçümser. Çünkü bizzat kendisi öylesine düşük bir seviyededir ki, insana insan olduğu için saygı duyan insani seviyeye yükselmeye kadir olamaz. Ancak kadının malı-mülkü olması hali, bu durumlardan istisna edilir. İşte sadece kadın o zaman hürmet görür. Zira o, kuvvet ve sulta vesilelerinden bir vesileye sahiptir.
Geri kalmış toplumlarda insanlar iç güdülerine yönelirler veya onlara doğru yaklaşırlar. Özellikle insanlara cinsi arzu galip gelir de hayatı o şehvet perdelerinin arasından seyreder ve her şeyi onun hudutları içinde görür. İşte o zaman kadın, erkeğin duygularında başka bir şey değil sadece bir meta oluverir. (Ve erkek de kadının nazarında o duruma düşer. Ancak o, vazife ve bakım işini üzerine alması itibariyle kadının nazarında cinsle ilgili hususlardan daha büyük bir yer işgal eder.) Böylece erkek kendisinde, kadına karşı saygılı olmasını sağlayacak olan insani yüksek manaları, akli ve ruhi fazileti bulamaz. Eğer hayvanlar alemindeki cinsi münasebet içgüdüsünün, erkeğin dişiye karşı hakimiyetinden bir şekli temsil ettiğini düşünecek olursak görürüz ki, derhal burada iki düşük şuurun karışımı bir duygu birleşir:
a- İş anında yani münasebet esnasında erkeğin dişisine hakim olma duygusu,
b- İş bittikten sonra ihmal etme duygusu.
Geri kalmış çevrelerde terbiye ciheti ihmal olunmuştur. Çünkü o, cehalet ve meskenet ortamında gözlerin görmediği bir lüks olarak gözükür. Terbiye ki, nisanı insan yapan, insanı hayvan seviyesinden kurtarıp yükselten biricik vesiledir. Terbiye hiç bulunmadığı veya bozuk bir şekilde bulunduğu vakit, insanlar, sadece kuvvete tapar. Hayatı, şehvet ölçüleriyle ölçmekten doğan duygalara esir düşer. Böyle olan çevrede ana, elinde olmayan bir duygusuzlukla, erkeğin kadına yönelen duygularını bozmaya, o duygulan diktatörlük ve zalimane tahakkümle büyütmeye hizmet eder. Zira, çocuğunun aşın derecede ve onu arsız yapacak bir tarzda seven, makul bir hudutta dur demesini bilip onu durduramayan ana, çocuğa bilerek veya bilmeyerek, ancak kendi sözünün kayıtsız şartsız itaat edilen söz alışkanlığını kazandırır.
bul ettirmek istediği emirleri, bu şehevi arzu ve temayüllerin ilhamıdır. Eğer dış cemiyet, içinde ızdırap, baskı, zillet ve mahrumiyet bulunan şeylerle beraber ferdin bünyesinde olgun kişiliği gerçekle ştirmez, seyirci kalırsa, o zaman erkek, şuur altında birikmiş olan veya kötü terbiye neticesi yüklü bulunduğu bütün kötülüklerini, kendinden zayıf olan kadın, erkek ve çocukların üzerlerine intikal ettirmeye başlar.
Bundan İslamı mı suçlamak gerek? Bunlar bugünkü doğunun huzursuzluğunun belli başlı kaynaklandır. Bütün bu problemler olmasaydı, doğulu kadın bu kadar sıkıntı çekmez ve aşağılanmazdı. Belirtilenlerin hiçbirinin İslam ile ilgisi yoktur ve onun ruhuyla bağlaşmaz.
Yoksulluk mu? Yoksulluk İslam'ın sonucu mudur? Tabii ki değil. Ömer İbn Abdulaziz devrinde cemiyeti, içinde zekat isteyen veya zekatı kabul eden hiçbir fakirin bulunmadığı bir seviyeye ulaştıran o İslam değil midir? İşte, o İslam, bu yeryüzünde tatbik edilen ve bugün de tatbik edilmesini ister olduğumuz İslam.
O, "Servetin sadece zenginler arasında el değiştiren bir şey olmaması için..." (59:7). buyuran, halk sınıflan arasında adil bir dağıtım yoluyla servetleri tevzi eden ve böylece insanların seviyelerini birbirlerine yaklaştıran nizamdır. Çünkü o, lüksü sevmez, onu yasaklar. Fakirliği sevmez; onun izalesi (ortadan kaldınlması) İçin çalışır.
Şarklı kadının meselesinde birinci etken fakirliktir. O, ortadan kalktığı zaman en büyük düğüm çözülür, kadın kendi haysiyet ve şahsiyetini bulur. Kazanmak maksadıyla kadının çalışması, zaruri olan şeylerden değildir, her ne kadar bu onun normal hakkı ise de.. Lakin milletin hepsi için servet seviyesini yükseltmek, kadının -ki, o kendi şahsı müstesna hiçbir kimseyi doyurmakla vazifeli değildir- mirastan olan nasibini erkeğin nzasiyle teminat altına alır ve fakirlikle karşı karşıya kalmak korkusundan dolayı bırakmak mecburiyetinde kaldığı haklarına sarılmak hususunda kadını teşvik eder.
Hal böyle olunca, erkeğin başkalanna zorla kaşağılık duygularını aşılayan ve sonunda onu evde boşalttıran siyasi zulüm ve baskı mıdır? İslam, zulme isyan etmek ve zalimlere karşı mukavemete çağırmaktan başka birşey midir ?.. İdare edenler ve edilenler olarak beşeri terbiye hususunda şu örnek dereceye varmış olan İslam değil midir ki, Hz. Ömer (r.a.) "Dinleyiniz ve İtaat ediniz." deyince, müslümanlar topluluğu arasından biri Hz. Ömer'e: "Giymekte olduğun şu elbisenin sana nereden geldiğini bize haber verinceye kadar seni dinlemek ve sana itaat etmek bizim üzerimize lazım değildir." der. Bu durum karşısında Hz. Ömer, gazaplanmaz, üstelik soranın sorusunu kabul eder, onu tatmin edip İnandırmcaya kadar meselenin hakikatini açıklar. Nihayet adam: "Emret, şimdi dinler ve itaat ederiz." der. İşte bizim özlediğimiz böyle bir yönetim şeklidir. Bu İslam, tatbik edildiği zaman insanlar, tepeden inme baskıların meydana getirdiği içe dönüklüğü, bu sebeble ters nefes almaya zorlayan zillet ve hakareti elbette görmeyeceklerdir. İşte o zaman amirin memura ve idarecinin idare edilenlere muamelesi, her şahsın başka bir şahsa muamelesi, erkeğin eşine ve çocuklarına adalet, sevgi, güzellik ve kardeşçe muamele etmesi hususunda örnek ve rehber yapacağı bir ışık olacaktır.
Acaba bu hallere sebep, insanî kıymet ve değerlerin düşük olması mıdır?..
İslam insanları düşük seviyeden kaldırmak, insanı insan yapan hakiki kıymet ve değerleri insan için vazetmekten başka birşey için mi geldi?..
"Allah katında en değerli olanınız, en muttaki olanınızdır." (49:13). En zengin olanınız, en kuvvetli olanınız, sulta ve hakimiyet bakımından en Üstün olanınız değil.. İşte İnsani kıymet ve değerler bu seviyeye yükseldiği zaman, orada zayıflığından dolayı kadına kötü muamele etmeye bir mecal kalmaz. Kaldı ki, İslam'ın insanlık ölçüsü, ancak erkeğin kadına karşı güzel muamelesidir. Bu ölçü İse, Rasulullah'ın şu hadisi söylemek suretiyle sarahaten koymuş olduğu ölçüdür: "Sizin en hayırlınız, ehline en hayırlı olanınızdır. Ben içinizden ehline en hayırlı olanınızım." (Tİrmizi). Arap dilinde ehil kelimesinden murad ailedir. Böylece Rasulullah'ın, ruhların hakikatini idrak melekesi derindi. Hal böyle olunca koruması altında hiçbir insana kötü muamele edemezdi. Herkesin böyle hareket etmesini, aksine davrananların İnsani değerlerini kaybetmiş olacaklarını, bu sebeple ruhlarını bir ızdırap ve ukdenin kaplayacağını ifade etti.
İslam insanların, terbiye prensiplerinden uzak olarak içgüdüleriyle yaşamalarını ne zaman mubah kıldı?.. Şüphesiz ki İslam, apaçık bir ifadeyle onların varlığını ve te'sirini kabul eder.. Fakat ahlaken düşüşlerinde ona ayak uydurmaz ve içgüdülerin insanlara tahakküm etmesini istemez. Ta ki, içgüdülerin tesiriyle meydana gelen davranışlar, hayata bakacakları bir pencere olmasın. İslam'ın, kadın ve erkekten her birini, diğerinin hacetini gidermeye mecbur etmesi, insanı içgüdüler seviyesine düşürmek değildir. İslam bundan ancak insanları kendi zaruri ihtiyaçlarında serbest hale getirmeyi kast ve irade eder. Yeter ki, bu zaruretler, onların şuur ve sinirlerini meşgul edip de güçlerini en yüksek istihsal sahalarına teksif etmekten alıkoymasın. Bunun bir işte veya ilimde veya fende veya ibadette veyahut meşru bir yol ile kendini doyurmak mümkün olmadığı zaman kötülüğe tevessül etmekte olması müsavidir. Lakin islam, insanların hiçbir vakit şehvetlerin esiri olmalarına, o şehvetlere dalarak yüksek insani hayat tarzından uzaklaşmalarına müsaade etmez. İslam, erkeği bitmek tükenmek bilmeyen bir ci-had ile Allah yolunda cihad etmekle; kadını, çocuklarını terbiye ve evini tertip ve tanzim ciha-diyle vazifeli kılar ki, her ikisinin de zaruretler ve şehvetler hududunda durup kalmayan bir takım hedef ve gayeleri olsun.
Kötü terbiye veya ahlaki disiplin eksikliğinin İslam'dan ileri geldiği mi söylenmektedir? Kur'an'ın tamamı ve hadislerin hepsi insanları terbiye etmeye ve onları, nefis bakımından zapt u rapt altına almaya, adaleti benimsemeye, başkalarına hürmet etmeye ve insanı, kendi canım sevdiği gibi başkalarını da sevmeye alıştırmak hususunda ilahi bir davettir.
O zaman doğulu kadının geri kalmışlığının sebebi bizim geleneksel toplum hayatımız mı? Hiçbir vakit, ilme mani, çalışmaya engel olmayan, toplumla beraber yürüyen, teamüle karşı koymayan adetlerin ayıbı nedir?.. Onlardan ne gibi zararlar meydana gelmektedir. (Biz burada dışarıdan ithal edilmemiş olan gerçek İslami gelenek ve adetlerini kastediyoruz. Halbuki geleneklere hücum eden yazarlar, onlar arasında bir ayırım yapmadan hücum ediyorlar ve hatta hiçbir İstisna dahi yapmıyorlar.) Bu gelenekler, sadece ahlaki müptezelliği, hayasızlığı, taşkınlığı, fitneyi, ahlaki bağlardan çözülmeyi, kötülüklerin yaygın hale gelmesini ve sokaklara dökülmesini yasaklar.
Kim diyebilir ki, kadının kişiliğini olgunlaştırması, bilgi ve tecrübesini çoğaltması için biricik yol, gönül pazarlarına çıkması ve kendini oradaki gençlerden birine peşkeş çekmesidir. Kendini teslim ettikten sonra o gencin adi ruhlu, evlenmek arzusu olmayan, sadece cinsi ihtiyacını tatmin etmek isteyen, kadının kişiliğine hürmet etmeyen birisi olduğunun meydana çıkması üzerine o genç kadın, çıplaklaşmış uygar Batı gençkızlarmın yaptığı gibi bir başka gence dönmeyi düşünmesini kim ve nasıl isteyebilir.
Öğretimin vazifesi nedir?.. En azından hayatla ilgili işler hakkında nazari bilgi vermek değil midir?..Evlenmek?.. O, ruhları olgunlaştıran, akıllan geliştiren temiz, ameli bir tecrübe değil midir?..
Mısır'da gayri müslim bir yazar, bazan İma ederek, bazan da açıkça İslam'ı kötülemek ve onunla alay etmek için haftalık bir gazetede her hafta kadınlara hitab ederek şöyle diyordu: "Çürümüş (!) geleneklerinizi bozdunuz. Büyük bir cür'etle erkeklere karıştınız. Çalışmak için fabrika ve ticarethanelere daldanız. Siz bunu bir zarureti gidermek için yapmadınız. Ancak sizi. yalnız analığa ve beşeri üremeyi korumaya mecbur eden geleneklerinize karşı harb ilan ederek onları parçalamak için bunu yaptınız!"
Bu yazar diyor ki: "Kadın sokakta yere bakarak yürür, çünkü o kendi varlığından emin değildir ve onu erkekten ve toplumdan gelen bir korku çemberi içine alır! Lakin tecrübeler (!) onu geliştirince her şeye meydan okuyarak başım kaldırır ve erkeklere sabit gözlerle bakar..."
Tarihte Hz. Aişe bizzat siyasete karışıp, savaş meydanlarında orduları yönelttiği zaman erkeklerle perde arkasından konuşurdu. Gözü bakmaktan alıkoymak, sadece kadınlara mahsus bir ahlak değildi. Şüpheden ârî olarak tarih rivayet eder ki, Rasulullah bakire kızlardan daha fazla haya sahibi idi. Acaba o, varlığından emin olmadığı ve bütün beşeriyete ait olan peygamberliğinin hakikatini bilmediği için mi öyle haya sahibi idi?.. Acaba bu hayasız yazarlar, bu gibi hayasızlıklarından ne zaman vazgeçecekler?! (Muhammed Kutub; islam, The Misun-derstood Religion).
Kadının kötü bir durumda oldu&undan süohe yoktur. Lakin onun durumunu düzeltmenin yolu kendine göre özel şartları ve özel ayrılıkları bulunan batılı kadınların tipik cinsi sapıklık yolu değildir.
Şüphesiz, bizim eşit olarak kadın ve erkeğin hayatındaki hataları düzeltme yolumuz, ancak ve ancak İslam nizamına dönmektir. Bizim yolumuz, erkek, kadın, genç, ihtiyar hep birlikte insanları, İslam hükmüne ve İslam kanununa çağırmamız, bu davaya hakkiyle iman etmemiz ve ona gücümüzü, temayüllerimizi ve düşüncelerimizi adamamızdır. İşte o zaman, yani inandıklarımızı tatbik etmek için inanıp ve ona göre çalıştığımız zaman İslam hükümran olur, böylece zulümsüz ve işkencesiz, her şey doğruca yerli yerine yerleşir.