neslinur
Mon 19 July 2010, 01:28 pm GMT +0200
Kadın Neden Başkası İçin Yaşar?
Yalnız kadın mı? Dişi hayvanlar da, bitkiler de başkası için yaşar. Çiçekler taç yapraklarını feda'ederler aşka. Dişi, kendini feda etmese, hayat bir hamlede sona ererdi. Kadının bu fedakârlığı daha derin bir ilahî ilhamdan kaynaklanır.
Kadın egoizmden mahrum. Yani bel kemiksiz. Bunun için erkeğe muhtaç. Sabit bir noktaya ihtiyacı var. Yoksa rüzgârın önünde bocalar durur. Belli bir hedefe yöneltilmek zorundadır.
Bu susuzluk, zekâ noksanından doğuyormuş. Kötü bir terbiyenin eseriymiş. Yalan... En iyi terbiye bile kadının başkasına dayanma hasletini yok edemez. Bilâkis zekâsı geliştikçe bu ihtiyaç da büyür. Kendini bir kasırgaya tutulmuş hisseder kadın: Düşünceler, düşünceler. Hangisini seçecek? Hangisine inanacak? Değeri ne bunların? Ne işe yararlar? Kadının zekâsı: Seziştir, muhakemeye dayanmaz. Bu zekâ, uçarak varır hedefe. Adım adım değil. Ama neden varır? Nasıl varır. Bulduğu gerçeğin kendisi midir? Bu sualler mahveder onu. Demek kadın zekî olduğu ölçüde kendisine destek olacak bir başka zekâya muhtaç. Kendisininkinden farklı bir zekâya. Zekâsını tamamlayacak bu zekâ, aydınlatacak, sezişlerini değerlendirecek. Yoksa limonlukta yetiştirilen çiçekler gibi yaprak yaprak dökülür bu zekâ. Kır çiçekleri kadar olsun yaşayamaz.
Kadın, kadın kaldıkça desteksiz edemez.
Ya arzularını feda edecek, ya menfaatlerini...
Gerçek sevinci feragatte bulmuş kadın. Annelikte bulmuş. Kendini çevresindekilere adamakta bulmuş. Ve tarih boyunca menfaatleriyle gönlü arasında sallanmış durmuş kadın, rakkas gibi. Menfaatlerini feminizm bayraklaştırmış, gönlünü annelik doyurmuş. Kendini bir ara iç güdülerine bırakmış kadın, ama yine hayâl kırıklığına uğramış, etrafındakilerin nankörlüğü kahretmiş onu. Yine akla koşmuş, yine menfaatlerinin sesine kulak kabartmış. Çok geçmeden boşlukta duymuş kendini ve tekrar aşka dönmüş.[378]
Yalnız kadın mı? Dişi hayvanlar da, bitkiler de başkası için yaşar. Çiçekler taç yapraklarını feda'ederler aşka. Dişi, kendini feda etmese, hayat bir hamlede sona ererdi. Kadının bu fedakârlığı daha derin bir ilahî ilhamdan kaynaklanır.
Kadın egoizmden mahrum. Yani bel kemiksiz. Bunun için erkeğe muhtaç. Sabit bir noktaya ihtiyacı var. Yoksa rüzgârın önünde bocalar durur. Belli bir hedefe yöneltilmek zorundadır.
Bu susuzluk, zekâ noksanından doğuyormuş. Kötü bir terbiyenin eseriymiş. Yalan... En iyi terbiye bile kadının başkasına dayanma hasletini yok edemez. Bilâkis zekâsı geliştikçe bu ihtiyaç da büyür. Kendini bir kasırgaya tutulmuş hisseder kadın: Düşünceler, düşünceler. Hangisini seçecek? Hangisine inanacak? Değeri ne bunların? Ne işe yararlar? Kadının zekâsı: Seziştir, muhakemeye dayanmaz. Bu zekâ, uçarak varır hedefe. Adım adım değil. Ama neden varır? Nasıl varır. Bulduğu gerçeğin kendisi midir? Bu sualler mahveder onu. Demek kadın zekî olduğu ölçüde kendisine destek olacak bir başka zekâya muhtaç. Kendisininkinden farklı bir zekâya. Zekâsını tamamlayacak bu zekâ, aydınlatacak, sezişlerini değerlendirecek. Yoksa limonlukta yetiştirilen çiçekler gibi yaprak yaprak dökülür bu zekâ. Kır çiçekleri kadar olsun yaşayamaz.
Kadın, kadın kaldıkça desteksiz edemez.
Ya arzularını feda edecek, ya menfaatlerini...
Gerçek sevinci feragatte bulmuş kadın. Annelikte bulmuş. Kendini çevresindekilere adamakta bulmuş. Ve tarih boyunca menfaatleriyle gönlü arasında sallanmış durmuş kadın, rakkas gibi. Menfaatlerini feminizm bayraklaştırmış, gönlünü annelik doyurmuş. Kendini bir ara iç güdülerine bırakmış kadın, ama yine hayâl kırıklığına uğramış, etrafındakilerin nankörlüğü kahretmiş onu. Yine akla koşmuş, yine menfaatlerinin sesine kulak kabartmış. Çok geçmeden boşlukta duymuş kendini ve tekrar aşka dönmüş.[378]