- Kadın hikâyelerinin büyülü evi

Adsense kodları


Kadın hikâyelerinin büyülü evi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Sun 1 July 2012, 08:57 am GMT +0200
Kadın hikâyelerinin büyülü evi
Yıldız Ramazanoğlu • 61. Sayı / TOPLUM


5 Aralık 2009’da Kadın Eserleri Kütüphanesi, “İstanbul’da Yazan Kadınlar” başlıklı bir panel düzenlemişti. Konuşmamı benim de bir hikâyeyle katıldığım antolojiden esinlenerek hazırlamıştım: Kadın Öykülerinde İstanbul (Sel yay., 2008)

İstanbul Türkiye’nin kara kutusu gibi sırları, son ânın konuşmalarını, hayatın ve ölümün sesini saklıyor. Bu şehri kelimelere aktarmaya kalkışmak, kaza anında ne olduğunu anlamak için olayların etrafında dönüp durmak gibi bir şey.

Antoloji için yazarlardan İstanbul’da geçen bir hikâye yazmaları istendiğinde büyük çoğunluğu ben dilini seçmişti. Hemen kendini anlatmaya koyulmuştu kadınlar. Çünkü en çok kendinden yola çıkar insan. En göz alıcı tecrübe kendi yaşadıklarıdır.

Fakat ne kadar acıtıcı bir şehir çıkmış karşımıza. Özne şehrin yüzü, elleri, bize doğru yürüyen ayakları, mahzun bakan gözleri var sanki. İlişkimiz öyle karşılıklı yoğurma şeklinde ki, şehrin yaşayan bir varlık olduğunu hissetmemek imkânsız.

Stella Acıman’ın “Mahur Saz Semaim İstanbul’um” öyküsünde sözünü ettiği gibi, şehir tam bir yamalı bohça ya da devasa bir buluşma yeri. Sakinlerini geniş bir coğrafyadan derliyor. Yerel yöneticilerden bir tek İstanbullu yok mesela. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Artvinli, Şişli Erzincanlı, Eminönü Malatyalı, Pendik Sakaryalı, Ümraniye Balıkesirli, Üsküdar Trabzonlu, Kadıköy Muşlu diye titizlikle saymış.

Bu kitapta Fatma Aliye’nin bütün kültürü kuşanması, Halide Edip’in kurtuluş için üzerine bastığı zemin, Samiha Ayverdi’nin anlattığı toplumsal ahenk, ev içi yaşantılardaki şimdikinden çok daha farklı soylu dengeler, Safiye Erol’un şehri nefes alan bir canlı gibi tasvir ettiği romanlarındaki gibi tutkulu kahramanlar hem var hem yok artık.

Şehre dair derin tanıklıklar ve oturmuş ilişkiler, günümüz öyküsünde daha muğlak mevcudiyetlere dönüştü. Artık tekinsiz ve oynaktır karakterler. Kadınlar, yazarların diline çoğu defa şehre teğelle tutturulmuş köksüz semtlerden çıkıp gelmektedirler. Düzensiz yüksek binaların arasında, daha bu sabah kuruluvermiş hissi uyandıran çay bahçelerinde buluşan genç kızlar, küçük sıkışık parklarda çocuklarını eğleyen kadınlar… İçlerinde sadece efsanesi dolaşan ama gittikçe uzaklaşan eski yaşantı, biteviye karşılaştırma, çaresizlik, tutunmuşluk, yenilgi hepsinin birarada yaşandığı büyülü şehir.

Bir de bu şehir her zaman aşırı duygulara yol açar. Antolojideki “Bir Şehri Hatırlamak” öyküsünde Oya Baydar, önce kaldırım taşlı yokuşlardan, güvercinli cami avlularından, mal ve zenginlik fışkıran ana caddelerden, çamurlu gecekondu mahallelerinden, dolunaydan bahseder; sonra ölülerin kan izlerini taşıyan meydanlara geçip, “bu şehir içimi acıtıyor, yüreğime hançer gibi saplanıyor, bu şehir hiç gelmeyecek trenlerin son durağıdır” der.

“Bu şehir bir gün olduğu yerde kaskatı kesilecek ve çökecek. Her şey hepimiz birlikte çökeceğiz.” Ama kıyamaz bu kadar dibe inmeye, bir yukarı tırmanış parlar aniden: “Sonra şehir kendi enkazı arasından doğrulup, kendi küllerinden yeniden doğacak.”

Karin Karakaşlı’nın “An-Bul-ist” öyküsünde ise kendisine bakan her gözle birlikte kaleydoskopun parçalı şekilleri gibi farklı bütünlüklere paralanır şehir. İstanbul aidiyetsizliklerin şehridir. Bir insanın acısı göz kırpımlık yer tutar. Ölüm elinin kiridir İstanbul için. Kaçın kurasıdır bu şehir ve şaşılabilecek hiçbir şey kalmamıştır.

Aidiyetsizlik ve onunla gelen renklilik Suzan Samancı’nın öyküsünde billurlaşır.
Taksime indiğinde hangi yöne gideceğini bilemeyen kadınların akşam telaşıyla uğuldayan koca karınlı şehirden ürperdiği, gözü rastıklı firavunların el salladığı, Romen kadınların avlarını gözeten tilkiler gibi gözlerini kısarak sigara içtikleri bir yerdir burası.

Mine Söğüt sanırım son noktayı koyar şehre. “Kendimi Neden İstanbul’da Öldürdüm” adlı hikâyede, duruma açıklık getirir: “Hani uzak ülkelerden ölmek için gidilen kutsal şehirler vardır ya, inananlar nehrin kıyısındaki harabe tapınaklarda kirli döşeklere uzanıp usulca ölümü beklerler ya, ben de onlar gibi, bu şehre çok uzaklardan ölmek, kendimi öldürmek için geldim.”

Aslında kadın şehre ilk geldiği günden itibaren kılıktan kılığa giren tehlikelerden tehlike beğenmekte, eliyle kaderini seçmektedir. Kadın artistik bir ölmenin peşinde gibi düşünülse de, asıl olan gerçek ölmenin peşindeki kadın değil, şehrin öğüten yanıyla nice kuytularda nice kadınların bir yanını öldürdüğü gerçeğidir.

Samiha Ayverdi’nin sabır ve tevekkül dolu kadınları Fatma Karabıyık Barbarosoğlu’nun öykülerinde yeniden görünür. Senin Hikâyen kitabından “Kuru Emine Hanım’ın Sofraları”nda, insanları evine davet eden, misafirleri bereketli bir tebessümle karşılayan bir kadın anlatılır. Öyle bir hava yayar ki bütün misafirler tanışmasalar da birbirlerini ruhlar âleminden tanıyormuş gibi bir hisse kapılırlar. O aynı zamanda dinleyen anlayan bir kadındır.

Aynı kitapta, “Kapanmayan Yaralar Antolojisi”nde ise hiçbir şeyin gerektiğinden fazla önemli olmadığını hatırlatan, ölümü âşığın maşuka kavuştuğu gün gibi olan bir hocanımdan söz edilir. Hikâye’de şehir aynı zamanda herkesin kendinden başka bir şey olmak için türlü türlü ilaçlar, usuller denedikleri bir simya merkezidir.

Tekrar antolojiye dönersek, “Anemon Çiçeği” adlı hikâyede birörnek mutluluklara, yaşamın temel hedefi diye gösterilen şeylere itiraz etmiştim ben de. “İstanbul dışında yaşayamam” ya da “burası benim mabedim yurdum annem” der mi bilinmez, ama sonsuzluk duygusu inşa eden şehirde sınırlarıyla karşılaşmış bir kadındır kahraman. Kazandığı söylendiğinde bile sahip olunamayan çok kıymetli bir şeyin geride kaldığı duygusuyla bir uçtan bir uca yol almaktadır şehrin içinde. Süfli kazanmaların içinden yükselen beyhudeliğe ve anlamsızlığa nereye kadar tahammül edilebileceğine dair bir yoklamadır hikâye. Kadınlara yönelik gayeler olarak sunulan kariyer, güzellik ve başarı üçlüsü, mahşerin kâbuslar gören üç atlısına mı dönüşmektedir yoksa hesaba katılmayan bir son olarak?