- Kabe

Adsense kodları


Kabe

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Sat 18 September 2010, 01:21 pm GMT +0200
KA’BE

Ka’be; mü’minlerin kalbinin müşterek attığı bir mihrâb ve “insanlar için vaz’edilen ilk ev...” takdîr ve tebcîliyle yüceltilmiş ilk mabetdir. Temeli, yeryüzünde henüz, harcın, taşın, tuğlanın bilinmediği bir dönemde, gökler ötesi âlemlerde plânlandı ve durulardan duru bir Nebî’nin eliyle gerçekleştirildi. Oturduğu zemînin o işe tahsisi, Adem nebînin yeryüzüne teşrîfinden yıllar ve yıllar önce kararlaştırılmıştı. Öyle ki, birgün melekler Hazret-i Âdem’le karşılaştıklarında “Sen, varedilmeden evvel bizler defaatla Ka’be’yi tavaf ettik” diyeceklerdir. Tufandan sonra “Hatırla o zamanı ki, İbrâhim ve İsmâil (a.s) Ka’be’nin temellerini yükseltti ve şöyle dediler: Ey Rabbimiz, bizden bu hayırlı işi kabul buyur!” ilâhî beyânıyla, peygamberler babası Hazreti İbrâhim ve onun oğlu İsmâil (a.s) dümdüz olmuş Ka’be arsası üzerinde onu yeniden inşâ ettiler.
Arzın merkezinden “Sidret-ül-Müntehâ”ya kadar ins, cin ve meleğin her zaman çevresinde dönüp durduğu bir amûd-i nûrâni “nurdan sütun”un yeryüzünde mücessem bir kesiti sayılan Ka’be, her lahza görünür-görünmez milyarlarca temiz ruhun, harîmine can atıp vuslat aradığı, öyle eşi-menendi olmayan bir binâdır ki, kıymeti semâlara eşittir dense sezâdır.. zaten o gökte ve yerde Allah’ın evi manasına “Beytullah” olarak yâd edilmektedir.
Her yıl ehli îmân, dünyânın dört bir yanından, uçak, vapur ve otomobillerle onun yumuşak; yemyeşil ve ötelere açık sıcak iklimine koşar ve daha yolun başında bütün günlük endîşe ve telaşlardan sıyrılarak, sırtındaki sâde, temiz ve beyaz urbâlarıyla tarifi imkânsız bir imrendiriciliğe ulaşır ve âdeta meleklerle atbaşı hâle gelir.
Bu kutlu yolculukta az-çok hemen herkes, bambaşka bir âlemin sahillerinde farklı bir dünyâya doğru yol aldığını duyar gibi olur ve bütün seyahat esnasında hep hayret kuşaklarında dolaşır durur.. kâh, ulu bir çınarın duruşu gibi vakarlı, kâh bir korunun sükûtunu andırır mahiyette heybetli ve kâh bir denizin ürperticiliğini hatırlatır şekilde azametli.. ama mutlaka samimi ve ihlaslı.
Ka’be yolları oldukça uzun, mesafeler de insafsızdır. Tasavvuf yolunun seyr u sülûku, tasfiyenin çilesi, Cennet çevresinin tepeleri, cehennem civarının çukurları gibi, bu mübârek seferin de bir kısım sıkıntıları vardır; ama bunlar, rûhî gerilimin daha da artması ve iç hazırlığın tamamlanması için şarttır. Bu uzun yolculukta herkes derecesine göre kendini hazırlar.. dolabildiğince dolar.. gerilir ve büyük bir birikimle gider oraya ulaşır.
Bu mübârek yolculuk, eski zamanlarda, atlarla, develerle yapılırdı. O devirde hacılar, Ka’be’ye varıncaya kadar yüzlerce makam, yüzlerce merkade uğrar.. Enbiyâyı izâmın yaşadığı yerleri ziyâret eder; hayâlen onlarla buluşur-görüşür.. evliyâ ve asfiyânın meclislerine koşar, onların aydınlık ikliminden ışık alır ve bu masmâvi, mana dolu yollarda yüzüyor gibi yolculuk yapar.. bir güzellik, bir şiir, bir romantizm banyosu almışcasına ruhunun gücüyle silahlanır, mana âlemlerinden gelecek vâridâtı duymaya hazır hâle gelir ve sonra da gidip Hakk kapısının tokmağına dokunurlardı...
Evet, bütün bir yol boyu görüp duydukları şeylerden, kalblerinde, ruhlarında hasıl olan en derin seziş ve duyuş kabiliyetleriyle gidip Ka’be’ye ulaştıklarında, onu, başı gökler ötesi âlemlere uzanmış; oradan ziyaretçilerine bakıyor ve için için bir iştiyakla onları bekliyor bulur ve şiddetli bir vuslat arzusuyla kendilerini onun kucağına atarlardı. Evet, onun vakarlı bir yüze benzeyen cephesini ve bu nurlu çehrenin çevresinde mermerlere akseden gölgesini.. göklere doğru uzayıp giden manasını, etrafa ışık yağdıran atmosferini gören her gönül, kendince birşeyler duymaya, bu derin sîmânın arkasındaki manaları sezmeye ve bu mübârek yolculuğa sebep teşkîl eden gâyedeki hazzı, en derin bir ibâdet neşvesi içinde tanımaya başlar ve zevklerin en erişilmezine erer...
Ka’be; bulunduğu noktaya o kadar uygundur ki, ona dikkatlice bakan herkes, bulunduğu yerle, onun ruh ve manası arasındaki sımsıkı râbıtayı hemen sezebilir. Sanki o, hariçten getirilmiş rastgele malzeme ile değil de yerden fışkırıp çıkmış veya gökte melekler tarafından inşâ edilip bilahare yeryüzüne indirilmiş gibidir. O, yanıbaşındaki, yanmış kavrulmuş, büyük-küçük, dağ-tepe ve taş yığınları arasında, bir zikir halkasındaki serzâkire benzer. Çevresindeki herşey onun iniltileriyle inler, onunla yukarılara el kaldırır ve sonra da sessiz onu dinlemeye koyulur.
Ka’be; dost mahremiyetine açık bir haremlik, çevresi ise ağyâra da açık bir selâmlık, Safâ-Merve hakikat semâsını temâşa için hazırlanmış birer kameriye, Makam-ı İbrâhim ötelere yükselten nurlu bir merdiven, Zemzem kuyusu da bu aşk meclisinde bir sâkî gibidir. Bunların bütünü aşk yolcusunu birden selâmlayınca, insan âdeta uhrevîleşir, rûhuna açılan pencerelerle “melekût âlemini” temâşâya başlar ve bütün bütün insan muhayyilesi, öyle geniş ufuklara yelken açar ki, bir adım daha atsa kendini ötelerin hülyâlı mavilikleri içine girecekmiş gibi sanır...
Ka’be, yeryüzü binâlarındandır ve gerekli materyal de kendi çevresinden tedârik edilerek inşâ edilmiştir ama sanki O, amâ’nın bağrında kök salıp gelişmiş ve bütün varlığın, esrârını ruhunda taşıyan bir nilüfer gibidir; hem arzla hem de semâsıyla doğrudan doğruya olmasa bile dolaylı bir alâkasının var olduğu sezilir. O, geçmiş bütün devirlerden değişik çizgilerle en asil, en soylu, en eski bir Tarihî pırlanta ve aynı zamanda değerini kat kat arttırarak hep yeni kalabilmiş atik ve antik bir binadır; Hazret-i Âdem, sulbünden gelen bütün nesillerin ruh, karakter ve mizaçlarında en önemli bir kaynak olduğu gibi, Ka’be de yeryüzünde binâ ve inşaat vak’asının ruh, mana ve muhtevasını taşıyan sırlı bir evdir.
O’nun harîminde her zaman, Cennetlerden esip gelen ve hakikata açık gönüllere dolan bayıltıcı, Firdevsî kokular duyulur. Her an dünyânın dört bir yanından koşup O’na gelenler, O’nu gördükleri andan itibaren kendilerinden geçer ve bu umûmî mihrâbın etrafında, ışığın çevresinde rakseden kelebekler gibi pervâz eder durur ve bütün ışıkların hakiki kaynağıyla daha yakından temas yollarını araştırırlar. Kendinden geçmiş gönül erlerinin tavâfı, zâhiren Ka’be’nin çevresinde olmaktadır; hakikatta ise, bu deveran kalbe dayalı nurdan bir helezon içinde mekânsızlıkta cereyan etmektedir.
O’nun iklîmine ulaşan ve O’nunla buluşan âşık ruhlar, zaten özlerinde mevcut olan o yüksek düşünce ve tasavvurlarda daha da derinleşerek onun büyüsünü daha da bir başka duymaya başlarlar.
Böylelerinin nazarında Ka’be, Hakk katındaki yeri, insanlar nazarındaki manası, rûhu, özü ve değerleriyle onlara şiir söyleyen, nasihat eden, ders veren bir üstad halini alır ve onların ruhlarına sürekli birşeyler fısıldar.
Ka’be çevresinde, her vazife ve mükellefiyetin kendine göre bir büyüsü vardır. Ve îmânlı sînelerin, büyünün tesirinde kalmamaları da düşünülemez. Her lahza onun çevresinde dönen, zaman zaman büyüyen ve büyüdükçe bir sel hâlini alıp o mübârek mekânın her yanını dolduran tavaftaki ruhlar; o çağlayan içinde duydukları heyecan ve cezbe ile kendilerini bütün bütün unutur, ledünnî ve rûhânî bir başka âleme uyanırlar. Orada, her söz, her duâ ve her yakarışta kendi aşk ve iştiyaklarının dile getirildiğini hisseder, kalblerdeki en mahrem duyguların, duyulmadık en mahrem kelimelerle seslendirildiğine şâhid olur ve bütün ömür boyu, buradaki ses, ışık ve mûsikîyle bütünleşen hislerle, en erişilmez hazları, en ölümsüz hâtırâlar içinde elde etmiş olurlar.



ALINTI