- Ka'b b. Mâlik ile iki Arkadaşının Tevbesi ile İlgili Hadisi

Adsense kodları


Ka'b b. Mâlik ile iki Arkadaşının Tevbesi ile İlgili Hadisi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Thu 27 October 2011, 10:30 pm GMT +0200
9- Ka'b b. Mâlik ile iki Arkadaşının Tevbesi ile İlgili Hadisi


2508- Ka'b b. Mâlik (r.a)'tan rivayet edilmiştir:

“Ben Resulullah (s.a.v.)'in yaptığı gazaların hiç birinden geri kalmadım. Sadece Tebûk gazası müstesna! Bir de Bedir gazasında bulunmamıştım. Fakat Resulullah (s.a.v.) Bedir gazasınada bulunmayan hiç kimseyi azarlamadı.

Resulullah (s.a.v.) ile müslümanlar Bedir seferine cihad maksadıyla değil ancak Kureyş'in Şam'dan gelen kervanını kastederek yola çıkmışlardı. Nihayet ALLAH, müslümanlar ile düşmanlarını vakitsiz olarak yolda birleştirdi. Gerçekten Akabe gecesi Resulullah (s.a.v.)'e Ensar cemaatı olarak İslâm'a yardım etmek üzere biat edip söz verdiğimiz zaman ben de bunda hazır bulunmuştum. Her ne kadar benim için Bedir'de hazır bulunmak, Akabe'de bulunmak derecesinde sevimli değildir.

Tebûk gazasında Resulullah (s.a.v.)'den ayrıldığım zaman ki hikâyem şudur: Ben hiç bir zaman bu gazada ondan ayrıldığım zamankinden daha kuvvetli ve daha zengin bulunmamıştım. Vallahi, ondan önce iki yük devesini hiç bir zaman bir araya getirememiştim. Nihayet bu gazada iki yük devesini bir araya getirdim. Resulullah (s.a.v.) bu gazayı şiddetli bir sıcakta yaptı. Uzak bir sefere ve çöle gitti. Kalabalık düş­man karşısına çıktı ve gazalarının hazırlıklarını tutabilmeleri için yapacakları işi müslümanlara açıkça bildirdi. Nereye götürmek istediğini onlara haber verdi. Resulullah (s.a.v.)'in beraberindeki müslümanlar çoktu. Onların sayısını mücahidlerin sayısını kaydeden bir muhafızın kitabı/divan defteri toplayamaz.

Ka'b sözüne devamla şöyle dedi:

“Hiç kimse gizlenmek istemiyordu. Sadece Yüce ALLAH tarafından vahiy inmedikçe Resulullah (s.a.v.)'e gizli kalacağını sanan kimseler saklanmışlardı.”

Resulullah (s.a.v.) bu gazaya meyvelerin yetiştiği ve ağaç gölgeleri güzelleştiği zaman gitti. Ben bu gazaya en fazla gönül veren bir kimse idim. Derken Resulullah (s.a.v.)'e ve onunla birlikte müslümanlar (savaş için) hazırlandılar. Ben de onlarla birlikte hazırlanayım diye sabahlamaya başladım. Fakat hiç bir şey yapmadan dö­nüyor, kendi kendime: 'Ben buna istediğim zaman yapanm' diyordum. Bu ihmal­karlık bende devam etti.

Nihayet İnsanlar hazırlık yapmaya devam ettiler. Bir sabah Resulullah (s.a.v.) ile müslümanlar, sefere çıktılar. Ben seferle ilgili hiç bir şey hazırlamamıştım. Sonra yine sabah vakti çıkıp yine hiç bir şey yapmadan geri döndüm. Bendeki bu tembellik hali devam edip gidiyordu. Nihayet müslümanlar süratle yol aldılar ve gaza ilerledi, içimden yola koyularak onlara yetişmek geçti. Keşke yapsaydım. Sonra bana bu mukadder olmadı. Resulullah (s.a.v.)'de çıkıp gittikten sonra insanlar araşma çıktı­ğında ona uymamış olmak beni üzmeye başladı. Bundan yalnız nifakla suçlanmam yada zayıflardan ALLAH'ın mazur gördüğü kimse müstesna olabilirdi. Resulullah (s.a.v.)'e Tebûk'e varıncaya kadar beni anmamış. Tebûk'de cemaatın içerisinde otu­rurken:

“Ka'b b. Mâlik ne yaptı?” diye sormuş. Selime oğulları kabilesinden bir kimse:

“Ey ALLAH'ın resulü! Onu, elbisesi ve o elbisenin yakalarına bakması Medi­ne'de alıkoydu” demiş. Bunun üzerine Muâz b. Cebel, ona:

“Ne kötü söyledin! Vallahi, ey ALLAH'ın resulü! Onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz” demiş. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) susmuş.

“O bu haldeyken kendisiyle serap kaybolan beyaz elbise giymiş bir kimse gör­müş. Resulullah (s.a.v.):

“Sen, Ebû Hayseme olmalısın!' buyurdu. Bir de bakmışlar ki, o kimse, Ebû Hayseme el-Ensârî'dir.  Kendisini münafıklar ayıpladıkları zaman bir ölçek kuru hurma tasadduk eden kimse işte budur.”

Ka'b b. Mâlik (sözüne devamla) der ki:

“Resulullah (s.a.v.)'in Tebûk'ten dönerek gelmekte olduğunu duyunca beni üzüntü kapladı. Yalan söylemeyi düşünmeye başladım. Kendi kendime:

“Yarın Resulullah (s.a.v.)'in gazabından ne ile kurtulu­rum” diyordum. Bu hususta ailemin her fikir sahibinden yardım istiyordum. Bana Resuluftah (s.a.v.)'in gelmesi yaklaştığı söylenince bâtıl düşünce benden gitti. Anla­dım M, ondan hiç bir şeyle ebedîyyen kurtulamam. Ona doğruyu söylemeye niyet ettim.

Resulullah (s.a.v.), bir sabah Medine'ye geldi. Resulullah (s.a.v.), bir seferden geldiği zaman ilk önce işe mescitten başlardı. Orada iki rekât namaz kıldı. Sonra halkla görüşmek üzere oturdu. O bunu yapınca gazaya gitmeyenler gelerek kendi­sinden özür dilemeye ve ona yemin etmeye başladılar. Bunlar, seksen küsur kişi idiler. Resulullah (s.a.v.)'de onların açık beyanatını kabul etti. Kendileriyle biatda bulundu ve onlar için istiğfar etti. Gizli taraflarını da ALLAH'a havale etti. Nihayet ben geldim. Selâm verdiğim zaman kızgın bir kimsenin tebessümüyle gülümsedi. Sonra da:

“Gel!” dedi. Ben de yürüyerek geldim ve huzuruna oturdum. Bana:

“Neden gazadan geri kaldın? Sen Akabe'de sırtına biat almış değil miydin?” dedi. Ben:

“Ey ALLAH'ın resulü! Vallahi, ben dünya halkından senden başka birinin yanın­da otursaydım, onun öfkesinden muhakkak bir özürle kurtulacağımı sanırım. Lisa­nıma fesahat verilmiş bir kimseyim. Fakat ben, vallahi, şuna kanaat ettim ki, eğer bugün ben seni benden hoşnut edecek bir yalan söz söyeleyecek olursam çok sür­mez muhakkak ALLAH yalanımı ortaya çıkararak seni hakkımda öfkelendirir. Eğer huzurunda seni hakkımda öfkelendirecek doğru söz söylersem herhalde bu hususta meydana gelen kusurumu ALLAH'ın affetmesini umarım. Vallahi, (benim seferden geri kalmam hususunda arzedecek hiç bir özrüm yoktur. Vallahi, senden geri kaldı­ğım zamankinden daha kuvvetli ve daha zengin olduğum hiçbir zaman yoktur' de­dim. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.):

“Ka'b'a gelince, gerçekten o doğruyu söyledi. Şimdi ALLAH senin hakkında hükmünü verinceye kadar kalk (git)!” buyurdu.

Ben de kalkıp gittim. Selime oğullan kabilesinden bazı kimseler de kalkıp peşi­me takıldılar ve bana:

“Vallahi! Senin bundan önce hiç bir günah işlediğini bilmiyoruz. Gerçekten sen, seferden geri kalan diğer kimselerin Resulullah (s.a.v.)'e beyan ettikleri özürle özür dilemekten âciz kaldın. Eğer sen de özür beyan etseydin, senin bu günahına, Resulullah (s.a.v.)'in sana istiğfarda   bulunması yeterdi” dediler.

Ka'b der ki:

“Vallahi! Onlar, bana serzenişte bulunmaya o kadar devam ettiler ki, Resulullah (s.a.v.)'e dönerek kendimi yalanlayacağım geldi. Sonra onlara:

“Benimle birlikte bu duruma düşen bir kimse daha oldu mu?” dedim. Onlar da:

“Evet! Seninle birlikte iki adam daha var. Onlar da senin söylediğin gibi söyle­diler. Onlara da sana söylendiği gibi söylendi” dediler. Ben:

“Onlar kimdir?” diye sordum. Onlar:

“Murâre b. Rabîa el-Amirî ile Hilal b. Ümeyye el-Vâkıfî diyerek Bedr gazasına katılmış bulunan ve kendileri örnek alınacak iki salih kimseyi bana söylediler.Ba­na  bunları anlatınca   tereddütten vazgeçtim.”

Resulullah (s.a.v.) seferde kendisinden geri kalanlar arasından biz üç kişiyle konuşmaktan müslümanlan nehyetti. Bunun üzerine halk bizden kaçındı. Bize karşı halleri değişti. Hattâ yeryüzü bile bana yabancılaştı. Artık bu yeryüzü, o bildiğim yeryüzü değildi. Bu hal üzere elli gece kaldık. iki arkadaşım boyun bükerek ve ağla­yarak evlerinde oturdular.

Bana gelince, ben kavmin en genci ve en sağlamı İdim. Evden çıkıyor, namaza geliyor,   çarşılarda  dolaşıyordum.   Fakat benimle  hiçkimse  konuşmuyordu.  Namazdan sonra oturduğu yerde İken Resulullah (s.a.v.)'e gelerek selâm veriyor ve içimden:

“Acaba selâmı almak için dudaklarını kıpırdattımı, kıpırdatmadı mı” diyor­dum. Sonra ona yakın bir yerde namazımı kılıyor, ona gizlice bakıyordum. Nama­zımı kılmaya yöneldiğimde bana bakıyor, ona doğru baktığım da benden yüz çeviri­yordu. müslümanların bu cefâsı üzerimde uzun zaman devam edince gidip Ebu Katâde'nin bahçesinin duvarından tırmandım. Ebû Katâde amcamdır ve en sevdi­ğim bir insandır. Ona selâm verdim. Vallahi, selâmımı almadı. Ona:

“Ey Ebû Katâde! ALLAH aşkına söyle! Benim ALLAH ve Resulünü sevdiğimi bilir misin?” dedim. Ebu Katâde sustu. ALLAH aşkına tekrar söylemesini istedim. Yine sus­tu. Tekrar istedim. Bu defa:

“ALLAH ve Resulü daha iyi bilir!” dedi. Bunun üzerine gözlerim yaşlar boşandı ve geri dönüp duvardan çıktım.

Bir defasında Medine'nin çarşısında yürürken Medine'de zahire satmaya gelen Şamlılardan Nabatlardan bir ekinci:

“Bana Ka'b b. Mâliki kim gösterecek!” diyordu. İnsanlar beni göstererek kendi­sine işaret etmeye başladılar. Nihayet yanıma gelip bana Gassân hükümdarından bir mektup verdi. Ben yazıcı idim. Mektubu okudum. Gördüm ki, içinde şunlar var­dı:

“Bundan sonra, seninkinin sana cefâ ettiğini duyduk. ALLAH seni ne hakaret di­yarında yaratmıştır ve ne de hakkın zayi olacağı yerde var etmiştir. Hemen bize katüki, sana yardımda bulunalım.”

Ka'b der ki:

“Mektubu okuduğum zaman: “Bu da belânın bir çeşidi” deyip tan­dıra yönelerek mektubu orada yaktım. Nihayet elli gecenin kırkı geçip vahy ge­cikmişti. Derken Resulullah (s.a.v.)'in elçisi bana gelip:

“Resulullah (s.a.v.), sana hanımından uzaklaşmanı emrediyor!” dedi. Ona:

“Onu boşayayım mı, yoksa ne yapayım?” dedim. O da:

“Hayır! Sadece ondan uzaklaş, ona asla yaklaşma!” dedi.

Resulullah (s.a.v.) benim durumumdaki diğer iki arkadaşıma da bunun gibi haber göndermiş. Bunun üzerine hanımıma:

“Ailenin yanına dön, ALLAH bu işte bir hüküm verinceye kadar onların yanında kal!” dedim.

Derken Hilal b. Ümeyye'nin hanımı Resulullah (s.a.v.)'e gelip ona:

“Ey ALLAH'ın resulü! Gerçekten Hilâl b. Ümeyye ihtiyar bir kimsedir. Gücü ve kuvveti gitmiştir. Hizmetçisi de yoktur. Ona hizmet etmemi çirkin görür müsün?” dedi. Resulullah (s.a.v.):

“Hayır! Fakat sana asla yaklaşmasın!” buyurdu. Kadın:

“Vallahi, onda hiç bir hareket yok! Vallahi, bu iş başına geldiğinden bugüne kadar hiç durmadan ağlamaktadır” dedi.

Bunun üzerine ailemden biri, bana:

“Sen de Resulullah (s.a.v.)'den hanımın hakkında izin istesene! Bak, Resulullah (s.a.v.), Hilâl b. Ümeyye'nin hanımına Hilâl'e hizmet etmesi için ona izin verdi” dedi. Ben:

“Onun hakkında Resulullah (s.a.v.)'den izin isteyemem. Ben genç bir adamım. Onun hakkında Resulullah (s.a.v.)'den izin istediğim zaman bana ne söyleyeceğini bilemem!” dedim.

Ka'b der ki:

“Bu şekilde on gece daha durdum. Bu suretle bizimle konuşmak ya­sak edildiği zamandan itibaren elli gecemiz tamamlandı. Sonra ellinci gecenin sa­bahında sabah namazını evlerimizden birinin üzerinde kıldım. Yüce ALLAH'ın hakkı­mızda beyân buyurduğu hal üzere otururken beni bir sıkıntı bastı. Bana yer bütün genişliğine rağmen dar geldi. Sel1 dağı üzerine çıkmış bağıran bir kimsenin sesini işittim. Var sesiyle:

“Ey Ka'b b. Mâlik! Müjde!” diyordu. Hemen secdeye kapandım. Anladım ki,. darlık gidip genişlik gelmiştir. Derken Resulullah (s.a.v.) sabah namazını kıldıktan sonra ALLAH'ın bizim tevbemizi kabul ettiğini halka bildirdi. Bunun üzerine halk bizi müjdelemeye yürüdü, iki arkadaşıma müjdeciler gitti. Bir adam/Zübeyr b. Avvam da bana gelmek üzere atını mahmuzladı. Eşlem kabilesinden biri/Hamza b. Amr koşa­rak bana doru geldi. Dağa çıktı. Ses attan daha hızlı idi. Sesini işittiğim kimse bana müjdeye gelince hemen iki elbisemi çıkararak müjdesinden dolayı ona giydirdim. Vallahi, o gün bundan başka elbisem yoktu. Amcam Ebu Katade'den emaneten iki elbise alarak onları giydim. Hemen Resulullah (s.a.v.)'i görmek isteyerek yola düştüm. Halk grup grup karşıma çıkıyor, tevbeden dolayı beni tebrik ediyor, sonra da:

“ALLAH'ın tevbeni kabul buyurması sana mübarek olsun!” diyorlardı. Nihayet mescide girdim. Bir de baktım ki, Resulullah (s.a.v.) mescitte oturuyor. Etrafında da insanlar  vardı. Derken Talha b. Ubeydullah kalkıp hızlıca yanıma geldi. Benimle musâfaha etti ve beni tebrik etti. Vallahi, muhacirlerden ondan başka hiç kimse ayağa kalkmadı.

Ravi der ki:

“Ka'b, Talha'nın bu yaptığını hiç unutmamıştır.”

Ka'b der ki:

“Resulullah (s.a.v.)'e selâm verdiğim zaman yüzü sevinçten parlıyor ve:

“Annen seni doğurduğundan beri geçen en hayırlı gün sana müjdeler olsun!” buyurdu. Ben:

Ey ALLAH'ın resulü! Bu müjde, senin tarafından mı, yoksa ALLAH tarafından mı?' dedim. Resulullah (s.a.v.):

“Hayır! Bilâkis ALLAH farafmdan!” buyurdu.

Resulullah (s.a.v.) sevindiği zaman yüzü nurlanır, sanki yüzü bir ay parçası gibi olurdu. Biz bunu bilirdik. Onun huzuruna oturduğum zaman:

“Ey ALLAH'ın resulü! Benim tövbemden biri de, ALLAH ve Resulü için sadaka olmak üzere malımdan sıyrılmamdır” dedim. Resulullah (s.a.v.);

“Malinin bir kısmım tut! Bu senin için daha hayırlıdır” buyurdu. Ben:

“Ben, Hayber'den aldığım hissemi tutuyorum” deyip sonra da:

“Ey ALLAH'ın resulü! Doğrusu ALLAH beni doğruluk sayesinde kurtardı. Benim tevbemden biri de, yaşadığım müddetçe doğrudan başka bir söz söylememektir” dedim.

“Vallahi, bunu, Resulullah (s.a.v.)'e söylediğimden bugüne kadar müslümanlardan hiç birine doğru söz söyleme hususunda ALLAH'ın bana olan ihsa­nından daha güzel ihsanda bulunduğunu bilmiyorum. Vallahi, bunu, Resulullah (s.a.v.)'e söylediğimden bugüne kadar kasten hiç bir yalan yapmadım. Geriye kalan ömrüm hususunda da ALLAH'ın beni muhafaza buyurmasını dilerim.

Ka'b der ki:

“Bunun üzerine Yüce ALLAH,

“Andolsun ki, ALLAH, yine peygambe­re ve en zor gününde ona uyan Muhacirlerle Ensar'a, içlerinden bir kısmının kalbleri az kalsın kayacak gibi olmuşken, tevbe nasip etti de lütfedip tevbelerini kabul buyurdu. Çünkü O, gerçekten çok şefkatli, çok bağışlayıcı­dır. ALLAH, haklarında hüküm beklenen o üç kişiyi de bağışladı. Çünkü o de­rece bunalmışlardı ki, yeryüzü bütün genişliğine rağmen onlara dar gelmeye başlamıştı, vicdanları da kendilerini sıkıntıya sokmuştu. AUah'dan kurtuluşun, ancak ALLAH'a sığınmakta olduğunu anlamışlardı. Sonra da ALLAH, onları tevbekâr olmaya muvaffak kıldı da tevbelerini kabul buyurdu. Şüphesiz ki ALLAH, tevbeleri çok çok kabul edendir, çok merhametli olandır. “Ey iman edenler! ALLAH'tan korkun ve doğrularla beraber olun” [1006] ayet­lerini indirdi.

Ka'b der ki:

“Vallahi, ALLAH beni İslâm için hidayete erdirdikten sonra kendi nefsimce Resulullah (s.a.v.)'e söylediğim doğru sözden daha büyük hiç bir nimet ver­memiştir. Bu büyük nimet, Resulullah (s.a.v.)'e yalan söyleyip de helak olmuş bu­lunmamak nimetidir. Gerçekten ALLAH yalancılar için vahyi indirdiği zaman, bir kim­seye söyleyeceği en kötü şeyi söylemiştir. Yüce ALLAH, onlar hakkında:

“Onların yanına döndüğünüz zaman kendilerine bir şey söylemeyin diye sizin için Al­lah'a yemin edeceklerdir. Onlardan hemen yüz çevirin! Çünkü onlar pistir. Kazandıklarına karşılık yerleri cehennemdir. Kendilerinden razı olasınız diye size yemin ederler. Siz onlardan razı olursanız şunu muhakkak bilin ki, ALLAH fasık kavimden razı olmaz” [1007] buyurdu.

Ka'b der ki:

“Biz, üç kişi Resulullah (s.a.v.)'in yemin ettikleri zaman yeminlerini kabul ederek kendileriyle biat yaptığını ve haklarında istiğfarda bulunduğu kimsele­rin işinden geri bırakılmıştık. Resulullah (s.a.v.) bizim işimizi ALLAH hükmünü verince­ye kadar ertelemişti. İşte bu sebeple Yüce ALLAH,

“Geri bırakılan üç kişinin tevbesini de...” buyurmuştur. Bizim ALLAH'ın zikrettiği geri kalmamız (meselesi), gazadan geri kalmamız değildir. Bu ancak Peygamber (s.a.v.)'in bizi ve bizim tevbemizi, Resulullah (s.a.v.)'e yemin ve özür bildirip de özürleri kabul olunanların tevbelerin)den geri bırakmasıdır. [1008]


Açıklama:

Tebük, Medine üe Şam arasında Medine'ye ondört, Şam'a ise onbir konaklık mesafede bir yerdir. Tebük seferi, hicretin 9. yılında miladi 630 yılında Receb ayında yapılmıştır.

Tebuk gazası ile ilgili olarak 2166 nolun hadisin açıklamasına bakabilirsiniz.

[1006] Tevbe: 9/117-119.

[1007] Tevbe: 9/95-96.

[1008] Buhârî, Meğâzî 3, 79, Vesaya 16, Cihad 103, Menakıb 13, Menakıbu'l-Ensar 43, Tefsiru Sure-i Tevbe 14, 17, 18, İsti'zan 21, Eyman 24, Ahkam 53; Ebu Dâvud, Talak 10-11, 2202; Nesâî, Talak 18; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/456, 459.