- İzahat

Adsense kodları


İzahat

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Fri 24 June 2011, 03:47 pm GMT +0200
İzahat


 

Râvî Avf bin mâlik el eşceî (R.A), sanaue-ı Kiramdandır. Ebû Abdurrahman künyesi ile künyelendiğide denilmiştir. Gatfan Kabilesine mensubdur.

Peygamber sallallâhü aıeyni veseüemle berâfier iik defa Hayber muharebesinde ve sonra mekkenin fethinde hazır bulunmuştur.

Şama gelmiş ve orada «sûkul gazalil atik» isimli sokakdafei evh— sakin olmuştur. Resulü ekrem efendimizden bizzat altmış yedi. (67) hadîsi şerif rivayet etmiştir. Kendisinden Em} Eyyub el EnsArî, Mifeâam bin mâdî kerb ve Ebû Hureyre (RA) gibi sahabeler ve pek çok tâbîîŞ hadis rivayet etmişlerdir.

Vefatı, Abdulmelik bin Mervânın hilâfeti zamanında hicrî yetmiş üç (73) senesinde Samda vuku bulmuştur, AUâh ondan razî   olsun.

Hadîsi nebevinin satır ve^ cümlelerinde mündemiç olan hüküm ve beyanları şöylece sıralıyalun i

a) «Kıssa ve hikâye naklederek vaaz etmeyi» Cümlesiyle, vaazu nasîhatda kıssa ve hikâyelerin nakledilebileceğine işaret vardır.

Evet îaır'am Kerimde «Ahsenül kasas—en güzel kıssalar» Cüm­lesiyle Hz. Yûsufun kıssasının en güzel kıssalardan birisi olduğu beyan îmyurulmuştur. Kur'an kıssalarının naklinin lüzumu hakkında birinci cildde hükümler vardır.

Resulü ekrem efendimiz vaazû nasihatlarda kıssa ve husyelerin nakledilebileceğine işaret buyurmasındaki hikmet, kur'anı kerimde mezkûr olan ibret verici ve uyarıcı mahiyetteki kıssalar, misaller ve haberlerin naklinin mevcud insanlara canlı bir misal olarak anlatmak çok faydalı olur. Kur'an kıssa ve misallerinin nakledilib beyan edilme­sindeki gayede, îkaz ve irşad içindir.

Kur'anı kerimde, hadîsi nebevilerde kıssalar ve ashabı kiram, tâ-biîn ve selefi sâlihinde vârid olan meşru haber ve hadiseler, vâzu nasî­hatda en kıymetli sermâyedir. Binâenaleyh nasîhatla meşkul olan ve olacak ehliyetli ve yetkili kişiler, Kur'an ve sünnetten ibret verici kıs­sa ve haberleri nakletmelidirler. Aynı zamanda bu kıssaların hayat-da tatbik yollarını bizzat yaşayan ashab, tabiîn ve selefi sâlihin efendi­lerimizin hal ve ahvallarmdanda naklederek, günümüzün insanlarını aydınlatmaya ve uyarmaya çalışmak, en doğru yoldur.

Bu doğru yol dururken, bâzı nasîhatcı kişiler; delilsiz kaynaksız, islâmın esasına aykırı bir takım uydurma ve hurafe kıssaları ve hatta yalan olan isrâiljyyat kıssalarını nakletmişler ve hâlâ aynr bâtıl yolu tâkib eden uydurma kıssacilar, hayatda vardır. Zaman zaman rastla­nılmış ve duyulmuştur. Batücıların sözlerini ve yazılarını konu edine­rek tulûatçılığa ve çeşitli lüzumsuz ve faydasız mugalata ve cidala sa­panlarda, maalesef görülmektedir.

Uydurma ve yalan kıssalarla meşkul olanlardan bir feaç oriîek misal, birinci cildin - 194. hadîsi nebevinin îzatfat kısmında (S. ^n7 _ 412 de) zikredilmiştir.

b)  Hadîsi şerifin deva.ineden cümlesinde, «Vaazu nasihati ancak emir veya vaazu nasîhata memur yeya riyaset sevdasında olan müte­kebbir kimse, kıssalar.» Buyurulmaklada, üç sınıf nasîhatcınm oldu­ğunu veya olabileceğini beyan etmektedir.

Birinci nasihati. Cemiyet ve cemaatın emîri (hâkim ve reîsi) olub bütün idâri ve icra yetgileri elinde olan kimse yapar ve yapacaktır. Çünkü idare edilen insanlar, idare eden âmirinin nasîhatma daha fazla dikkat ederler, onun emir ve tavsiyelerine daha fazla bağlanırlar. Zira beyan edilen hükümlere riâyet etmeyeni bizzat cezalandırır.

Fakat hâdise ve kıssaları nakledecek emir, kendisi insanlığı ifsâd etmekle meşkui olur, İslama aykırı inanç, amel ve ahlaka sahip olursa iste o zaman o cemiyet kokmuş ve perişan oîmuşdur.

Büyükler bir sözlerinde, şöyle demişler; «Ennâsü alâ dîni mülûki hlm = İnsanlar, meliklerinin (idare eden emir ve devlet resilerinin) dîni (tabiat, yol, amel ve ahlakları) üzeredirler.^

Atalarda bir sözlerinde, «Balık, baştan kokar» demişlerdir.

Hadîsi şerifde İkinci nasîhatcıda, «Nasihata memur» cümlesiyle, vâzu nasihatda bulunmakla görevli müfti, vaiz ve hatip gibi yetgili ki- silerin nasihat edib ibret gerici kıssa ve haberlerde bulunacaklan be­yan edilmektedir.

Binaenaleyh islâmm hakîkatlanm açık ifâdelerle beyan etme yet-gisi, o vazifeyi yapmakla mükellef ve muvazzaf olan nasihat ve irşad-cılara mahsusdur. Vâzu nasihatla mükellef ve yetgili   olmayanların, nasihatda bulunmaları doğru değildir.

Netekim Üçüncü olarak zikredilen nasîhatçı şu cümlelerle îzah buyurulmuştur:

«Veya nasihati, riyaset sevdasında olan mütekebbir kimse, kıssa­lar.»

Demek oluyorki, vaazu nasîhata ehil ve yetgili olmayan kimsele­rin, vaazu nasihat etriîeleri veya. nasihat etmeye kalkışmaları; nam, şan yapıb bir mevki ve makama sâhib olmak için yapmakdadırlar ve­ya yaparlar. Aynı zamanda böyleleri, bir cidal yapmak için if sad edici ifâde ve beyanlarda bulunurlar.

Belkide böyle yetgili ve vazifeli olmayan kimseler, «Efendim Al­lah rızası için nasihatda bulunuyoruz veya bulunacağız.» diyeceklerdir. Ne derlerse desinler, yetgili ve vazifeli olmayanların, içlerinde gizlen dikleri ve gizleyeckleri düşünce ve gayelerini, sevgili Peygamber efen­dimiz beyan buyurmuşlardır.

Bu mübarek sözün tezahürleri tarihde ve insanların hayatında pek çok görülmüştür. Bizzat bizimde müşahedelerimiz olmuştur. Çeşitli nam, şan ve topluluğu temsil ettiklerini söyleyerek yetgisizlerin hal­lerini görüyoruz.

Adam daha okumak veya okutmakla meşkui ve muvazzaf değildir. Bakarsınız ehliyet ve liyakati yoktur. Belkide yaşayışı ve düşünceleri islâma aykırîdir. Fakat yolunu ve adamını bulmuştur. Kürsüye ve hutbeye çıkmıştır, nasihat eder. Kürsünün sahibinin rızası yoktur. İda­reci mecburiyet karşısında muvakkat bir zaman için müsâadede bu­lunmuştur veya hiç müsaadeye falan baş vurmadan direk kürsüye ve­ya minbere çıkmişdır, ver yansın etmektedir.

Dîni irşadı; Siyâsete, mevki ve makama, fırkacılığa, şöhrete ve maddi menfaata alet eden riyakâr bir zavallı mahlukdur, o adam.

Bu kapalı yoldan verilen bir misaldir. Şöhret düşgünü, makam, mansıb, para ve kan düşgünlerinüı, dîni maske yapıp işledikleri cü­rüm şekli elbet pek çokdur.

Öyle ise ey yeni yetişen genç kardeşlerimiz ve ey mal mülk ve makam hırsında olan muhterisler! Haddimizi ve haddinizi, bilelim ve biliniz. Tertemiz gaye ve yol olan irşad müessesesini, tahrib etmeye­lim. Ehil ve vazifeli olmadığımız yerlerde mütecâvizlikde bulunmayalım ve bulunmayınız.

Büyükler bir sözlerinde şöyie buyurmuşlardır: «tiküîîi mekânın mekal vs likülü meydânın rical = Her makam İçin bir söz ve her meydan İçlikle yiğitler vardır.»

Haddini bilmezcesine nasîhata kalkışanlar, her sınıf ve sahada olabiliyor. Fesad gayeli adamlar, meydanı boş buldularmı, hemen allâ-me kesilirler. Emellerine nail oluncaya kadar, ulema, evliya ve hak mücâhidi yiğitlerden olurlar. Arzuları müsbet veya menfi şekilde tebâ-ruz ettimi, bakarsınız adamlar, tamamen değişmişlerdir.

îşte böyle adamlar, din için, millet için, vatan ve devlet için, çok ve çok zararlı adamlardır.

Burada münâsebetine binâen bir hadîsi neüevî meali rraKfedelim : «Bir koyun sürüsüne (hak tarafından) musallat kılman İki aç kur­dun (o sürüyü) îfsadlan (helak etmeleri), Mala ve şöhrete dfişgfin olan kişinin dînini ifsad etmesinden daha fazla ifsad edici değildir.»[169]

Yani, Mala ve şöhrete düşkün olan kişi, dînini ifsad etmekde, bir koyun sürüsüne iki aç kurdun girib * o sürüyü ifsad etmesinden daha eşed ve daha tehlikelidir.

Bu hususda bir nebze malûmat, «Islama Sokulan Bld\» ve feler» adlı eserimizde zikredilmiştir.

Tercümesi:

242- (45) Ebû Hureyre (R.A) den mervîdir, dedi: Resûlüllah (S.A.V) buyurdu:

«Bir kimseye, bilmeden fetva verilirse, onun günahı, bilmediği hal­de fetva veren kimsenin üzerinedir.[170]

— Bir kimse de, Mümin kardeşine bir işin daha doğrusu başka cthedde olduğunu bildiği halde eğri tarafa işaret edib sevk ederse, muhakkakki, o kimse, o kardeşine hainlik etmiştir.» [171]

 

İzahat
 

Hadîsi şerifin, birinci cümlesinde, ilmi oîmayıb âlim ve allâmelik taslayarak bilmediği halde fetva veren kimsenin, büyük vebal ve gü­nah işlediği beyan buyurulmaktadır. Yani, bir mes'ele hakkında birisi fetva sorarf diğeride fetva verir. Fetva sorulduğunda mes'ele hakkında bilgisi olmayan kişi, bilmeden fetva verdiğinde, günah ve vebal, fetva­yı verenedir. Fetvayı sorana değildir. Çünkü fetvasında yanlışlık olur­sa, müslümana eziyet ve zarar yapılmış ve eğri yol tarif edilmiştir.

Fakat manevî vebal ve günah her ne kadar fetva veren câhile ise-de, o fetva verilen mes'elenin sıkıntı ve zararı, riâyet edildiğinde fet­vayı danışana olur. Zira fetvanın hükmü, fetva verilen şahsın üzerin­de icra edilmektedir.

En doğru isabetli yol, fetvayı soran ve soracak olan kimse, fetva vermeye ehil olan âlim ve kâmil kişiye (müftiye, naibine ve emsali yetgililere) baş vurmalıdır. Fetva sorulan kimsede, sorulan mes'eleyi biliyorsa, cevablandırmahdır. Bilmiyorsa, «Bilmiyorum» deyib, bilen ehline göndermelidir. Bir mes'ele sorulduğunda o mes'eleyi bilmeyen kişi, «bilmiyorum» demkle en kemallı ve isabetli hareketde bulunmuş­tur. Çünkü «bilmiyorum» demek «ilmin yansıdır» buyurulmuştur.

Fetva verme hususunda 206. hadîsi şerifde bir nebze malumat geç­miştir. Ayrıca «İslama Sokulan Bid'at ve Hurafeler» adlı eserimizin bi­rinci cildinde misallar zikredilmiştir.

Hadîsi şerifin ikinci cümlesinin hükmüde, müslümanlarm çok dik­kat etmesi gerekir. Zira mühim mes'ele ve işler için,- istişare edilecek kimselerin, iyi niyyetli, doğruyu düşünen ve- doğru yolu tarif edib gösteren tipinden temiz soylu, iyi huylu o İstişare edilecek mes'eleden anlayan kişilerden olmalıdır.

Kendisine müracaat edilib sorulan adamda, bildiği takdirde en doğ­rusu ne ise, onu söyleyib işaret etmesi lâzımdır. Binâenaleyh mes'ele hakkında doğrusunu bildiği halde kendisiyle istişare eden kimseye, yanîış yol tarif eder ve müslümanı ters yola iter, atar ve gönderirse, işte bu adam, hain, zâlim ve fâsık kişidir. Müslümanlardan ve ümmeti muhammedden değildir.

Zira Resulü ekrem sallallahü aleyhi vesellem buyurmuşturki:

«İstişare olunan kimse, inanılan kimsedir.»

Binâenaleyh inanılan kimse, mümine yanlış yol, tarif etmez.

Bir hadîsi şerifde de şöyle buyurulmuştur :

«Bizi aldatan kimse, bizden değildir.»

Tercümesi:

243 - (46) Muâviye (R.A) den mervîdir, dedi:

«Neblyyi muhterem sallallahü aleyhi vesellem, mugalatalardan

(Ulemanın karşılıklı sualleşmede bulunmasından) nehyetmiştir.» (Hadîsi, Ebû Dâvud rivayet etmiştir.)

Tercümesi:

244 - (47) EM Hureyre (R.A) den mervîdir, dedi: Resûlüllah (S.A.V) buyurdu:

«timi ferâizi ve Kur'anı tâlim edib öğreniniz ve insanlara öğretiniz. Zira ben mutlaka kabzolunub gideceğim.»[172]

 (Not : İlmi ferâiz denilen mîras ilmi hakkında «Mülteka Tercüme­si» adlı eserimizin dördüncü cildinde uzun hükümler yazılmıştır. Kur'an tâlimi hakkmdada, yukarda birinci cildin son kısımlarında mezkûrdur.)

Tercümesi: '

245 - (48) Ebidderdâ (RA) den mervîdir, dedi:

«Biz Resûlüllah sallallâhü aleyhi vesellemle beraber İdik, gözünü dikerek semâya doğru başım kaldırdı sonra dedi:

«Şu vakit Öyle bir vakittirki, o vakitte insanlardan ilim soyulur. Hatta İnsanlar, o ilimden hiç bir şey üzerine kadir olamazlar.»[173]

 (Not: Bu hadîsi nebeviyi: Resulü ekrem efendimiz, hayatının son zamanlarında buyurduğu anlaşılmaktadır. Zira semaya baktığında ece­linin yaklaştığı kendine keşfolunuyor, hemen zamanın yaklaştığına işa­ret buyurub haber veriyor. Yani, ilâhî ekranda seyri âlem yapıyor ve görüb bildiklerini haber veriyor.)

Tercümesi:

246 - (49) EMHureyre(R.A) in rivayetinde şöyledir:

«İnsanlar (yakın zamanda) develerini sur'atla yürütüp sefer ede­rek İlim taleb ederler, yinede (o zaman için) medîne âliminden daha iyi bilen bir âlim bulamazlar.»

(Hadîsi, Tirmizî rivayet etmiştir ve camiasında zikr etmiştirki, İbni uyayne dediki: «O ntedine âlimi, Mâlik bin enesdir.»

— Bu görüşün aynısını, Abdurrazakda söyledi, tshak bin Musa de­di : İbni uyayneden işittim, o medîne âlimi, Ömeriyyüzzâhlddir ve is-mlde, Abdulaziz bin Abdullahdır.) [174]

 

Îzahat
 

Ebî Hureyre (RA) Peygamber efendimizden kinaye tarîki ile mev-jtûf en beyan buyurmuştur.

Bu hadîsi şerifde bâzı hususlara işaret olduğu şöylece sıralanmak­tadır :          .

a)  İnsanların, ilini talebi için çok hırslı ve gayretli olmaları gerek­tiğine veya ilim tahsiline hırsla devam etmek başarının sırrı  olabile­ceğine işarettir,

b)  îlim tahsili için uzak yolları kat edib ulaşmak için, o gün en kuvvetli vasıta deve olduğundan, devenin sur'atla yola şevki hususu beyan buyurulmaktadır. Bu teşbihli cümlede günümüzün vasıtalarından en suratlısı ile ilim tahsiline gidilmesi hususuna, işaret olsa gerektir.

c)  Bu hadîsi şerifin ilk cümlelerinde yakın zamanda suratlı deve­lerle ilim tahsiline çıkacaklarını beyan buyurmakla, yakın zamanda insanların uzak memleketlere çok sür'atlı vasıtalarla yolculuk yapa­caklarına işaret vardır.

d)  îlim tahsili için, her türlü sıkıntıya Katlanarak uzak mesafelere gidib ilim Öğrenmek, en ciddî ve en şerefli gaye ve amellerden olduğu­na işaret olsa gerektir.

e)  Birde ilim talebi için nereye gidilirse gidilsin, hiç bir kimsenin medine-i münevvere âliminden daha üstün âlim bulunamayacağını bu­yurmakla, kendisine en yakın zamanda o şehirde ashab ve tabiîn ol­makla, ilim adamlarının ve nuru risâletin bereketi olan fâzılların bil­gilerine müracaat etmenin lüzumuna işaret olsa gerektir.

Zira sahabe ve tabiîn devrinden sonra, pek çok âlîm ve fazıllar, medine-î münevvere şehrinin âlimleri etrafa yayılmakla medîne-i mü-nevverenin dışındaki beldelerde zuhur edib gelişmişlerdir.

f)  Hadîsi şerifin son cümlesindeki hükümde birde «Medîne âlimin­den daha iyi bilen âlimin bulunamıyacağmı» buyurmakdan maksad, Resulü ekrem efendimizin bizzat kendisidir.

Yani, her ne kadar sür'atlı vasıtalarla diyar diyar dolaşıb ilim tah-sü etselerde, yine medîne şehrinde karar eden zâtı pâki Muhammed (S.A.V) gibi âlim bulamıyacaklardır.

g)  Veya Medîne âliminden murad, Süfyan bin uyeyne (R.A) gibi suyuk âlimlerin büyük müctehid İMAM-ı Mâlik hazretlerinin yakın zamanda Medîne-t münevverede zuhur edib bu kemâle   erişeceğine işaret vardır.

îlmi Teymiyye merhum bir eserinde şöyle yazmıştır :

«Alimlerin en efdalları, ilimlerinin çokluğu veya güzelliklerin en iyi şekilde olduğundan Ashabı kiramın ve onlardan sonra gelenlerin (tabiîn ve tebe-i tâbiînlefin) âlimleridir.

— Bununla beraber Resûlüllah sallallâhü aleyhi vesellemin hadi-sinin hepsini bir kişinin ihata edib bellemesi, hiç bir İddia ile mümkin olamaz. Bak ve dikkat etki, Resûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem-in, hallerini, sünnetlerini ve bütün işlerini ümmetin en âlimi olan hulefâ-i râşidin (dört büyük haîlîe) de böyledir (yâni, hadîsi şeriflerin hepsini belleyip ezberleme imkanına vâsıl olamamışlardır)......»[175]

Tercümesi:

247 - (50) Yine ondan (Ebî Hureyre RJV den) mervîdir, bildiği­me göre Resûlüllah (S.A.V) buyurdu:[176]

«Muhakkakki, Allâhü teâla bu ümmet için her yüz senenin başın­da o ümmetin dînini tecdid edib yükselten kimseyi gönderir.» [177]

 

İzahat
 

Bu mübarek hadîsi nebevide de, Resulü ekrem efendimiz, kendisin­den sonra gelecek asırlardaki, her yüz senenin başında dîni mübîni is-lamı, olduğu gibi safiyeti ile bilib, bildiği ile amel edib ve insanlara sünneti Bid'atdan ayırt ederek beyan edib ilmi ve ehlini aziz kılan, Bid'-at ve Hurafeleri yok edib ve Bid'at ehlini mahveden, hakkı diken bir müceddidi, halikı zülcelâl göndereceğini beyan buyurmuştur.

Hadîsi şerifde, «Bu ümmet için» den murad ümmeti icabet ve üm­meti davettir. Yâni inanan ümmet ve İmana davet edilen kâfirlere şâmildir. Ümmet hakkında tarif ve İzah, birinci ciltde yazılmıştır.

Hadîsi şerifde, «Her yüz senenin başında» Cümlesini açıklayalım. Yani, Hicreti nebeviden veya milâdî gibi diğer senelerin her yüz sene­sinin ya sonunda veya evvelinde ilmin azaldığı, sünnetin yok hâle gel­diği ve cehaletle Bid'atın çoğaldığı bir zamanda, bir müceddid, Allah tarafından.o millete gönderilirki, ilmi ve ehlini takdir ettirir, sünneti işler ve işlettirir, cehaletin taassubunu yıkar, Bid'at ve Bid'atcılan mahvu perişan eder.

Hadîsi nebevide «Müceddid» kelimesinin tevil ve tesbîti hususun­da ulemanın pek çok beyanları olmuştur. Bâzıları kendi mezheblerine mensub olan âlimlere «Müceddid» diyerek tevil yolunu tâkib etmiş­lerdir. Bâzılarıda, kendi memleketlerindeki âlimlere mûceddidlik izafe­tinde bulunmuşlardır.

Şâfih Aliyyülkârî merruım bu beyanlardan sonra şu hususlara dikkati çekmiştir:

«Evlâ olan, hadîsi şerifi umûma hamletmektir. Zira hadîsi şerif-deki «men=kimse» lafzı, bir kimseye ve pek çok kişiye şâmildir.

— Öyle olunca yine sâdece fakihlerede inhisar edilmemelidir. Çünkü her ne kadar ümmetin menfâati dîniyyeleri, bunlar tarafından daha çok karşılanıyorsada, ümmeti Muhammed, ülül emirden, badis ulemasından, kurrâlardan, vaizlerden ve zâhidlerdende çok kerre faydalanmakdadırlar.

Zira dinin hıfzı, siyasi kanunların (Tenfîzi ahkam ve cezaî müey­yidelerin) Ve adaletin icra ve tesisi, ülül emrin vazifesidir.

Keza ilmi kıraatcılar (kurralar) ve badis âlimleri, kur'anı keri­min inzal plunuşunu ve hadîsi şeriflerin zabdını sağlayıb öğretmekde menfaatları vardır. Kur'an ve hadis, şeriatın aslıdır. Asıl ve esas olan bu delillerin ilmi, kurra ve hadis ulemâsından öğrenilmektedir.

Vaizlerde, ümmet-e vaaz,u nasihatları ile faydalı oluyorlar ve tak­vaya sarılma hissini telkin ediyorlar. Keza zâhidlerde, zühtü takva yo­lunda pek çok faydalar sağlamaktadırlar.»

Dîni mübîni islâma; dirayetli, kabiliyyetli, ihlaslı ve metanetli âlimler, kendi sahalarında bildikleri kadar hizmet edib ümmeti irşad etmişlerdir. Öyle olunca her sınıf ve sahanın âlimlerinden, her mem­leketin ve her kavm ve cemaatın, her yüz sene sonunda veya başında bir müceddidi gelse, gerektir.

Şârih Aliyyülkârî merhum bu hususu şu satırlarla beyan etmekte­dir : .

«Benim nazarımda en açık olanı, Alâhü teâla daha âlâsını bilir, Fa­kat müceddid kimseden murad, bir şahıs değildir. Belki müceddidden murad, her hangi bir cemaat içinde, bir belde bir fen veya umuru tak-rîriye ve tahririye den müyesser olduğu kadar ile şer'i âlimlerin pek Çok ienlerinde âlim olan bir kişinin, o cemaatı tenvir suretiyle müced­did olabileceğidir.

—  Bu şekildeki tenvir ise, dînin Şakasına, yıkılmamasma ve kıya­mete kadar hükmünün yaşayıb hâkim olmasına sebeb olur.

—  Şek ve şüphe yokdurki, hu şekildeki tecdid (bir müceddidin dî­ni ihya etmesi) izafî bir işden ibarettir. Çünkü ilim, her sene tenzil edib düşmektedir. Cehaletin her sene terekkî edib arttığı gibi.

—  Binâenaleyh zamanımızın âlimlerinin terâkkisi, bulunduğumuz zamanda ilmin tenezzülü (azalıb inmesi) sebebiyle hasıl   olmuştur (yani, dâhi âlimlerin yokluğu ile, cılız bilginler, âlim olarak değer kazanmışlardır.)

—  Böyle olmasa, bu takdirde ilim, amel, hılım, fazilet, mes'elenin tahkik ve tetkiki yönünden mütekaddimîn uleması ile müteahhirîn uleması arasında bir değerlendirme münasebeti olmazdı (elbet sele­fi sâlihinki, mütekaddimîn uleması, yukardaki sayılan   faziletlerde, müteahhirîn ulemâsından efdaldırlar). Zira   müteahhirîn    uleması. Peygamber sallallahü aleyhi veselleme, zaman bakımından  mütekad­dimîn ulemasından daha uzaktır. Bu şekildeki uzaklık ise, nur ve ışığa uzaklık karanlığı daha çok gerektiren ve nurun daha az yansımasına ve zuhuru görülen hal gibidir.

Buna Enes bin mâlik (R.A) den mefrû olarak rivayet edilen Bu-harîdeki şu hüküm delâlet eder:

«Ümmetim üzerine, bulundukları zamandan sonra gelen zaman, ancak şerli olarak gelir.»

Tabarânî kebîr de, Ebidderdâ (R.A) den mefrû olarak şöyle rivayet etmiştir:                             

«Mutlaka (bir birini tâkib eden) her seneki, ancak o sonraki sene­de hayır noksanlaşir, şer artar.»

fimi Atroas (R.A) da şöyle demiştir :

«Bir birini takib eden her senede, mutlaka İnsanlar, Bid'atlar yaşa-yıncaya ve sünnetler ölünceye kadar, sonraki şelflerde sünnetleri öl­dürürler ve Bid'atları ihdas ederler.»

—  tşte bir nebze bahsu beyanda bulunduğumuz şu mes'elelerde, yine o selefi sâlihînin ilimlerinin herekti ve onların imdadının netice­sidir. Binaenaleyh bize vâcib olan, mütekaddîmin (evvel geçen) ule­mânın  (âlimlerin) hepsinin (Allah hepsinden razî olsun), kıyamete kadar faziletli olduklarını îtiraf edib kabul etmemizdir.»[178]

Abdullah Bin Mes'ud (R.A) da şöyle demiştir : «Sizin üzerinize gelen senenin akabinden gelen her- sene, mutlaka daha evvel geçen seneden şerlidir.

—  Dikkat ediniz; elbetde ben gelen sene geçen seneden daha bit-gisi az ve kurak olacakdır, demiyorum ve ben bir emîri diğer bir emir­den (geçen emir, gelecek emirden) hayırlı olacakdır, demiyorum.

__Ancak ben diyorumki, sizin âlimleriniz, hayırlılarınız ve fakihlerîniz (Şeriat âlimleriniz) giderler (ölürler), sonra onların   halefini (kendilerini takib eden aynı muhteremleri) bulamazsınız.

—  îşte o zaman bir kavm (cemaat) gelirki, bütün işleri kendi rey­le (kendi görüş ve düşünceler) rine göre kıyas edib hüküm keserler.»[179]

Muhterem sahabenin bu sözlerini müşahede etmekle, bir keramet zuhur etmiş oluyor.

Şimdi buraya kadar hulâseten îzah etmeye çalışdığımız hadîsi şerif ile diğer hükümlerden şu hususlar, anlaşılmaktadır :

a) Alâhü teâla bu ümmeti Muhammed içinden, her memleket, her kavm ve cemaata, sünneti iyi bilen ve bildiği ile amel eden, Bid'atları ve ehillerini yıkıb sünneti ihya eden, şeriat' âlimi bir müceddîdi, o memleket ve milletin hal ve amellirini anlar ve anlatır kabiliyyetler, gönderecektir. Ve bu Müceddİd, hicrî veya Rûmi gibi diğer asırlardan her asrın (her yüz senenin) sonunda veya evvelinde gönderileceği be­yan edilmiştir. Yani, ümmetin fesadlığı asrın sonunda veya evvelinde şuyû bulursa, o zaman gönderilib ilmî şahsiyetini ve vazifesini icra edecektir.

h) Bu müceddld, Dînin ve hükümlerinin ihmal edildiği, din adam­larının küçük görüldüğü, ilme değer verilmez hale geldiği, sünnetlerin terk edilib Bid'atlann ihdas edildiği, Cehaletin çoğalıb câhillerin âlim gibi hüküm kesib beyanda bulunduğu bir zamanda, dînin şerefini koru-yub tanıtmak, din adamlarına hürmet ve saygıyı sağlamak, ilmi irfâne değer verib ilmin ve ehlinin kıymetini bildirmek, sünneti ihya etmek ve Bidati öldürmek ve cehaletin sultasını yıkmak için gönderilir.

c) îzâhat-m son kısmında temas edilen .bir hususda, «gelen se­nenin geçen seneden daha şerli (kötü)» olacağı beyan edilmiştir.

Bu hususdada çeşidli yorumlar ve açıklamalarda bulunanlar olmuş­tur.                                                                                                     

Bâzı âlimler; Geçen sene, nurlu hayat olan Peygamber efendimize gelen seneden daha yakın olduğu için, geçen sene gelecek seneden daha hayırlıdır. Öyle olunca gelen senede, geçen seneden daha şerli­dir. Bir evvelki asırda, sonraki asırdan daha hayırlıdır.

Mesela : Ashabı kiramın bulunduğu asır, sahâbe-i kiramdan songeîen asırdan (yüz seneden), daha hayırlıdır.

Büyüklerin sözü ekseriyeti içine alan hükme dayalıdır ve o zaman­ların için de ihlaslı kişilerin daha çok olduğuna veya olabileceğine binaendir.

Ve bu büyüklerin sözleri, bazı âyeti kerime ve hadîsi nebevilere müsteniddir.

Bir âyeti kerimede şöyle duyurulmuştur:

« (îman ve amelde) ileri geçenler, (fazilet ve mukâfatdada) ileri geçenlerdir.» (Vakıa sûresi, 10)                                                           

Bir hadîsi nebevîdede şöyledir:

«İnsanların hayırlısı, benim bulunduğum asırdakîler (yüz yıldaki-ler) dir. Ondan sonra onları tâkîb eden asırdâkilerdir. Ondan sonra onları tâkib eden asırdâkilerdir.» Bir rivayette de; «O üçüncü asırdaki-lerden sonra ,yalan fâş olur. Binaenaleyh onların (üçüncü asırdan son­ra gelenlerin) sözlerine ve fillerine îtimad etmeyiniz.» [180]

Evet büyüklerin dayanağı bu iki ana delilki, kitap ve sünnetir. Ve bu hükümler, ekseri zaman ve o zamanlarda yaşayan insanlara şâmil­dir. Bu demek değildirki, o zamanlardan ve o zamanlarda yaşayan in­sanlardan sonrada faziletli kişiler gelmiyecektir! Hayır gelmiştir ve gelecektirde. Müceddid müjdesi de bu cümleden birisidir.

Mesela : Haccacdan sonra, Emevî Halifelerinden Ömer Bin Ahdul-

aziz (R.A) gelmiştir. Haccacm devri z,ulumle idare edilirken, hu zatın zamanındada Adalet ve hakkın infaz ve icrası hâkim olmuştu.

Bununla beraber, Haccac zamanında pek çok sahabe olmakla, Ömer bin Abdülaziz (R.A) zamanında hiç bir sahabe kalmamıştı. Öyle olunca zaman ve sene itibariyle, haccacm bulunduğu zaman, fa­ziletlidir. İcraat ve insanlık bakımından, Ömer bin Abdülaziz (R.A), haccacdan fersah fersah üstündür. Kabili kıyas değildirler.

Şu halde asrın değerlendirilmesi, senenin ve asır ile senelerde yaşayıb icraatda bulunan kimselerin, îman, amel ve ahlak bakımından değer taşımaları ve değerlendirilmeleri, çok' dikkatla araştırmak ve incelemek geTekir. Çok değişik yönleri vardır.

Birde beyan edilen hükümlerin, ekseriyete tealluk ettiğini bilib, zaman zaman değişib hal, hareket ve şahısların meydana gelebilece­ğimde dikkata almak lâzımdır. Zira «târih tekerrürden ibarettir», deni­len, ifâdeler gibi hayatda alt üst olma, halleri olabilir.

Bu din kıyamete kadar baki olacağına göre, kıyamete kddar, di­nin mümessilleri ve dînin ihya edicisi müceddidlerini, Alâlhü teâla kud-

reti ilâhisi, ile yaratıp çorak topraklarda yetişen huda-i nâbitler gibi, yetiştirecektir. Böylece dînin mübelliğleri ve muallimleri, kıyamete ka­dar devam edecektir.

Bu son îzâhat hakkında, «İslama Sokulan Bid'at ve Hurafeler» aOli eserimizin ikinci cildine müracaat etmek faydalı olur.

Tercümesi:

248 - (51) İbrahim bin Abdurrahman el ozri (R.A) den mervîdir, dedi:

Resûlüllah (S.A.V) buyurdu:

«Bu ilmi (kitap ve sünnetin ilmini), haıefin (sonradan her asırda gelenin) her birinden itimada layık olan âdil kimseler hıfzeder. Bu âdil kimseler, bu ilme musallat olan azgın bid'atcıların tahrif atlarını, bâtıl ve hayalcılann iödia ve sözlerini ve câhillerin tevillerini nefyedih yok ederler.»[181]

Gelecekte Câbirin (R.A) Hadisini : «ilminden âciz olanların Şifası, (âlimlerden) sormaktır» înşâallah teyemmüm babında zikredecğiz.

(Not : Râvî İbrahim bin Abdurrahman (SAV), Ashabdan veya tâbi-îndenmi olduğu ne şerhde ve nede diğer kitaplarda bulunamamıştır. Ancak hazâa kabilesinden özre bin ebî saad-e mensub olduğu zikredil­miştir.

Hadîsi şerifin hükmü ile ilgili bir nebze izahat, bir üstdeki hadîsi şerifin îzah bölümü ile daha evvelki izahatlarda beyan edilmiştir. Ayiı-ca birinci cildin «kltab ve sünnete sarılma bahsi» ile «îslâma Sokulan Bid'at ve Hurafeler» adlı eserimizde zikredilmiştir. [182]


[67] (Mirkat, C. I, 225)

[68] (Mirkatül mefâtih, C. I, 225)

[69] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 74-76.

[70] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 76-79.

[71] (Tehzibül Esma, C. i, 147)

[72] (Tehzîbül Esma, C. 1,147)

[73] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/79-80. 

[74] (Mirkâtülmefâtih, C. I, 228)

[75] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 80-82.

[76] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/  82-83.

[77] (Mirkâtülmefâtîh, C. I, 229)

[78] (Mirkâtül mefâtîh, C. 1,229)

[79] (Ebû Dâvud, İbni Mâce)

[80] (Müslim, Ebû Davûd, Fthul kebir, 280)

[81] (Mirkat, C. I, 230)

[82] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 83-88.

[83] (Mirkat,C.I,230)

[84] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 88-90.

[85]  (Mirkat, C. I, 223)

[86] (Mirkat, C. I, 231)

[87] (Mirkâtül mefâtih, C. I, 20)

[88] (Receb efendi, C. 1,149)

[89] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 90-98.

[90](Mirkat, C. I, 232)

[91] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/98-100. 

[92] (Tarifatı Seyyid, 63)

[93] (Zâdülmesîr, C. î, 324)

[94] (Beyhakî, ibni mâce, Feyzulkadir, C. I, 542)

[95] (Telhis şerhi Atval, S. 2)

[96] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 100-104.

[97] (Fethulkebir, C. I, 265)

[98] (İbni Mâce, Berîka, C. 1, 368-369)

[99] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 104-107.

[100] (Fethul kadir, kitabul kerâhiye)

[101] (Kenarlı Berîka, C. 4. S. 77)

[102] (Ahmed bin hanbel, nesaî)

[103] (Mirkâtül Mefâtih, C. I, 233)

[104] (Şerhi Şir'atül islâm, 47)

[105] (Bak e! Medhal, C. 1,78)

[106] (tbniAbidm,C.I,58)

[107] (Ebû Dâvud)

[108] (îbni Abidîn, C. 1,63)

[109] (Keza bak, îbni Abidin, C. 1,51)

[110] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 107-122.

[111] (Mirkat,C.I,234)

[112] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 122-124.

[113] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/  124-125.

[114] (Hadîsi, Tirrmzî rivayet etmiştir.)

[115] (Hadîsi, Ahmet Ebû Dâvud ve Tirmizi rivayet etmiştir.)

[116] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 125-126.

[117] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 127-128.

[118] (ŞerhiAkâid,4)

[119] (Şerhi Tâlimül müteallim, 31)

[120] (Tâlimül müteallim)

[121] (Tarihi Ahmed Refik, 50)

[122] Bak, Berîka, C. 1, 96)

[123] (Şerhi Akâid, 71)

[124] (Merakıl felah tahtavîsi, 8)

[125] (Fethul kebirce. I, 154)

[126] (Fethul kebir, C. 3, 245)

[127] Küçük ebad fıkhui ekber şerhi, 359)

[128] (Aliyyülkârînin küçük ebad fıkhul ekber şerhi, 359)

[129] (Kenarlı Berîka, C. 1, 100)

[130] (Hadîsi, Ahmet, Ebû Dâvud ve ibni mâce rivayet etmiştir.)

[131] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 129-143.

[132] (MirkatfC.I,235)

[133] (Mirkat, C. 5, 82)

[134] (Mişkat şerhi Mirkat, C. 5,82)

[135] (Elmedhal,C.3,3l6)

[136]  (Mirkat, C. I, 235)

[137] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 143-146.

[138] (Mirkat, C. I, 236)

[139] (Mirkat, C. I, 236)

[140] (Celâleyn ve Hâzin)

[141] (Celâleyn ve Hâzin)

[142] (Yazma eyyülhelveled Şerhi, 37)

[143] (Müslim, Akkirmâni, 217)

[144] (Tabarânî, kenarlı Berîka, C. 2| 155)

[145] (Kenarlı Berîka, C. 2, 155)

[146] (Hadîsi, Tirmizî rivayet etmiştir.)

[147] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 146-154.

[148] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/1654-155. 

[149]  (Keza, bak, Mirkat, C. I, 240)

[150] (Keza mecâmiül hakâik, S. 305)

[151] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 155-160.

[152] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 160-161.

[153] (Keza meemuatürresâili, -îbni Abidin, 12)

[154] (Mecmuatürresâil=li ibni Abidin, 13)

[155] (Keza Bostânjulârifin, 10)

[156] (Safahat, 277)

[157] (Sünenî Dârimî, C. 1, S. 54)

[158] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/161-166. 

[159] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 166-168.

[160] (Takrîbüttehzib, C. 2, 72)

[161] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 168.

[162] (MirkaVC.1,242)

[163] (El kavlüssedfu fiilmittecvid, 3)

[164] (Keza Dürrünnazîd, 42)

[165]   (Hepsi Mirkâtülmefâtih, C. I, 243)

[166] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 168-173.

[167] (Mirkat, C. I, 245)

[168] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 173-176.

[169] {Tirmizî, Nesâî)

[170] (Hadîsi, EM Dâvud rivayet etmiştir.)

[171] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 176-180.

[172] (Hadîsi, Tirmizî rivayet etmiştir.)

[173] (Hadîsi, Tirmizı rivayet etmiştir.)

[174] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/  180-182.

[175] (Mecmuatürresâil li ibni teymiye, 56)

[176] (Hadîsi, Ebû pâvud rivayet etmiştir.)                                       

[177] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 183-184.

[178] (Mirkad,C.1248)

[179] (Süneni Dârimî, C. I 65)

[180] (Buhâri, Müslim)

[181] (Hadîsi, BeyhaKî rivayet etmiştir.)

[182] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 184-189.