- İyiliği Emr Kötülükten Men

Adsense kodları


İyiliği Emr Kötülükten Men

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Fri 10 August 2012, 12:28 pm GMT +0200
6- İyiliği Emr, Kötülükten Men Hak Ve Vazifesi

Rasûlullah tarafından çokça vurgulanmış olan altıncı prensip, her müslüman fert gibi devletin de iyi ve doğru olanı emretme (emr-î bil ma'ruf), kötü ve yanlış olandan men etme (nehy-i anil münker) hak ve vazifesidir. Bu prensibe göre İslâm devletinin en önde gelen vazifesi, îslâmî hayat tarzını, hiçbir değişikli­ğe yer vermeksizin tesis etmek ve İslâm'ın ahlâkî ölçülerine göre İyi ve faziletli olanı yaymak ve toplumdaki kötülüğü yok etmek­tir. Kur'ân, İslâm devletinin gayesini şu söz­lerle açıklamaktadır: "O (Allah'ın dinine yar­dım eden)leri yeryüzünde iktidara getirdiği­miz takdirde (zorbaların yoluna sapmazlar, bilâkis) namazı kılarlar, zekât verirler, iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışır­lar." (22:41).

Kur'ân'ın beyanına göre bu aynı zamanda, İslâm ümmetinin de amacıdır: "Böylece sizi orta bir ümmet yaptık ki, insanlara şahit olası­nız, Peygamber de size şahit olsun." (2: 143). Yine Âl-i İmrân sûresinde şöyle buyurulmak-tadır: "Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men edersiniz Ve Allah'a inanırsınız..." (3: 110). Hz. Muhammed 'den önce gelen bü­tün peygamberler de aynı vazifeyi yüklenmiş­lerdi: "Şöyle ki, dini doğru tutun (Allah'ın bildirdiğine inanın ve onun gönderdiği hü­kümlere teslim olun. Hurafeler karıştırıp dini bozmayın) ve onda ayrılığa düşmeyin." (42:13). Gayri müslimlere karşı verdikleri mücadelelerinin gayesi de Kur'ân'a göre şu idi: "Oysa kendilerine, dini yalnız Allah'a hâlis kılıp O'nu birleyerek Allah'a kulluk et­meleri, namaz kılmaları, zekâtı vermeleri em­redilmişti. İşte doğru din budur." (98: 5). Bu­na göre İslâm devletinin gayesi, bütün bir sis­tem olarak dini tesis etmek ve İslâm toplu­munun yapısını ve karakterini bozacak hiçbir şeyi ona karıştırmamaktır. Son nokta Allah Rasulü'nün dilinde şöyle vurgulanmakta­dır: "Dikkat edin! (Yolumuzda) uydurulmuş şeylerden uzak durun. Uydurulmuş olan her şey bid'attır ve her bid'at da dalalet(sapık-hk)tir." (Mişkât). Hz. Peygamber'den bu konuda rivayet edilen diğer iki hadis şöyle­dir: "Kim bir bid'at (uydurma şey) icat ederse, İslâm'ın tahribine yardım etmiş olur." ve "Allah İndinde sevilmeyen üç tür insandan birisi, İslâm'da cahiliye usûlleri yoluna giden kimsedir." (Mişkât, Mevdûdî, Khilafat-o-Mulukiyat). Burada; hakikatleri söylemek, iyi ve doğru olanı desteklemek ve toplumda ve devlette her nerede yanlış ve kötü bir şey görürse, elinden geldiğince onu kontrol edip durdurmanın, müslüman toplumdaki her va­tandaşın hakkı olduğu kadar görevi de oldu­ğunu vurgulamak gerekir. Kur'ân-ı Kerîm bunu, şu kelimelerle emretmektedir: "İyilik ve takva üzerinde yardımlasın, günah ve düş­manlık üzerinde yardımlaşmayın." (5: 2). Ahzâb süresindeki şu ifadeler: "Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğru söz söy­leyin." (33:70) ve Nisa süresindeki şu ifade­ler: "Ey iman edenler! Adaleti tam yerine ge­tirerek, Allah için şahitlik edenler olun; ken­dinizin, ana babanızın ve yakınlarınızın aley­hinde bile olsa, (şahitlik ettiğiniz kimseler) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrıl­mayın!)" (4:135) bu konuda rehberdir. Tevbe sûresinde de şöyle buyurulmaktadır: "Müna­fık erkekler ve münafık kadınlar birbirlerindendir. Kötülüğü emrederler, iyilikten men ederler ve ellerini sıkı tutarlar... Mü'min er­kekler, ve mü'min kadınlar birbirlerinin velîsîdİrler. İyiliği emrederler, kötülükten men ederler." (9: 67, 71). Kur'ân mü'minle-rin ayırdedici özelliğini de şöyle belirtmekte­dir: "...iyiliği emredip kötülükten men eden ve Allah'ın sınırlarını koruyanlardır..." (9: 112). Rasûlullah bu konuda şöyle buyur­maktadır: "Her kim bir kötülük görürse he­men onu eliyle değiştirsin. Eğer (eliyle değiş­tirmeye) muktedir olamazsa diliyle (kınasın, korkutsun). Şayet, (diliyle de) değiştirmeye gücü yetmezse kalbiyle (onu reddetsin, ondan nefret duysun). Kalben benimsememek ima­nın en zayıf derecesidir." (Müslim, Tirmizî, Ebu Davuâ). Allah'ın Peygamberi bir başka hadîsinde şöyle demektedir: "Allah'ın ben­den önce herhangi bir ümmete gönderdiği peygamberin, muhakkak o ümmet içinde (ona inanan) havassı ve ashabı olurdu. Bunlar o peygamberin sünnetine yapışırlar, emirleri­ne uyarlardı. Sonra arkalarından öyle kötü nesiller gelirdi ki, yapmadıklarını söylerler, enırolunmadıklannı da işlerlerdi. Her kim bu kötü nesillere karşı eliyle cihad ederse, o mü'mindir. Her kim onlara diliyle karşı ko­yarsa o da inanmıştır. Her kim onlara karşı kalbiyle mücahedede bulunup buğz ederse o da mü'mindir. Bu kalbî mücahedenin ötesin­de hardal tanesi (kadar) iman(dan eser) yok­tur. (Müslim). Ebu Said el-Hudrî'nin rivayet ettiği bir hadiste de Peygamber şöyle bu­yurmuştur: "Cihadın en üstün mertebesi zâlim sultan huzurunda hakkı söylemektir." (Ebu Davud, Tirmizî, Neseî ve ibni Mâce). Ebu Bekr es-Sıddîk da Rasûlullah'den şu rivayette bulunmuştur: "İnsanlar zâlim(in zulmünü) gördüklerinde onun zulmünü en­gellemezlerse, Allah yakında hepsini nezdin-den göndereceği bir azâb uğratır." (Ebu Da­vud, Tirmizî ve Neseî); "İşte benden sonra üzerinize (bir kısım) idareciler gelir ki, onla­rın yalanlarına 'doğrudur' diyenlerle, onların işledikleri zulümde kendilerine yardım eden­ler, benden değildir, ben de onlardan değilim­dir." (Neseî). "Yakında üzerinize, maişetiniz ellerinde olan öyle insanlar yönetici olurlar ki onlar, sizinle konuştuklarında yalan söylerler. Bİr şey yaptıklarında, kötü ve yanlış yaparlar. Onların kötü yollarını Övmedikçe ve yalanla­rını onaylamadıkça, sizden hoşnut olmazlar. O zaman siz de onları yola getirmek için kar­şılarında hakkı söyleyiniz. Eğer onlar ölçüyü kaçınırlarsa ve bir kimse hakikati konuştu­ğundan dolayı öldürülürse, elbette ki o şehid-dİr." (Kenzû'l-Ummal). Rasûlullah ayrıca, idarecileri memnun etmek için, Allah'ın rıza­sı hilâfına konuşan (bir şey yapan) kişinin, Allah'ın dininden çıkacağını belirtmiştir. (Kenzu'l-Ummal).

Kur'ân âyetleri ve Peygamber'in sözleri, iyiliği emredip kötülükten men etmenin, islâm devletinin, ferdî ve toplu olarak müslüman vatandaşların vazgeçilmez görevleri ol­duğunu açıkça ortaya koymaktadır. Gerçek­ten, iyi ve doğru olanın teşvik edilip, kötü ve yanlış olanın mahkûm edildiği bir toplum te­sis etmek, devletin temel bir görevi olduğu kadar hakkıdır da. Bu görev devletin yanında müslümanlara da düşmektedir. Müslümanla­rın gerek ferden gerekse kollektif olarak, top­lumda iyiliği emredip kötülükten men etme­leri ve böyle bir toplumun oluşturulması için devlete yardımcı olmaları gerekmektedir. Bu konuda bir kısım vatandaşlarda görülecek al­dırmazlık, imanlarmdaki zayıflığın bir yansı­ması olacaktır.