saniyenur
Mon 13 August 2012, 01:52 pm GMT +0200
8- İyi Niyetli Ve Sağlam İtikad Sahibi Olmak
Hâlis bir niyet, kalbi Allah'ın nuru ile aydınlatır; onu, bu yüce dînin özüne ulaştırır, yalnız gerçeğe yöneltir ve gerçekten başkasına meylettirmez. Yüce Allah, ihlasli kimsenin kalbine hikmet kapılarını açar ve doğru yolu göstererek onu hatâdan korur. İslâm, ancak kalbi ihlasla aydınlanmış olanların idrak edeceği bir nurdur. Bidat ve nefsî arzularının peşine düşerek veya temiz bir kalble nass'lara yönelmemek suretiyle itikadını bozan kimsenin düşüncesine, tefekkür kudreti ne olursa olsun, onu doğru hüküm çıkarmaktan alıkoyan bir şey musallat olur; çünkü kötü niyet, düşünceyi de kötüleştirir. Bundan dolayıdır ki, kendilerinden sonrakilere o derin fıkıh mirasını bırakan büyük imamlar, fıkıhta ün yapmadan önce ihlas ve takvâlarıyla meşhur olmuşlardır. Onlarla ilgili haberler nur ve irfanla doludur.
İslâmî hakîkatı araştırmada ihlas, araştırıcıyı öyle bir hale getirir ki, o bu hakikati nerede bulursa bulsun alır, taassuba kapılmaz, mutlaka kendi görüşünün doğru olduğunu ve başkalarının yanıldığını farz etmez. Nitekim büyük imamların hepsi, "bizim görüşümüz doğrudur, yanlış da olabilir; başkalarının görüşleri yanlıştır, doğru da olabilir" derlerdi. Onlar, başkalarının görüşlerinin doğru olduğunu anlayınca kendi görüşlerinden vaz geçerlerdi. İmam Şafiî, Sünnet'e olan bağlılığı sebebiyle, "Hz. Peygamber'in hadîsine muhalefet edersem hangi yer beni taşır ve hangi gök beni gölgelendirir?" derdi. Yine O, "Bir Hadis görürseniz ona sanlın ve benim görüşümü duvara çarpın!" derdi. Ebu Hanîfe de, "Bu, bizim ulaştığımız en iyi neticedir; kim bundan daha iyisine ulaşırsa ona uysun!" derdi.
Şâtıbî'nin deyişiyle içtihad, müctehidi Hz. Peygamber'in postuna oturacak bir dereceye yükseltir ve bu sayede o, Allah'ın hükümlerini açıklar. Hal böyle olunca bid'atve nefsi arzularına uyanlar, bu dereceye nasıl ulaşırlar!
Hâlis bir niyet, kalbi Allah'ın nuru ile aydınlatır; onu, bu yüce dînin özüne ulaştırır, yalnız gerçeğe yöneltir ve gerçekten başkasına meylettirmez. Yüce Allah, ihlasli kimsenin kalbine hikmet kapılarını açar ve doğru yolu göstererek onu hatâdan korur. İslâm, ancak kalbi ihlasla aydınlanmış olanların idrak edeceği bir nurdur. Bidat ve nefsî arzularının peşine düşerek veya temiz bir kalble nass'lara yönelmemek suretiyle itikadını bozan kimsenin düşüncesine, tefekkür kudreti ne olursa olsun, onu doğru hüküm çıkarmaktan alıkoyan bir şey musallat olur; çünkü kötü niyet, düşünceyi de kötüleştirir. Bundan dolayıdır ki, kendilerinden sonrakilere o derin fıkıh mirasını bırakan büyük imamlar, fıkıhta ün yapmadan önce ihlas ve takvâlarıyla meşhur olmuşlardır. Onlarla ilgili haberler nur ve irfanla doludur.
İslâmî hakîkatı araştırmada ihlas, araştırıcıyı öyle bir hale getirir ki, o bu hakikati nerede bulursa bulsun alır, taassuba kapılmaz, mutlaka kendi görüşünün doğru olduğunu ve başkalarının yanıldığını farz etmez. Nitekim büyük imamların hepsi, "bizim görüşümüz doğrudur, yanlış da olabilir; başkalarının görüşleri yanlıştır, doğru da olabilir" derlerdi. Onlar, başkalarının görüşlerinin doğru olduğunu anlayınca kendi görüşlerinden vaz geçerlerdi. İmam Şafiî, Sünnet'e olan bağlılığı sebebiyle, "Hz. Peygamber'in hadîsine muhalefet edersem hangi yer beni taşır ve hangi gök beni gölgelendirir?" derdi. Yine O, "Bir Hadis görürseniz ona sanlın ve benim görüşümü duvara çarpın!" derdi. Ebu Hanîfe de, "Bu, bizim ulaştığımız en iyi neticedir; kim bundan daha iyisine ulaşırsa ona uysun!" derdi.
Şâtıbî'nin deyişiyle içtihad, müctehidi Hz. Peygamber'in postuna oturacak bir dereceye yükseltir ve bu sayede o, Allah'ın hükümlerini açıklar. Hal böyle olunca bid'atve nefsi arzularına uyanlar, bu dereceye nasıl ulaşırlar!