- İttihat ve Terakki-1

Adsense kodları


İttihat ve Terakki-1

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Tue 22 May 2012, 10:57 am GMT +0200
BİR MİZAH UNSURU OLARAK İTTİHAT VE TERAKKİ-1

Ali Şükrü ÇORUK • 46. Sayı / DİĞER YAZILAR


Birinci Dünya Savaşı’nın kaybedilmesi, aynı zamanda on yıllık İttihat ve Terakki yönetiminin sonudur. Hatalarıyla sevaplarıyla, yönetim anlayışları geçmişte olduğu gibi bugün dahi tartışılan, kıyaslamalara konu olan İttihat ve Terakki’nin başta Enver, Cemal ve Talat Paşalar olmak üzere ileri gelen yönetici kadrosu, 1-2 Kasım 1918 gecesi bir Alman gemisiyle yurtdışına kaçarlar. Türkiye’de kalan İttihatçıların bir kısmı Teceddüt Fırkası adıyla yeni bir siyasî oluşuma giderken bir kısmı da Anadolu hareketine katılırlar. Mütareke döneminde, savaşın ve yenilginin sorumluları olmaları hasebiyle haklarında “Divan-ı harp”ler kurulur, yargılamalar yapılır. Bazıları İngilizler tarafından Malta Adası’na sürülür. Artık Türkiye’de 1908 Devrimi’ni gerçekleştiren ve büyük ümitlerle yola çıkan İttihatçılık’ın tasfiyesi söz konusudur. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi…

Mütareke döneminde İttihat ve Terakki baskısından kurtulan Türk matbuatının üzerinde durduğu belli başlı konulardan birisi de “devr-i sâbık”tır. Matbuatın bu tutumu II. Meşrutiyet ertesinde II. Abdülhamid aleyhinde yapılan neşriyatla aynıdır. Bu defa İttihat ve Terakki’nin ülkeye yaptığı fenalıklar, yolsuzluklar, örtülü ödenek harcamaları, ileri gelen İttihatçıların hayat tarzları matbuatın ana gündemini oluşturur. Böyle durumlarda her zaman olduğu gibi meydan “Bizi dinlemediler, biz uyarmıştık” açıklamaları yapanlara kalmıştır. Kısacası Balkan Dağları’ndan hürriyet “geyiğiyle” İstanbul’a inen ve 1908 ertesinde yere göğe sığdırılamayan İttihatçılar, Mütareke’de “günah keçisi” durumundadırlar. Bunu yapanların arasında kısa süre öncesine kadar kendilerini destekleyen “bir kısım matbuat (basın, medya)”ın yer alması ise dikkat çekicidir.

Bu dönemde yurt dışına kaçan İttihatçı liderler, mizah gazetelerinin de ana malzemesi durumundadırlar. Haklarında yazılan yazı ve şiirlerle, yapılan karikatürlerle alay konusudurlar. Ülkeyi kaçarak terk etmiş olmaları ise İttihatçılar etrafında üretilen esprilerin ortak noktasıdır. Kimi zaman da eski parlak günlerine yapılan atıflarla adeta kan dökücü birer diktatör olarak resmedilirler. Özellikle bu noktada ön plana çıkan kişi Enver Paşa’dır.

DÜNÜN “HÜRRİYET KAHRAMANLARI” MÜTAREKE’NİN “YAMYAMLARI”

Türk matbuatının önemli isimlerinden Sedat Simavi, aynı zamanda mizah basınımızın da önemli isimlerindendir. Mütareke döneminde Diken Mecmuası’nı çıkaran Sedat Simavi, ayrıca dergide neşredilen karikatürleri de çizen kişidir. Savaş sırasında İttihatçılar’la iyi geçinen Sedat Simavi’nin Birinci Dünya Savaşı yıllarında Türkçe ve Almanca olarak neşredilen “Hande” adlı başka bir mizah mecmuası çıkardığını ayrıca belirtelim. Yeni dönemle birlikte tavır değiştiren Sedat Simavi, Diken Mecmuası’nın birinci sayısında neşrettiği bir karikatürde Enver Paşa’yı bir tren lokomotifi olarak resmetmiştir. Bilindiği üzere Enver Paşa’dan hareketle Türkiye savaş sırasında müttefiki Almanlar tarafından “Enverland” olarak adlandırılmıştır. Karikatüre göre savaşın kaybedilmesiyle birlikte Türkiye’yi aynı zamanda İttihat ve Terakki’yi temsil eden tren stop etmiştir. Karikatürün üst kısmında yer alan “Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde” yazısı dikkat çekmektedir. Karikatürün neşredildiği 31 Ekim 1918 tarihinde Enver Paşa henüz Türkiye’yi terk etmemiştir. Ancak iş başından uzaklaşması, yeni dönemle birlikte Türkiye’nin mukadderatında artık isminin anılmayacak olması karikatürlere malzeme olmasına yetmiştir. Derginin bu sayısında İttihatçılar’ın iş başından uzaklaşmasıyla ilgili olarak başka yorum yapılmamış, bir karikatürle yetinilmiştir.

Mecmuanın 14 Kasım 1918 tarihli ikinci sayısında ise Sedat Simavi’nin daha cesur bir çıkış yaptığını görüyoruz. İttihatçıların yurt dışına kaçmış olmalarından hareketle çizilen Enver Paşa karikatüründe, Paşa bir diktatör olarak gösterilmiştir. Mecmuanın kapağında yer alan karikatürde otomobiliyle insanların üzerinden bir “ölüm merdanesi” gibi geçen Enver Paşa, umursamaz bir tavır içindedir. Karikatürün vermek istediği mesaja göre Enver Paşa kendi keyfi, rahatı ve idealleri için yok yere insanları ölüme göndermiştir. Dolayısıyla savaş sırasında can veren milyonlarca insanın sorumlusu Enver Paşa’dır.

Mecmuanın aynı sayısında karikatürün yanı sıra paşaların kaçışıyla ilgili şiirlere de yer verilir. Bu şiirlerde alaydan çok ağır hakaretlere varan bir tavır söz konusudur. Tanınmış mizahçılardan Yusuf Ziya Ortaç’ın “Çimdik” imzasıyla yazdığı “Paşalar Uğurlar Ola!” başlıklı şiirde ilk ele alınan şahsiyet Enver Paşa’dır. Enver Paşa’nın “Dünkü” ve “Bugünkü” durumunun ele alındığı şiirde Paşa, hürriyeti kendisi için isteyen bir diktatör, Turan ideali yüzünden ülkeyi batıran bir hayâlperest, bu ideal uğrunda Sarıkamış’ta binlerce insanın kanına giren bir yamyam olarak nitelendirilir.

“Enver Paşa/Sanmıştık biz seni kahraman bir kalp/Orduda enmüzec zannetti Gökalp
Sen neler yapmadın bu dört senede/Bulunmaz bu hâller bir efsanede
Nereye gittinse tos vurdun önce/Saldırdın ahmakça çekildin bönce
Düşman çift sürerken vatan içinde/Ne işimiz vardı Hind ile Çin’de
Ta Turan nenedir ey Enver Paşa/Tarak yakışır mı böyle kel başa
Dillerde dolaştın masallardaki/Kahramanlar gibi ey kurnaz tilki
Hürriyeti yaptın istibdat için/Fırsat bırakmadın istimdat için
Nalıncı keseri gibi hep yonttun/ El çabukluğuyla milyonlar yuttun
Ey Sarıkamış’ın obur yamyamı/Hakikat mi bu, bir kızıl rüya mı
Padişah damadı hem baş kumandan/Bir yalancı paşa kondüktör baban
Emrine amade koca bir yalı/Şehit kanlarıyla yüzün boyalı”

Yusuf Ziya’nın şiirinde ele aldığı ikinci şahsiyet Cemal Paşa’dır. Cemal Paşa da tıpkı Enver Paşa gibi kan dökücülükle suçlanır. Suriye Valiliği sırasında oldukça sert bir yönetim tarzı sergileyen Cemal Paşa, bu yönüyle şair tarafından Suriye Neron’u olarak nitelendirilir. Ayrıca savaş sırasında yine Cemal Paşa tarafından gerçekleştirilen ve başarısızlıkla sonuçlanan Kanal Seferi de alay konusu edilmiştir. Cemal Paşa’ya “keş” sıfatını lâyık gören Yusuf Ziya Ortaç, eleştirilerini sıralarken atasözlerinden faydalanmayı da ihmal etmez.

“Cemal Paşa/Bahriye nazırı bir palabıyık/Suriye Neron’u denilse lâyık
Günahı söylemek fikrimce sevab/Ne güzel yazmıştı Hazret-i Cenab
Bir hızda dayanıp gittin Süveyş’e/Mısır’a girecek bakın şu keşe!
Dolaştın vatanı elinde balta/Biçareler durdu önünde salta
Binerdin bir kızıl otomobile/Uzaktan bana da şimdi diş bile
Her zaman söker mi kabadayılık/Korkudan yüreğin ediyor tık tık
Mektubunda hâlâ eski cakalar/Seni de Azrail bir gün yakalar
Açlıkla zavallı millet döğüştü/Armudun iyisi sizlere düştü
Sırtına vurmakla yaldızlı palan/Galiba kendini zannettin insan
Yaptığın zulümler vatanı yıktı/Kirli çamaşırlar meydana çıktı
Ne yapsan yüzünden çıkmaz bu kara/Harp karnavalına çıkan maskara
Bırakılır mıydı hiç o ihtişam/Aceleniz nedir böyle a Paşam!
Lunapark kuklası İttihatçılar…”

İttihatçı liderlerin yurt dışına kaçışları dönemin önemli mizah gazetelerinden Karagöz’ün de başlıca gündem maddesini teşkil eder. Gazetenin 20 Kasım 1918 tarihli nüshasında yayınlanan bir karikatürde, İttihatçı liderlerin kuklaları bir lunaparkta oyuncak tüfekler için nişan tahtası şeklinde resmedilmiştir. Karagöz ve Hacivat, Enver, Cemal ve Talât Paşaların kuklalarını göstererek görevli kadına sorar:

“Matmazel bunlara nişan alıp vuracağız. Bunların marifetleri ne? Baykuş gibi mi öterler, kurt gibi mi ulurlar?

Lunapark görevlisi:

“Onların sarı altınlar gibi şakırdayanları, canavarlar gibi kükreyenleri, nargile gibi guruldayanları var!”

Lunapark görevlisinin “sarı altınlar gibi şakırdayan” dediği Suriye Valiliği sırasında yaptığı harcamalarla ve yaşantısıyla adından söz ettiren Cemal Paşa, “canavar gibi kükreyen” dediği Enver Paşa, “nargile gibi guruldayan” dediği ise diğerlerine nazaran halka daha yakın olan ve etrafındakilere karşı babacan tavırlarıyla dikkat çeken Talât Paşa’dır.

Savaş sırasında kullanılan tahsisat-ı mesture (örtülü ödenek) harcamaları da mizah basının üzerinde durduğu konular arasındadır. İttihatçıların iş başından uzaklaşmasıyla birlikte bu alanda yapılan harcamalar, dönemin basınında ayrıntılı bir şekilde yayınlanmıştır. Kullanılan miktarın fazlalığı pek çok dedikoduya sebep olmuştur. Örtülü ödenek hususunda dikkatlerin yoğunlaştığı kişi ise Enver Paşa’dır. Savaş sırasında resmî olarak padişahtan sonra ikinci adam, fiilî olarak ise birinci adam konumunda olan Enver Paşa’nın bu konumundan hareketle espriler üretilir. Karagöz Gazetesi’nde yer alan bir diyalogda kendisini ülkenin sahibi gören bir kişi için örtülü ödenekten yapılan harcamanın makul olduğu vurgulanır: 

“-Aman yahu!.. Bir değil, yüz değil, bin değil yüz bin değil tam dört milyon lira!.. Tahsisat-ı mestureden Harbiye Nazırı, Damad-ı Hazret-i Şehriyarî yakın zamanlara kadar Başkumandan Vekili bunu almış sarf etmiş… Gazetelerde cetveli neşrolundu! Eyvah bu nasıl iş!

- Ha ne diyorsun da bunu söylüyorsun? Memleket ben, millet ben, memleketin ve milletin bütün serveti de ben diye ortaya çıkan adam dört milyon yerine on, yirmi milyon sarf etseydi ne yapacaktık?” (Karagöz, nr. 1121, 23 Kasım 1918, s. 4)

Gazetede yer alan başka bir diyalogda ise İttihatçı liderlerin ihtilâlci kişiliklerine vurgu yapılır. Bilindiği üzere 1908 Temmuzu’nda İttihatçı liderlerin ön ayak olmasıyla Rumeli’de Abdülhamit’e karşı isyan başlamış sonunda Türkiye’de Meşrutiyet ilân edilmiştir. Enver, Talât ve Cemal Paşalar bu yönüyle Temmuz İhtilâli’nin sembol isimleri sayılmışlardır. Bu durum Türkiye’den kaçtıktan sonra Almanya’ya giden İttihatçı liderler etrafında yapılan esprilerde öne çıkarılan bir husustur. Savaş sırasında Almanya’da çıkan ihtilâl, İttihatçı liderlerin Berlin’de bulunmasıyla ilişkilendirilir:

“-Yahu Berlin’de ihtilâl çıkmış gazeteler yazıyor...
-Çıkmasın mı? Bunda şaşacak ne var? Firarî paşalar orada”.

(Karagöz, nr. 1127, 14 Aralık 1918, s. 4)