Eslemnur
Sat 16 October 2010, 02:13 pm GMT +0200
I- İtikâdî Yapısı
Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kaza ve kadere; hayır ve şerrin Allah'tan geldiğine iman etmekten oluşan İslam akaidi, gözle görülmeyen "ğaybî" bir özelliğe sahiptir. Bu iman esaslarını kişi çocuğuna nasıl sunacak? Bunlar karşısında çocuğun tavrı ne olacak? Bu esasların ayrıntılarına nasıl girilebilir? İşte bütün bunlar ve bunlara benzer sorular karşısında ana baba şaşırır ve bu problemlere çözüm yolu bulmak ister. Ancak biz, bu inancın yerleştirilmesi hususunda, Rasûlullah'ın (s.a.v.) çocuklarla ilgili uygulamasından şu beş esası çıkarmaktayız:
A. Çocuğa kelime-i tevhidi telkin etmek.
B. Allah sevgisi, Allah'ın murakabesi, Allah'tan yardım dilemek, kaza ve kadere inanmak.
C. Peygamber (s.a.v.) sevgisini yerleştirmek.
D. Çocuğa Kur'an-ı Kerim'i öğretmek.
E. Çocuğun iman üzerinde sebatı ve bu uğurda fedâkârlığı.
İmam Gazzali, çocuğun imanına ihtimam göstermeye ve küçüklüğünden itibaren bunu telkin etmeye teşvik etmiştir. O, şöyle demektedir: "Bilin ki, imanla alâkalı sözünü ettiğimiz esasları ilk yetişme döneminde çocuğa takdim edilmelidir. Çocuğun ezberlediği bu esasların mânâ ve hikmeti, büyüdüğünde yavaş yavaş ortaya çıkar. Bu bakımdan çocuğa sırasıyla şunlar kazandırılmalıdır: Ezberleme, anlayış (fehm), inanç, kesin bilgi ve tasdik. Bir delil ve burhan olmadan çocuk bunları elde eder. İlk yetişme döneminde insan kalbinin herhangi bir delil veya burhana ihtiyaç duymadan imana açılması, yüce Allah'ın bir lütfudur.[2]
Sonra imam Gazzali, imanın yerleştirilmesi konusunda bize şu yolu göstermektedir:
"İmanını kuvvetlendirmek üzere çocuğun kelam ve tartışma metodunu öğrenmesi faydalı bir yol değildir. Aksine Kur'an tilaveti ve tefsiri, hadis ve hadisin mânâlarıyla, ibadetlerle meşgul olur. Böylece duyduğu ve okuduğu Kur'an ve Sünnet delilleriyle, gönlünde parlayan ibadetlerin nur ve feyizleriyle çocuğun imanı devamlı kuvvet kazanır."
Zira her çocuk, iman fitratı üzere doğar. Nasıl doğmaz ki? "Kıyamet gününde, "biz bundan habersizdik" demeyesiniz dîye Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden nesillerini çıkardı. Onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Onlar da, evet (buna) şahit olduk, dediler."[3]
Şu hadis-i kudsî bu noktayı çok güzel açıklamaktadır: "Ben kullarımı hanîf (her türlü kötülükten uzak, doğru ve mükemmel) olarak yarattım. Ama onlara şeytanlar gelerek dinlerinden çevirdiler. Benim helal kıldıklarımı onlara haram kıldılar."[4]
Molla Aliyyü'1-Kârî, "Her çocuk, fitrat üzere doğar" hadisini şöyle açıklamaktadır: "Çocuk, tevhid ve marifet (Allah'ı birleme ve tanıma) fıtratı üzere doğar. Bu demektir ki çocuk, tabiat ve karakteriyle başbaşa bırakılırsa, kendiliğinden iman yolunu seçecektir. Çünkü o, şeriatı kabullenmeye hazır bir yapıda yaratılmıştır. Çocuk kendi haline bırakılırsa, öz ve fıtratına sarılmayı sürdürür ve başka birşeye meylederek ondan ayrılmaz.
Hadisi şu şekilde anlayan da olmuştur: Her çocuk Allah'ı tanımak ve O'nu ikrar etmek üzere dünyaya gelmiştir. Bu durumda sen, Allah'ın "yaratıcı" olduğunu -O'na başka isim verse de- ikrar ve itiraf etmeyen bir kimse göremezsin. Bu görüş, imam Ebu Hanife'nin şu sözüne de uygun düşmektedir: "Peygamberlerin gönderildiğini bilmezse bile, her mükellef insanın yalnız kendi aklıyla Allah'ı tanıması vaciptir."[5]
Kur'an sayfalarını şöyle bir düşündüğümüz zaman, rasûl ve nebilerin, çocuklarının iman selameti için gereken hassasiyeti gösterdiklerini görüyoruz. Mesela Allah Tealâ şöyle buyurur: "Bunu (müslüman olmayı) İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti. Ya'kub da: "Oğullarım! Allah sizin için bu dini seçti. O halde sadece müslümanlar olarak ölünüz (dedi)."[6]
Lokman da (a.s.) oğluna şu vasiyette bulunmaktadır:
"Yavrucuğum! Yaptığın iş bir hardal tanesi ağırlığında olsa dahi ve bu, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin altında bulunsa, yine de Allah onu (senin karşına) getirir. Şüphesiz Allah, latiftir; herşeyi görüp bilmektedir ve herşeyden haberdardır."[7]
Biz, ihlas sûresinin aklî itikadı, Kafirûn sûresinin de amelî itikadı temsil ettiğini düşünüyoruz. Her ikisi de, inançtan bahseden kısa sûrelerdendir. Burada aynı zamanda, hafızaları yeni gelişen ve nefesleri kısa olan çocukların bu sûreleri kolaylıkla ezberlemelerine bir işaret bulunmaktadır. Rasûlullah (s.a.v.), devamlı İslama davet etmek suretiyle çocuklara ihtimam göstermiş, hattâ O, bir neslin inşasında kendi usûlünü ortaya koymuştur. Kendisinin davetine iman eden Ebu Talib'in oğlu Ali'ye kucak açmıştı. Oysa o sırada Ali, on yaşını aşmamıştı. Rasulüllah (s.a.v.) hasta çocukları ziyareti esnasında, babalarının huzurunda onları İslama davet ederdi.
Rasulüllah'ın (s.a.v.) yahudi bir komşusu vardı. Ahlâkı da pek fena değildi. Bir gün hastalanınca Peygamber (s.a.v.), ashabıyla birlikte onu ziyaret etti. Peygamber (s.a.v.) hastaya: "Allah'tan başka ilah olmadığına ve benim Allah'ın elçisi olduğuma şehadet eder misin?" dedi. Hasta babasına baktı. Hem babası hem de delikanlı sükût etti. Rasulüllah (s.a.v.) davetini tekrarlamaya devam etti. Nihayet üçüncü davette babası "Sana söylediğini söyle" dedi. Oğlu da öyle yaptı ve hemen öldü. Yahudiler ölüye sahiplenmek isteyince Rasulüllah (s.a.v.): "Artık biz buna sizden daha yakınız" buyurdu ve hemen onu yıkadı, kefenlendi, güzel kokular saçtı ve cenaze namazını kıldı.[8]
Selef-i salih de çocukları İslama davet hususunda ihtimam göstermeyi sürdürmüştür. Ömer b. el-Hattab (r.a.), yönetimi altında bulunan topraklarda çocuğunu yahudileştirecek bir yahudiyi, hıristiyanlaştıracak bir hırıstiyanı bırakmamıştır.[9]
Tağlib kabilesinden bir adam Hz. Ömer'e gelmişti. Hz. Ömer ona "Şüphesiz cahiliye döneminde sizin bir payınız vardı. Şimdi de İslâm'dan payınızı alın" dedi ve cizyelerini bir kat artırmaları, çocuklarını da hırıstiyanlaştırmamaları üzerine onunla anlaşma yaptı.[10] Gerçekte Hz. Ömer bunu Rasulüllah'ın (s.a.v.) izinden gitmek için yapmıştı.
Ali b. Ebî Talib anlatıyor: Rasulüllah'ın (s.a.v.) yanında bulunuyordum. O, çocuklarını vaftiz etmemeleri, aksi halde ahidnamenin bozulması şartıyla Tağliboğulları hırıstiyanlarıyla anlaşma yaptı. Râvî Hz. Ali der ki: "Eğer onlar bu anlaşmaya bağlı kalmasalardı Rasulüllah (s.a.v.) onlarla mutlaka savaşırdı."
İşte Mücahid! Hıristiyan hizmetçisine o şöyle der: "Ey Cerîr! Müslüman ol! Sonra da onlara böyle denildiğini söylerdi."[11]
Bütün bu söylenenler, gelecek nesillerin, onların yönetici ve bilginlerinin çocuklara gereken ihtimamı göstererek onları şiddetli fırtınaların kasıp kavuracağı, şer odaklarının ve küfür propagandacılannın kucaklarına düşecek şekilde başıboş bırakmamaları için bir uyarıdır. Çalışmak, ciddiyet, süreklilik ve kaliteli eğitimle İslâm ümmetinin, içine düştükleri vartadan ve gaflet uykusundan uyanmalarını niyaz ediyoruz.[12]