hafiza aise
Wed 15 June 2011, 02:37 pm GMT +0200
4— İstiskalin Tedavisi:
Allah Rasûlü'nün (s.a.) istiskâ hastalığı ve tedavisi hakkındaki tuj şöyledir:
Sahihayn'da Enes b. Mâlik.(r.a.) anlatıyor: Ureyne ve Ukl kabilesinden bir topluluk Allah Rasûlü'ne (s.a.) geldiler ve Medine'nin havasının kendilerine ağır geldiğinden şikâyette bulundular. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.): "Zekât develerinin yanına gitseydiniz de develerin sidiklerinden ve sütlerinden içseydiniz." buyurunca onlar da bunu yaptılar. Sıhhatlarına kavuştuklarında çobanlan teslim alıp öldürdüler. Develeri önlerine katıp götürdüler. Böylece Allah ve Rasûlü'ne savaş açmış oldular. Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.) arkalarından bir askeri birlik gönderip onları yakalattı. Daha sonra (had olarak) onların ellerini, ayaklarını kestirdi, gözlerine mil çektirip kendi kendilerine ölene kadar onları güneş (in kızgın sıcaklığına) terkettirdi[423]
Hadiste geçen bu hastalığın istiskâ olduğuna delil, Müslim'in rivâyetin-deki şu ziyadedir: "Medine'nin havası bizi bozdu. Karınlarımız şişti. Uzuvlarımız gevşedi..."[424]
Cevâ: Karm hastahkîarındandır. (Göğüs ve ciğerde belirir).
İstiskâ: Hümörlerîe ilgili bir hastalık olup sebebi, soğuk ve garip bir hü-mörün uzuvları bozmasıdır. Böylece ya tüm zahir uzuvlarda gelişir veya gıda ve hümörlerin içinde değişikliğe uğradığı (ikinci hazım keymus dönemi) boş bölgelerde gelişir. Üç kısmı vardır: a) Lahmî; bu en ağır türüdür, b) Zakî, c) Tabiî. [425]
Bu hastalığın tedavisinde gerekli olan ilaçlar, içinde mutedil bir çözülme, ihtiyaç miktarı çoğalma olanlardır. Bu vasıflar develerin idrar ve sütlerinde mevcut olduğundan Rasûlullah (s.a.) içilmesini emretmiştir. Bol süt veren devenin sütünde parlaklık, yumuşaklık, akıcılık, letafet ve tıkalı yerleri açıcılık özelliği vardır. Çünkü develerin genellikle otladiklan şeyler istiskâ hastalığına faydalı olan, yavşan otu (şih), marsama otu (kaysum), sarı papatya (ba-bunc), papatya (akhuvan), boya otu (izhir) ve diğer bitkilerdir.
Bu istiskâ hastalığı özellikle ciğerde meydana gelen bir âfetle veya ortak bir maddeyle birlikte olur. Çoğunlukla da ciğerdeki tıkanık yerlerde bulunur. Arap develerinin sütü, ondaki akıcılık ve zikredilen diğer faydalarından dolayı bu tıkanıklıkları giderir.
Râzî der ki: Deve sütü, ciğer ağrılarına ve mizaç bozukluklarına şifadır. İsrailî demiştir ki: Deve sütü, sütlerin en incesi, akıcı ve keskinliği en çok, gıda olarak en az özelliği olanıdır. Bu sebepten vücuttaki faydasız (katı) maddeleri inceltir, karın (daki bağırsakların içindeki katı maddelerin) boşalmasını sağlar, tıkanıklıkları açar. Bu özelliğine delil, tabiî olarak hayvanı sıcaklığının çok olmasından dolayı deve sütünde az bir tuzluluk olmasıdır. Bu sebepten dolayı, ciğerin yumuşatılmasında, tıkanıklıklarının açılmasında, İlk safhada dalak sertliğini gidermede, istiskâ hastalığına özellikle anasından henüz ayrılmış deve yavrusunun sidiği ile devenin memesinden alındığındaki sıcaklığıyla içilen süt faydalıdır. Çünkü bu şekildeki karışım sütün tuzluluğunu arttırır. Faydasız maddelerin parçalanması, bağırsaklardaki katı maddelerin boşaltılmasında kullanılan süt cinslerinin en çok tercih edileni deve sütüdür. Şayet karında bulunan maddelerin inmesi ve boşaltılması bu şekilde mümkün olmuyorsa mutlaka ishal yapıcı başka bir ilaç kullanılması gerekir.
Kanun sahibi (tbn Sina) der ki: "İstiskâ hastalığının tedavisine sütün tabiatı zıddır denmesine aldırış etmemek gerekir."
Der ki: "Bil ki, dişi develerin sütü yumuşaklıkla birlikte parlaklığı ve bir hassasından dolayı faydalıdır. Ve bu sütün faydası çok fazladır. Şayet bir insan bu sütü su ve yemek yerine içse şifaya kavuşur. Nitekim bu husus Arap bedevilerinin yaşadığı bölgelere gönderilen bir grup insanda denenmiştir. Onları bu duruma zaruret sevketmişti. Afiyete kavuştular. Sidiklerin en faydalı olanı bedevî devesinin sidiğidir ki o da en kıymetlidir."
Konunun başında zikredilen kıssa, tedavi olmaya, tıbbî müdahale yapmaya ve eti yenilen hayvanın sidiğinin temiz olduğuna delildir. Çünkü haram kılınan maddelerle tedavi caiz değildir. İslâm'ın intişarı zamanında olmalarına rağmen içtikleri zaman ağızlarını yıkamakla ve namaz için üzerlerine sıçrayan sidikleri yıkamakla emrolunmadılar. Bununla birlikte muhtemel bir yasaklamanın ihtiyaç ânında başka zamana tehir edilmesi caiz değildir.[426]
Cinayet işliyen kişiye, yaptığı şekilde mukabele (kısas) gerekir. Çünkü bu Ureyneliler çobanı öldürmüş ve gözlerini de oymuşlardı. Bu husus Sahıh-i Müslim'de geçmiştir.
Bir kişiyi öldüren cemaatın hepsine aynıyla mukabele edilerek kısas yakılması gerektiğine de delildir.
Yine, şayet cinayet işleyen kişide hem had hem de kısas birleşirse her ikisi de birlikte tatbik edilir. Çünkü bu kıssada Allah Rasûlü (s.a.) önce onların isyanları karşılığında ellerini ve ayaklarını, Allah'ın bir haddi olarak, çaprazlama kesti. Daha sonra çobanı öldürmeleri dolayısıyla kısas olarak onları öldürdü.
İsyancı mal çaldığı ve adam öldürdüğünde aynı anda elleri, ayaklan kesilir ve öldürülür.
Cinayetler çoğaldığında, cezası da büyür. Çünkü bu Ureyneliler İslâm-dan irtidad ettiler, bir adam öldürdüler, daha sonra da maktule işkence yaptılar ve malını elinden aldılar. Böylece açıkça isyan etmiş oldular.
İsyancılara destek vermek, isyana katılmak hükmündedir. Zira, şu bir gerçek ki onların her biri öldürdükleri çobanı teker teker öldürmüş değillerdir. Rasûlullah (s.a.) da onlara had ve kısas uygularken, çobanı hangisinin öldürdüğünü sormamıştır.
Birini aldatarak ansızın öldürmekte (katl-i gayle) had olarak caninin öldürülmesi vaciptir. Caninin, öldürülen kişinin velisi tarafından affedilmesi bu haddin uygulanmasına mâni değildir. Bu hususta kefâete de (kadın-erkek, köle-hür) itibar edilmez. Bu hüküm Medinelilerin mezhebidir. Ahmed b. Han-bel'in iki görüşünden birisi de budur. Şeyhimiz (îbn Teymiye) bugörüşü tercih eder ve bununla fetva verirdi.[427]
[423] Buharı, 4/66, 24/68, 56/156, 76/6, 86/17; Müslim, 1671; Ebu Davud, 4364; Nesâî, 7/93-94, 98; Tirmizî, 2114; İbn Mâce, 2578; Ahmed b. Hanbel, 3/107, 161, 177, 198, 205, 287, 290, 370.
[424] Müeilifin Müslim'den naklettiği bu ilâve Müslim'de yoktur. Nesâî'de ise sadece: "Renkleri sararana ve karınları şişene kadar" ziyadesi vardır.
[425] istiskâ (la Hydropisie, Dropsy): Uzuvların arasına girip, uzuvlarla bulikte gelişen soğuk (barid) garib bir hümörün meydana getirdiği hastalıktır. Üç türü vardır: a) Lahmî: Zahir uzuvlarda belirir, tüm vücudu sarar. Kan yoluyla toplanan su bütün vücuda, kasların aralarına girer ve görünüşte kişiyi şişman gibi gösterir, b) Tabiî Karın boşluğunda kuru olarak bulunan gaz hümörii (rîhî madde) dür. Bununla birlikte bu bölgede az rutubetli gaz da bulunur, c) Zakî: Vücutta gıda ve ahlatın (hümörlerin) hazım safhalarından geçirildiği mide, ciğer ve bağırsaklar gibi boş bölgelerden başka, ağızdan ses tellerinin bulunduğu bölgelere kadar olan boşlukta meydana gelen su toplanmalarına verilen addır. Bk. Tehâ-nevî. Keşşaf, 1/726.
[426] Ebu Davud sârini Hattabî, müellifin aksine bu hadisten şu hükmü çıkarmıştır: "Hadis-i şerif zaruret esnasında, haram kılınmış bir şeyle tedavi olmanın mubah olduğuna delildir. Çünkü ister eti yenen hayvan olsun, ister eti yenmeyen hayvan olsun her türlü sidik necis-tir." Hattabî, Ebu Davud Şerhi, 4/532.
[427] İbn Teymiye, Siyâsetü's-Şer'iyye, 69-75. Bu hususta da mezhepler arasında bir hayli ihtilâf mevcuttur. Burada bunun tafsilatına girmek konu dışında kalacağından sadece İbn Rüşd'ün el-Bidâye adlı eserinin cinayetler bahsine (2/330-357) atıfta t j) ınmakla yetiniyoruz.
İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 4/285-288.
Allah Rasûlü'nün (s.a.) istiskâ hastalığı ve tedavisi hakkındaki tuj şöyledir:
Sahihayn'da Enes b. Mâlik.(r.a.) anlatıyor: Ureyne ve Ukl kabilesinden bir topluluk Allah Rasûlü'ne (s.a.) geldiler ve Medine'nin havasının kendilerine ağır geldiğinden şikâyette bulundular. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.): "Zekât develerinin yanına gitseydiniz de develerin sidiklerinden ve sütlerinden içseydiniz." buyurunca onlar da bunu yaptılar. Sıhhatlarına kavuştuklarında çobanlan teslim alıp öldürdüler. Develeri önlerine katıp götürdüler. Böylece Allah ve Rasûlü'ne savaş açmış oldular. Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.) arkalarından bir askeri birlik gönderip onları yakalattı. Daha sonra (had olarak) onların ellerini, ayaklarını kestirdi, gözlerine mil çektirip kendi kendilerine ölene kadar onları güneş (in kızgın sıcaklığına) terkettirdi[423]
Hadiste geçen bu hastalığın istiskâ olduğuna delil, Müslim'in rivâyetin-deki şu ziyadedir: "Medine'nin havası bizi bozdu. Karınlarımız şişti. Uzuvlarımız gevşedi..."[424]
Cevâ: Karm hastahkîarındandır. (Göğüs ve ciğerde belirir).
İstiskâ: Hümörlerîe ilgili bir hastalık olup sebebi, soğuk ve garip bir hü-mörün uzuvları bozmasıdır. Böylece ya tüm zahir uzuvlarda gelişir veya gıda ve hümörlerin içinde değişikliğe uğradığı (ikinci hazım keymus dönemi) boş bölgelerde gelişir. Üç kısmı vardır: a) Lahmî; bu en ağır türüdür, b) Zakî, c) Tabiî. [425]
Bu hastalığın tedavisinde gerekli olan ilaçlar, içinde mutedil bir çözülme, ihtiyaç miktarı çoğalma olanlardır. Bu vasıflar develerin idrar ve sütlerinde mevcut olduğundan Rasûlullah (s.a.) içilmesini emretmiştir. Bol süt veren devenin sütünde parlaklık, yumuşaklık, akıcılık, letafet ve tıkalı yerleri açıcılık özelliği vardır. Çünkü develerin genellikle otladiklan şeyler istiskâ hastalığına faydalı olan, yavşan otu (şih), marsama otu (kaysum), sarı papatya (ba-bunc), papatya (akhuvan), boya otu (izhir) ve diğer bitkilerdir.
Bu istiskâ hastalığı özellikle ciğerde meydana gelen bir âfetle veya ortak bir maddeyle birlikte olur. Çoğunlukla da ciğerdeki tıkanık yerlerde bulunur. Arap develerinin sütü, ondaki akıcılık ve zikredilen diğer faydalarından dolayı bu tıkanıklıkları giderir.
Râzî der ki: Deve sütü, ciğer ağrılarına ve mizaç bozukluklarına şifadır. İsrailî demiştir ki: Deve sütü, sütlerin en incesi, akıcı ve keskinliği en çok, gıda olarak en az özelliği olanıdır. Bu sebepten vücuttaki faydasız (katı) maddeleri inceltir, karın (daki bağırsakların içindeki katı maddelerin) boşalmasını sağlar, tıkanıklıkları açar. Bu özelliğine delil, tabiî olarak hayvanı sıcaklığının çok olmasından dolayı deve sütünde az bir tuzluluk olmasıdır. Bu sebepten dolayı, ciğerin yumuşatılmasında, tıkanıklıklarının açılmasında, İlk safhada dalak sertliğini gidermede, istiskâ hastalığına özellikle anasından henüz ayrılmış deve yavrusunun sidiği ile devenin memesinden alındığındaki sıcaklığıyla içilen süt faydalıdır. Çünkü bu şekildeki karışım sütün tuzluluğunu arttırır. Faydasız maddelerin parçalanması, bağırsaklardaki katı maddelerin boşaltılmasında kullanılan süt cinslerinin en çok tercih edileni deve sütüdür. Şayet karında bulunan maddelerin inmesi ve boşaltılması bu şekilde mümkün olmuyorsa mutlaka ishal yapıcı başka bir ilaç kullanılması gerekir.
Kanun sahibi (tbn Sina) der ki: "İstiskâ hastalığının tedavisine sütün tabiatı zıddır denmesine aldırış etmemek gerekir."
Der ki: "Bil ki, dişi develerin sütü yumuşaklıkla birlikte parlaklığı ve bir hassasından dolayı faydalıdır. Ve bu sütün faydası çok fazladır. Şayet bir insan bu sütü su ve yemek yerine içse şifaya kavuşur. Nitekim bu husus Arap bedevilerinin yaşadığı bölgelere gönderilen bir grup insanda denenmiştir. Onları bu duruma zaruret sevketmişti. Afiyete kavuştular. Sidiklerin en faydalı olanı bedevî devesinin sidiğidir ki o da en kıymetlidir."
Konunun başında zikredilen kıssa, tedavi olmaya, tıbbî müdahale yapmaya ve eti yenilen hayvanın sidiğinin temiz olduğuna delildir. Çünkü haram kılınan maddelerle tedavi caiz değildir. İslâm'ın intişarı zamanında olmalarına rağmen içtikleri zaman ağızlarını yıkamakla ve namaz için üzerlerine sıçrayan sidikleri yıkamakla emrolunmadılar. Bununla birlikte muhtemel bir yasaklamanın ihtiyaç ânında başka zamana tehir edilmesi caiz değildir.[426]
Cinayet işliyen kişiye, yaptığı şekilde mukabele (kısas) gerekir. Çünkü bu Ureyneliler çobanı öldürmüş ve gözlerini de oymuşlardı. Bu husus Sahıh-i Müslim'de geçmiştir.
Bir kişiyi öldüren cemaatın hepsine aynıyla mukabele edilerek kısas yakılması gerektiğine de delildir.
Yine, şayet cinayet işleyen kişide hem had hem de kısas birleşirse her ikisi de birlikte tatbik edilir. Çünkü bu kıssada Allah Rasûlü (s.a.) önce onların isyanları karşılığında ellerini ve ayaklarını, Allah'ın bir haddi olarak, çaprazlama kesti. Daha sonra çobanı öldürmeleri dolayısıyla kısas olarak onları öldürdü.
İsyancı mal çaldığı ve adam öldürdüğünde aynı anda elleri, ayaklan kesilir ve öldürülür.
Cinayetler çoğaldığında, cezası da büyür. Çünkü bu Ureyneliler İslâm-dan irtidad ettiler, bir adam öldürdüler, daha sonra da maktule işkence yaptılar ve malını elinden aldılar. Böylece açıkça isyan etmiş oldular.
İsyancılara destek vermek, isyana katılmak hükmündedir. Zira, şu bir gerçek ki onların her biri öldürdükleri çobanı teker teker öldürmüş değillerdir. Rasûlullah (s.a.) da onlara had ve kısas uygularken, çobanı hangisinin öldürdüğünü sormamıştır.
Birini aldatarak ansızın öldürmekte (katl-i gayle) had olarak caninin öldürülmesi vaciptir. Caninin, öldürülen kişinin velisi tarafından affedilmesi bu haddin uygulanmasına mâni değildir. Bu hususta kefâete de (kadın-erkek, köle-hür) itibar edilmez. Bu hüküm Medinelilerin mezhebidir. Ahmed b. Han-bel'in iki görüşünden birisi de budur. Şeyhimiz (îbn Teymiye) bugörüşü tercih eder ve bununla fetva verirdi.[427]
[423] Buharı, 4/66, 24/68, 56/156, 76/6, 86/17; Müslim, 1671; Ebu Davud, 4364; Nesâî, 7/93-94, 98; Tirmizî, 2114; İbn Mâce, 2578; Ahmed b. Hanbel, 3/107, 161, 177, 198, 205, 287, 290, 370.
[424] Müeilifin Müslim'den naklettiği bu ilâve Müslim'de yoktur. Nesâî'de ise sadece: "Renkleri sararana ve karınları şişene kadar" ziyadesi vardır.
[425] istiskâ (la Hydropisie, Dropsy): Uzuvların arasına girip, uzuvlarla bulikte gelişen soğuk (barid) garib bir hümörün meydana getirdiği hastalıktır. Üç türü vardır: a) Lahmî: Zahir uzuvlarda belirir, tüm vücudu sarar. Kan yoluyla toplanan su bütün vücuda, kasların aralarına girer ve görünüşte kişiyi şişman gibi gösterir, b) Tabiî Karın boşluğunda kuru olarak bulunan gaz hümörii (rîhî madde) dür. Bununla birlikte bu bölgede az rutubetli gaz da bulunur, c) Zakî: Vücutta gıda ve ahlatın (hümörlerin) hazım safhalarından geçirildiği mide, ciğer ve bağırsaklar gibi boş bölgelerden başka, ağızdan ses tellerinin bulunduğu bölgelere kadar olan boşlukta meydana gelen su toplanmalarına verilen addır. Bk. Tehâ-nevî. Keşşaf, 1/726.
[426] Ebu Davud sârini Hattabî, müellifin aksine bu hadisten şu hükmü çıkarmıştır: "Hadis-i şerif zaruret esnasında, haram kılınmış bir şeyle tedavi olmanın mubah olduğuna delildir. Çünkü ister eti yenen hayvan olsun, ister eti yenmeyen hayvan olsun her türlü sidik necis-tir." Hattabî, Ebu Davud Şerhi, 4/532.
[427] İbn Teymiye, Siyâsetü's-Şer'iyye, 69-75. Bu hususta da mezhepler arasında bir hayli ihtilâf mevcuttur. Burada bunun tafsilatına girmek konu dışında kalacağından sadece İbn Rüşd'ün el-Bidâye adlı eserinin cinayetler bahsine (2/330-357) atıfta t j) ınmakla yetiniyoruz.
İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 4/285-288.