saniyenur
Sun 3 June 2012, 03:57 pm GMT +0200
İSTİŞARE KAVRAMI
İstişare kavramı, İslâm siyasî sisteminde büyük bir öneme sahiptir. Rasulullah'ın kendisi idarî meselelerde sahabesiyle daima istişarede bulunmuş ve uygulamaları bu kavramın önemini geniş bir şekilde kabul ettirmişti. Öncelikle, ilgili kavramın çeşitli yönlerini incelemek yerinde olacaktır. Kur'an, Rasulullah'a şu şekilde öğüt vermektedir: "Allah'tan bir rahmet dolayısıyladır ki onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için mağrifet dile. Ve (yapacağın) işler konusunda onlarla müşavere et. Bir kez azmedersen de artık Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah kendisine tevekkül edenleri sever." (3: 159). Kur'an bu kavramı müslümanların Özelliklerinden biri olarak zikretmektedir. "Rabblerinin çağrısına icabet ederler, namazı dosdoğru kılarlar, işleri kendi aralarında şûra iledir." (42: 38). Aynı ilke Rasul tarafından, Hz. Ali'nin şu sorusu üzerine açıklanmıştır: "Ey Allah-ın Rasulü, senin irtihalinden sonra hakkında ne Kur'an'da ne de sende bir şey bulamadığımız bir problemle karşılaşırsak ne yapalım?" Rasulullah şöyle cevaplandırmıştır: "Ümmetimden (Allah'a ve O'nun hükmüne) itaatkâr olanları bir araya toplayıp istişare için meseleyi onlara sor. Yalnızca bir ferdin görüşlerini esas alarak sakın karar verme." (Alûsî, Ruhu'l-Meânî, Avrupa İslâm Konsülü tarafından yayımlanan 'Concept Of The İslamic State', kitabından aktarılmıştır.)
Yine Rasulullah'dan rivayet olunur ki: "Doğru olmadığım iyice bildiği halde kardeşine bununla nasihat eden kişi muhakkak onun güvenine ihanet etmiştir." (Ebu Da-vud).
Kur'an istişareden bahsetmiş, ancak uygulanmasında Özel bir yöntemi teklif ya da emret memiştir. Rasulullah nihaî kararı olmadan önce daima hikmet ve bilgi sahibi sahabeleri ve iman etmiş kabilelerin temsilcileriyle istişarede bulunmuştur. Fakat ne Kur'an'da, ne de Rasulullah'ın Sünneti'nde, müşavere edileceklerin sayısı, seçim, görev süreleri ile ilgili sıkı ve sabit kurallar vardır. Bu meseleler tamamıyla müslümanların takdirine bırakılmıştır. Bu da göstermektedir ki, temsilcilik şeklinin kendisi esas istişare kavramının yanında ne çok önemli, ne de vazgeçilmezdir. İstişare herhangi bir şekilde ya da formda yapılabilir. Genel bir seçimle seçilmiş özel temsilciler ya da seçim heyetleri vasıtasıyla direkt ya da indirekt yapılabilir; müşavere heyeti birkaç üyeden oluşabileceği gibi İslâm Devleti'nin her bilgesini temsil eden çok sayıda üyeye sahip bir ya da iki meclisten oluşabilir. (Muhammet Hamidul-lah, 'Introduction to islâm' sh. 93-105). Bütün bu meseleler, zaman ve konumun icaplarına göre tesbit edilebilmesi için topluma bırakılmıştır. (Concept Of The Islâmic State, Issued By The Islâmic Counsil Of Euro-pe). Önemli olan istişarenin İslâmî yönetimin temelini oluşturmasıdır. Genelde halkın hayatını etkileyecek önemli ülke meselelerinde istişare edebilmek için her yönetici ya da yönetimin, temsil ettikleri halkın güvenine sahip, karakterce dürüst danışmanlar her zaman bulunmalıdır.
Bütün bunlar, istişarenin İslâm'ın siyasî yapısında çok önemli olduğunu gösterir. Müşaverede bulunmaksızın insanların meselelerini yürüten herhangi bir kimse sadece ca-hiliyyeyi izlemekle kalmaz, aynı zamanda Allah'ın açık emirlerine karşı da gelmiş olur. İslâm'ın müşavereye niçin bu kadar önem verdiği aşağıda açıklanmıştır:
1- Bir kişinin, iki ya da daha fazla kişiyi ilgilendiren hususlarda, ilgili kişilere danışmaksızın sadece kendi muhakemesiyle karar vermesi kesinlikle yanlıştır, adaletsizliktir. Ortak yararlılığın olduğu meselelerde hiç kimse sadece kendi yargısını kullanma hakkına sahip değildir. Adalet, kararın alınma-sında konuyla ilgili insanlara danışılmasını gerektirir ve mesele çok fazla orandaki insanlarla ilişkiliyse, o zaman karar alma mekanizmasına bu insanların temsilcileri katılmalıdır.
2- Bir parça düşünmek, ortak meselelerde insanların kendi yargılarını ya diğerlerinin haklarını gasbetmekte ya da diğerlerine göre kendilerini daha üstün saymakta kullanmaya çalıştıklarını gösterecektir. Bu yaklaşımların her ikisi de ahlaken serdir, inananların bunlarla herhangi bir pay sahibi olması beklenemez. Mümin, ne diğer insanların haklarını haksız yere gasp edecek kadar bencildir, ne kendisini tüm bilgi ve hikmeti muhafaza ediyor sanacak kadar kibirli ve kendini beğenmiştir,
3- Diğer insanların hak ve refahlarını ilgilendiren bir meselede karar vermek şüphesiz büyük bir sorumluluktur. Allah'tan korkup sakınan ve Adalet Günü'nde Rabbinin huzurundaki hesabının ne kadar korkunç olacağını bilen birisi, bu tür meselelerin yükünü taşımaya asla cesaret edemez. Bu tür hareketler ancak Allah'tan ve Adalet Günü1 nden korkmayan kimseler tarafından yapılabilir. Allah'tan korkan bir kişi umumî çıkarları ilgilendiren konularda tabiî olarak istişare vasıtasıyla karar vermeye çalışacaktır; öyle ki umumun iyiliği için en güzel ve en âdil karara ulaşabilsin ve eğer bilmeyerek bir hata yapılacak olursa hatanın yükü yalnız bir kişinin üzerine düşmesin.
Bu üç delil, istişarenin İslâm ahlâkî öğretisinin gerekli bir sonucunu oluşturduğunu ve müşavereden herhangi bir sapmanın İslâm'ın nefret ettiği büyük bir leke olduğunu belirtir. İslâmî hayat şekli büyük ya da küçük umumî meselelerde müşavere prensibinin uygulanmasını gerektirir. Ev içi meselelerde karı ve koca birlikte çaba gösterip problemlerini karşılıklı danışma ile çözmelidirler; erişkin çocuklar varsa onlar da istişareye katılmalıdırlar. Bir kabileyi ya da küçük bir yerleşim merkezini ilgilendiren meselelerde kabilenin ya da yerleşim merkezinin tüm üyeleri birlikte karar vermelidirler. Ve eğer bu mümkün değilse genel menfaatleri temsil eden heyet ya da konsül tarafından mesele karara bağlanmalıdır. Ve bir ulusu ilgilendiren meselelerde, insanlar tarafından bir esas yönetici seçilmeli, bu lider yönetici de ilgili meseleleri halkın temsilcileri olarak seçilen kişilere ya da halkın tamamen güvenine maz-har olmuş insanlarla uygun bir şekilde istişarede bulunarak karara bağlamahdır. Lider yönetici, görevde halkın kendisim istediği, kendisine güven duyduğu müddetçe görevde kalmalı, konsültasyon ile bu güvenin kaybolduğu açıkça ortaya konur konmaz bu görevi hemen terk etmelidir. Gerçekte hiçbir güvenilir kişi, insanların güveneni kaybettikten sonra bu makamda kalmak istemez; ne görevde kalmak için zor kullanır, ne de bu görevi işgal etmek için hilekâr ve gayri meşru yolları benimser. Ne de insanların kendi özgür istekleriyle temsilcilerini seçemeyecekleri, fakat kendi seçtiği kişileri zorla seçtireceği yöntemleri kullanmak ister. Ancak güvenilmez ve kötü niyetli kişiler görüntüde istişareyi korurken bu tür adımlar atabilir ki, bunlar ne Allah'tan, ne de Kıyamet Gümi'nden korkanlardır.
İstişare Kurumu bu yüzden şu beş şartı gerektirir. İlk olarak tartışılan konunun yaşantılarını ve haklarını etkileyeceği kişiler, konuyla ilişkili görüşlerini tamamıyla açıklama ve meselelerinin nasıl halledilmekte olduğundan bütünüyle haberdar edilme hakkına sahip olmalıdırlar. Meseleleriyle ilgilenen yönetici payına herhangi bir hata, eksiklik ya da ihmalkârlık görürlerse hakl'annr korumak için bunu durdurma yetkisine sahip olmalıdırlar. Herhangi bir durumda yapılan hataları düzeltmek ya da ıslah etmek yolu bulamazlarsa devlet başkanlarını ve yöneticilerini değiştirebilmelidirler. İnsanların protestosunu kuvvet kullanarak önlemek, onları ilgilendiren olaylarda onları karanlıkta tutmak, meselelerini tek yönlü yürütmek, sonra da ülke meselelerini istişareyle çözdüklerini halka açıklamak samimiyet ve ciddiyetten uzak bir tutumdur.
İkincisi, İnsanları topluca ilgilendiren meselelere bakmakla kim görevlendirilirse görevlendirilsin halkın rızası ile atanmış olmalıdır; bu muvafakat ise özgürce açıklanan bir rıza olmalı; zorlamayla, şantajla korkutma veya terfi, kârlı bir mevkii vaadi ile elde edilmiş ya da hile ve desise ile kazanılmış — gerçekte hakiki bir rıza sağlamıyacağından— olmamalıdır. Devletin başı olmak için âdi ve yanlış her metodu deneyen kişi aslında hiçbir göreve değmez. İnsanların içten rızaları ile seçilen kişi bu makama lâyıktır.
Üçüncüsü, sadece ümmetin tam güvenini kazanmış kişiler müşavere heyetine alınmalıdır. Açıktır ki parayla satın alınan ya da baskı, hile ve İnsanları yanlış yönlendirerek göreve getirilen kimseler temsilci olarak isimlendi-rilemezler.
Dördüncüsü, müşavere heyetinin üyeleri inançlarına ve bilgilerine uygun olarak fikirlerini açıklayabilmeliler, ki bu amaçla da tamamıyla hür olmaları gerekir. Korku, zorlama, kâr vaadi veya diğer baskılarla heyet üyelerinin görüşlerini açıklamaları önlenirse artık buna istişare dışında bir ad bulmak gerekir. Cebir ve baskının hiçbir türüne mahal bırakmadan özgür, samimi, tarafsız müşavere esastır; aksi takdirde tüm işlem hü-kümsüzleşecek ve müşaverenin sadece ismi kalacaktır.
Beşincisi, müşavere heyetinin oy birliği ile ya da çoğunluğun oyuyla ulaşıp verdiği tavsiye, devlet başkanı tarafından kabul edilmelidir. Çünkü bu yolla heyetçe kararlaştırılmış bir husus varken yönetici kişi ya da kişiler grubu ülke sorunlarım kendi görüşlerine göre halletmeye yetkili ise, yine tüm müşavere prosesi anlamsızlaşacak ve hepten önemini yitirecektir. Yukarıda anlatılan ayetle, Allah, "İşlerinde istişare edenler" dememekte, aksine "İşleri kendi aralarında şûra iledir" buyurmaktadır. Bu yüzden sadece istişare amacıyla danışmak bu emri yerine getirmez; hangi mesele olursa olsun emrin yerine getirilmesi için oy birliği ile ya da çoğunlukla alınan şura kararının devlet başkanı tarafından pratiğe aktarılması gereklidir. (Avrupa İslâm Konsülü tarafından yayınlanan 'Concept of the Islamic State')
Müslümanların tüm işlerinin istişare ile karara bağlanacağından hiç şüphe yoktur. Ülke işlerinde söz sahibi yönetici ya da yönetim hiçbir işi şura ehliyle görüşmeksizin yürütmemekle emrolunmuştur. Bu emir ailevî, otokrat veya diktatörlük yönetimlerini otomatik olarak dışlar. Aynı zamanda istişare anlayışının ruhuna aykırı olduğundan yönetici ya da yönetimin anayasaya nezaret etme yetkisini reddeder. Yönetim hangi formda olursa olsun, ümmete direkt ya da temsilcileri vasıtasıyla ind'irekt olarak danışmalıdır. Kur'an ve Sünnet müşaverinin alacağı şekil hakkında suskundur. Bununla birlikte müs-lümanlar tarafından adapte edilebilecek nisbî temsil şeklini Önerir gibi gözüken dolaylı referanslar vardır; "Ve Musa, tayin ettiğimiz (buluşma) vakt(i) için kavminden yetmi$ adam seçti." (7: 155). Yine aynı surede "Biz onları (Yakub'un on iki oğlundan gelen) 12 kabileye ayırdık. Kavmi kendisinden su istediğinde Musa'ya (Asanla taşa vur!) diye vah-yettik. Taştan 12 göze fışkırdı. Böylece her kabile su içeceği yeri öğrenmiş oldu." (7: 160).
Bunlar, herhangi bir mesele üzerinde son kararı almadan önce durumun uygun bir şekilde değerlendirmesi gerektiğini öneren iki Kur'anî Örnektir. Musa Peygamber tüm durumu değerlendirdikten sonra İlâhî Rehberlik vasıtasıyla kavminin istek ve arzularını tamamen tatmin edecek ölçüleri benimsedi. Musa, temsilcileri vasıtasıyla kavminin isteklerini yeterli şekilde öğrenmeye muktedir olmuştur ki, burada yönetici ya da yönetimin her zaman kamouyuyla temasta olması gerektiği şeklindeki temsil etmenin ana ilkesi ortaya çıkmaktadır. İnsanların temsilinde hangi metodun kullanıldığı önemli değildir. Önemli olan temel prensiplerin sürekli tavizsiz gözlenmeleridir. Bununla birlikte uygun, etkıii ve yeterli bir usulü bulmak için çaba harcanmalıdır ki, toplumun ve yöneticin 'şûra müessesesi' danışma organı olarak gerekli özel rolünü yerine getirebilsin. Hatta toplum, temel yapısını öyle tasarlama-hdır ki, herhangi bir yönetici ya da yönetim; halkına, özel temsilcilerine danışmaksızın icraatına imkân tanıyan tüm kapılar kapanmalıdır. Ve eğer herhangi bir an istenmeyen böyle bir yönetim ortaya çıkarsa güçlük veya kan dökülmeye mahal bırakmadan yönetimi uzaklaştıracak geçerli bir prosedür, canlı bir yapı bulunmalıdır.
Müşavere kurumunun yapısı ve amacı hakkında yapılan bu açıklamalardan sonra temel bir husus da akılda tutulmalıdır. Müşavere heyeti (şûra) faaliyetlerinde tamamıyla bağımsız, özgür değildir. Allah tarafından ortaya konduğu üzere şeriat sınırlarıyla "herhangi bir meselede ayrılığa düşerseniz, onu son karar için Allah'a ve Rasulü'ne iletin, sizin işlerinizde karar verme hakkı Allah ve Rasulü'nündür" şeklinde özetlenebilecek Kur'an emriyle kayıt altına alınmıştır. Diğer bir ifadeyle, müminler Kur'an ve Sünııet'in ihtiva ettiği tüm meselelerde Allah \e Rasu-lü'nün kararlarına tamamıyla bağlıdırlar. Allah ve Rasulü'nün verdiği kararlara riayet etmekten başka bir seçenekleri de yoktur. Nitekim metnin ne anlama geldiği, amacına tamamıyla ulaşılabilmesi için pratiğe nasıl aktarılacağı gibi hususları müzakere edebilirler, ancak Kur'an ve Sünnet'te açıkça ortaya konmuş olan meseleleri tartışamazlar ve bu meseleler üzerinde kişisel görüş beyan edemezler. (Muhammed Hamidullah, 'Introduction to islâm' sh. 33-105).