- İstincâ Ve İsticmarın Sıhhat Şartları

Adsense kodları


İstincâ Ve İsticmarın Sıhhat Şartları

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
ezelinur
Mon 25 January 2010, 02:22 pm GMT +0200


Kendisiyle istincâ sahîh olan suda iki şart aranır:

1. Bu, temizleyici bir su olmalıdır. Sadece temiz bir suyla istincâ yapılması sahîh olmaz. Nitekim bu suyla necasetin giderilmesi de sahîh olmaz.


Hanefiler dediler ki: Temizleyici suyla istincâ yapmak vâcib değil­dir. Sadece temiz suyla istincâ yapmak yeterli olur. Evet, temizleyici suyla yapmak daha faziletlidir. Çünkü bu suyun, necaseti giderdiği husûsunda mezhebler arasında görüş birliği mevcudtur. Üzerinde görüş birliğine varılan hü­kümlere uymak, Hanefîlere göre erdemli bir davranıştır.


2. Su, necaseti giderecek miktarda olmalıdır. Necasetin çıkış yeri­ni tekrar eski temiz hâline getirmeye yetecek kadar olmadığı takdirde bu su kullanılmamalıdır.

İstincâ yapan bir kimse önce ön tarafını mı yoksa arka tarafını mı yı­kayacaktır? Bu hususta mezheblerin detaylı görüşleri aşağıya alınmış­tır.


Malikiler dediler ki: Necaseti giderme ve temizlemede ön tarafa öncelik vermek mendubtur. Ancak elini ıslatıp da oturağı (mak´adı) na değdir­diğinde sidiğinin damlaması âdet hâline gelmişse bu durumda mak´adını ön­celikle yıkaması mendub olur.

Hanefîler: Bu mevzuda iki görüşleri vardır: Ama müftâbih olanı İmam Âzam´ın görüşüdür. Ki buna göre öncelikle mak´adı yıkamak gere­kir. Çünkü arka tarafın pisliği, ön tarafınkine oranla daha tiksindiricidir. Ayrıca otraktaki çıkış deliğini ve etrafını ovarken sidik damlayabilir. Bu du­rumda ön tarafı önce yıkamanın bir faydası olmaz.

Şafiiler dediler ki: Suyla istincâ yapıldığında ilkin ön tarafı yıkamak, taşla isticmar yapıldığında ise ilkin arka tarafı yıkamak mendup olur.

Hanbeliler dediler ki: İstincâ veya isticmar yapmak isteyen bir ki­şi, erkek veya bakire bir kızsa ilkin ön tarafı yıkaması sünnettir. Eğer bakire olmayan bir kadınsa temizliğe dilediği taraftan başlayabilir.


Taş ve benzeri maddelere gelince bunlar, su bulunsa bile yine de su yerine geçerler. Ancak istincâda su kullanmak daha faziletlidir. Daha da iyisi, su ile taşlan bir arada kullanmaktır. Sadece taşla isticmar yapılması hususunda mezheblerin tafsilâtlı görüşleri aşağıda anlatılmıştır.


Hanefiler dediler ki: İsticmarı toprak, eski bez, taş, kuru çamur parçaları gibi temiz şeylerle yapmak sünnettir. Kemik, hayvan dışkısı ve ben­zeri gibi, kendileriyle isticmar yapılması yasaklanan şeylerle isticmar yapmak, tahrîmen mekruhtur. Bunlarla isticmar edilmesini Rasûlullah (s.a.s.) yasak­lamıştır. İnsan ve hayvan yiyecekleri de böyledir. Şer´an saygın sayılan şey­lerle de isticmar etmek tahrîmen mekruhtur. Buhârî ve Müslim´in Sahihlerinde sabit olduğu gibi malı zayi etmek, yasaklanmış bir husustur. Kâfir ve­ya ölü de olsa insan vücudunun bir parçası, üzerine huruf-u mukataa ile ya­zılmış olsa bile yazılı kağıtlar, yazı yazmaya elverişli boş kâğıtlar şer´an say­gın olan şeylerin kapsamına gir.erler. îsticmar etmekle telef olan veya değeri eksilen, mâlî değeri olan şeylerle isticmar etmek mekruhtur. Ama bu vasıf­taki bir şeyle isticmar edildikten sonra, bunlar yıkanıp kurulandığı takdîrde eski hâllerine dönerlerse mekruhluk durumu ortadan kalkar. Tuğla, balçık, cam, kömür ve üstü düz kaygan taş ile isticmar etmek mekruhtur. Bu mad­delerin kullanılmaları zarar veriyorsa tahrîmen mekruhtur. Çünkü zararlı şey­leri kullanmak caiz değildir. Ama zararlı değilse, necaset yerini tam olarak arındırmadıkları gerekçesiyle kullanılmaları tenzîhen mekruhtur. Başkasının duvarına mak´adını sürerek isticmar etmek tahrîmen mekruhtur. Zira baş­kasının malına tecâvüz etmek caiz değildir. Ama kendi mülkü olan bir duvarla isticmar etmesinde kerahet yoktur. Kira ile tuttuğu binanın duvarı da kişinin kendi mülkünün duvarı gibidir. Yukarıda sayılan şeylerden biriyle isticmar etmek, serdedilen tafsilâta göre tenzîhen mekruh olmakla birlikte yine de yeterli olur. Ayrıca bu bahsin baş tarafında, sadece suyla istincâ ya­pılması gereken durumlarla taş ve benzeri şeylerle isticmarın yeterli olduğu durumlar anlatılmıştır.

Şâfiîler: Kendisiyle isticmar edilecek nesnenin katı ve temiz olması­nı şart koşmuşlardır. Necis bir şeyle isticmar etmek sahîh olmaz. İsticmar edilecek şey, necaseti söküp atacak bir şey olmalıdır. Yassı ve gevşek bir şeyle isticmar yapmak sahîh olmaz. İsticmarda kullanılacak nesne, ıslak bir şey olmalıdır. Meselâ terle ıslanmış bir şeyle isticmar etmek sahîh olmaz. Şer´an saygın bir şey olmamalıdır... Ekmek, kemik, fıkıh ve hadîs gibi içinde şer´ı ilimler yazılı olan kitaplar veya sarf-nahiv, hesab, tıp ve aruz gibi bunlara vesile sayılan ilimlerin yazılı bulunduğu kitaplar şer´an saygın şeylerden olup bunlarla isticmar etmek caiz olmaz. Bu ilimlerden başka şeylerin yazılı ol­duğu kitaplarsa şer´an saygın sayılmazlar. Üstün kişiliği olan birisinin ismi kastedilerek üzerinde Ebû Bekir, Ömer gibi isimlerin yazılı bulunduğu şey­ler, mescide ait şeyler (bunlar mescidden ayrı olsalar bile ait oldukları süre­ce) şer´an saygıya lâyıktırlar. Kanı heder edilen biri bile olsa sırf şekline na­zaran insan olduğundan ötürü vücûdunun parçalan da şer´an saygındır. Bu sayılan şeylerden herhangi biriyle isticmar etmek caiz olmaz.

Ön veya arkadan çıkan necasetlerle de ilgili bazı şartlar vardır. Şöyle ki:

a. Vücûddan çıkan bu necaset kuru olmamalıdır. Zîrâ kurumuş olan pisliği taşla gidermeye çalışmanın bir faydası olmaz.

b. Vücûddan çıkmış olan bu necasetin üzerine başka bir necasetin ve­ya ter gibi başka bir temiz şeyin katılmaması.

c. Dışkı kaba etlere kadar, idrar da sünnet yerine kadar yayılmamalı-dır. Bu kayıt erkeklerle ilgilidir. Kadınlara gelince isticmarı yapan bakire bir kızsa, necaset, oturduğu zaman görünen yere kadar yayılmamış olmalıdır. Bakire olmayan bir kadınsa, dâhilde bundan sonrasına kadar yayılmamış ol­malıdır. Belirtilen sınırı aşan necasetin sadece suyla yıkanması gerekir. Tıp­kı sünnetsiz erkeğin idrarının, sünnet kılıfına bulaşması hâlinde sadece suy­la yıkanması gerektiği gibi.

d. Taşla isticmar edildiğinde üç defadan az silmemeli. Her defasında da necaset mahallinin tamamı silinmelidir. Her silişte taşın bir başka tarafı­nı da kullanmak mümkündür. Silmeyi üç defadan eksik yapmak yeterli ol­maz. Necasetin çıkış yeri üç silişle temizlenmemişse, temizleninceye kadar silmeye devam edilmelidir. Ancak necasetten geriye suyun giderebileceği bir eser veya kiremit kırıntıları kalırsa bunun pek zararı olmaz.

Malikiler dediler ki: Beş şartı hâiz olan şeylerle isticmar etmek caiz olur:

1. Taş, pamuk, yün gibi kuru bir şey olmalıdır. Yünün de davara bi­tişik olmaması gerekir. Aksi takdirde mekruh olur. Çamur gibi kuru olmayan bir şeyle de isticmar etmek caiz olmaz. Çünkü bu, necaseti etrafa daha da yayar. Çamurla isticmar edilmesi durumunda necaset yerini suyla yıka­mak artık zorunlu olur. Eğer yıkamadan abdest alıp namaz kılınacak olur­sa, necasetle birlikte namaz kılınmış olur. Ki bunun hükmü, necasetin gide­rilmesi bahsinde anlatılmıştı.

2. Kendisiyle isticmar yapılacak şey temiz olmalıdır. Ölü kemiği, eti yenmeyen hayvanların tersleri gibi necis şeylerden biriyle isticmar etmek ca­iz olmaz. Eğer bu şeylerden katı biri ile isticmar edilecek olursa, isticmarda bundan bir parça kopmamışsa ve necaset yerini de temizlemişse günahkâr olmakla birlikte bu isticmar yeterli görülür.

3. Kendisiyle isticmar yapılacak şey, necaseti temizleyici bir nesne ol­malıdır. Meselâ cam ve fârisî kamışı gibi düz ve pürüzsüz nesnelerle isticmar yapmak caiz olmaz.

4. Kendisiyle isticmar edilen şey, eziyet verici olmamalıdır. Meselâ bıçak gibi keskin ağızlı nesnelerle kenarlı taşlar ve kırık cam parçalarıyla isticmar etmek caiz olmaz.

5. Kendisiyle isticmar edilen şey, şer´an saygın olmamalıdır. Meselâ insan yiyeceği bunlardandır. Tuz, ilaç ve kâğıt da insan yiyeceklerinden sa­yılmaktadır. Çünkü kâğıtta az da olsa nişasta vardır. Mektub da şer´an say­gın olan şeylerdendir. Çünkü mektubun içindeki harflerin saygınlığı vardır. Başkalarının hukukunu ilgilendiren şeyler de ister vakfa, ister özel mülkiye­te ait olsun şer´an saygındırlar. Meselâ vakıf veya başkasının özel mülkü olan bir duvarla isticmar etmek haramdır. Ama kişinin kendi mülkü olan duvar­la isticmar etmesi mekruhtur. Temiz olan kemik ve hayvan dışkılarıyla isticmar etmek de mekruhtur. Ama bunlarla veya diğer mekruh veya haram olan şeylerle isticmar etmek günâh olmakla birlikte yeterli olur. Temizlenmek içiri illâ da suyun kullanılması gerekli olan durumların izahı, istincâ bahsinde ya­pıldı.

Hanbeliler dediler ki: Kendisiyle isticmar edilecek şeyde aranan bazı şartlar vardır. Şöyle ki:

1. Kendisiyle isticmar edilecek şey, temiz ve mubah olmalıdır. O hâl­de gasbedilmiş bir şeyle isticmar etmek caiz olmaz.

2. Pisliği temizleyen bir şey olmalıdır. Yani pisliği temizledikten son­ra geriye kalan eserin sadece suyla temizlenebilecek bir kalıntı olması gere­kir. Cam ve benzeri düz, pürüzsüz nesnelerle isticmar etmek sahîh olmaz.

3. İsticmarda kullanılacak şey katı olmalıdır. Meselâ çamur, hayvan tersi, kemik, insan veya hayvan yiyecekleriyle isticmar etmek caiz olmaz.

4. İsticmarda kullanılacak şey, şer´an saygın olmayan bir şey olmalı­dır. Meselâ üzerinde “Allah” lâfza-i celâli yazılı olan bir kâğıt parçası, ha­dîs veya diğer şer´î ilim kitaplarıyla, kullanılmaları şer´an mubah olan ilim kitapları hürmete lâyık olduklarından ötürü bunlarla isticmar yapılamaz. Ama şer´an kullanılmaları yasaklanmış kitaplarla isticmar yapılabilir. Çünkü bun­ların saygınlıkları yoktur.

5. Bir hayvanın eliyle veya henüz kırkılmamış olan üzerindeki yünüyle isticmar etmek caiz değildir.

6. Altın ve gümüş gibi kullanımı yasaklanmış şeylerle de isticmar ya­pılamaz.

7. Necaset mahallini en az üç defa silmek de şarttır. Her silişte de ne­caset mahallinin tamamı silinmelidir. Bir defada temizlense bile yine de üç-lemek şarttır.

8. Çıkış deliği, kendisinden çıkmayan başka bir şeyle pislenmiş olma­malıdır.

9. Necasetin normal sınırın dışına aşmamış olması gerekir. Aştığı takdirde suyla yıkanması gerekir. Ki bu zorunludur.

10. Çıkış deliğinden çıkan necasetin hukne (şırıngayla vurulan ilaç) artığı olmaması gerekir. Hukne artığı ise suyla yıkanması zorunlu olur.

11. Çıkış deliğinden çıkan necaset, isticmardan önce kurumamış ol­malıdır. Kuruduğu takdîrde sadece suyla yıkanması gerekir. Kadının tena­sül organının içi de dışı gibidir. Ancak orasını suyla yıkamak vâcib değildir. Ama kazây-ı hacet yaparken, otururken açığa çıkan kısmını yıkamak vâcib olur.[76]


ÖZÜRLÜ KİMSELERİN TEMİZLENMELERİ


Bilindiği gibi İslâmiyet, insanların omuzlarındaki zorluk ve sıkıntıları kaldıran açık seçik nasslarla gelmiştir. Buna ilişkin olarak Yüce Allah (c.c.) buyurur ki:

“Din işlerinde üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi.” [77]

İçinde zorluk ve sıkıntı olan şeyleri yapmak, mükellefe vâcib değil­dir. Özürlere örnek olarak, insanı işten geri bırakmayan hastalıkları gös­terebiliriz. Meselâ mesane zayıflığından kaynaklanan ve kesintisiz olarak her zaman veya çoğu zaman sidik damlaması veya mezî ve vedî gibi sıvı­ların damlaması diyebileceğimiz akıntı hastalığı, sürekli ishal hastalığı, kan ve irin damlaması şeklinde görülen kanlı dizanteri hastalığı bunun örnek­lerindendir. Bu hastalıklara müptelâ olan kimseler, abdest ve benzeri te­mizleme işlemlerinde hastalıklarına özgü bir muameleye tâbi tutulurlar. Ki bu hususta mezheblerin detaylı görüşleri aşağıya alınmıştır.


Hanefiler dediler ki: Bu konuyu üç şıkta ele almak gerekir:

1. Akıntı hastalığının tanımı,

2. Hükmü,

3. Özürlünün yapması gereken davranışlar.


1. Tanımı: Akıntı hastalığı olan kimsede sidik damlaması, yellenme gevşekliği, rahimden olur olmaz kan akması, sürekli ishal ve bunlara benzer bilinen hallerden biri veya birkaçı meydana gelebilir. Bu sakatlıklardan biri­ne düşen kimse özürlü sayılır. Ve bu özrü, hastalığının hemen başlangıcında sabit olmaz, ancak bu haller peş peşe ve sürekli olarak her namaz vaktinde görülürse bunlara müptelâ olan kişi özürlü sayılır. Eğer sürekli olmazsa özürlü sayılmaz. Aynı şekilde özrünün kalkması da damlamanın, bir farz namazı­nın vakti boyunca baştan sona kadar hiç görülmemesiyle sabit olur. Özrün, sabit olduktan sonra devam etmesi için, damlamanın bazı vakitlerde olsa bi­le vukûbulmasi kâfi olur. Meselâ öğle vaktinin başlangıcından sonuna ka­dar sidik damlaması olursa özürlü olur. Böylece özrü sabit olduktan sonra damlama, tam bir vakit boyunca kesilse bile bu kişi özürlü kalmakta devam eder. Yani özürlülüğü satfît olduktan sonra ikindi vaktinin başlangıcından çıkışma kadar damlama görülmezse yine özürlü kalmakta devam eder. Ha-nefîlere göre özürlünün tanımı işte bundan ibarettir.

2. Özürlünün Hükmü: Bu durumdaki bir şahıs, her vakit için abdest alır. Bu abdestle de dilediği kadar farz veya nafile namaz kılabilir. Aynı va­kit içinde kılacağı her farz için abdest almasına gerek yoktur. Farz olan vakit çıkınca da özründen önceki hadesinden ötürü abdesti bozulur. Şöyle ki: Bu kişi, kendisinde özrün sabit olmasından önce abdestli olmuş olsaydı, vaktin çıkışıyla abdesti bozulmayacaktı. Ancak vücûdun başka bir yerinden kana­ma olması veya yellenme gibi başka bir sebeble abdesti bozulabilecekti. Bü­tün bunlardan anlaşılıyor ki; abdestin bozulmasının şartı, farz olan vaktin çıkmasıdır. Ama bayram namazını kılmak için güneşin doğuşundan sonra abdest alınır da bilahere öğlen vaktinin girmesiyle abdest bozulmaz. Çünkü öğlen vaktinin girmesi abdesti bozmayacağı gibi, bayram namazı vaktinin çıkması da abdesti bozmaz. Çünkü bu, farz bir namazın vakti değildir. Ter­sine bu, mühmel bir vakittir. Öğle vaktinin çıkıp ikindi vaktinin girişine ka­dar bayram namazının abdesti ile dilediği kadar namaz kılabilir. Öğle vakti çıkınca da abdesti bozulur. Özürlü kişi, güneşin doğuşundan önce abdest alırsa güneşin doğmasıyla farz vakti çıktığından ötürü abdesti bozulur. Öğle namazından sonra abdest alırsa ikindi vakti girdiğinde, öğlen vafcti sona ermiş olduğu için abdesti bozulur.

3. Özürlü kimsenin görevi: Özürlünün görevi kendisinde bulunan öz­rü zarar vermeyecek şekilde gidermeye veya azaltmaya çalışmaktır. Gücü yet­tiği kadarıyla bunu doktorlara tedavi ettirmektir. Eğer bunu doktorlar vası­tasıyla tedavi ettirmesi mümkünse bundan geri durması günahkâr olmasına neden olur. Zîrâ fıkıh âlimleri, bu tür hastalıklara mübtelâ olanların bu has­talıklarını tedavi ettirmeleri ve imkânlarının elverdiği kadarıyla vücûdlarını koruyup savunmalarının gerekli olduğunu sarahatle ifade etmişlerdir. Buna dayanarak diyebiliriz ki: Gücü yettiği halde bu hastalıklarını tedavi ettirmeyip şiddetlenmesine ve ağırlaşmasına sebebiyet verenler günahkâr olurlar. Bir şey bağlamak veya olur olmaz rahminden sızıntı yapan kadının yaptığı gibi mahfaza kullanmak akıntıyı önlüyor veya azaltıyorsa bunu yapmak vâcib olur. Eğer ayakta namaz kılmaktan ötürü idrar veya kan damlıyorsa bu durumda oturarak namaz kılmak gerekir. Eğer rükû ve secdelerden ötürü damlama oluyorsa, rükû ve secde yapılmaksızın sadece işaretle namaz kılı­nır. Özürlü kimsenin akıntısından bir şeyler elbisesine bulaşırsa veya kılmak istediği namazı henüz bitirmeden yeniden akıntı olacağına inanıyorsa bu bu­laşığı yıkaması vâcib olmaz. Ama namazını tamamlayıncaya kadar yeniden akacağını tahmin etmezse bu bulaşığı yıkaması vâcib olur.

Hanbeliler dediler ki: Sidik veya mezî akıntısı veya yellenme gev­şekliği olan özürlü kimselerin abdesti bazı şartlarla bozulmaz. Şöyle ki:

1. Pislik akan yeri yıkayıp bir bez parçası veya benzeri bir şeyle bağ­laması, mümkün mertebe akıntıyı durduracak pamuk parçalarını içine tıka­ması ve akıntıyı dışarıya kaçırmamaya çalışması gerekir. Eğer bu sayılan ön­lemleri almadan bir akıntı vukû bulursa abdesti bozulur. Ama her türlü ön­lemi aldıktan sonra yine de akıntı olursa abdesti bozulmaz. Pislik akan yeri yıkayıp orasını bağladıktan sonra bunu her namaz kılışta yenilemesi gerek­mez.

2. Sızıntı veya akıntı devamlı olmalıdır. Eğer bu sızıntı veya akıntı aynı vakitte yeniden abdest alıp namaz kılacak kadar bir süre kesilirse ve bu, her zaman görülebilen bir hâl ise namazını bu kesinti zamanında kılması gerekir. Ve bu kişi, özürlü de sayılmaz. Eğer abdest alıp namaz kılmaya ye­tecek süreli olan bu kesinti kendisinde âdet hâline gelmemiş ve fakat geçici olarak vukû bulmuşsa abdesti bozulur.

3. Vaktin girmesidir. Özürlü kişi vaktin girmesinden önce abdest alır­sa abdesti sahîh olmaz. Ancak bir kaza namazı veya cenaze namazı için ab­dest alırsa abdesti sahîh olur. Elinde olmayan bu akıntılar vuku buldukça her vakit için abdest alması vâcib olur. Bu akıntılar vukubulmazsa ve abdest bo­zucu başka bir durum da meydana gelmezse abdesti bozulmaz. Özürlü kişi, almış olduğu abdestle dilediği kadar farz ve nafile namaz kılabilir. Eğer ayakta durmasından ötürü akıntı oluyorsa namazını oturarak kılar. Eğer rükû ve secdeye gitmekten ötürü akıntı olsa bile namaz kılarken yine rükû ve secdeyi yerine getirir. İşaretle namaz kılmak bu gibi hâllerde yeterli olmaz. Malikiler dediler ki: Hastalık hâlinde insandan akan idrar ve ben­zeri şeylerin akıntısı abdesti, bazı şartların gerçekleşmesi ile bozmazlar:

1. Bu özür kişide, namaz vaktinin çoğunda veya en az yarısı kadar bir zamanda devamlı olarak bulunmamalıdır. Meselâ sabahleyin sidik akın­tısı görülür, iki saat sonra da kesilirse bu durumdaki bir kimse özürlü sayıl­maz. Akıntısı kesilinceye kadar sabretmeli ve sonra da öğle için abdest almalıdır. Yellenme boşluğu olan ve kendisinde sürekli ishal bulunan da böy­ledir. Bu özürler, namaz vaktinin yarısı veya daha fazla bir sürede devam ederlerse sahipleri özürlü sayılır. Yoksa sayılmazlar.

2. Akıntıların düzensiz olmaktan ötürü hangi zamanlarda geldiğini kişi aklında tutamamalıdır. Bu özürlerin hangi saatlerde vukûbulduğunu ak­lında tutabilen kişi bu saatlerde abdest almamalıdır. Meselâ öğle vaktinin sonlarına doğru akıntının kesileceğini bilirse, öğle namazını bu saate kadar geciktirip abdestini alır ve namazını kılar. Aynı şekilde akıntının, öğlenin ilk vaktinde kesileceğini bilirse namazını geciktirmeden hemen bu saatte kıl­malıdır. Namazı, özürsüz kimselerin yapabildiği gibi vaktin sonuna ertele­mesi mubah olmaz. Eğer akıntı öğle vaktinin tümünde devam ediyor ve ikindi vaktinin de sadece son kısmında kesiliyorsa, öğle namazını bu vakte ertele­yip ikindi namazıyla birlikte “cem-i te´hîr” yaparak kılmalıdır.

Eğer akıntı ikindi vaktinin tümünde devam ediyor ve öğle vaktinin sadece son kısmında görülmüyorsa, ikindi namazını öne alarak öğle namazıy­la birlikte “cem-i takdim” yaparak kılmalıdır.

3. Özürlü kişi kendisindeki bu özrü ilâçla tedavi ederek veya evlene­rek ortadan kaldırmaya muktedir olamamalıdır. Eğer gücü yeter de yapmazsa özürlü sayılmaz. Tedaviyi terk etmekten ötürü günahkâr da olur. Tedaviye başlayacak olursa, tedavi günlerinde muaf tutulur.

Kendisinde mezî akıntısı görülen kimsenin mezîsi, bir hastalıktan ötürü ve alışılagelmiş lezzeti duyulmaksızın akıyorsa özür sayılır. Ama bir hasta­lıktan ötürü değilse, bekârlıktan ötürü ve alışılagelmiş lezzetiyle akıyorsa, örneğin bir kadına bakmaktan veya onu düşünmekten ötürü akıyorsa özür sayılmaz. Her aktıkça da abdesti bozar. Bu durumda sürekli olarak aksa bi­le yine özür sayılmaz.

Bu sayılan şartların gerçekleşmesi hâlinde akıntılardan ötürü abdestin bozulmayacağı, Mâlikî mezhebinin meşhur görüşüdür.

Hastalar için hafifletici bir hüküm sayılabilecek olan bir başka görüşle­ri daha vardır ki, bu görüş meşhur değildir. Bunu şöyle ifade edebiliriz: Bu sayılan şartlar gerçekleşmeseler bile, akıntılardan ötürü abdest bozulmaz. An­cak bu akıntılar sürekli değilse abdest tazelemek müstehab olur. Ama bu akın­tılar sürekli vukû bulmakta iseler abdest tazelemek müstehab olmaz. Özürlü kimselerin zorluk ve sıkıntı anlarında her ne kadar meşhur değilse de bu gö­rüşü taklid etmeleri sahîh olur. Çünkü bu, birçok insanın durumuna uygun düşmektedir. Bunu taklid etmelerine bir engel de yoktur.

Şafiiler dediler ki: Kendisinde akıntı görüleri özürlü kişinin, akıntı yerini tıkayıp bağlayarak korunması vâcibtir. Bu önlemi aldıktan sonra ab­dest alır, ancak bilâhare harhangi bir akıntı meydana gelirse bunun namaz kılmaya ve diğer ibadetleri yapabilmeye zararı olmaz. Özürlü kimsenin abdestinin namaza elverişli olması için birtakım şartların gerçekleşmesi gerekir. Şöyle ki:

1. Abdestten önce istincâ yapılmalıdır.

2. İstincâyı yapar yapmaz yukarıda anlatılan korunma önlemini he­men almalıdır. Korunma önlemi de alınır alınmaz hemen abdest alınmalı­dır. Bunu biraz daha açalım: Önce istincâ yapılacak. İstincâdan hemen son­ra aradan zaman geçmeksizin, akıntı gelen veya dışkı süzülen yeri temiz bir bezle tıkayıp bağlamalıdır. Ama bu bağ, zarar verici bir bağ olmayıp dokto­run pansuman bağını andırmalıdır. Bunu yapar yapmaz da acilen abdeste başlanmalıdır. Öyle ki, istincâ ile bağlama arasına fasıla konulmayacağı gi­bi bağlama ile abdest arasına da herhangi bir fasıla konmamalıdır.

3. Abdest organlarından biri kurumadan hemen öbürünü yıkamaya geçmelidir. Meselâ önce yüzü, sonra araya fasıla koymaksızın acelece elleri yıkamalıdır.

4. Abdest alır almaz araya fasıla koymaksızın hemen namaza durma­lıdır. Çünkü abdestten sonra başka bir işe başlanacak olursa abdest bâtıl olur. Ancak araya mescide gitmek gibi namazla ilgili bir işi sokacak olursa bunun pek zararı olmaz. Meselâ istincâyı evinde yapıp gerekli yeri bağladıktan sonra abdestini alıp mescide giderse bunun pek zararı olmaz. Abdest aldıktan son­ra yürüyerek mescide gitmesinin abdest için bir sakıncası yoktur. Yine ab­dest alır ve fakat cemâati veya cuma namazını beklerse bunun da zararı ol­maz.

5. Bütün bu saydığımız işleri vaktin girmesinden sonra yapmalıdır. Vaktin girmesinden önce yapılan istincâ ve alınan abdestin geçerlilikleri yok­tur. Özürlü kimse, anlattığımız şekilde aldığı abdestle sadece bir farz nama­zını kılabilir. Her farzı kılmak için, bu saydığımız işleri yeniden yapması ge­rekir. Nafile namazlara gelince, bu abdestiyle kıldığı farz namazın yanısıra dilediği kadar nafile namaz kılabilir. Nafileleri farzdan önce kılabileceği gi­bi, farzdan sonra da kılabilir.

Niyet bahsinde de anlattığımız gibi özürlü kişi, abdest alırken bununla, namaz kılmayı kendine mubah etmeye niyet etmelidir. Meselâ, “Bu abdestimle şâriin, namaz kılmayı bana mubah etmesine niyet ettim” demelidir. Bu abdest, gerçek bir abdest olmayıp, damlayan sidik ve benzeri şeylerden ötürü bozulmaktadır. Ancak İslâm dîni, müsamaha göstererek bu abdestle namaz kılınmasına müsâade etmiştir. Böylece özürlü kimseler, sevâbtan yoksun kalmamış olmaktadırlar. Çünkü İslâm hukuku, insanların maslahatla­rını, dünya ve âhiret menfaatlerini gözetmeye büyük îtinâ göstermektedir.[78]