sumeyye
Thu 15 July 2010, 01:26 pm GMT +0200
İstiğfar
Fetihlerin getirdiği kısmî rahatlama ve zenginleşme sebebiyle Hz Osman (ra) döneminde Medine, yeni yapılan güzel binalar ve bahçelerle bir hayli genişlemişti "Güzel yemekler yeme, güzel elbiseler giyme, güzel eğerli atlara binme ve bahçelerde dolaşma" gibi âdetlerin de başladığı bu dönemde, işleri dışında hep Mescid'de "zikr-i Canan"la meşgul olan mü'minler, bahçelerde sohbet meclislerinde de görünmeye başlamıştı
Ahmet Cevdet Paşa'nın o pek tatlı üslûbuyla ifade ettiği üzere, "sel gibi akıp giden terakkiyat-ı medeniyyeyi, takvaya tevafuk etmezse (uymazsa) fetvaya tevfik etmek (uydurmak) ve biraz da suyun akıntısına gitmek icab-ı vakt-ı halden (zamanın gereklerinden)" olmalıdır diye düşünenler vardı Ama böyle düşünmeyen Hz Ebu Zer (ra), dolaşır, kapılarda durur, "Beni bilen bilir Bilmeyen varsa ben, Allah Rasûlü'nün (sas) sahâbîsi Ebu Zer Cündüb b Cünade'yim Medine'yi taraf taraf baş gösterecek yağma ve dillerde destan olacak savaşlarla müjdeliyorum!" ikazında bulunurdu
Hz Ebu Zer (ra) biliyordu ki, eğitim gibi ferdî ve içtimaî hayat da ikili gaz-fren, yani sevgi-korku, mükâfat-ceza, ümit-endişe, teşvik-sakındırma prensipleri üzerinde gitmelidir Ayrıca, her büyüme, gelişme ve açılma, birtakım öldürücü virüslerin de hem ferdî hem de içtimaî bünyeye girmesine sebep olur Açılma, yani ışığın daha geniş sahalara yayılması dönemlerinde merkezde daha da kapanma, Hz İsa'nın (as) ifadesiyle, "dar kapıdan girme" ve ışık yoğunlaşması olmaz, yeni ulaşılan sahalardan yeterince ışık da alınamazsa, ufukta dalga dalga karanlıklar görünmeye başlar Bilhassa günümüzde olduğu gibi, dünyevîlik ve akliyat çok yaygın ve boğucu ise, nefsî tatmin ve nefsânîlik, tarihte olmadığı şekilde "fen, ilim, sanat ve felsefe" temeline oturmuşsa, bir de ruhî-manevî olandan nefsî tatmine kayış "değişim" adı altında âdeta hedef haline gelmişse, artık kendi olmaktan çıkma, önceki hassasiyetleri fazla ve gereksiz, hattâ yanlış görme, başka yerlerde izzet arama ve taklit başlar; yüksek idealler uğrunda çalışma mesleğe, ilim malûmata, geceleri ve gündüzleri ihya kutlamalara, marifet felsefeye dönüşür
Her cemaati, her milleti içinde boğmuş olan bu değişip başkalaşma ve ona götüren derece derece değişip başkalaşmalara uğramamanın yolu sürekli muhasebe ve murakabe ise, onlardan kurtulmanın yolu da istiğfardır Nasıl sabır ve şükür bir açıdan Din'in ve sağlıklı dinî hayatın iki kanadı ise, dua ve istiğfar da, bir başka açıdan yine onun iki kanadıdır Bir defa insan, her an istiğfar etme, çünkü sürekli şükretme mevkiindedir Bizzat kendisi gibi, devam etmesi de bütünüyle bir mucize olan hayat, âdeta zamansızlık sınırında her an, her nefeste bize yeniden bahşedilmektedir Yediğimiz tek bir meyvenin bile fiyatı, aslında kâinattır "Hayatın hayatı" olduğu gibi, ebedî hayatın da anahtarı olan Din, hayattan çok daha öte bir nimettir Dolayısıyla, gerektiği gibi şükredebilmek, hiçbir insanın kârı değildir Bu ise, sürekli istiğfarı gerektirir Bundandır ki, Din adına hizmetler ve Allah'ın bu hizmetlerde verdiği başarılar, "Biz sana, (başka zaferlere açılacak bir kapı olarak) aşikâr bir zafer ihsan ettik Ki Allah, geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışlasın" âyetlerinde açıkça ifade buyrulduğu üzere aslında birer istiğfardır; bağışlanma adına Cenab-ı Allah'a uzatılan birer dilekçedir Bunun yanı sıra, özellikle başarı ve açılmaların insanın içinde doğurabileceği gurur ve başarıyı sahiplenme gibi hisler ve başarıya giden yolda yapılan hatalar, Nasr Sûresi'nde açıkça emredildiği üzere yine istiğfarı gerektirdiği gibi, gelecek hayatımız, bir an sonramız, gelecek başarılara giden yol da günaha yönelişi kırma ve "şerrin kökünü kesme" adına yine istiğfarı gerektirir Kur'an-ı Kerim'de, âhiret âlemlerindeki o kadar arınma kurnalarından sonra bile cennete girmeden önce daima mağfiretin, Allah'ın bağışlamasının nazara verilmesi de, Allah'ın bağışlaması olmadan cennete girmenin mümkün olmadığını gösterir
Evet, insan, sürekli istiğfarla mükelleftir; o halde mü'minin hayatı, baştan sonra istiğfar olmalıdır
ALİ ÜNAL