- İstanbul’un imarı ve Yahya Kemal

Adsense kodları


İstanbul’un imarı ve Yahya Kemal

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Thu 19 July 2012, 05:10 pm GMT +0200
İstanbul’un imarı ve Yahya Kemal
Ali Şükrü ÇORUK • 76. Sayı / DOSYA YAZILARI


Doğu Roma ve Osmanlı imparatorluklarına başkentlik yapan, Cumhuriyet döneminde siyasi hüviyeti Ankara’ya intikal etmekle beraber her bakımdan önemini muhafaza eden İstanbul, önemine binaen tarih boyunca çeşitli sıkıntılarla karşılaşmış bir şehirdir. Başta nüfus yoğunluğu, köyden kente göç, altyapı eksikliği, bütün bir ülkenin iktisadi yükünü sırtlanmak zorunluluğu, önce içerden başlayan daha sonra çevreye yayılan ve şehri kuşatan sanayi tesisleri, fabrikalar, endüstri faaliyetleri olmak üzere insan ve şehir hayatını etkileyen bu sıkıntılar sadece İstanbul’a has değil, onun sınıfında olan bütün dünya şehirlerinin ortak sıkıntılarıdır.

Osmanlı örneğine baktığımızda ise su, yangınlar ve şehir içinde işsiz güçsüz gezen nüfus ve asayiş olayları şehrin en önemli sorunlarıydı. 18 ve 19. yüzyıllarda kaybedilen savaşlar neticesinde Rumeli’den başlayan kitlesel göçler İstanbul’un iskân problemini daha da arttırdı. Devletin zaten bozuk olan malî durumu ise bu problemin çözümünü zorlaştırdı. Ayrıca 19. yüzyılda başlayan sanayileşme çabaları, Batılıların “Altın Boynuz” dedikleri Haliç kıyıları boyunca sıralanmış tersaneler, fabrikalar ve imalathaneler İstanbul’u yeni bir sorunla daha tanıştırdı; Nedim’in “bir taşı Acem mülküne fedadır” dediği şehri âdeta bambaşka bir hüviyete büründürdü. Bu hamleden Boğaz kıyıları da nasibini aldı. Kuruçeşme’de kömür, Çubuklu’da gaz depoları, İstinye’de tersane, Beykoz kıyılarında pek çok fabrika inşa edildi. O tarihten bu yana bu tür tesisleri bünyesinde barındıran Haliç ve Boğaz kıyıları, son yıllarda gerçekleştirilen ve iktisattan ziyade çevreye ve insan yaşamına verilen önemin göstergesi olan çalışmalar sayesinde bir nebze olsun nefes aldı.

İstanbul gibi gittikçe büyüyen ve ilerde daha da büyüyeceği ve genişleyeceği varsayılan bir şehrin sorunlarını çözmenin, yine bu sorunlar nispetinde projeler üretmekle mümkün olduğu artık iyiden iyiye anlaşıldı. Geçenlerde bizzat başbakan tarafından açıklanan projeler bunun bir göstergesi. Başbakan, yaptığı açıklamada İstanbul Boğazı’nı deniz taşımacılığında devre dışı bırakan bir kanal projesini kamuoyuna duyurdu. Bu projeye göre şehrin Avrupa yakasında Çatalca ile Silivri arasında bir kanal yapılarak Karadeniz ile Marmara denizi birbirine bağlanacak. Bu ve buna bağlı projelerle İstanbul’un her bakımdan yükünün azaltılması, inşa edilecek yeni yerleşim birimleriyle bu alanda yaşanan mevcut problemlerin ortadan kaldırılması amaçlanıyor.

Bilinçsiz imarın yok ettikleri
İstanbul’un tarihî hüviyeti, şehrin sorunları için çözüm üretilirken dikkate alınması gereken en önemli nokta. Zaten açıklanan son projelerle şehrin mevcut meseleleri halledilirken bu hüviyetinin de korunması amaçlanıyor. Gerçekten de geçmişle bugünü bir arada yaşamak ve yaşatmak konumunda olan, şehir kimliğini bu özelliğiyle kazanan İstanbul için başka bir yol yok. Yukarıya aldığımız örneklerden de anlaşılacağı üzere, maalesef 19. yüzyıldan sonra başlayan, Cumhuriyet döneminde de devam eden “modern” nitelikli imar hareketlerinde bu durum göz ardı edildi. “Eskiyi yıkıp üzerine yeniyi yapmak”, iktisadî sebeplerle İstanbul’un ve Boğaziçi’nin tabii güzelliklerini ortadan kaldırmak bilinçli veya bilinçsiz girişilen bu imar hareketlerinin adeta düsturu oldu. Neticede ise herkesin şikâyet ettiği bir İstanbul ortaya çıktı.

Osmanlı’nın son dönemlerinde ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında İstanbul’da gerçekleştirilen imar faaliyetleri tartışmaları da beraberinde getirdi. Eski bir şehir üzerinde yeni bir şehir inşa etmek gayreti tartışmaların odak noktasıydı. Özellikle Meşrutiyet döneminde Cemil Topuzlu’nun belediye başkanlığı sırasında yapılan çalışmalar toplumun bir kesimi tarafından desteklenirken, bir kesimi tarafından eleştirildi. Cemil Topuzlu İstanbul’u modern bir şehir hâline getirmek adına pek çok tarihî eseri ortadan kaldırdı, buna karşı çıkanları “mutaassıp” olarak suçladı. Bu konudaki tartışmalara tarih noktainazarından katılan ve şehirde yapılacak imar çalışmalarında bu noktanın göz ardı edilmemesini isteyen aydınların başında ise “İstanbul şairi” Yahya Kemal geliyordu. Zaten onun böyle bir konuda sessiz kalması düşünülemezdi. İstanbul etrafında yazdığı şiirlerle, ortaya koyduğu düşüncelerle modern edebiyatımızda ve düşünce hayatımızda “yeni bir ufuk” açan Yahya Kemal, Mütareke yıllarında bu konuya eğilmiş, İstanbul’da yapılacak imar faaliyetlerinde şehrin tarihî ve estetik dokusuna zarar verilmemesini istemişti. İstanbul işgal altındayken 26 Ocak 1921 tarihinde Payitaht gazetesinde yazdığı “Kör Kazma” adlı yazı onun bu konudaki düşüncelerini özetlemesi bakımından önemlidir. Yazı, Küçüksu’da III. Selim döneminden kalma bir karakolun yıkılıp yerine fabrika deposu yapılmasıyla ilgiliydi. Bu durumu bilinçsiz bir imar hareketi olarak gören Yahya Kemal, yapılan işi nitelemek için “kör kazma” tabirini kullanmıştır. Geçmişe saygı, hürmet gerekirken atalarımızdan bize intikal eden eserler karşısındaki bu hoyrat tavır şairi epeyce üzmüş, biraz da sinirlendirmiştir. Üsküdar’daki Selimiye Kışlası’nın bir nevi devamı olan bu binanın yıkılması bizi bir anlamda o dönemden uzaklaştıracaktır. Şaire göre yapılan iş eski İstanbul’un bir tarafını ortadan kaldırmak, bir “uzvunu” kırmaktı:

“Dün Küçüksu’da Selim-i Sâlis hatıralarından olan karakolu, enkazından kim bilir ne deposu yapmak için yıkıyorlardı. Kör kazma, Türk İstanbul’un bir uzvunu daha kırıyor… bu binalar ki Üsküdar’da Selimiye Kışlası’nın yavrularıdır… Bu binaları yıkmadan hasıl olacak kâr bir arsa bile değil, ancak biraz enkazdır. Lâkin biz son devrin Türkleri müceddit kafalı insanlarız. Bu şehri harap görmektense dümdüz görmekten daha çok zevk alırız. Bunun için de bir asırdan beri gücümüz, ancak harabeleri yıkmaya yetti.”

Beyinleri “yenilik mikrobu”yla aşılanan nesiller
“Yenilik” adına eskiyi ortadan kaldırma anlayışını tenkit eden Yahya Kemal, Tanzimat sonrasında ortaya çıkan bu düşüncenin İstanbul’u tehdit ettiği görüşündedir. Yazara göre bu durum devam ederse, Boğaziçi’nde Rumeli ve Anadolu hisarlarından başka tarihî eser kalmayacaktır. Gerçekten de bizim gibi geleneklerine bağlı, geçmişe hürmetle yaklaşan bir milletin aynı davranışı eski eserler karşısında göstermemesi aslında bir çelişkidir. Modern şehircilik alanında bizden ileri ülkelere mensup yabancı gözlemcilerin İstanbul’u tarihî ve kültürel dokusuyla muhafaza etmemiz gerektiğini vurgulamaları ise üzerinde durulması gereken bir konudur. Yazar İstanbul’u ziyaret eden bu yabancılardan birisiyle yaşadığı bir hatırayı yazısında naklederek şehircilik alanında daha dikkatli adımlar atmamız gerektiğine işaret eder. Yahya Kemal’in anlattığı olayın merkezinde ise Haydarpaşa Garı ile Selimiye Kışlası vardır:

“Dört sene evvel bir ecnebi mimarla Haydarpaşa vapurunda idim. Vapur denize açıldıktan sonra Anadolu sahili görünür görünmez bu ecnebi mimar ‘Ne güzel mimarî!’ dedi. Ben, Haydarpaşa Garı’ndan bahsediyor sandım. ‘Son senelerde yeni yapıldı’ dedim. Yüzüme hayretle baktı. ‘Hayır, o müstekreh (iğrenç) anbarı kastetmiyorum. Şu dört kuleli bina güzel’ dedi ve Selimiye Kışlası’nı gösterdi. Bütün Türkler bu şehirde herhangi bir binayı bu kışladan fazla beğenir. Çünkü beyinleri ‘yeni’ dedikleri mikropla aşılanmış bir neslin çocuklarıdır.”

Bir medeniyet gayreti: “Eskiyi korumak”
Yazısının sonunda dönemin belediye başkanlarından Cemil Topuzlu Paşa’nın şehircilik ve imar anlayışını eleştiren Yahya Kemal, “cetlerimizden kalan binaları koruyabilirsek çok kâfi bir medeniyet gayreti göstermiş oluruz” diyerek asıl yapmamız gerekene işaret eder. Ona göre medeni olmak, bir şehrin zaman içindeki yolculuğunun göstergesi olan tarihî eserleri korumaktan geçmektedir.

Yahya Kemal, İstanbul’un imarı hakkındaki düşüncelerini 1935 yılında valilikte düzenlenen bir komisyon toplantısında da dile getirir. Daha sonra “İstanbul’un İmarı” başlığıyla Aziz İstanbul (s. 152-160) adlı kitabına alınan konuşma metninde Yahya Kemal, yukarıda temas ettiğimiz görüşlerinin arkasında durur. Bu toplantıda dile getirdiği bir teklif ise dikkat çekicidir: İstanbul imar edilirken yabancı uzmanların yanında Türk mimar ve mühendislerin de istihdam edilmesidir. İstanbul’un meselelerine içerden bakışın önemli olduğuna inanan Yahya Kemal, böylesine önemli bir konuda bütün inisiyatifin yabancı uzmanlara bırakılmasına karşıdır. İki yakanın birbirine bağlanması noktasında getirdiği çözüm önerisi ise metrodur. Boğaziçi’nin tabii güzelliklerinin bozulmaması için “inşallah köprü geçmez” temennisinde bulunan Yahya Kemal, köprüleri ve metrosuyla bugünkü İstanbul’u görseydi acaba ne düşünürdü?