- İstanbul’da çağdaş sanat

Adsense kodları


İstanbul’da çağdaş sanat

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Tue 26 June 2012, 03:49 pm GMT +0200
İstanbul’da “çağdaş sanat”
Alper Çeker • 65. Sayı / KÜLTÜR


1846 yılında Tophane-i Amire Müşiri Ahmed Fethi Paşa eski silahları Aya İrini kilisesinde toplamış ve İstanbul’un ilk müzesi böylece kurulmuştu. Abdülmecid’in ülkenin çeşitli yerlerinden getirttiği eski eserleri burada topladığı biliniyor. 1869 yılında burası müze olarak (Müze-i Hümayun) anılmaya başlandı. Aslında Müze-i Hümayun, Arkeoloji Müzesi’nin de kökenidir.

İstanbul’da imparatorluk coğrafyasına ait arkeolojik eserleri ilk kez ciddi bir biçimde toplayan, Dr. Philipp Anton Dethier olmuştu. Aynı zamanda Müze-i Hümayun müdürü olan Dethier’in 1881 yılında ölmesi üzerine, yerine büyük Türk ressamı Osman Hamdi Bey getirildi.

Osman Hamdi Bey’in ilk işi, mimar Alexandre Vallaury’e bir müze binası ısmarlamak oldu. Bugün Arkeoloji Müzesi olarak anılan, Çinili Köşk’ün hemen karşısındaki bu bina, dünyanın müze olarak tasarlanıp inşa edilen ilk yapılarından biridir.

Türkler erken bir dönemde müzecilik konusunda dev bir adım atmalarına karşın, ilerleyen yıllarda bu işi ihmal ettiler. Arkeoloji Müzesi dışında, kamuya ait müzelerin tamamı zaten var olan binaların müzeye dönüştürülmesi yoluyla elde edildi. Yalnızca Askeri Müze için Harbiye jimnastikhane binasına ek bölümler inşa edildi.

Kamuya ait müzelerin sanat içerikli olanları, klasik eserlerle ilgileniyor. Son yıllarda burjuvaziden seçkinleşmeye geçme çabası içindeki birkaç zengin ailenin açtığı özel müze de geleneksel sanatların klasik örneklerine yer veriyor. Piyasa koşullarının bunda etkili olduğu şüphesiz. Rafi Portakal’ın mutlaka anılması gereken çabaları sonucunda Türk hat sanatının yüzüne bakılmayan şaheserleri, ebrular, minyatürler artık servet değerinde. Dolayısıyla özel müzeler de gelecekte zarar etmemek için piyasası belli olan eserleri toplamaya yöneliyor.

“Modern Sanat”, tarifi zor bir kavram. Ancak Fikret Mualla’dan Burhan Doğançay’a kadar ülkemizde bu sanatın önemli temsilcileri boy gösterdi. Burhan Doğançay, 2004 yılında kendi adıyla kurulan bir müzede ilk kez çağdaş sanata yer verdi. Bu, İstanbul gibi bir şehir için çok geç bir tarihtir.

“İstanbul Modern ne oldu?” diye soranlar olacaktır, hemen cevaplayalım: İstanbul Modern, bir müze değildir (hatta buranın ne olduğu, hangi amaçla kurulduğu da belli değildir).

Burhan Doğançay Müzesi, adından da anlaşılacağı üzere özel bir müze; yani çeşitli çağdaş Türk sanatçılarının eserlerini burada bir arada bulmak mümkün değil. Oysa İlhan Koman’dan Abidin Dino’ya kadar, Türkler bu sanatın çeşitli dallarında dünya çapında ürünler ortaya koydu.

Müze faslı böyle; gelelim çağdaş sanat sergilerine… İstanbul’un 2010 yılı Avrupa Kültür Başkenti seçilmesi üzerine devlet tarafından kurulan ve kendisine büyük bir bütçe ayrılan İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın Görsel Sanatlar Yönetmenliği, iki yıldır “Çağdaş Sanat” adı altında bir dizi sergiye imza atıyor. Bu sergilerden ağdalı cümlelerle söz etmemiz okuyucuyu yanıltabilir, çünkü İstanbul’un sanat çevreleri bu etkinliklere hiçbir anlam veremiyor. Büyük paralar harcanarak gerçekleştirilen bu sergilerde Avrupa’nın kendi ülkelerinde bile tanınmayan üçüncü sınıf sanatçılarına yer veriliyor. Ajansın görsel sanatlar yönetmeni Beral Madra, basında yalnızca başında bulunduğu kurumda kendi projelerine onay vermesi ile haber oldu. Bunun dışında ajansın etkinlikleri İstanbul’un sanat çevrelerinde hiç bir yankı yapmadı. Amatör denebilecek nitelikte eserler, İstanbul’daki sanat çevrelerinin ilgisine sunuldu.

Aslında Rafi Portakal, geleneksel Türk sanatlarının piyasasının oluşmasını sağlayan cesur yatırımın ardından, çağdaş sanat ürünlerine yer veren müzayedeler de düzenledi. Şu ana kadar çabalarının karşılığını aldı mı bilemem, ama çağdaş sanat ürünlerinin kendisine yer açması için kamu kaynaklarının kullanılmasının şu âna kadar bir yarar sağlamadığı ortada. Devletin bu işten çekilmesi, özel sektörün bu sanat alanına el atması en doğrusu. Kamu kaynaklarının kullanılmadığı etkinliklerin daha nitelikli olacağı bir gerçek; çünkü özel sektör amatör taramalara para yatırmaz.

Sonuç olarak, İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olduğu 2010 yılı, çağdaş sanat açısından şu âna kadar hayal kırıklığı ile geçti.