- İstanbul u ve Osmanlı yı Mayalayan Şehir

Adsense kodları


İstanbul u ve Osmanlı yı Mayalayan Şehir

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
ehlidunya
Sun 23 October 2011, 04:17 pm GMT +0200
İstanbul'u ve Osmanlı'yı Mayalayan Şehir: Bursa

İstanbul fethedildiğinde (1453) dünyanın en önemli merkezlerinin başında geliyordu. Hz. İsa'dan (as) yüzlerce yıl öncesinin tâbiriyle, İstanbul'a sahip olan dünyada da söz sahibiydi. Fetihten sonra İstanbul, Osmanlı karakteri alarak dünyanın merkezi olmaya devam etti. Bütün Osmanlı memleketinin ve İslâm âleminin en güzel câmi, türbe, çeşme, hamam, medrese, han, bedesten ve meydanları İstanbul'da yapıldı.

Buhara ve Semerkant'ta doğan mimarimiz olgunlaşarak Anadolu'ya gelmiş; Erzurum, Sivas, Kayseri, Konya, Niğde'de çifte minareli medreseler ve kümbetli yapılarla Selçuklu mimarî tarzında devam etmişti. 14. yüzyılda Bursa'da yapılan câmi, türbe, han ve hamam mîmârîmiz kubbeyle tanıştı. Çeşme, çarşı, minare ve ev mîmârîsi daha bir olgunlaştı; karakteristik Osmanlı çizgilerini burada kazandı. Bursa âşığı merhum Abdülbâki Gölpınarlı (1900–1982) bu yüzden, "Bursa'yı görmeyen ve bilmeyen, medeniyetimizin ve mîmârî şaheserlerimizin İstanbul'da nasıl zirveye çıktığını anlayamaz." demiştir.

İstanbul dünya çapında dikkat çeken eserlerle mâmur edilirken, yukarıda zikredilen farklı tür yapıların hemen tamamında örnek Bursa'dan alındı. Meselâ saçaklar, 2. Murad'ın türbesinin kapısına yapılan ve hâlâ aslı korunan saçaklar model alınarak yapıldı. 15. yüzyılda ise çoklu kubbeden tek kubbeye geçildi; yeni binalar bu tarzda inşa edildi ve bu, yüzyıllarca Osmanlı sivil mîmârîsinin karakteristik şekli oldu.

İlk defa Bursa'da denenen mîmârî yapıların gelişmiş örnekleri, daha büyük ölçekte ve sanatça daha zengin birer eser olarak İstanbul'da Topkapı Sarayı, Sultan Ahmed Camiî ve Çeşmesi şeklinde vücuda geldi. Aynı şekilde, şehzade veya padişahlar Edirne, Manisa, Amasya, Kütahya, Üsküp ve Bosna gibi şehirlere eserler yaptırırken Bursa'daki asıllarından ilham aldılar. 16. yüzyıldan sonra ise İstanbul kendi tarzını oluşturdu. Ama medrese, imaret, şifahâne ve hamamlar Bursa'daki asıllarının benzeriydi. Bursa, İstanbul'u hattâ Osmanlı'yı mayalayan şehirdi.

Bursa'nın maya olma hususiyeti sadece mîmârî örneklerle sınırlı değildir. Hâlâ hayatiyetini sürdüren Karagöz-Hacivat ve kılıç-kalkan oyunları Bursa'da ortaya çıktı, Süley­man Çelebi'nin Mev­lid'i gibi millî kültürümüzün önemli bir unsuru da burada yazıldı. Edebiyatımızda hâkimiyeti asırlarca süren, eşsiz bir şiir ve sanat hazinesi durumundaki Divan edebiyatı da kaynağını Bursa Bey sarayında başlayan sultan sohbetlerinden aldı. Boza gibi bize has (Orta Asya'da hâlâ aynı isimle anılan ve aynı şekilde hazırlanan) bir içecek, Bur­sa'da yaygınlaştıktan sonra İstanbul'un Vefa'sına hediye edildi.

İdare ve emniyetin sağlanması, başka dinden insanlarla münasebetlerin tesis edilmesi gibi konularda, şehir hayatının gerektirdiği uygulamaların ilk tecrübeleri Bursa'da yaşandı. Bursa Kadısı Hızır Bey, ilk İstanbul Kadısı (Vali ve Başsavcı) oldu. Fatih'i Rum mimarla muhakeme eden bu kadıdır. İstanbul'un ilk Subaşısı (Emniyet Müdürü ve Belediye Başkanı) Karşıduran Süleyman Bey Bursa'dan geldi. Kanunî'nin efsane Şeyhülislâmı Ebussuud Efendi de Bursa Kadısı olarak Bursa'da yetişti. Üftade Hazretleri'nin Bursa'daki dergâhında pişerek İstanbul'u mayalamaya gönderilen kadı nâibi, Aziz Mahmut Hüdayi Hazretleri de Bursa'dan gitmişti.

İstanbul'da büyük medreseler yapılınca büyük âlimler, Bursa, İznik, Edirne medreselerinde temayüz eden hocalar İstanbul'a toplandı. Fatih medreselerinde, farklı coğrafyalardan gelen medrese mezunlarına "Tekamül" dersleri verilmeye başlandı; zamanın en yüksek ilimleri okutuldu ve nâdide kitaplar getirtildi. Çelebi Mehmed'in Sultaniye (Yeşil) Medresesi, İstanbul'da açılan medreseleri besliyordu. Meselâ, Bursa'daki Muradiye Medresesi'nden Mehmet Zeyrek müderris olarak gittiği İs­­tanbul'da aranılan meşhur bir âlim oldu. Kıvrak zekâlı mânâsındaki Zeyrek lâkabı, İstanbul'da medresesinin olduğu semte verildi ve burası Zeyrek olarak tanınır oldu.

Bazen de olgun insanlar tayinle İstanbul'dan taşraya gelir, burada Payitaht'a adam yetiştirirdi. İstanbul'daki medreselerde veya sarayda görev yapmış olan bu zâtlar, Bursa'ya da hizmet ettiler. Yavuz Sultan Selim'in yârânı Hasan Can, oğlu Hoca Saadeddin'in Bursa Sultaniye Medresesi'ne tayini sebebiyle Bursa'ya geldi ve burada vefat ederek, Yeşil Türbe'nin kapısının yan tarafına defnedildi. Hoca Saadeddin daha sonra tekrar Payitaht'a dönüp Şeyhülislâmlığa kadar yükseldi ve vefat edinceye kadar üç padişah döneminde Şeyhülislâmlık yaptı.

1670'li yıllarda İstanbul'dan Bursa'ya gelen, "Sultanın şeyhi" nâmıyla ünlü Vanlı Mehmed Efendi de onlardan biridir. Peygamberimiz'in (aleyhissalâtûvesselâm) soyundan gelen bu zât, ailesi ve talebeleriyle birlikte Bursa'nın doğusundaki Kastel Kalesi altında geniş topraklar alarak yerleşti ve burada yeni bir köyün çekirdeğini oluşturdu. 1673'te güzel bir câmi, hamam, medrese ve imarethâne yaptırdı. İleriki yıllarda İstanbul'a çağırıldı. Boğaz'daki Vaniköy'ün ismi de ondan gelmektedir. Vânî Mehmed Efendi 1685'te tekrar Kastel'e döndü. Vefat edince, yaptırdığı caminin haziresine defnedildi. Kastel köyü daha sonra Bursa'nın Kestel ilçesi oldu.

Bursa'da "hoşgörü içinde bir arada yaşama ve herkesin hukukuna saygı gösterme anlayışı"nın İstanbul'a ve daha sonra bütün bir Osmanlı'ya örnek olması, Tanzimat dönemi aydınlarının da dikkatini çekmiştir. Geniş bir coğrafyaya yayılan devletin iyice karmaşıklaşmış meselelerinin çözümü için sık sık "Bursa başlangıcı" incelenmiştir. Yeni bir ruh için ilk dönem Bursa'sından ilham alınmaya çalışılmış, bunun kaynağının kendi inanç sistemi ve mânevî dinamiklerinden beslenen bir insan modelinde olduğu görülmüştür.

sızıntı