sumeyye
Wed 2 March 2011, 03:47 pm GMT +0200
B- İŞLENMİŞ ARAZİNİN ŞAHSÎ MÜLKİYETE ÇEVRİLMESİ
İmâr görmüş arazi 2 kısımdır:
a) Mâliki belli olan, fakat halifenin hazîne malı olarak kabul ettiği topraklar.
Bu nevi arazi kendi içinde de şu kısımlara ayrılır.
aa) İslâm ülkesinde ise sahibi ister müslüman olsun, ister zımmî olsun durum değişmez.
bb) Harp ülkesinde ise, müslümanların da o yer üzerinde mâlik olduğu bilinmiyorsa, halîfe zaferden sonra, mülkiyeti, işlemesi mümkün olsun diye parçalamak istiyorsa bu caizdir.
"Temîmu'd-Darî, fetholunmadan önce Şam tarafında bulunan bir bölgenin arazisinin kendisine verilmesini Resûlüllah (s.a.v)' den istemiş, o da o yeri Temîm'e vermiştir."
"Ebu Sa'lebet'il-Huşenî de Resûlüllah (s.a.v)' den Rumların elinde bulunan bir arazinin kendisine tahsis edilmesini istemiş, Resûlüllah (s.a.v) de ona hayret etmiş ve:
- Dikkat et ne söylediğini işitmiyor musun? buyurmuş. Oda,
- Seni hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki, Rum ülkesini fethedeceksin, demiştir. Bunun üzerine Resûlüllah (s.a.v) de o yerin Ebu Sa'lebe'ye verilmesini bir yazıyla tesbit etmiştir.[177]
Bu vak'alarda olduğu gibi, bir kimse halîfeden harp ülkesindeki bir araziyi, esirleri, zürriyetlerinin (çocuklarının) kendisine verilmesini isterse o ülke fetholunduğunda bağışlanan için o yer ve esirler üzerinde tercih ve takdim hakkı vardır. Her ne kadar burada bağışlama işi meçhul, henüz elde bulunmayan bir şey üzerinde yapılıyorsa da âmme işlerine taalluk etmesi sebebiyle bu caizdir. Şa'bî'den rivayet edildiğine göre:
Hureyme b. Evs. b. Hâriseti't-Tâî, Resûlüllah (s.a.v)'e, "Şayet Hire'nin fethini Allah sana kısmet ederse Nufeyle kızım bana ver." demiştir. Zamanla Hirelilerle, Hâlid sulh anlaşması yapmak isteyince, Hureyme, Hâlid'e:
- Resûlüllah (s.a.v), Nufeyle kızım bana verecekti. Onun için anlaşma yapma veya Nufeyîe kızını anlaşma hükmüne dâhil etme, dedi.
Ayrıca bu mesele için de Beşir b. Sa'd ve Muhammed b. Mesle-me'yi şahit gösterdi.
Bunun üzerine anlaşmadan Nufeyle kızı çıkartıldı, Hurey-me'ye verildi. Tekrar 1000 dirheme Hureyme'den satın alındı. Nufeyle kızı yaşlı, çocuk yapmadan kesilmiş bir kadındı. Bir rivayete göre de, Hureyme'ye denilmiştir ki:
- Yazıklar olsun sana. Sen, onu kabilesine hemen bırakmasay-dın onlar aldığın şeyin iki mislini vereceklerdi. Hureyme de,
- Zannetmiyordum ki verecekleri şey 1000 dirhemden fazla olsun, demiştir.
Harbten önce, Mukâtaa suretiyle bir arazinin mülkiyet hakkını ferde vermek böylece hukuken muteber olduktan sonra, fethin mâhiyetine bakılır, arazi sulh yoluyla alınmışsa o zaman şahsa ait olur. Sulh anlaşmasından hariç tutmak gerekir. Fetih, silâh zoruyla olmuşsa, arazi verilen kimse verilen araziye, bağışlanan mala hak sahibi olurlar. Diğer savaşçılardan üstün hakları vardır.
Savaşçıların durumuna gelince: Fetihten önce, arazinin bir parçasının bir şahsa verileceğini biliyorlarsa, verilen arazi için bedel isteyemezler. Biliniyorlarsa, halîfe veya komutan diğer savaşçıların memnun kalıp kabul edecekleri bir kısım ganimetleri de onlara verir. Ebû Hanîfe'ye göre: Halîfe hibede ve arazi verilmesinde genel bir menfaat görüyorsa diğer savaşçılara bu durumda hoşlanacakları ganimetleri vermesi gerekmez.
b) Mâmur yerlerden ikinci kısım: Mâliki ve hak sahipleri bilinmeyen yerlerdir ki 3 kısma ayrılır.
aa) Fetholunan ülkelerde halîfenin hazîne için ayırdığı mülkler: Bunlar, ya 1:5 hak olarak alır. Yahut savaşçıların şahıslarını temiz tutmak için o malları tamamen hazîneye alır. Hz. Ömer Irak arazîsini alınca, İran hükümdarının, saray adamlarının mallarını, kaçan mal sahiplerinin mülklerini veya harap olmuş mülkleri hazîneye mal etmiştir ki, para olarak değeri 9.000.000 dirhemdir. Bütün bu kıymetleri müslümanlarm işine harcamış, her hangi bir şahsa bir arazî parçası vermemiştir. Sonra Hz. Osman bu mülkleri şahıslara dağıtmıştır. Zira malların gelirinden parçalara ayırıp, şahıslara vermenin ve buna karşılık fey hakkı olarak; ücret almanın faydalı olacağını görmüştür. Bu şekilde mülk vermek Iktâı Icâre: Kira ile verilen arazi olup ıktâı temlik Mülkiyeti devredilen bir arazi değildir. Böylece îcâr bedeli söylenilene göre: 50.000.000 dirheme ulaşmıştır. Bu paradan yardımlarda, bağışlarda bulunmuştur.
Hz. Osman'ın tatbikatı 82 hicrî yılında Eş'as oğlunun fitnesi zamanına, Cemâcim senesine kadar devam etmiştir. İsyanda arazi kayıtlarını ihtiva eden defterler yanmış, her kavim kendine ait araziyi almıştır.
Mâmur toprakların bu gurubunda, mülkiyet hazîneye bırakılıyor. Bütün müslümanlarm mülkü oluyor. Arazînin mülkiyeti daimî bir vakıf hükmünde olarak sürüp gidiyor. Faydalanmak ise, haklarına riâyet edilerek kullanılan bir mal oluyor. Halîfe bu tür arazî de muhayyerdir. Dilerse arazinin gelirini hazîneye aktarır. Hz. Ömer'in yaptığı gibi. Dilerse araziyi işleyip îmar edeceklere, gelire göre, haraç karşılığı kiraya verir. Hz. Osman'ın yaptığı gibi. Böyle durumlarda haraç ücreti topluma harcanır. 1: 5 (beşte bir) olarak ganîmet maksadıyla almıyorsa ganimete hak kazananlara harcanır.
Şahsî mülkiyet haklanın haracı, meyveler ve ekinler üzerine konulursa, Resûlüllah (s.a.v)'in Hayberlilerden hurmaların yarısını aldığı gibi haraç alınır. Ekinlerden alınması ise, yetkililerin mütâlâasına göre olur. Yetkili, ekinlerden alınacağını belirtirse haraç ahmr. Şahsî mülkiyet hakkı (Mukâtaa) vergisi alınmaz derse, haraç da alınmaz. Bir görüşe göre de: Şahsî mülk (Mukâtaa) vergisi alınmazsa da haraç alınır. Bilirkişiler genel menfaate dayanarak haracı reddederse o zaman ekinlerden Öşür alınır. Meyvelerden alınmaz. Çünkü ekin yalnız ekenin mülküdür. Meyveler ise, daha önce arazi üzerinde bulunması sebebiyle bütün müslümanlarm müşterek malıdır. Onların menfaatına harcanır.
bb) Haraç arazi: Bu arazinin mülkiyeti de temlik edilemez.. Kendi içinde 2'ye ayrılır, aaa) Bir kısmının mülkiyeti vakıftır, haracı da ücrettir.'Vakıfların temliki, mülkiyetinin aktarılması doğru değildir. Satılıp bağışlanamaz da, bbb) Bir kısmının da mülkiyeti, şahsa aittir. Haracı da cizyedir. Mâliki belli olan bir malın iktâı: Mülkiyetinin bir başkasına verilmesi sahih olmaz. Haracının devri, verilmesi ise mahsûlünün verilmesi bahsinde anlatılacaktır.
cc) Sahipleri ölüp de, mirasçıları, hak sahipleri bulunmayan mâmur yerler: Bütün müslümanlar için mîras olarak hazîneye kalır, müslümanlarm işlerine harcanır. Ebû Hanîfe'ye
göre: Mirasçısı olmayan kimsenin malları, ölenden bir sadaka olarak yalnızca fakirlere harcanır. Şafiî'ye göre: Bu malların toplum işlerine harcanması daha geneldir. Her ne kadar, husûsî bir mal ise de hazîneye geçtikten sonra genel mallardan, âmme emlâkinden olur. Şafiî'nin taraftarları, Hazîneye geçen malın rakabe-si: Kuru mülkiyetinin hazîneye intikâl ile vakıf olup olamıyaca-ğmda ihtilâf göstermişlerdir. İki görüş vardır. Bir görüşe göre: Masrafı umuma (genel) olduğundan malların kendisi de vakıf olur. Herhangi bir özel duruma, statüye konulamaz. Bir görüşe göre: O malların birisine devri muteber olmaz. Diğer görüşe göre: Halîfe vakfetmedikçe arazî vakıf olamaz. Buna göre, malın hazîneye geçmesindense, satılmasını uygun görürse, satar. Bedelini kamu işlerine fey ve zekât ehline mensub ihtiyaç sahiplerine harcar. Yine bu görüşe göre, malı birine vermek caizdir. Madem ki bedeli ihtiyaç sahiplerine münasip görülen işlere harcanmaktadır, birine malın aynının verilmesi, mülkiyetini devretmesi de caizdir. Bedelini temlik mümkün olunca, mülkiyetinin temliki de mümkündür. Bir fikre göre de, malın mülkiyetinin birine verilmesi caiz değildir. Her ne kadar ücret karşılığı satmak caizse de bedelsiz tahsis, caiz değildir.
Her iki görüş arasında fark oldukça zayıftır. Arazînin ve malların, şahsî mülkiyete çevrilmesi hakkındaki söz bu kadardır.[178]
[177] Müsned-i Ahmed, 1/192. Ebu Davud, imâre 36. Tirmizî, ahkâm, 39. vs.
[178] El-Ahkâmu’s-Sultaniyye, Ebu’l-Hasan Habib, Bedir Yayınevi, 1/ 359-363.