armi
Fri 8 January 2010, 05:38 pm GMT +0200
İslam´ın Üçüncü Esası Zekat Hakkındadır
Zekatın farzları dörttür: Hürriyet; mülkiyetin sıhhati; nisab miktarı malın bulunması (200 Dirhem veya 20 dinar); Havl´in tamamlanması (Havi; Yılın herhangi bir ayından ertesi yılın aynı ayına kadar geçen süre). [34]
Zekatin Faziletleri Ve Zekat Verme Adabi Hakkındadır:
Bu bölümde, yukarıda işaret ettiğimiz hususların yanısıra malın nasıl temizleneceği ve infakta bulunan müslümanları fazilet ehli kılacak hususları izah edeceğiz. Allah Resulü´nün (sav) şöyle bu-vyurduğu rivayet edilmiştir: "Malda zekattan başka hak yoktur" [35]
Tabiundan bir topluluk ise, malda zekattan başka hakların da bulunabileceği görüşündedirler. Bunlardan biri olan İbrahim en-Neha´i şöyle demiştir: Selef-i Salih, malda zekattan başka hakların da bulunduğunu söylemişlerdir.
Bunlardan bir diğeri olan eş-Şabi, kendisine ´Malda zekattan başka hak var mıdır?´ diye sorulduğunda, ´Evet vardır, Allah Teala´nın şu buyruklarını işitmedin mi?´ dedikten sonra ´"Sevdiği mallardan akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalana... verenin" (Bakara/177) ayetini okumuştur. Bu görüşü paylaşanlardan diğer ikisi de Âta ve Mücahid´dir.
Müslümanlar, din kardeşleri arasında borçları halletmeyi, karşılıksız borç vermeyi, kendilerine ve ailelerine bakamayan insanları desteklemeyi, iyilik ve ihsanda bulunmak olarak görüyorlardı. Bu tür yardımlar, takva sahiplerine ve varlıklı ihsan ehline farz kılınmış fiillerdir. Müfessirlerden bir cemaatin görüşü bu yöndedir.
Onlar, "Kendilerine rızık olarak verdiğimizden infak ederler" (Bakara/3) ve "Size rızık olarak verdiğimizden infak edin" (Bakara/254) ayetlerinin ´hüküm ayeti´ olarak devam ettikleri ve neshe-dilmedikleri yönünde görüş bildirmişlerdir. Bu ayetlerde geçen in-fak/karşılıksız verme fiili de, müslümanın diğer müslümanlar üzerindeki haklarından olup İslam´a hürmet gereği ve ihtiyaç halleri için vazedilmiş bir farzdır.
Zekatın faziletleri arasında, onu farz olduğu yılın başında vermek zikredilebilir. Eğer kişi, farz oluşundan önce verirse daha büyük fazilet sahibi sayılır. Böyle biri zekat verme fiiline engel olabilecek bir takım gelişmelerden endişe duymuş olabilir.
Bunlara örnek olarak seferberlik ilanı, vadeli bir borcun vadesinden önce istenmesi, cihad ve işgale uğrama hallerini gösterebiliriz. Zekatın önceden verilmesine; verilebilecek uygun bir ihtiyaç sahibinin o anda ortaya çıkması, garib bir yolcuyla karşılaşılması ;gibi durumlar da sebep olabilir. Zekatın bu gibi hallerde ve böyle -kimselere zamanından önce verilmesi, daha faziletli ve daha güzeldir. Çünkü bunda hayra koşma, takva ve iyilik üzerinde yardımlaşma sözkonusudur.
Bu davranış, hayırda seferberliğe ve emredileni gönüllü olarak yapmaya da yorulur. Kul, geleceğin nelere gebe olduğunu bilemez. Halbuki geciktirmenin türlü afetleri, dünyanın çeşitli gaile ve engelleri vardır. Ayrıca kalplerin kaydırılması ve nefslerin´ sürekli değişen dürtüleri de sözkonusudur.
Zekat veren kimse, Havl´in başlangıcını Ramazan we Zilhicce ayları yaparsa daha büyük bir fazilete nail olur. Çünkü bu iki ay, diğerlerinde bulunmayan faziletler ihtiva eder. Ramazan ayı,
Kur´an-ı Kerim´in indirilmesiyle şereflendirilmiş bir aydır. Ayrıca bin aydan daha hayırlı görülen Kadir Gecesi de bu ayın içindedir. "Yine bu ay, oruç gibi mühim bir farzın da eda edildiği aydır.
O ay, Allah Teala´nm evleri olan cami ve mescidlerin şenlenme-siyle şereflendirilmiş bir aydır. Mücahid şöyle derdi: ´Ramazan´ demeyin. Çünkü O, Allah Teala´nm isimlerinden biridir. Doğrusunu söyleyin ve Şehr-i Ramazan ´Ramazan ayı´ deyin. İsmail b. Ebi Ziyad bu sözün merfu´ hadis olduğunu söylemiş ve senedini bildirmiştir.
İkinci ay olan Zilhicce´ye gelince, bütün aylar arasında beş ayrı meziyeti barındıran başka bir ay görememekteyiz. Bu meziyetler şunlardır:
1. Haram ay olma,
2. Hac ayı olma.
3. Hacc-ı Ekber´in o ayda olması.
4. On günden ibaret olan Eyyâm-ı Ma´lumât (=Bilinen belirli günler) o aydadır.
5. Teşrik tekbirlerinin okunduğu günler olan Eyyâm-ı Teşrik de o ay içindedir. Allah Teala, Zatı´mn bu günlerde zikredilmesini emretmiştir. Ramanazan ayında zekat vermenin en faziletli olduğu günler son on gündür. Zilhicce´nin en faziletli günleri ise ilk on gündür.
Vera´ ehlinden bir zat, zekatın her yıl bir ay öne alınmasını müs-tehap görmüştür. Böylelikle yılın (=havl) başından geri kalınmış olmayacaktır. Kişi, zekatını malum bir ayda verdiği zaman, gelecek yıl aynı ayda zekat verirse, ikinci kez verdiği ay on üçüncü ay olur. Bu ise, açık bir ertelemedir.
Buna göre şöyle denilmiştir: Kul, zekatını Receb ayında verdiği zaman, ertesi yıl Cumadiyelevvel ayında vermelidir ki gecikme olmaksızın yılın tam sonunda vermiş olsun. Bu yıl Ramazan ayında verdiğinde, ertesi yıl Şaban ayında vermelidir ki yılı asla geçirme-miş olsun. Böyle yapması daha iyidir. Farz olan zekatı aylara bölerek vermemelidir.
Kul zekat verirken gönlü hoş, kalbi mesrur, Rabbi´ne karşı dürüst, riya, gösteriş ve yapmacıklıktan uzak, yalnız Rabbi´nin rızasını umarak vermelidir. Verdiği zekatı, Allah Teala´c\an başka hiç kimsenin görmemesini istemeli, verirken ricacı olmalıdır. Zekat vermesinin engellenmesinde, Allah´tan başkasından korkmamalıdır.
Zekat verirken Allah Teala´yı gözetmeli, O´nun güzel tevfikini bilmeli, zekat verdiği fakirlerin kendinden üstün olduğuna inanmalı, kafasından onun zayıflık ve düşüklüğünü geçirmemeli ve onu asla hor görmemelidir. Fakirin, kendisinden daha hayırlı olduğunu bilmelidir. Çünkü fakir, temiz, pak, izzet sahibi, dünya ve ahirette derece sahibi kılınmıştır. Zekat veren zengin, kendisinin fakirlerin hizmetine adandığını ve onların evlerini şenlendirmekle mükellef olduğunu bilmelidir.
Ariflerden bir zat şöyle demiştir: ´İyi bir sanatım olmasına rağmen çalışmayı bırakmak istedim. O an aklıma nereden geçineceğim sorusu geldi. O esnada göremediğim birinin sesini duydum: Hem bize dönmeyi düşünüyorsun, hem de geçiminle ilgili olarak bizi töhmet altında bırakıyorsun? Dostlarımızdan birini senin hizmetine vermek ya da düşmanlarımız arasındaki bir münafığı senin emrine vermek bize düşer1.
Zekat veren kimse, ihtiyaç sahibine gizlice vermeli ve bunu an-latmamalıdır: "Zekatlarınızı/sadakalarınızı minnet bekleyerek ve eziyet ederek boşa çıkarmayın". (Bakara/264) ayet-i kerimesinin tefsirinde şöyle denilmiştir: Ayette geçen "Menn" kelimesi, verilen zekatı hatırlatmak; "Eza" ise onu açıklamaktır.
Bişr b. Hars´tan şu söz nakledilmiştir: Süiyan-ı Sevri dedi ki: Kim minnet bekleyip başa kakarsa sadakası boşa gider. Kendisine, ´Ey Eba Nasr, menn nasıl olur?´ diye sorulduğunda şöyle dedi: Verdiğiniz sadakayı hatırlatmanız veya onu başkalarına anlatma-nızdır.
Başka biri de şöyle demiştir: "Menn", kişiye zekat vermek suretiyle ondan hizmet beklemenizdir. "Eza" ise, zekat verdiğiniz kişiyi bu halinden dolayı ayıplamanızdır. Denildi ki: "Menn" zekat verilen kişiye büyüklük taslamak, "eza" ise zekat verilen kişiyi azarlamak veya dilenmesinden dolayı ayıplamaktır.
Allah Resulü (sav) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: "Zekatın en faziletlisi; veren kimsenin bir fakire gizlilik içinde vermeye çalışmasıdır". [36] Ulemadan bir zat ise şöyle demiştir: Üç şey, iyilik hazinelerindendir: ... ve zekatı/sadakayı gizlemek. Bu manada müsned bir hadiste ise şöyle buyrulmaktadır: "Bu, dini bakımdan daha sağlıklı, kusur bakımından daha az ve amel bakımından
da daha temizdir".
Bir hadis-i şerifte de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah Teala duyuranın, riyakarın ve minnet bekleyenin (sadakasını) kabul etmez"[37] Görüldüğü gibi bu hadis-i şerifte zekatı duyurma ve minnet bekleme fiilleri birlikte zikredilmiştir. Aynı şekilde duyurma da riya ile birlikte zikredilmiş ve bunlarla yapılan amellerin geri çevrileceği haber verilmiştir. Duyuran; yaptığı amelleri, görmeyenlerin de görmesi ve öğrenmesi için sağda solda anlatan kimsedir. Bu noktada duyma fiili görme fiilinin yerini alacağı için ameli boşa gitmesini sağlama noktasında eşittirler. Bunların her ikisi de imani zaafıyetten kaynaklanmaktadır.
Sadakasını duyuran kimse, onu Rabbi´nin bilmesiyle yetinmemektedir. Aynı şekilde riyakar da, Rabbi´nin görmesiyle iktifa etmemekte ve başkalarını da buna ortak koşmaktadır. Allah Resulü (sav), yaptığı amelden dolayı minnet bekleyen kimseyi de bu ikisine katmıştır. Zira minnet, o ikisiyle aynı anlamlar ihtiva etmektedir. Onda da yapılan amellerin zikredilmesi, başkalarına duyurulması veya verirken nefsine bakıp bununla övünme hali mevcuttur. Kişi, sadakasını gizli olarak verdikten sonra açıklarsa, gizlilik kalkmış olur ve ameli, açıktan yapılmış ameller arasına kaydedilir. Eğer onu sürekli anlatırsa, o zaman da hem gizli, hem de açık amel defterinden silinerek riya olarak yazılır. İhlas varolduğu sürece, sadakayı açıktan vermenin tek olumsuz yanı, gizli vermenin sevabl-na nail olamamaktır. Bu da büyük bir eksikliktir.
Nitekim bir hadis-i şerifte Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Gizli sadaka, açık sadakadan yetmiş kat daha üstündür". Meşhur bir hadis-i şerifte ise şu ifade yer almaktadır: "Kıyamet günü, hiçbir gölgenin bulunmadığı günde yedi kesim Allah´ın arşının gölgesinde bulunacaktır: .. Biri de sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek şekilde gizleyerek sadaka verendir". [38] Bu hadisin başka bir lafzında ise, "Sağ elin verdiğini solundan gizleyen kimsedir".
Görüldüğü gibi bu, gayet mübalağalı bir ifade olup bir anlamda gizlilik sınırlarım aşmayı ihtiva etmektedir. Bundan çıkarılacak mana şudur: Kişi, kendinden bile saklaması gereken bir hususu, diğer insanlardan haydi haydi saklayıp gizlemelidir. Araplar, mübalağalı anlatımı, Örnekleme ve şaşkınlık belirtmede kullanmışlardır.
Bunda kimi zaman sınırı zorlama da bulunabilir. Nitekim Yüce Allah, cimrilikle niteleyerek kınadığı bir kavmin bu sıfatını belirtirken şöyle buyurmuştur: "Yoksa onların, mülkte bir payı mı vardır? Eğer böyle olsaydı, insanlar bir çekirdek parçası dahi vermezlerdi". (Nisa/53) Çekirdek parçası, elbette hiç kimsenin istemeyeceği, talepte bulunmayacağı bir şeydir. Çünkü o, çekirdeğin kendisi de olmayıp küçük bir parçasıdır. Ancak bunda, çok ağır ve daha iğneleyici bir anlam vardır. Şöyle ki: Sadaka veren kimse, sağ elinin verdiğini sol elinden nasıl gizleyebilir?
Bu sözün, gizlilik noktasında hakiki bir anlamı vardır. Bu da, zekat verenin bu fiilini kendi kendine dahi anlatmaması ve kalbinden geçirmemesidir. Bu ise, zekat verirken asıl olarak kendini görmemesi ve bu tür bir vehmi kafasından geçirmemesiyle mümkün olur. Kişinin kendinden bile sakladığı fiil, melekûtun sırrından olur ki Allah Teala buna, yaptığını kendi kendine bile anlatmayan kullarını muttali kılar.
Bunun anlamı, yaptığı şeyi hatırına getirmemesi, onu anmaması ve Allah´a adadığını-düşünerek kendini bu işe şahit tutmaması-dır. Kul, yaptığı işi umursamamahdır. İşte bu noktada sırrına gizliliğe hakim olması mümkün olabilir. Eğer sadaka ve zekatınızı hakiki manada kendinizden gizleyemiyor s anız, kendinizi onda öyle gizleyiniz ki, zekat verilen kimse, onu verenin siz olduğunuzu bilmesin. Bu da ihlas derecesinde bir makamdır.
Zekat verirken elinizi açığa çıkardıysamz, bari verdiğiniz kimseden saklamaya çalışınız. Bu, sadık kimsenin halidir. İhlas ehlinden biri, sadaka olarak verdiği parayı, ihtiyaç sahibinin önünde, yolunda veya oturduğu yerde onun görebileceği şekilde yere bırakırdı. Parayı alan, onu bırakanı bilirdi.
Bir diğeri ise, zekat verilen kişi uykuda iken elbisesinin içine yerleştirir, böylelikle parayı verenin kim olduğunu öğrenemezdi. Ben zekatını bu şekilde veren birini bizzat gördüm. Zekatını başka
birileri vasıtasıyla ulaştırıp onlardan gizliliği gözetmelerini isteyen müslümanlarm sayısı da hayli çoktur.
Bir hadis.i şerifte Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir; "Gizli -gece verilen- sadaka Rab Teala´nm gazabını dindirir" [39] ah^ Teala, sadakayı gizli vermenin daha faziletli olduğunu ve bunun günahlara kefaret olabileceğini bildirerek şöyle buyurmuştur; "Eğer onları (sadakaları) gizlerseniz ve fakirlere verirseniz, bu sizler için daha hayırlıdır ve günahlarınıza kefaret olurf. (Bakara/2?i)
Zekat alan ihtiyaç sahibi kendim açıklamış ve bizzat isteyerek herkesçe bilinen biri olmuş, bu halini iffet ve gizliliğe tercih etmişse o zaman ona vereceğiniz sadakayı açığa vurmanızda bir sakınca yoktur.
Zekatı, sünnete özenerek sana uyulması ve seninle yarışacak başkalarını teşvik ederek hemen zekata koşması için açık olarak vermeniz de güzeldir. Bu, yoksulu besleyip barındırmayı teşvik babından sayıhr. Allah Teala da bunu mendub görmüş ve şu ayeti ile kayıt altına almıştır: "Kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık
infakta bulundular". (Ra´d/22)
Denildi ki: Gönüllü olarak verilen sadakaların gizli, farz olan zekatın açıktan verilmesi murad edilmiştir. Allah Teala´mn şu buyruğu da bu çerçevededir: "Zekatı verin ve Allah için güzel bir ödünç verin". (Müzzemmil/20) Ayette geçen ´Güzel bir Ödünç´ gönüllü olarak verilen maldır. Bunun, helal mal için kullanıldığı da söylenmiştir. Nitekim bir başka ayette de "Ve ondan bana güzel bir rızık verdi" (Hud/88) ayetindeki "güzel/tayyib" kelimesi ile de "helal" sıfatının kasdedildiği söylenmiştir.
Allah Teala, başka bir ayette de şöyle buyurmaktadır: "Eğer zekatları açıktan verirseniz ne güzel". (Bakara/271) Görüldüğü gibi O, bu buyruğu ile zekatı açıktan vermeyi güzellik sıfatıyla övmüştür. Ancak bu, yalnızca kendini açığa vuran kimseler hakkında geçerlidir. Bunlar, bizzat istemek ve dilenmek suretiyle kendilerini açığa vuran, dilleriyle isteyen ve avuçlarını açan kimselerdir.
"Eğer onları gizlerseniz ve fakirlere verirseniz, bu sizler için daha hayırlıdır". (Bakara/271) ayeti ise dilenmeyen gizli fakirler için gibi görünmektedir. Bunlar, fakirlerin havassıdır. İffet ve hayaları sebebiyle kendilerini açıklamazlar. Kendilerini açıklayan kimseye zekatı açıktan, gizleyen kimseye de gizli olarak vermek gerekir.
Bu durum, bir günahkârın sırrım açıklamaya benzer. Kendini saklayan ve suçunu gizleyen bir günahkarın bu sırrını açıklamak size haram kılınmıştır. Arna bu günahını bizzat kendisi açıkladığı zaman, bunu açıkça söylemenizde bir sakınca yoktur. Bu meyanda Allah Resulü (sav) "Haya elbisesini bırakan kimse hakkında gıybet (günahı) olmaz" buyurmuştur.
Zekat veren kimse, zekatını malının beğendiği ve kaliteli olan kısmından vermelidir. Verdiği şey, insanlar tarafından biriktirilecek, sahiplenilecek ve beğenilecek türden olmalıdır. Kişi, zekat verdiği malda Rabbini tercih etmelidir. Allah Teala da bunu emretmiş ve şöyle misal vermiştir: "Kazandıklarınızın güzellerinden infak edin". (Bakara/267) Ardından da şöyle buyurmuştur: "Ancak gözünüzü yumarak alabileceğiniz kötü şeyleri zekat/sadaka olarak vermeyin". (Bakara/267)
Görüldüğü üzere Allah Teala kullarını örnek göstermiş ve ´tiksinip almayacağınız şeyleri vermeyin´ buyurmuştur. Buna göre, sadaka verirken kalitesiz olanları özellikle seçerek Allah yoluna ayırmamak gerekir. Eğer sizden biri bunu size verecek olsa, onu ancak kerhen alırsınız. Dolayısıyla Allah yolunda verilecek olanı, kişinin kendisi için de beğenilebilir olması icap eder.
Kendi istikbali için biriktirmeyeceği, başka biri verdiğinde reddedeceği veya itibar ettiği birine hediye olarak sunamayacağı şeyi zekat olarak vermemelidir. Aksini yaparsanız, kendinizi veya sizin gibi basit bir kulu Allah Teala´ya tercih etmiş olursunuz. Bu ise çirkin bir davranıştır. Çirkin davranış, dini amellerin hiçbirinde muteber olamaz.
Allah Teala´nın "Kim Allah için güzel bir ödünç verir?" (Ha-did/11) ayetinin tefsirinde, borcun güzelliğinden maksadın ´iyi ve değerli´ olması olduğu söylenmiştir. Allah Teala iyidir ve ancak iyi olanı kabul eder. îban´m Enes b. Malik´ten (ra) rivayet ettiği hadis-i şerif şöyledir: "Ne mutlu o kula ki günah işlemeksizin kazandığı bir maldan infakta bulunmuştur". Başka bir hadiste ise Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Bir dirhem, yüz bin dirhemi (sevap bakımından) geçer".[40]
Allah Teala, hoşlanmadıkları malları Zatı´na ayıran birvkavrAi tehdit etmiştir. Onların dilleri yalan söyleyerek "Kendilerini güzel bir sonun beklediğini" dediğinde Allah Teala onları yalanlamış ve söyle buyurmuştur: "Onlar, hoşlanmadıkları şeyleri Allah´a nisbet ederler. Dilleri, güzel şeylerin kendilerine ait olduğunu yalan yere durmadan söyler. Doğru! Kendilerine ateş vardır". (Nahl/62)
Bu ayette, ancak Arap dili uzmanlarının farkedebilecekleri bir durak (=vakf) vardır. Bu durak, ayetteki "La" olumsuzluk harfinde-dir. Bu olumsuzluk harfi, her güzelliğin onlara ait olduğu iddialarını reddetmektedir. Ayet, "cereme" kelimesiyle devam etmekte ve onların kaz animi arının kendileri için hoş görmedikleri ateş/cehennem olduğunu ifade etmektedir. Onların kazammları cehennemdi.
Bir fakir, sizden sadaka istediğinde ona duası ile mukabele edin ki bu, onun duasının karşılığı olsun, verdiğiniz sadaka da yalnız size has kalsın. Aksi takdirde onun duası, iyiliğinize karşılık sizin için ödül olacaktır.
Alimler de bundan sakımrlardı. Çünkü bundan sakınmak teva-zuya daha yakındır. Böylelikle kendinizi ona verdiğiniz mala, ondan daha layık görmezsiniz. Zira siz, Rabbiniz karşısında ya bir farzı ifa etmiş bir amel sahibisiniz. Ya da O´nun size verdiği rızık ve nasibi ibadetinizle Kendisi´ne geri ödeme makammdasmızdır.
Aişe (ra) ve Ümmü Seleme (ra) herhangi bir fakire bir şey gönderdikleri zaman elçiye ´Onun duasını iyice ezberle´ derlerdi. Sonra da o fakirin ettiği duayı aynen tekrar eder ve şöyle derlerdi: Ta ki sadakamız yalnız bize has olsun. Ömer b. Hattab (ra) ve oğlu Abdullah´ın (ra) da böyle yaptıkları rivayet edilmiştir.
Sadaka veya zekat verdiğiniz fakirden size dua etmesini beklemeniz ya da bunu bizzat istemeniz, ondan övgü ve hamd beklemeniz yakışık almaz. Ayrıca bu tür davranmanız, zekatınızın kıymetini de eksiltir. Bu yöndeki istek ve beklentileriniz artar ve güçlenirse, zekatınız boşa da çıkabilir. Eğer o kimse size dua edecek veya övgüde bulunacak ise bunu Rabbi´ne olan ibadet ve O´nun emrbı yapar. Bunu, sizin için bir hak olarak görmez. Bir fakire zekat ulaştırdığınızda terbiyeli, yumuşakbaslı, alçakgönüllü, tatlı dilli ve hoşgörülü olun. Edeb ehlinden bir zat, bir fakire para vereceği zaman, kendi elini açarak fakirin elinin üstte (=veren el) olmasını sağlardı.
Bazıları da zekatlarını fakirin huzurunda yere bırakır ve onu kabul etmesini rica ederek kendilerini dilenci konumuna sokarlardı. Parayı bizzat ellerine vermeyerek onu yüceltirlerdi. Bütün bunlar, kulun Allah Teala hakkındaki bilgisini, O´na kulluğunda takındığı güzel edebi gösterir.
Kim verdiği şey karşılığında övgü ve zikredilme isterse, aldığı övgü onun karşılığı olur, uhrevi ecri ise boşa gider. Hatta övgü ve anılmayı istemesinden dolayı ayrıca bir vebal de yüklenmiş olabilir. Çünkü verdiği rızık, esas olarak Allah Teala´ya aittir ve O, o kimse vasıtasıyla onu vermiştir. Böyle biri, başa baş kurtulabilirse, bu bile onun için güzel bir sonuç olur.
Fakirin, kendisine zekat/sadaka veren kimse hakkında şükran ifade eden dualarda bulunması müstehab görülmüştür. Bu, güzel edeb ve Allah Teala´mn ahlakıyla ahlaklanmanm bir gereğidir. Çünkü Allah Teala veren kimseyi, hayır için bir sebep ve ihsan için vasıta kılmıştır. Allah Teala verme fiilinde Zatı´nı şahit tutmakta ve sadaka vermesi sebebiyle kulunu överek onun şükrünü kabul etmektedir.
Fakir, kendisine zekat/sadaka veren kimseye "Allah Teala senin kalbini de hayır ehlinin kalpleri arasında temiz kılsın, amelini hayır ehlinin amelleri arasında tezkiye etsin, ruhuna şehitlerin ruhları arasında salat buyursun" şeklinde dua edebilir.
Bu da insanlara şükran, onlara niyaz ve senada bulunmanın şeklidir. İnsanların şükürlerinin bir ifadesi de, kendilerine para vermeyenleri yermemek ve parayı tuttukları için onları ayıplama-maktır. Aşağıdaki hadisin açıklaması da bu şekildedir: "İnsanlara şükretmeyen, Allah´a şükredemez"[41]Bu hadiste, Allah Teala ile fa-|kir kulları arasındaki vasıtaların varlığı isbat edilmektedir.
Ayrıca nimetlerin gösterilmesinde güzel edebin kullanılması ve [Nimet Veren´in ahlakıyla ahlaklarıma gereğine dikkat çekilmekte Allah Teala, kullara nimet veren, sonra da kendilerine verdiği değerlere onların duyduğu şükrana karşılık verendir.
Bir hadis-i şerifte Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Yakini iman sahibi kul, Allah Teala´mn veren eline şahit olur ve hamdeder. Sonra da kendilerine hamd sebebi kıldığı takva sahiplerine şükranda bulunur. Onlar Allah´ın rızkının yolları kılınmıştır".
Başka bir hadiste ise Allah Resulü (sav) şöyle buyurmaktadır: "Her kim size bir iyilik yaparsa onu mükafaatlandırın. Bunu yapamıyorsanız, onu Ödüllendirdiğinizi görünceye kadar onun için dua
edin".
Yapılan hayırdan dolayı Allah Teala´ya şükretmeye gelince; bu, sözkonusu iyiliğin hiç ortağı olmaksızın yalnız Allah´tan geldiğine inanmak ve onun Allah Teala´ya itaatte bulunmaya çalışmaktır.
Sadaka ve zekatın faziletlerinden biri de, onu tasavvuf ve ilim ehlinden samimi ve salih fakirlere vermeye çalışmaktır. Onlar gizlenmeyi ve hallerini bildirmemeyi tercih ederek şikayet ve serzenişte bulunmayan kimselerdir.
Zekatın farzları dörttür: Hürriyet; mülkiyetin sıhhati; nisab miktarı malın bulunması (200 Dirhem veya 20 dinar); Havl´in tamamlanması (Havi; Yılın herhangi bir ayından ertesi yılın aynı ayına kadar geçen süre). [34]
Zekatin Faziletleri Ve Zekat Verme Adabi Hakkındadır:
Bu bölümde, yukarıda işaret ettiğimiz hususların yanısıra malın nasıl temizleneceği ve infakta bulunan müslümanları fazilet ehli kılacak hususları izah edeceğiz. Allah Resulü´nün (sav) şöyle bu-vyurduğu rivayet edilmiştir: "Malda zekattan başka hak yoktur" [35]
Tabiundan bir topluluk ise, malda zekattan başka hakların da bulunabileceği görüşündedirler. Bunlardan biri olan İbrahim en-Neha´i şöyle demiştir: Selef-i Salih, malda zekattan başka hakların da bulunduğunu söylemişlerdir.
Bunlardan bir diğeri olan eş-Şabi, kendisine ´Malda zekattan başka hak var mıdır?´ diye sorulduğunda, ´Evet vardır, Allah Teala´nın şu buyruklarını işitmedin mi?´ dedikten sonra ´"Sevdiği mallardan akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalana... verenin" (Bakara/177) ayetini okumuştur. Bu görüşü paylaşanlardan diğer ikisi de Âta ve Mücahid´dir.
Müslümanlar, din kardeşleri arasında borçları halletmeyi, karşılıksız borç vermeyi, kendilerine ve ailelerine bakamayan insanları desteklemeyi, iyilik ve ihsanda bulunmak olarak görüyorlardı. Bu tür yardımlar, takva sahiplerine ve varlıklı ihsan ehline farz kılınmış fiillerdir. Müfessirlerden bir cemaatin görüşü bu yöndedir.
Onlar, "Kendilerine rızık olarak verdiğimizden infak ederler" (Bakara/3) ve "Size rızık olarak verdiğimizden infak edin" (Bakara/254) ayetlerinin ´hüküm ayeti´ olarak devam ettikleri ve neshe-dilmedikleri yönünde görüş bildirmişlerdir. Bu ayetlerde geçen in-fak/karşılıksız verme fiili de, müslümanın diğer müslümanlar üzerindeki haklarından olup İslam´a hürmet gereği ve ihtiyaç halleri için vazedilmiş bir farzdır.
Zekatın faziletleri arasında, onu farz olduğu yılın başında vermek zikredilebilir. Eğer kişi, farz oluşundan önce verirse daha büyük fazilet sahibi sayılır. Böyle biri zekat verme fiiline engel olabilecek bir takım gelişmelerden endişe duymuş olabilir.
Bunlara örnek olarak seferberlik ilanı, vadeli bir borcun vadesinden önce istenmesi, cihad ve işgale uğrama hallerini gösterebiliriz. Zekatın önceden verilmesine; verilebilecek uygun bir ihtiyaç sahibinin o anda ortaya çıkması, garib bir yolcuyla karşılaşılması ;gibi durumlar da sebep olabilir. Zekatın bu gibi hallerde ve böyle -kimselere zamanından önce verilmesi, daha faziletli ve daha güzeldir. Çünkü bunda hayra koşma, takva ve iyilik üzerinde yardımlaşma sözkonusudur.
Bu davranış, hayırda seferberliğe ve emredileni gönüllü olarak yapmaya da yorulur. Kul, geleceğin nelere gebe olduğunu bilemez. Halbuki geciktirmenin türlü afetleri, dünyanın çeşitli gaile ve engelleri vardır. Ayrıca kalplerin kaydırılması ve nefslerin´ sürekli değişen dürtüleri de sözkonusudur.
Zekat veren kimse, Havl´in başlangıcını Ramazan we Zilhicce ayları yaparsa daha büyük bir fazilete nail olur. Çünkü bu iki ay, diğerlerinde bulunmayan faziletler ihtiva eder. Ramazan ayı,
Kur´an-ı Kerim´in indirilmesiyle şereflendirilmiş bir aydır. Ayrıca bin aydan daha hayırlı görülen Kadir Gecesi de bu ayın içindedir. "Yine bu ay, oruç gibi mühim bir farzın da eda edildiği aydır.
O ay, Allah Teala´nm evleri olan cami ve mescidlerin şenlenme-siyle şereflendirilmiş bir aydır. Mücahid şöyle derdi: ´Ramazan´ demeyin. Çünkü O, Allah Teala´nm isimlerinden biridir. Doğrusunu söyleyin ve Şehr-i Ramazan ´Ramazan ayı´ deyin. İsmail b. Ebi Ziyad bu sözün merfu´ hadis olduğunu söylemiş ve senedini bildirmiştir.
İkinci ay olan Zilhicce´ye gelince, bütün aylar arasında beş ayrı meziyeti barındıran başka bir ay görememekteyiz. Bu meziyetler şunlardır:
1. Haram ay olma,
2. Hac ayı olma.
3. Hacc-ı Ekber´in o ayda olması.
4. On günden ibaret olan Eyyâm-ı Ma´lumât (=Bilinen belirli günler) o aydadır.
5. Teşrik tekbirlerinin okunduğu günler olan Eyyâm-ı Teşrik de o ay içindedir. Allah Teala, Zatı´mn bu günlerde zikredilmesini emretmiştir. Ramanazan ayında zekat vermenin en faziletli olduğu günler son on gündür. Zilhicce´nin en faziletli günleri ise ilk on gündür.
Vera´ ehlinden bir zat, zekatın her yıl bir ay öne alınmasını müs-tehap görmüştür. Böylelikle yılın (=havl) başından geri kalınmış olmayacaktır. Kişi, zekatını malum bir ayda verdiği zaman, gelecek yıl aynı ayda zekat verirse, ikinci kez verdiği ay on üçüncü ay olur. Bu ise, açık bir ertelemedir.
Buna göre şöyle denilmiştir: Kul, zekatını Receb ayında verdiği zaman, ertesi yıl Cumadiyelevvel ayında vermelidir ki gecikme olmaksızın yılın tam sonunda vermiş olsun. Bu yıl Ramazan ayında verdiğinde, ertesi yıl Şaban ayında vermelidir ki yılı asla geçirme-miş olsun. Böyle yapması daha iyidir. Farz olan zekatı aylara bölerek vermemelidir.
Kul zekat verirken gönlü hoş, kalbi mesrur, Rabbi´ne karşı dürüst, riya, gösteriş ve yapmacıklıktan uzak, yalnız Rabbi´nin rızasını umarak vermelidir. Verdiği zekatı, Allah Teala´c\an başka hiç kimsenin görmemesini istemeli, verirken ricacı olmalıdır. Zekat vermesinin engellenmesinde, Allah´tan başkasından korkmamalıdır.
Zekat verirken Allah Teala´yı gözetmeli, O´nun güzel tevfikini bilmeli, zekat verdiği fakirlerin kendinden üstün olduğuna inanmalı, kafasından onun zayıflık ve düşüklüğünü geçirmemeli ve onu asla hor görmemelidir. Fakirin, kendisinden daha hayırlı olduğunu bilmelidir. Çünkü fakir, temiz, pak, izzet sahibi, dünya ve ahirette derece sahibi kılınmıştır. Zekat veren zengin, kendisinin fakirlerin hizmetine adandığını ve onların evlerini şenlendirmekle mükellef olduğunu bilmelidir.
Ariflerden bir zat şöyle demiştir: ´İyi bir sanatım olmasına rağmen çalışmayı bırakmak istedim. O an aklıma nereden geçineceğim sorusu geldi. O esnada göremediğim birinin sesini duydum: Hem bize dönmeyi düşünüyorsun, hem de geçiminle ilgili olarak bizi töhmet altında bırakıyorsun? Dostlarımızdan birini senin hizmetine vermek ya da düşmanlarımız arasındaki bir münafığı senin emrine vermek bize düşer1.
Zekat veren kimse, ihtiyaç sahibine gizlice vermeli ve bunu an-latmamalıdır: "Zekatlarınızı/sadakalarınızı minnet bekleyerek ve eziyet ederek boşa çıkarmayın". (Bakara/264) ayet-i kerimesinin tefsirinde şöyle denilmiştir: Ayette geçen "Menn" kelimesi, verilen zekatı hatırlatmak; "Eza" ise onu açıklamaktır.
Bişr b. Hars´tan şu söz nakledilmiştir: Süiyan-ı Sevri dedi ki: Kim minnet bekleyip başa kakarsa sadakası boşa gider. Kendisine, ´Ey Eba Nasr, menn nasıl olur?´ diye sorulduğunda şöyle dedi: Verdiğiniz sadakayı hatırlatmanız veya onu başkalarına anlatma-nızdır.
Başka biri de şöyle demiştir: "Menn", kişiye zekat vermek suretiyle ondan hizmet beklemenizdir. "Eza" ise, zekat verdiğiniz kişiyi bu halinden dolayı ayıplamanızdır. Denildi ki: "Menn" zekat verilen kişiye büyüklük taslamak, "eza" ise zekat verilen kişiyi azarlamak veya dilenmesinden dolayı ayıplamaktır.
Allah Resulü (sav) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: "Zekatın en faziletlisi; veren kimsenin bir fakire gizlilik içinde vermeye çalışmasıdır". [36] Ulemadan bir zat ise şöyle demiştir: Üç şey, iyilik hazinelerindendir: ... ve zekatı/sadakayı gizlemek. Bu manada müsned bir hadiste ise şöyle buyrulmaktadır: "Bu, dini bakımdan daha sağlıklı, kusur bakımından daha az ve amel bakımından
da daha temizdir".
Bir hadis-i şerifte de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah Teala duyuranın, riyakarın ve minnet bekleyenin (sadakasını) kabul etmez"[37] Görüldüğü gibi bu hadis-i şerifte zekatı duyurma ve minnet bekleme fiilleri birlikte zikredilmiştir. Aynı şekilde duyurma da riya ile birlikte zikredilmiş ve bunlarla yapılan amellerin geri çevrileceği haber verilmiştir. Duyuran; yaptığı amelleri, görmeyenlerin de görmesi ve öğrenmesi için sağda solda anlatan kimsedir. Bu noktada duyma fiili görme fiilinin yerini alacağı için ameli boşa gitmesini sağlama noktasında eşittirler. Bunların her ikisi de imani zaafıyetten kaynaklanmaktadır.
Sadakasını duyuran kimse, onu Rabbi´nin bilmesiyle yetinmemektedir. Aynı şekilde riyakar da, Rabbi´nin görmesiyle iktifa etmemekte ve başkalarını da buna ortak koşmaktadır. Allah Resulü (sav), yaptığı amelden dolayı minnet bekleyen kimseyi de bu ikisine katmıştır. Zira minnet, o ikisiyle aynı anlamlar ihtiva etmektedir. Onda da yapılan amellerin zikredilmesi, başkalarına duyurulması veya verirken nefsine bakıp bununla övünme hali mevcuttur. Kişi, sadakasını gizli olarak verdikten sonra açıklarsa, gizlilik kalkmış olur ve ameli, açıktan yapılmış ameller arasına kaydedilir. Eğer onu sürekli anlatırsa, o zaman da hem gizli, hem de açık amel defterinden silinerek riya olarak yazılır. İhlas varolduğu sürece, sadakayı açıktan vermenin tek olumsuz yanı, gizli vermenin sevabl-na nail olamamaktır. Bu da büyük bir eksikliktir.
Nitekim bir hadis-i şerifte Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Gizli sadaka, açık sadakadan yetmiş kat daha üstündür". Meşhur bir hadis-i şerifte ise şu ifade yer almaktadır: "Kıyamet günü, hiçbir gölgenin bulunmadığı günde yedi kesim Allah´ın arşının gölgesinde bulunacaktır: .. Biri de sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek şekilde gizleyerek sadaka verendir". [38] Bu hadisin başka bir lafzında ise, "Sağ elin verdiğini solundan gizleyen kimsedir".
Görüldüğü gibi bu, gayet mübalağalı bir ifade olup bir anlamda gizlilik sınırlarım aşmayı ihtiva etmektedir. Bundan çıkarılacak mana şudur: Kişi, kendinden bile saklaması gereken bir hususu, diğer insanlardan haydi haydi saklayıp gizlemelidir. Araplar, mübalağalı anlatımı, Örnekleme ve şaşkınlık belirtmede kullanmışlardır.
Bunda kimi zaman sınırı zorlama da bulunabilir. Nitekim Yüce Allah, cimrilikle niteleyerek kınadığı bir kavmin bu sıfatını belirtirken şöyle buyurmuştur: "Yoksa onların, mülkte bir payı mı vardır? Eğer böyle olsaydı, insanlar bir çekirdek parçası dahi vermezlerdi". (Nisa/53) Çekirdek parçası, elbette hiç kimsenin istemeyeceği, talepte bulunmayacağı bir şeydir. Çünkü o, çekirdeğin kendisi de olmayıp küçük bir parçasıdır. Ancak bunda, çok ağır ve daha iğneleyici bir anlam vardır. Şöyle ki: Sadaka veren kimse, sağ elinin verdiğini sol elinden nasıl gizleyebilir?
Bu sözün, gizlilik noktasında hakiki bir anlamı vardır. Bu da, zekat verenin bu fiilini kendi kendine dahi anlatmaması ve kalbinden geçirmemesidir. Bu ise, zekat verirken asıl olarak kendini görmemesi ve bu tür bir vehmi kafasından geçirmemesiyle mümkün olur. Kişinin kendinden bile sakladığı fiil, melekûtun sırrından olur ki Allah Teala buna, yaptığını kendi kendine bile anlatmayan kullarını muttali kılar.
Bunun anlamı, yaptığı şeyi hatırına getirmemesi, onu anmaması ve Allah´a adadığını-düşünerek kendini bu işe şahit tutmaması-dır. Kul, yaptığı işi umursamamahdır. İşte bu noktada sırrına gizliliğe hakim olması mümkün olabilir. Eğer sadaka ve zekatınızı hakiki manada kendinizden gizleyemiyor s anız, kendinizi onda öyle gizleyiniz ki, zekat verilen kimse, onu verenin siz olduğunuzu bilmesin. Bu da ihlas derecesinde bir makamdır.
Zekat verirken elinizi açığa çıkardıysamz, bari verdiğiniz kimseden saklamaya çalışınız. Bu, sadık kimsenin halidir. İhlas ehlinden biri, sadaka olarak verdiği parayı, ihtiyaç sahibinin önünde, yolunda veya oturduğu yerde onun görebileceği şekilde yere bırakırdı. Parayı alan, onu bırakanı bilirdi.
Bir diğeri ise, zekat verilen kişi uykuda iken elbisesinin içine yerleştirir, böylelikle parayı verenin kim olduğunu öğrenemezdi. Ben zekatını bu şekilde veren birini bizzat gördüm. Zekatını başka
birileri vasıtasıyla ulaştırıp onlardan gizliliği gözetmelerini isteyen müslümanlarm sayısı da hayli çoktur.
Bir hadis.i şerifte Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir; "Gizli -gece verilen- sadaka Rab Teala´nm gazabını dindirir" [39] ah^ Teala, sadakayı gizli vermenin daha faziletli olduğunu ve bunun günahlara kefaret olabileceğini bildirerek şöyle buyurmuştur; "Eğer onları (sadakaları) gizlerseniz ve fakirlere verirseniz, bu sizler için daha hayırlıdır ve günahlarınıza kefaret olurf. (Bakara/2?i)
Zekat alan ihtiyaç sahibi kendim açıklamış ve bizzat isteyerek herkesçe bilinen biri olmuş, bu halini iffet ve gizliliğe tercih etmişse o zaman ona vereceğiniz sadakayı açığa vurmanızda bir sakınca yoktur.
Zekatı, sünnete özenerek sana uyulması ve seninle yarışacak başkalarını teşvik ederek hemen zekata koşması için açık olarak vermeniz de güzeldir. Bu, yoksulu besleyip barındırmayı teşvik babından sayıhr. Allah Teala da bunu mendub görmüş ve şu ayeti ile kayıt altına almıştır: "Kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık
infakta bulundular". (Ra´d/22)
Denildi ki: Gönüllü olarak verilen sadakaların gizli, farz olan zekatın açıktan verilmesi murad edilmiştir. Allah Teala´mn şu buyruğu da bu çerçevededir: "Zekatı verin ve Allah için güzel bir ödünç verin". (Müzzemmil/20) Ayette geçen ´Güzel bir Ödünç´ gönüllü olarak verilen maldır. Bunun, helal mal için kullanıldığı da söylenmiştir. Nitekim bir başka ayette de "Ve ondan bana güzel bir rızık verdi" (Hud/88) ayetindeki "güzel/tayyib" kelimesi ile de "helal" sıfatının kasdedildiği söylenmiştir.
Allah Teala, başka bir ayette de şöyle buyurmaktadır: "Eğer zekatları açıktan verirseniz ne güzel". (Bakara/271) Görüldüğü gibi O, bu buyruğu ile zekatı açıktan vermeyi güzellik sıfatıyla övmüştür. Ancak bu, yalnızca kendini açığa vuran kimseler hakkında geçerlidir. Bunlar, bizzat istemek ve dilenmek suretiyle kendilerini açığa vuran, dilleriyle isteyen ve avuçlarını açan kimselerdir.
"Eğer onları gizlerseniz ve fakirlere verirseniz, bu sizler için daha hayırlıdır". (Bakara/271) ayeti ise dilenmeyen gizli fakirler için gibi görünmektedir. Bunlar, fakirlerin havassıdır. İffet ve hayaları sebebiyle kendilerini açıklamazlar. Kendilerini açıklayan kimseye zekatı açıktan, gizleyen kimseye de gizli olarak vermek gerekir.
Bu durum, bir günahkârın sırrım açıklamaya benzer. Kendini saklayan ve suçunu gizleyen bir günahkarın bu sırrını açıklamak size haram kılınmıştır. Arna bu günahını bizzat kendisi açıkladığı zaman, bunu açıkça söylemenizde bir sakınca yoktur. Bu meyanda Allah Resulü (sav) "Haya elbisesini bırakan kimse hakkında gıybet (günahı) olmaz" buyurmuştur.
Zekat veren kimse, zekatını malının beğendiği ve kaliteli olan kısmından vermelidir. Verdiği şey, insanlar tarafından biriktirilecek, sahiplenilecek ve beğenilecek türden olmalıdır. Kişi, zekat verdiği malda Rabbini tercih etmelidir. Allah Teala da bunu emretmiş ve şöyle misal vermiştir: "Kazandıklarınızın güzellerinden infak edin". (Bakara/267) Ardından da şöyle buyurmuştur: "Ancak gözünüzü yumarak alabileceğiniz kötü şeyleri zekat/sadaka olarak vermeyin". (Bakara/267)
Görüldüğü üzere Allah Teala kullarını örnek göstermiş ve ´tiksinip almayacağınız şeyleri vermeyin´ buyurmuştur. Buna göre, sadaka verirken kalitesiz olanları özellikle seçerek Allah yoluna ayırmamak gerekir. Eğer sizden biri bunu size verecek olsa, onu ancak kerhen alırsınız. Dolayısıyla Allah yolunda verilecek olanı, kişinin kendisi için de beğenilebilir olması icap eder.
Kendi istikbali için biriktirmeyeceği, başka biri verdiğinde reddedeceği veya itibar ettiği birine hediye olarak sunamayacağı şeyi zekat olarak vermemelidir. Aksini yaparsanız, kendinizi veya sizin gibi basit bir kulu Allah Teala´ya tercih etmiş olursunuz. Bu ise çirkin bir davranıştır. Çirkin davranış, dini amellerin hiçbirinde muteber olamaz.
Allah Teala´nın "Kim Allah için güzel bir ödünç verir?" (Ha-did/11) ayetinin tefsirinde, borcun güzelliğinden maksadın ´iyi ve değerli´ olması olduğu söylenmiştir. Allah Teala iyidir ve ancak iyi olanı kabul eder. îban´m Enes b. Malik´ten (ra) rivayet ettiği hadis-i şerif şöyledir: "Ne mutlu o kula ki günah işlemeksizin kazandığı bir maldan infakta bulunmuştur". Başka bir hadiste ise Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Bir dirhem, yüz bin dirhemi (sevap bakımından) geçer".[40]
Allah Teala, hoşlanmadıkları malları Zatı´na ayıran birvkavrAi tehdit etmiştir. Onların dilleri yalan söyleyerek "Kendilerini güzel bir sonun beklediğini" dediğinde Allah Teala onları yalanlamış ve söyle buyurmuştur: "Onlar, hoşlanmadıkları şeyleri Allah´a nisbet ederler. Dilleri, güzel şeylerin kendilerine ait olduğunu yalan yere durmadan söyler. Doğru! Kendilerine ateş vardır". (Nahl/62)
Bu ayette, ancak Arap dili uzmanlarının farkedebilecekleri bir durak (=vakf) vardır. Bu durak, ayetteki "La" olumsuzluk harfinde-dir. Bu olumsuzluk harfi, her güzelliğin onlara ait olduğu iddialarını reddetmektedir. Ayet, "cereme" kelimesiyle devam etmekte ve onların kaz animi arının kendileri için hoş görmedikleri ateş/cehennem olduğunu ifade etmektedir. Onların kazammları cehennemdi.
Bir fakir, sizden sadaka istediğinde ona duası ile mukabele edin ki bu, onun duasının karşılığı olsun, verdiğiniz sadaka da yalnız size has kalsın. Aksi takdirde onun duası, iyiliğinize karşılık sizin için ödül olacaktır.
Alimler de bundan sakımrlardı. Çünkü bundan sakınmak teva-zuya daha yakındır. Böylelikle kendinizi ona verdiğiniz mala, ondan daha layık görmezsiniz. Zira siz, Rabbiniz karşısında ya bir farzı ifa etmiş bir amel sahibisiniz. Ya da O´nun size verdiği rızık ve nasibi ibadetinizle Kendisi´ne geri ödeme makammdasmızdır.
Aişe (ra) ve Ümmü Seleme (ra) herhangi bir fakire bir şey gönderdikleri zaman elçiye ´Onun duasını iyice ezberle´ derlerdi. Sonra da o fakirin ettiği duayı aynen tekrar eder ve şöyle derlerdi: Ta ki sadakamız yalnız bize has olsun. Ömer b. Hattab (ra) ve oğlu Abdullah´ın (ra) da böyle yaptıkları rivayet edilmiştir.
Sadaka veya zekat verdiğiniz fakirden size dua etmesini beklemeniz ya da bunu bizzat istemeniz, ondan övgü ve hamd beklemeniz yakışık almaz. Ayrıca bu tür davranmanız, zekatınızın kıymetini de eksiltir. Bu yöndeki istek ve beklentileriniz artar ve güçlenirse, zekatınız boşa da çıkabilir. Eğer o kimse size dua edecek veya övgüde bulunacak ise bunu Rabbi´ne olan ibadet ve O´nun emrbı yapar. Bunu, sizin için bir hak olarak görmez. Bir fakire zekat ulaştırdığınızda terbiyeli, yumuşakbaslı, alçakgönüllü, tatlı dilli ve hoşgörülü olun. Edeb ehlinden bir zat, bir fakire para vereceği zaman, kendi elini açarak fakirin elinin üstte (=veren el) olmasını sağlardı.
Bazıları da zekatlarını fakirin huzurunda yere bırakır ve onu kabul etmesini rica ederek kendilerini dilenci konumuna sokarlardı. Parayı bizzat ellerine vermeyerek onu yüceltirlerdi. Bütün bunlar, kulun Allah Teala hakkındaki bilgisini, O´na kulluğunda takındığı güzel edebi gösterir.
Kim verdiği şey karşılığında övgü ve zikredilme isterse, aldığı övgü onun karşılığı olur, uhrevi ecri ise boşa gider. Hatta övgü ve anılmayı istemesinden dolayı ayrıca bir vebal de yüklenmiş olabilir. Çünkü verdiği rızık, esas olarak Allah Teala´ya aittir ve O, o kimse vasıtasıyla onu vermiştir. Böyle biri, başa baş kurtulabilirse, bu bile onun için güzel bir sonuç olur.
Fakirin, kendisine zekat/sadaka veren kimse hakkında şükran ifade eden dualarda bulunması müstehab görülmüştür. Bu, güzel edeb ve Allah Teala´mn ahlakıyla ahlaklanmanm bir gereğidir. Çünkü Allah Teala veren kimseyi, hayır için bir sebep ve ihsan için vasıta kılmıştır. Allah Teala verme fiilinde Zatı´nı şahit tutmakta ve sadaka vermesi sebebiyle kulunu överek onun şükrünü kabul etmektedir.
Fakir, kendisine zekat/sadaka veren kimseye "Allah Teala senin kalbini de hayır ehlinin kalpleri arasında temiz kılsın, amelini hayır ehlinin amelleri arasında tezkiye etsin, ruhuna şehitlerin ruhları arasında salat buyursun" şeklinde dua edebilir.
Bu da insanlara şükran, onlara niyaz ve senada bulunmanın şeklidir. İnsanların şükürlerinin bir ifadesi de, kendilerine para vermeyenleri yermemek ve parayı tuttukları için onları ayıplama-maktır. Aşağıdaki hadisin açıklaması da bu şekildedir: "İnsanlara şükretmeyen, Allah´a şükredemez"[41]Bu hadiste, Allah Teala ile fa-|kir kulları arasındaki vasıtaların varlığı isbat edilmektedir.
Ayrıca nimetlerin gösterilmesinde güzel edebin kullanılması ve [Nimet Veren´in ahlakıyla ahlaklarıma gereğine dikkat çekilmekte Allah Teala, kullara nimet veren, sonra da kendilerine verdiği değerlere onların duyduğu şükrana karşılık verendir.
Bir hadis-i şerifte Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Yakini iman sahibi kul, Allah Teala´mn veren eline şahit olur ve hamdeder. Sonra da kendilerine hamd sebebi kıldığı takva sahiplerine şükranda bulunur. Onlar Allah´ın rızkının yolları kılınmıştır".
Başka bir hadiste ise Allah Resulü (sav) şöyle buyurmaktadır: "Her kim size bir iyilik yaparsa onu mükafaatlandırın. Bunu yapamıyorsanız, onu Ödüllendirdiğinizi görünceye kadar onun için dua
edin".
Yapılan hayırdan dolayı Allah Teala´ya şükretmeye gelince; bu, sözkonusu iyiliğin hiç ortağı olmaksızın yalnız Allah´tan geldiğine inanmak ve onun Allah Teala´ya itaatte bulunmaya çalışmaktır.
Sadaka ve zekatın faziletlerinden biri de, onu tasavvuf ve ilim ehlinden samimi ve salih fakirlere vermeye çalışmaktır. Onlar gizlenmeyi ve hallerini bildirmemeyi tercih ederek şikayet ve serzenişte bulunmayan kimselerdir.