Eslemnur
Wed 29 September 2010, 07:41 pm GMT +0200
İslâmi Milliyetin Hakikî Mefhumu
Zamanımızda Müslüman cemaatlerini "Kavim" veya "Millet" kelimeleriyle mânalandırmak yaygın bir adet haline geldiği gibi aynı kelimeler ıstılah olarak da kullanılmaktadır. Bu kelimeler İslâm'a has bir toplumun vaziyetini belirtmek hususunda revaç bulmuştur. Bazı kimseler bu ıstılahın Kur'an-ı Kerim'de kullanıldığını hesaba katarak, kendi fikirlerini ileri sürmek maksadiyle suiistimal yoluna gidiyorlar. Kur'an-ı Kerim'de ve Hadis-i Şerif'te Müslüman topluluklar için "Kavm" kelimesinin kullanılmasını (Nation: Millet) mânasına alıyorlar ve bu millet mânasını da günümüzdeki ırka dayalımillet mefhumu şeklinde anlıyorlar. Halbuki Kur'an-ı Kerim'deki ve Hadis-i Şerif'deki kavim kelimesi (Nation: Millet) mânasına gelmemektedir.
Hülâsa olarak şunu belirtmek isterim ki, bu lafızların bu şekilde kullanılması ve böyle bir mâna çıkarılması haddi zatında İslâmda kabul edilebilir değildir. Kur'an-ı Kerim'de ve Hadis-i Şerif' de kullanılan diğer kelimeler de vardır. Bu sadece bir ilmi bahis değildir, bizim umumi olarak hatalı tasavvurumuz ve hatalı düşüncemizdir ki, kelimenin asıl manasını ve mefhumunu bırakıp da kendimiz bir mefhum uyduruyor ve bu mefhum üzerinde kendi yaşayışımıza göre içtihadlara girişiyor ve yaşayış nizamımızı da buna göre düzenlemeye kalkıyoruz.
"Kavim: Millet" lafzının İngilizce karşılığı "Nation" dur. Bunlar cahiIiye devrinin ıstılahlarıdır. Cahiliye devrindeki "kavmiyet: Milliyet" (Nationality) hiçbir zaman hususi bir medeniyet topluluğu ifade etmez. Gerçek bir medeni temele (Cultural Basis) dayanamaz. Ne eski cahiliye devrinde ne de yeni ve modern cahiliyede kavmiyet veya milliyet bir kültür temeline bağlı değildir. Orada gönül ve düşünce kökü, nesle, nesebe, ırka ve bir takım rivayetlere dayalı ilgilere sevgi beslemek esasına dayanır. Bir de bazı tarihî rivayetleri birbirine ekleyerek bir kavmiyet tasavvuru: Milliyet tasavvuru, ortaya çıkabiliyor. Bu milliyet ve kavmiyet tasavvuru, şaibelerden uzak değildir.
Eski Araplarda "Kavim: Millet" kelimesi umumiyetle bir soya, bir kabileye, bir ırk bölümüne, bir aşiret halkına isim olarak verildi. Bu şekilde İngilizce "Nation: Millet" de yine bir kimsenin neslinden gelenlerin müşterek cinsi (Camımın Descent) diye tasavvur edilirdi.
Bu şekilde düşünmek, İslâmî kavmiyet veya milliyet tasavvurunun tamamen hilâfınadır. Kur'an-ı Kerim'deki "Kavim: Millet" mânasına kullanılan kelimeleri, hakikatte Millet diye tercüme edemiyeceğiz; bu kelimenin karşılığına diğer Arapça bir kelime koymak istersek "Şaab: ulus" ve buna benzer kelimeler kullanacağız ki, islâm milletine de bu kelimeleri kullanmak doğru olmaz. Müslüman cemaatler için de bu ıstılah kullanılmamıştır. Bu ıstılah kullanıldığı takdirde, kelimenin mefhumu içinde, kan birliği, nesil ve ırk birliği yahut da toprak ve ülke birliği ve saire bulunmaktadır. Fakat bahsettiğimiz gibi İslâmî cemaatlerde ve islâmî topluluklarda bu gibi bağlardan kurtulmak ve kesin bir şekilde bütün bu alâkalardan sıyrılmak lâzım gelmektedir. Nesebden, toprak birliğinden ve maddî alâkaların cümlesinden kurtulmak gerekmektedir.
Kur'an-ı Kerim'de, islâm topluluğunu ifade etmek için kullanılan kelime "hizb" kelimesidir. Bunun da İngilizce karşılığı "Party" dir. Kavimler, nesil, soy, toprak birliği ve saireye bağlıdır. Fakat partilerde böyle bir şey yoktur. Yalnız meslek ve düşünce birliği vardır. Nitekim partiler yalnız kendi maksat ve amaçlarının peşinde koşarlar. Maksat ve amaçlarına son derece bağlıdırlar. Bunlar bir usûl, bir meslek ve bir amaca inanırlar; o usul, o maksat ve o amacın yolunda çalışır giderler. Bu usul, bu maksatve amaca bağlı olmayanları — isterse en yakın kimseleri bulunsun, — kendilerinden saymazlar.
Kur'an-ı Kerim, bütün yeryüzünde, yeryüzünün mâmur ülkelerinde, meskûn bölgelerinde sadece iki partiyi (hizbi)dikkate almaktadır İki partinin dışında başka bir parti tanımaz. Bu partilerden bir tanesi "Allah Partisi" (Hizbullah) dır, Kur'an-ı Kerim'in tanıdığı ve mevcudiyetini bildirdiği ikinci parti ise "Gayrullah partisi" yani Allah'a bağlı olmayanlar partisidir. Biz buna Şeytan partisi: Hizb - üş - şeytan diyeceğiz. Bu şeytan partisi mensupları ister usul, meslek ve amaç bakımından birbirleriyle aynı olsunlar, ister birbirleriyle ihtilaflı bulunsunlar, Kur'an-ı Kerim bunları bir partiden sayar. Nitekim her ne şekilde olursa olsun, her ne surette bulunursa bulunsun, onların partisinde İslâmî renk yoktur. Aralarında az veya çok ihtilâflar olsa dahi; İslâmî olmayınca şeytanî parti olmakta müttefiktirler.
Kur'an-ı Kerim'de şöylebuyurulmuştur:
"Onların üzerine şeytan çullanıp, Allahı zikretmeyi unutturdu. İşte bunlar şeytan partisindendir. Dikkat!. Şeytan partisi mensupları zarar görenlerdirler."
(Mücadile: 19)
Bu durumun aksine, Allah partisine dahil olanlar, ister, soy sop, nesil neseb, ırk olsun; ister vatan, memleket ve yurt olsun; isterse lisan, yahut da tarihi rivayetler birliği olsun, her hususta birbirleriyle ayrı olabilirler Hatta bunların arasında dededen ve atadan kalma kan davası dahi olsa, bunların hepsini bir tarafa bırakırlar ve yalnız Allahu Taalâ'nın gösterdiği yolda bir fikir birliği içinde olur, bir meslek ve bir amaç için birleşirler, birbirlerine sarılırlar, birbirleriyle birleşir giderler. Bunlar sanki Allah'ın ipine (Hablullah): "İlâhî Riştec" de birbirlerine sımsıkı bağlanarak, sarılarak her bakımdan örnek bir topluluk meydana getirirler. Bu Allah ipinde yeni bir partinin azaları (üyeleri) mahiyetine girerler. Şeytanî parti mesuplarından tamamen ve her bakımdan her yönden alâkalarını keserler.
Parti ihtilâfları, baba ile evladın arasını açar, hatta evladı baba mirasından bile mahrum eder. Hadis-i Şerif-de buyurulmuştur:
"İki ayrı milletin (ümmetin) mensupları birbirlerinden, miras almazlar."
Parti ihtilâfı kadını kocasından ayırır. Bu inanç ayrılığı bu çiftin tekrar nikahlanmalarını da haram kılar. Hayat yolunda bu ailenin iki ferdini iki başka yola sevkeder. Kur'an-ı Kerim'de buyurulmuştur:
"Ne o kadınlar o erkeklere helâldirler ne de o erkekler o kadınlara helâl olurlar."
(El – Mümtehinne: 10)
Parti ihtilâfı bir kardeşi bir kardeşten uzaklaştırdı
ğı gibi, bir kimseyi de bütün aile efradından ayırır. O kimseyi, bütün aile efradiyle görüşmekten ve her türlü alâka göstermekten meneder. Hattâ Hizbullah mensupları, bazı yakın akrabaları ile de evlenmekten menedilmişlerdir ki, Hizbüşşeytan mensupları ile tam mânasiyle her türlü alaka sebepleri ortadan kalkmış olsun. Kur'anı Kerim buyurmuştur:
"Müşrik kadınlar imâna gelmedikleri müddetce kendileriyle evlenmeyiniz ve nikâhlanmayınız. Mümin cariye, müşrik hür kadından iyidir, hoşunuza gitmese dahi; kendi kadınlarınızı da iman etmedikçe müşrik erkeklerle evlendirmeyiniz, nikahlamayınız. İsterse hoşunuza gitmesin, elbette ki, iman sahibi köle, hür bir müşrikten daha iyidir, isterse sizin hoşunuza gitmesin."
Bu partide yalnız, nesil, vatan, ülke, kavmiyet ihtilâfları ortadan kalkmakla kalmaz, belki bu partiler ayrılarak bir davayı yürütmek için birleşir ve Allah partisinin usul ve amacını kabul ederler. Başka her türlü bağlardan da alâkalarını kesmiş olurlar. Kur'an-ı Kerim'-de buyurulmuştur:
"İbrahim ve onun yanındakiler sizin için en güzel bir örnek idiler. Hani onlar kavimlerine demişlerdi ki: Bizim sizinle ve Allah'ı bırakarak ibadet ettiklerinizle alâkamız yoktur; biz sizi kabul etmiyoruz. İşte böylelikle bizimle sizin aranızda ebedî olarak adavet ve düşmanlık başlamıştır. Siz bir olan Allah'a iman edinceye kadar da hu düşmanlık sürüp gidecektir. İşte İbrahim de babasına, ancak senin için afv isterim, demişti."
(El – Mümtehine: 4)
Yine aynı şekilde:
"İbrahimin babası için mağfiret talep etmesi ona vaad ettiği sözünü tutmak içindi. Fakat, ne zaman, onun (babasının) Allaha düşman olduğu açığa çıkıncas, o da (babasından) uzaklaştı."
(Tevbe: 114)
İşte bu parti ihtilâfları, yakınların ve aile efradının arasındaki bağları da haram kılar. Hatta baba, kardeş veya oğul Şeytan partisine mensup olurlarsa, Hizbullah mensuplarına karşı da gaddarlık yoluna giderlerse, o zaman Hizbullah mensupları, onlarla olan sevgiyi keserler. Kur'an-ı Kerim'de buyurulmuştur:
"Allah ve ahiret gününe inanan kavim (cemaat) tarafında bulunanlardan Allah ve O'nun Resulüne karşı cephe alanlarla dost olamaz. İsterse, bunlar babaları olsun, isterse evlatları olsun, isterse kardeşleri olsun, isterse aşiret mensupları olsun Bunlar Allah partisi (mensuplarıdırlar) ndendirler. Dikkat Allah partisi (mensupları) felah bulanlardırlar."
(Mücadile: 22)
Kur'an-ı Kerim'de Müslümanlar için bu şekilde parti mefhumu ifade eden ikinci bir kelime daha kullanılmıştır. Bu kelime de "Ümmet" lafzıdır. Bu kelime Hadisi Şeriflerde daha fazla kullanılmıştır. Ümmet demek miayyen bir gaye için toplanan camia demektir. Bu camianın efradı arasında müşterek bir gaye, müşterek bir amaç ve maksat bulunur. Bu cihetle de bunlar "Ümmet" olurlar, bunlara "ümmet" denir. Bunun gibi aynı devirde yaşayan cemaatlerin efradına da yani asırdaşlara da "ümmet" denir. Hattâ bir nesilden gelen, bir soya mensup veyahut da bir ülke halkına, bir memleket ahalisine dahi ümmet denir. Müslümanların ümmet olmalarındaki esas ise, böyle nesil, toprak, ülke, geçim birliği meseleleri üzerine dayalı değildir; onların ümmet olmaları amaç, meslek ve gaye birliğine dayanır. Kur'an-ı Ke-rim'de buyurulmuştur:
"Siz, halk edilmişler arasından seçilmiş olan en iyi ümmetsiniz ki, halka doğruluğu (mârufa) emreder, halkı fenalıklardan (münker) meneder; Allah'a da iman edersiniz."
(Al-i İmran: 110).
"Ve böylece biz sizi mutavassıt (orta) bir ümmet kıldık ki, Resulün sizi gözettiği gibi siz de halkı gözetesiniz.
(El - Bakara)
Bu "Mutavassıt Ümmet" (Bîç ki ümmet) lafzından maksat, müslüman milletler arası bir cemaatin (İnternational Party) nin ismidir. Dünyanın bütün ümmetleri, bütün halkı arasında öyle kimseler seçilirer ki, bunlar belirli, bir usule ve bir amaca inanırlar, hususî bir program dahilinde çalışırlar ve bu amacı diğerlerine duyururlar. Başkalarını da bu usulü kabul etmeğe hazırlarlar. Bu zümre, her millet, her ulus arasından seçilip toplandığı ve bir parti oluşturduklarından bunların aslında hiç bir milletle, kavimle ve ulusla alâkaları yoktur. Bu sebepten dolayı bunlar "mutavassıt ümmet" dirler. Fakat bu ümmetin efradı diğer kavimlerle, diğer milletlerle, tirler uluslarla, her türlü ve her çeşit alâka ve bağları kesip koparıp atmakla beraber, bu milletlerin, bu kavimlerin, bu ulusların arasında yepyeni bir bağ, yepyeni bir alâka, yepyeni bir ilgi kurmak için çalışırlar. Bu alâka da dünyada Allah kanunu nu hakim kılmak için yapılan mukaddes gayret ve çalışmalardır.
"Siz insanlık üzerinde gözcüsünüz."
Cümlesinden şu anlaşılıyor ki, Hak Taalâ, Müslüman ümmetin efradına insanlar üzerinde düzeni temin etmek, inzibatı sağlamak için bir nevi zabıta vazifesi gördürmektedir.
"Halk arasından seçilip çıkarıldınız" demek ise, şu mânayı ifade eder ki, Müslümanların düzeni dünya çapında bir düzendir. Bu heyetin özü ve ruhu "hizbullah": (Allah partisi, bu partinin reisi ve Lideri Efendimiz Hazret-i Muhammed Resulullah aleyhi ve sellemdir. O da, bu partinin amacı, mesleğini ve düşüncesini, çalışma sistemini, İlâhî kanunlardan almıştır. Bütün zihnî, ahlâkî, maddî kuvvetlerle bu uğurda çalışma yolunu tutmuştur. Bu partinin meramı ve maksadı karşısında; muhalif olan her şeyi silip süpürmüştür. İşte Müslüman Ümmetinin temeli de bu maksada ve bu amaca dayanır.
Müslüman topluluğu için kullanılan üçüncü ıstılah da "Cemâat" kelimesidir. Bu kelime Peygamber efendimiz Sallallahü aleyhi ve sellem tarafından Hadis-i Şeriflerde pek çok kullanılmıştır. Bu kelime de hizib kelimesi gibi tamamen parti mefhumunu ifade eder. Parti ile aynı mânayı taşıyan bir kelimedir.
Nitekim buyurulmuştur ki:
"Size cemaate sarılmanızı tavsiye ederim."
Yahut da:
"Allanın eli cemaatin üzerindedir."
Bunlar gibi Hadis-i Şerifler üzerinde düşünürsek, Resulullah Sallallahü aleyhi ve sellem, özellikle, bilerek ve kasden, "Kavim": Millet, "Şaab": Ulus ve buna benzer mefhumları ifade eden kelimeler kullanmaktan bilhassa çekinmişlerdir. Bu kelimelerin yerine hep "Cemaat": (topluluk) kelimesini kullanmışlardır. Hiçbir zaman Zatı Saadetleri buyurmamışlardır ki:
Siz her zaman "Kavimle" birlik olunuz. Yahut da yine buyurmamışlardır ki: Allahın eli kavmin üzerindedir.
İşte Müslüman topluluğunun, biraraya toplanmış olmalarını belirtmek için her zaman ve her yerde "ka-vim" yerine "cemaat" kelimesini veya hizb: (parti) ıstılahını kullanmayı tercih etmişlerdir. Bu gibi kelimeleri kullanmayı daha münasip ve daha uygun görmüşlerdir.
"Kavim" lafzı da kullanıldığı zaman, bir kısım insanların bir maksat, bir amaç ve bir fikir birliği yolunda birleşerek, bir düşünce yolunda yürüdükleri, manası anlaşılır. Ve böyle bir mânayı ifade etmek için bu kelime kullanılır. Bu zümre kendi yaşayış nizamlarına ve amaçlarına göre, kendilerine bir "kavim" ismi verirler. Fakat parti ve hizb kelimelerinin mefhumları ile "kavim" kelimesinin mefhumu arasında bazı farklar vardır. Partide ya bir düşüncenin peşinde bulunulacak veya bulunulmıyacaktır. Bulunup bulunulmamakla partinin içinde olmak ve parti harici kalmak ortaya çıkar Siz bir partinin amacını ve yolunu kabul etmezseniz, o partiden olamazsınız. O partinin ismini de kullanamazsınız. Pek tabiidir ki, o partiden mebusluğa (milletvekilliğine) nadaylığınızı koyamazsınız; dolayısiyle vekil seçilemezsiniz. O partinin prensiplerini müdafaa etmezsiniz. Parti mensupları size, siz de parti mensuplarına karşı yardımlaşmada bulunmazsınız. Eğer siz herhangi bîr partinin gayesine tam manasiyle ve şuurlu bir şekilde iştirak ediyorsanız ve kendi partinizden başka hiçbir partiye bağlı değilseniz, fakat sizin ana-babanız da sizin partiden değil de başka bir partinin mensubu iseler, kalkıp da sizin kabul etmediğiniz parti azaları yanında sizin de isminizi yazdırılarsa, halbuki böyle bir partiye inanmıyor ve güvenmiyordunuz; işte o zaman bu meseleyi duyanlar veya görenler muhakkak ki, kahkaha ile güleceklerdir. "Amma da acayip bir durum" diyeceklerdir. Fakat parti tasavvuru, kavim tasavvuruna dönüştürülürse, o zaman durum başkalaşır. Yukarda saydığımız hususların hepsi de bir tarafda kalmış olur.
İslâm, bir milletler arası parti mahiyetindedir. Onun partisindeki parti erkânı, parti üyeleri ve parti mensupları arasında bir eşitlik sağlanarak, bir camia: (Society) vücuda getirmek için hüküm vermiştir. Bu camianın arasında evleniniz, nikahlanınız, kaynaşınız demiştir. Bu camianın çevresi içinde kendi çocuklarınızın eğitimiyle meşgul olunuz, onlara da bu partinin amacı ve gayesini öğretiniz, onları da bu partiye üye kaydettiriniz; öğrensinler, benimsesinler, inansınlar tâ ki bu partiye bağlanmış olsunlar.
İşte böyle bir partinin kavmi olunmalıdır ki, bu mukaddes bağın ve insanlık için en büyük gerçeği temsil eden bu nizamın, soy - sop, ırk, nesil bağlarından da, vatan, ülke, toprak alâkasından da, tarihi rivayetlerden de, kavmiyetten de çok üstün olduğu görülebilsin.
Böyle bir gayeye ulaşabilmek için ne yapılmışsa hep doğru olmuştur. Fakat ne yazık kî, Müslümanlar, gitgide bu hakikati unuttular. Aslında bu manevî partinin üyeleri olan Müslümanlar, zaman geçtikçe parti üyeliğini bırakıp kavmiyetçilik, milliyetçilik, ulusculuk esasları peşine takıldılar. Nihayet bu marazi hal ilerleyerek o dereceye geldi ki, parti düşüncesi, milliyetçilik, kavmiyetçilik, ulusçuluk tasavvuru içinde eriyip gitti. Böylelikle müslümanlar da Almanlar gibi, Japonlar gibi yahut da İngilizler gibi milletlere bölündüler; kendilerine çeşit çeşit, türlü türlü isimler taktılar. İslâmi, kavim ve millet değil de bir ümmet hazırlamak istediğini ve bu yolda çalıştığını unuttular. İslâmın hazırlamak istediği ve parti şeklinde vücuda getirmek için uğraştığı heyetini tamamen değiştirdiler. Bu hakikatleri unutarak, kendilerinden ayrı ve kendilerine yabancı bulunan gayrı - Müslim kavimler, gayrı - Müslim milletlerin cahilce "kavmiyet, milliyet ve ulusçuluk" tasavvurlarının peşine takılıp gözlerini onların gittikleri yola diktiler. Bu hatalı temel üzerine kurulan bina kötü ve çirkin tesirlerini göstermekte gecikmedi. İşte bu hatadan ve bu yanlışlıktan vazgeçilmediği müddetçe İslâmın ihyası ve aslına uygun bir (Re-form) için çalışmak faydasız olacaktır.
Bir partinin üyeleri, arasında muhabbet, sevgi, birbirine bağlılık, birbirlerine yardam esası var olunca, böyle bir ortamda şahsi, zati yahut da ailevi hususiyetler görünmez. Bu partide birbirine yakınlık ve bağ ancak bir usule bağlanıp, bir meram takip etmekle olur. İşte bu partinin herhangi bir üyasi, cemaat, usul ve amacından ayrılırsa, partiyi yıkmak yolunu tutarsa, o zaman diğer parti üyelerinin yalnız ona yardım etmekten kaçınmaları yeterli olmadığı gibi, bilâkis o bozguncu üyeyes karşı acımasızca hareket etmek, zorlayıcı hareketlere baş vurmak farz olur. Partinin gayesine inanmayanlar ise, parti dışı kalırlar. Bu söylediğimiz hususlar bugünkü dünyamızın parti nizamnamesinde mevcut usullerden ve hususlardandır. Hatta bazı partilerde parti gayesinden ayrılanların ve partiyi baltalamak yolunu tutanla rın ölüm cezasına çarptırıldığı görülmüştür.[70]
Burada bir parça da Müslümanların haline bakalım: Bu zümre, kendi partilerini bırakarak, parti yerine "kavim: millet" anlayışının peşine takılmak hususunda ne kadar yanlışlığa kapıldıkları ifadeye sığmaz. Onlar arasında çok kimseler şahsi menfaatlerini düşünerek gayrı -islami usullere baş vurmuş ve diğer Müslümanlardan da yardım beklemek gafletine düşmüşlerdir. Yadım görmedikleri zaman şikayet yaygarasını basarlar: Müslüman Müslümana yardım etmiyor diye, feryad ederler. Müslüman, Müslümanın kardeşi olduğu tavsiyesini de çoktan unutmuşlardır. Bazan yardım eden kimse çıkar da yardım ederse, bunun ismine İslâmî yardım derler. Hepsinin dilinde de İslâmî yardımlaşmadan bahis geçer, İslâmî kardeşlikten dem vurulur. İslamdaki yakın ilginin ismi ağızlarda tekrarlanıp durur, fakat hakikate gelince, bunların yaptıkları işlerin hepsi de İslâmın hilâfına, İslama aykırı mahiyettedir. Bunlar İslama uymayan işlerine İslâmî isim takarlar, bu şekilde yardım iddiaları da boş sözlerden ileri gitmez. İslâm, bir cemaatin, bir topluluğun, bir zümrenin ismidir ki, hakikatte yukarıda bahsedilen vasıflar canlanmış olacaktır. İslâmî cemaat arasında herhangi bir şahıs, İslâma aykırı olan bir işe girişemez. Bilmeden veya herhangi bir sebeple böyle bir işe girişirse tevbe etmesi gerekir. Herhangi birine herhangi bir şekilde yardım edilirse, islâm yolunda edilir. Böylelikle İslâm camiası hayati prensiplerini yaşayarak, canlılığını muhafaza eder. Bu camia içinde de kimse İslâmın aksine hareket etmeye kalkmaz. Fakat sizin camianız, İslâmî düşünceye aykırı olarak, kendi düşündüğünüz, kendi duyduğunuz "kavmiyet, milliyet" düşüncesi yolunu takip eder ve müslümanlar arasında da — sırf bunların adı müslümandır diye İslâmî kardeşliğe aykırı olarak — müslüman olmak taassubu maksadiyle yakınlık ve yardımlaşma yolunda giderseniz, o zaman cahiliye kavmiyetçiliğinin adını islâm camiasına koymuş olursunuz.
Bu safhalara ek olarak cahiliyenin bir kerametini daha gösterebiliriz: Meselâ, sizin içinizde bir kavmî: millî duygu doğar. Siz de kalkıp, teklifsizce, mahiyetini düşünmeden buna "İslâmî duygu" ismini takarsınız. Sizin İslâmî duygu diye isim taktığınız bu millî veya kav mî duygudan hareket ederek, bir kimseye müslüman diyorsunuz; bu kimseye müslüman diye hürmet ediyorsunuz; O'na yakınlık gösteriyorsunuz. Günün birinde takdir ettiğiniz bu kimsenin eline iktidar geçiyor. Ve icraat devri başlayınca, siz bu iktidar sahibinin işlerinin ve yaptıklarının İslama uygunluğunu veya tamamiyle zıd bir tavır takındığını hesaba katmıyorsunuz. Böyle bir şahıs aileden gelen bir örfe dayanarak, taklidi bir müslümanlıkla mı yetinmektedir? Bütün bu hususlar nazarı itibara alınmadan peşin hüküm vermişsinizdir. Siz ona müslüman dediğiniz halde onun düşüncesi, fikri ve yaptığı işler müslümanlığa tamamen aykırı olsa bile yine de böyle bir insan sizin nazarınızda müslümandır. Böyle bir kanaatle müslümanlığı ruhen değil de cismen tanımış oluyorsunuz. Karşınızdaki insanın isminin Ahmed, Mehmed, Ömer ve Ali olması sizin için yeteli gelmektedir. Bu noktadan hareket ederek ve İslâmın hakikatini bir tarafa bırakarak, bu gibi kimselerin toplanıp kurmuş oldukları hükümete de İslâmî hükümet ismini takar ve böyle bir hükümetin ilerlemesini de kendi ilerlemeniz olarak addedersiniz. Bu hükümete faydalı olmayı da İslâma faydalı olmak sayıyorsunuz. Onun ilerlemesi, kalkınması, İslâmın tamamen zararına bile olsa, zıddına dahi olsa, siz her şeye rağmen bu hükümete İslâm hükümeti ve İslâm devleti diyorsunuz. Sizin isim verdiğiniz bu şey, Almanların da benimseyip kendilerine verdikleri, Almanlık ismi gibi bir şeydir. Almanlık, herhangi bir usul ve nizamın ismi değildir. Sırf bir kavmiyet ve bir milliyet ismîdir. Bir şoven milliyetçi Alman, ancak Almanların ilerlemesini ve yükselmesini ister; diğer milletlere mensup olanların ilerlemesini ve yükselmesini istemez. Başka milletlerin ilerlemesinin onlarca bir ehemmiyeti yoktur. Yalnız Alman ilerlemelidir. Siz de o şoven Almanlar gibi bir şoven müslümanlık peşine takılmışsınız. Bu zihniyete göre tasavvur ettiğiniz bir "müslümancılık" uyduruyorsu nuz. Sizin gibi milliyetçi şoven müslümancılar da yalnız müslüman ismi taktıklarının ilerlemesini ve yükselmelerini isterler. Fakat bu ilerleme ve bu yükselme, ister islâm usulüne uysun, ister uymasın; İslama muvafık olsun veya olmasın; onlar için hiçbir ehemmiyeti yoktur. Hatta bu uğurda bazen amelen ve fiilen, İslâmın aleyhine bile çalışılmaktan çekinilmez. Bütün bunlara "cahiliyet" demiyelim de başka ne gibi bir isim verelim?
Herhalde şu nokta zihnimize çıkması imkânsız bir şekilde nakşedilmelidir ki, Müslüman, yalnız milletler arası partinin üyelerinin ismidir. Bu parti, dünyada insanlığın kurtuluşu ve ilerlemesi için, bir hususî meram, bir hususî nazariye, bir hususî iş programı ve bir hususî çalışma tarzıdır. Bu programdan ayrılıp kendi kişisel veya içtimaî vaziyetinizi gözönünde tutarak, başka bir program, başka bir nazariye, başka bir çalışma sisteminin üzerinde yürürseniz, o zaman siz nasıl olur da bu yaptığınız işlere kalkar islâmî isim takabilirsiniz?
Meselâ, filan devlet, kapitalizm (sermayecilik) sistemini takip ediyorsa, dünya kamuoyunca belli ve açık olan bu durumdan sonra, siz nasıl kalkar da bu devlet için "hayır kapitalist değildir de sosyalist veya komünisttir" diyebilirsiniz? Nasıl olur da kapitalist (sermayedar) bir hükümetin ismi, sosyo-komünist hükümet olur? Nasıl böyle zıt bir şeye, onun tam zıddı ile isim takılabilir? Nasıl olur da faşist bir idare tarzının hükümet rejimine siz kalkıp da cumhuriyet veya demokratik bir sistemdir, diyebilirsiniz? Herhangi bir kimse kalkıp da hatalı bir şekilde, bir ıstılah yerine diğer bir ıstılah kullanırsa, onun ismini buna, bunun ismini şuna, şunun ismini de ona takarsa, siz hemen itirazı eder ve bu kimsenin cahil ve bilgisizliğine hüküm verirsiniz. O kimseyi cehaletle vasıflandırmakta hiç de gecikmezsiniz. Fakat şimdi görüyorsunuz ki, "islâm" ile "Müslüman" ıstılahlarını siz böyle yerinde olmayarak kullanıyorsunuz. Hakikatte İslâmla ve Müslümanlıkla alâkası olmayana da kalkıp Müslüman ismi vermekte tereddüt etmiyorsunuz. Cahiliyetin ismine kalkıp Müslümanlık adı takıyorsunuz. Bu, cehaletten de öte kötü bir sıfattır.
"Müslüman" kelimesinin kendisinden anlaşılıyor ki, bu kelime "ism-i zât: şahıs ismi" değildir. Bu kelime "İsm-i sıfat: Vasıf ismi" dir.
Müslüman ismi, İslâma bağlı bulunan, islâm öğretisini takip eden, İslâm yolunda giden kimseye verilir. Bundan başka bir mefhum ifade etmez. Bir kimse bu yolda, hususî surette, ahlâkî, fikrî, amelî vasıflarla vasıflanmış olursa, bu vasıfları belirtirse, onun bu iyi sıfatlarının toplamına "islâm" denir. Bu ölçüye göre, siz bu kelimeyi "Bir müslüman kimse için" bu anlamda kullanmıyorsunuz. Siz bu kelimeyi meselâ, Hindu, Japon, Çinli kelimelerinin, kullanıldığı şekilde söylüyor ve Hindu, Japon veya Çinli bir kimseye söylediğiniz isimler gibi isini takıyorsunuz. Sizin isim verdiğiniz bu müslüman, ister bütün davranış ve tutumlarıyla, İslâma aykırı hareket etsin, sizce ona "müslüman" denecektir. Çünkü bir kere adı müslümandır. İsterse bu kimse yaptığı işlerle kendini tamamen İslâmdan İslâm dışı bir hale getirmiş olsun, siz yine ona müslüman diyeceksiniz. Onun yaptığı işler, hep kendi şahsî, keyfî işlerde olabilir. İslamla ilişiği de olmayabilir. Ama bir kere kendisine müslüman adı takılmıştır. Hakikatte ise böyle bir kimsenin islâm ismi taşıması, haksız bir kazanım olur.
Yine yukardaki örnek gibi, "Müslüman menfaati", "Müslümanların ilerlemesi" "Müslümanlığın yükselmesi", "Müslüman hükümet", "Müslüman devlet", "Müslüman rejim", "Müslüman bakanlık", "Müslüman idare", "Müslüman nizam" ve bunun gibi bir sürü tabirler ağızlarda dolaşıp durmaktadır. Ancak siz bu kelimeleri hakiki mânalarına göre kullandığınız zaman, bu saydıklarımız, İslâmî nazariyeye, İslâmî usule uygun olup, islâmî yapıya uysun ve bu İslâmî yapıya her hususta tamamlasın. İslâmın getirmiş olduğu öğretiyes bağlı bulunsun. Böyle olmayınca, bu saydıkarımızın hiçbirisine "müslüman" kelimesi ilâve etmek ve bunları müslümana izafe etmek asla doğru olmaz. Artık bu gibi kimselere istediğiniz takdirde istediğiniz ismi takabilirsiniz. Fakat bunlara yalnız müslüman ismi takamazsınız. Çünkü İslâma ait vasıfları da bir tarafa bıraksak bile, müslümanlık noktasından da bunların bu hükümetin başında bulunan şahısların ismen bile müslüman olmadığını söyleyebiliriz.
Siz hiç bir zaman, sosyalist yahut da komünist vasfı bulunmayan ve bu gibi şeylerle ilişiği olmayan bir şahsa kalkıp da sosyalist yahut da komünist der misiniz? Meselâ sosyalist yahut da komünist olmayan bir hükümete "sosyalist hükümet", "komünist devlet" vesaire diye bir şey söyliyebilir misiniz? Öyle ise, Müslüman muamelesine lâyık bir kimsenin de İslâmdan alâkasını kesmiş, kendi şahsî ve keyfî usulüne tabi olmuş yahut da gayrı-islâmî milliyete bağlanmış ve bu gibi şeyler sarılmış olmaması lâzımdır. Böyle olmayınca nasıl ona müslüman diyebiliriz?
İşte bu yanlış anlayışın neticesinde, siz kendi medeniyetinizi, kendi sosyal durumunuzu, kendi tarihinizi de yanlış yola saptırmış oluyorsunuz. Meselâ, İslâmın yüzde yüz aksine, islâm nizamının zıddına hükümet kurmuş bulunan padişahlara ve hükümetlere siz "İslâmi hükûmetler" diyorsunuz. Bu fahiş hatanın yegâne sebebi de bu hükümetin başında bulunan şahsın ismen müslüman olmasıdır.
Meselâ; Kurtuba, Bağdad, Delhi ve Kahiredeki tarihi eserlere bakarak bunlara İslâmî medeniyetin bir parçası olarak bakıyorsunuz. Halbuki bütün ömrünü ayyaşlıkla geçiren ve saraylarda dilediği gibi zevkü sefa süren bu gibi padişahların yaptırmış olduğu eserlere islâmî bir hüviyet atfetmek doğru olmayan bir harekettir. Ne zaman size islâm medeniyet eserlerine dair bir şey sorulursa, hemen Agra şehrine döner, oradaki "Tac Mahal" i gösterip, işte islâm medeniyet eserlerinin en iyi örneği" dersiniz. Halbuki, bu eserin İslamla katiyyen bir alâkası yoktur. İslâmın neresinde ölen bir kimseyi toprağa gömerler de onun gömüldüğü yerin üzerinde miazzam kubbeler yapar, binalar vücuda getirirler. Bu uğurda on milyonlarca para sarfederler. Bu taş yığınlarının meydana gelmesinde İslâmî olarak hangi zorlayıcı sebepler gösterilebilir?
İslâmın iftihar edilecek tarihinden size sual sorulunca hemen bir bülbül gibi, Abbasilerin, Selçuklularıns ve Moğolların (Timurîlerin) isimlerini sayıp dökersiniz. Fakat gerçek islâm tarihi gözüyle bu vakalara bakılınca, övünülen birçok işleri değil altın suyu ile yazmak, bu günah listelerini (diğer bir tabirle bu suçlar fihristini suçlar) kara mürekkeple yazmak icabeder.
Siz, ismi müslüman olan hükümdarların ve padişahların tarihine kalkıp da "islâm Tarihi" ismini takıyorsunuz. Hatta bu mevzuda daha da ileri giderek, islâm tarihi diyorsunuz. Bu hataya düşmenizin sebebi de isimlere göre hüküm vermiş olmanızdır.
İslâm kimliğini, usul ve esasını dikkate almadan tarih sayfalarına eğildiğinizden İslâmî hareketlerle gayrı - İslâmî hareketleri biribirine karıştırıyorsunuz. islâm tarihine kıymet verdiğinizi zannederek, sözde ve isimde Müslüman olan hükümdarları himaye etmek ve onları tarih bakımdan müdafaa etmekten başka bir şey düşünmüyorsunuz. Bakış açınızın eğriliğinden dolayı, herhangi bir müslümana ait olan şeyin veya işin ismine İslâmî şey veya islâmî iş demektesiniz. Sizin düşüncenize göre, herhangi bir kimseye Müslüman dendiği takdirde, ister bu kimse gayri - İslâmî iş ve harekette bulunsun, isterse bütün davranışında gayrı - İslamî usule göre tanzim etsin, ismi Müslüman ismi olduğu için, siz onun işlerine de İslâmî damgasını çekinmeden vurmaktasınız.
Şu yanlış görüş açınız, kendi milli siyasetinizi de yanlış bir kaide üzerine oturtuyor. İslâmın usul, nazariye ve yapısından gözünüzü başka taraflara çevirmiş olduğunuz halde, bir kavim bir millet uydurup ortaya çıkarıyor ve bunun ismini de "Müslüman kavim, Müslüman millet diyorsunuz. Sonra bu kavim tarafından yahut bu kavmin namına veya bu kavim için sizden herkes ve her zümre, çalışıp hayatını böylece sürdürmek yolunu tutuyor. Size göre herkes Müslümanların milletvekili, Müslümanların temsilcisi veya lideri olabilir. Sizce bu adam Müslüman kavme, Müslüman millete mensup olmalıdır, isterse bu zavallı islâmın "i" sinden bile haberdar olmasın ve îslâmla hiçbir ilişiği de bulunmasın... Bu adamın sadece ismi müslümandır ya...
Herhangi bir partinin peşine takılıp gidersiniz. Bu patinin gayesi ve hedefi herhangi bir şekilde olabilir. İster bu partinin istikameti İslâmî olsun, isterse olmasın, sizin islâm dedikleriniz bu partideler ya, artık bu partiye islâm partisi dememeniz için bir sebep kalmaz ve sizce her türlü şüphe yersiz bir şeydir. Büyük ümitlerle bağlanmış olduğunuz partinizin yaptıkları işlerden elde edilen emekler haram olsa bile, sizce ehemmiyeti yoktur. İktidar kürsüsünde oturan kimselerin isimlerinin Müslüman olması sizi her bakımdan tatmin ettiğinden, bu kimseler bulundukları iktidar koltuğundan İslâmî maksatlara aykırı hükümler vermeleri ve İslama uymayan kanun çıkarmış olmaları kanaatinize göre mühim bir mesele olmaz.
Aynı şekilde, bir çok şeylere islâmî diyorsunuz ki, hakikatte bunların îslâm ile hiçbir alâkaları ve hiçbir alış verişleri yoktur. Bunlar esasen gayrı - islâmî şeylerdir. Halbuki bu gibi işleri de himaye etmeyi, onları korumayı kendinize vazife bilmektesiniz. Koruduğunuz, müdafaa ettiğiniz, bu şeyler ise hakikatte islâmın aksine ve zıddınadır. Fakat sizin için islâmî sayılırlar. Sizin gayret sarf ettiğiniz, uğraşıp didindiğiniz, paranızı, liralarınızı harcadığınız maksatlar, hiçbir zaman islâmî değildir. İşte bunların hepsi de bir yanlış anlayışın neticesidir ki, siz, kendi bendinizi bir "kavim", bir "millet" kılmış, fakat islâmın hakikatte bir "Milletlerarası parti" olduğunu, onun maksadının dünya hükümranlığını kurmak olduğunu, bütün bir İnsanlığın refahı ve kurtuluşu için çalıştığını unutmuş bulunuyorsunuz.
Siz, kendi "kavim veya milletinizi" parti olarak tasavvur etmedikçe ve bu partinin maksat ve amacınıs takip etmedikçe, yaşayışınızın hiçbir muamelesi doğru olmayacak ve siz de hakikate erişmeyeceksiniz,