Eslemnur
Fri 1 October 2010, 05:10 pm GMT +0200
İslami Hükümetin Vaziyeti ve Şekilleri
Bu konu incelendiği zaman, ilk nazarda şu hususlar göze çarpacaktır: İslâmî hükümet, Avrupa-vâri gayrı - dinî Cumhuriyet (Seculer Democracy) değildir. Ancak bu isim felsefî noktayı nazardan Cumhuriyet olmuştur. Gayrı - İslâmî cumhuri hükûmette, en "yüksek hâkimiyet" ülkenin sâkinlerinin çoğunluğunun elindedir. Onların görüşlerine göre, kanunlar yapılır; onların görüşlerine göre bu kanunlarda değiştirmeler olur. Bu kanunlar istendiği zamanda icra ve infaz edilir yahut da icra edilemez, kâğıt üzerinde kalıp gider, islâm'da ise böyle bir şey yoktur ve olamaz.
İslâm'da insanların yaptığı kanunlarla mukayese kabul etmiyecek yükseklik ve derecede bir kanun yapma makamı vardır. O da Allah Taalâ'dır. Resulleri vasıtasıyle bu gerçek ve ulvî kanunlar gönderilmiş olup bu hükümler milletlere ve hükümetlere tebliğ edilmiştir- Bu bakımdan Islâmî Hükümete, Avrupavârîmânada"Cumhuriyet demek"imkânsızdır. Böyle bir Islâmî Hükümete; "İlâhî Hükümet" ismi vermek daha doğru olur. İşte bu İstılaha ingilizcede de (theocracy): dinî hâkimiyet denebilir. Fakat burada da yine mühim bir başkalık vardır. Avrupavârî (theocracy) ile islâmî teokrasi, yine biribirinden ayrı ve bambaşka bir şeydir. Avrupa teokrasisinde malûm bir zümre, bir ruhanî sınıf,hususî bir mezhebi topluluk (Priest Class) Hak Taalâ'nın ismini- kullanarak, kendilerine alet ederek, bu ismin arkasına sığınarak, kendileri hâkimiyet", ele geçirirler, kendileri kanun vaz ederler ve bu kanunları da yürürlüğe koymak yolunu tu tartar.[36]
Bunlar, amelî ve fiilî bir şekilde, kendilerini Tanrı yerine koyarak, halkın üzerine musallat olup, halkın ensesine binerler. İşte böyle bir hükümete, böyle bir durumda İlâhî hükümet yerine, şeytanî hükümet ismi vermek daha doğru olur.
Bunun aksine, İslâmî teokrasi, bambaşka bir mahiyet arzeder. İslâmî teokraside hâkimiyet herhangi bir ruhanî zümrenin yahut da mezhebin ve dinî bir sınıfın elinde değildir. Bu hâkimiyet bütün müslümanların, hattâ tek tek her müslümanın elindedir. Bütün müslümanlar, hattâ müslümanların her ferdi bile, Allah Taalâ'nın kitabı ve O'nun Resulünün sünnetine uyarak bu hâkimiyeti yürütüp giderler. Eğer bana bu husus için ayrı ve yeni bir İstılah ortaya koymak ve bir terim ismi vermek müsaadesi verilirse, ben buna (Theo - democracy) yani "İlâhî cumhurî hükümet" demek itsiyeceğim. Zira, böyle bir hükümette böyle bir idare sisteminde "hâkimiyet" yalnız Hak Taalâ'nın elindedir. Allah'ın iktidar-ı âlâ'sının (Paramaouncy) sayesinde, müslümanlara mahdut ve sınırlı bir şekilde, genel hâkimiyet: (Limited Popüler soveicignity) verilmiştir. Böyle bir hükümette, inzibat, intizam ve uygulayıcı kuvvetler: (Executive) ve tanzim etme işi (Legistature) müslümanların görüşüne bırakılmıştır. Hükümet idaresinin başında bulunanları, müslümanlar istedikleri zaman azletmek yetkisine sahiptirler. Bütün nizamlar, muamelât ve şeriatı ilâhî'de hakkında açıklık bulunmayan hükümlerde, müslümanların icmâ şeklinde alacakları müşterek kararla ve ilâhî kanuna mutabık olması şartiyle hüküm ortaya çıkarırlar. İlâhî kanunun tefsiri ve şerhi de hiçbir zümreye, hiçbir hanedan veya nesle yahut da bir hususî topluluğa verilmiş değildir. Bütün müslümanlar arasında herkes bu hakka sahiptir. Ancak, ictihad kabiliyeti olmak ve bu mevzuda derin bilgi sahibi olmak şartı ile tefsir ve şerh edilebilir. İşte bu itibarla bu hükümet bir demokrasi hükümetidir. Ancak, böyle bir demokrasi hükümetinde de İlâhî kanun mevcut olunca, Allah Taalâ'nın Resulü vasıtasiyle göndermiş bulunduğu hükümler elde olunca da, herhangi bir müslüman, ister bu müslüman bir tek kişi olsun, isterse herhangi bir emîr olsun; yahut kanun koyan zümre olsun, müctehid veya âlim olsun, dinde en ileri gelen bir şahsiyet olsun, hattâ bütün dünyadaki Müslümanlar bir araya toplanıp gelseler dahi bu İlahî kanun hükümlerinde en ufak bir değişiklik yapmak hakkına sahip olamazlar. İşte bunun için bu hükümet nizamı "teokrasi" dir.
Yukarıda bahsedilen hususları biraz daha etraflıca şerh etmeğe çalışalım: İslâm'da demokrasinin hudud landırılması ve bu şekilde kayda bağlanması niçin ve ne sebepledir? Bu hududlandırmanın ve kayda bağlanmanın şekil ve nevileri nedir?
Bazıları bu hususta itirazda bulunurlar. Hak Taalâ böyle yapmakla, insandan, akıl ve ruh serbestisini kaldırmıştır. Halbuki, hakikat tamamen bunun tersinedir. Hak Taalâ insandan akıl ve ruh serbestisini kaldırmadığı gibi; akla, düşünceye, hattâ vücuda ve cisme de serbestlik vermiştir. İşte bunun en kesin delili de kanun koymak işini Hak Taalâ'nın kendi elinde tutmasıdır. Kanun yapmanın Allah'ın elinde bulunması, insanın fıtrî serbestliğini elinden almak için değil, belki bu fıtrî serbestliği korumak içindir. Böyle olmasaydı, insan esas yolu şaşırır ve kendisini, kendi ayağı ile çamura yuvarlayıp giderdi.
Avrupanın isim uydurup taktığı şu gayrı - dinî Cumhuriyet, iddia edildiği gibi, halk hâkimiyetine (Popular sovereignity) ye dayanır. Bu huausta biraz düşünmek ve bu meseleyi tahlil etmek lâzımdır. O zaman göreceğiz ki, toplanıp da hükümet kurmuş olan halk kendisi bizzat kanun yapıcı değildir. Hattâ kendileri de bu kanunları icra ve infaz etmezler. Onlar, hâkimiyeti muayyen bir zümrenin eline vermişlerdir. Bu zümre halkın yerine halka kanun koyarlar. Bu kanunları da yine bu zümre infaz yolunu tutar. Bu maksat için de bir seçim şekli tertiplenmiştir. Bu kanun yapan ve seçilmiş olan zümrenin düşüncesine göre, halk, ahlâk, emanet, diyanet ve adalet nimetlerinden mahrum bulunmaktadır. Seçilen zümreye göre, halkın düşüncesinin hiçbir ehemmiyeti yoktur. Yâni halk hiçtir. Bunun için de seçimleri kazananlar ve seçimlerde muvaffak olanların çoğu, halk üzerindeki servetleri, bilgileri, ataklıkları, hitabet kabiliyeti ile yalan vaatler ve aldatıcı propaganda sayesinde seçilirler. Halk onlar için kandırılan ve menfaatlerine göre güdülen bir zümredir. Bu usullerle ahmaklaşan ve daima gerçek dışı hâdiselerle başbaşa bırakılan kamuoyu bu güruha kendilerini idare edecek yetkileri vererek, işin içinden çıkarlar. Politika bezirganları (tacirleri) da iş başına geçince de servetlerini daha çok arttırır, şahsî menfaatlerini ön plana alarak, devletin ve milletin sırtından daha müreffeh geçinmek için, hususî sınıfların faydalanmaları uğrunda kanun çıkarır, nizamlar düzenlerler. Bu çıkarcı kanunların maddî yönü zavallı halkın sırtına yüklenir. İşbu belâ Amerikada da vardır, İngilterede de mevcuttur. Bütün Cumhuriyet cennetinde yaşadıklarını iddia eden memleketlerin hepsinde de aynı durum cereyan etmektedir.
Meselenin bu tarafını gözden geçirdikten sonra, şimdi farz edelim ki, bu seçilmiş zümre, halkın istekleri ve halkın rızası üzerine kanunlar yapıp yürütme yolunu tutmuştur. O zaman şunu da görüyoruz ki, halkın kendisi bu kanun ve nizam mefhumundan hiçbir şey anlamamaktadır. İnsanın fıtrî zaafının neticesinde, bazan kendisine ait işlerin çoğunu, her tarafını veya her cephesini göremez. Bu yapılan işleri hakikat derecesinde tâyin edemez. Hattâ bir çok hususu asla göremez haldedir. O zaman bu gibi işlerin çözümü, (Judgement) da tek taraflı olur. Bunun üzerine, tesir altında kalmak, tarafgirlik, şunun bunun tavsiyesine uymak olmak, hattâ kendi nefsinin arzusuna uymak ve bu gibi şeylerin baskısı altında, saf ve temiz olarak aklî ve ilmî hususlarda insanın tarafsız olarak fikir belirtmesine imkân yoktur. Ve hattâ çok kere, aklî ve ilmî hususlarda, gayet açık ve gayet belirli meseleler dahi, yukarıda bahsettiğimiz, tesir altında kalmalar, tarafgirlikler, nefsânî istekler ve sairenin karşısında mağlup olup giderler! Bu noktanın isbatı için bir hayli misâl vermek mümkündür. Burada bir tanesinden bahsedebiliriz:
Bir zamanlar Amerikada içki içme yasağı kanunu (Prohibition Law) ortaya çıkmıştı. İlmî olarak, içkinin sıhhate zararlı olduğu ispat edilip ileri sürülüyordu. İçkinin aklî ve zihnî kuvvetler üzerinde kötü tesirleri olduğu beyan ediliyordu. Medenî hayatı berbat ettiği ortaya atılıyordu. Bu gerçekler kabul edildikten sonra, Amerikan kamuoyu, içki içmenin yasak edilmesine razı oldu. Neticede içki içmenin yasak edilmesi için bir kanun teklif edildi. Nitekim bu kanun halkın onayı ile kabul edildi.[37]
Fakat kanun yürürlüğe konunca, yine bu kanuna onay vermiş bulunan halk, kanuna karşı geldi. Bu kanunu dinlemiyenler gizlice daha çok içki içtikleri gibi, gizlice yapılan içkiler daha kötü ve sıhhat için çok daha zararlıydı. Yapılan istatistiklerdeki rakkamlar, içkinin serbest olduğu zamandan daha fazla içildiğini ispat ediyordu. Bunun neticesinde de suçlar çoğaldı; yapılmadık rezalet kalmadı. Nihayet yine aynı halk, bu defa rey vererek, eskiden haram (yasak) kılmış oldukları içkiyi bundan böyle helâl (serbest) kıldılar.[38] İşte içkinin haram olduktan sonra tekrar helâl kılınması, ilmî ve aklî bakımdan, içki hakkında Önce düşünülen hususların yanlış olduğu ve içkinin zararlı değil de faydalı bir şey olduğu ispat edildiği için değildi. Yalnız, halkın kendi cahilane isteklerine bağlı bulundukları ve nefsânî arzularına karşı gelemedikleri için, içki helâl kılındı.
Böyle bir halk, kendi hâkimiyetini ve kendi nefsini şeytana uydurmuş ve bu şeytanın tahakkümü altına girmiştir. Nefsânî emeller kendilerine İlâh olmuştu. İşte bu ilâhlarına kulluk etmek için de bu kanunu değiştirip, zararlı olduğunu bildikleri halde, içkiyi yine serbest bıraktılar. Akıl, ilim ve mantık gereğince bu nesnenin zararlı olduğu bilindiği halde, yine bu kötülüğe boyun eğdiler. Buna benzer daha bir çok tecrübe vardır. Bu tecrübelerden şu kesin neticeye gitmek mecburiyeti vardır. İnsan kanun koyma: (Legislator) ehliyetine ve kabiliyetine sahip değildir. Eğer bir insan diğer ilâhlara boyun eğip kulluk etmezse bile, yine her ne şekilde olursa olsun, kendi nefsânî isteklerine boyun eğip kulluk edecektir. Kendi şeytanî nefsini kendisine ilâh yapıp onun hükmüne uyacaktır.
Bunun için, insan hürriyeti bir ölçü içinde münasip bir şekilde ayarlanmış olmalıdır. Bu sebepten dolayı Hak Taalâ'da İslâm'da bazı ölçüler ve hadler tâyin etmiştir. Bilindiği gibi islâm'da bunlara "Hududullah: (Divine Limites) denir. Bu hudud, bu ölçüler, insan yaşayışının her sahasına, her şubesine birkaç usul, nizam ve bazı kesin ahkâm hükümler koymuştur. Bunun neticesinde yaşayışın her sahasında denge ve ahenk elde edilmiştir. Asıl sebep de şudur ki, siz tam olarak istediğinizi yaparcasına serbest olursanız, başkalarının hukukuna tecavüz etmeniz de aynı nisbette artacağından bazı nizamlar: (Regulations) da yapmak lâzım gelir. Bu nizamlarla serbest davranışa bazı ölçüler ve bazı hududlar tayin edilir. Bu ölçülerin hiçe sayılmasına ve hududun aşılmasına müsaade verilmez. Çünkü bu ölçülerin bozulması ve hududun aşılması, hakikatte başkalarının hakkına tecavüz edildiği, yaşayış nizamının bozulmasına ve bu şekilde işlerin fâsid bir hâle gelmesine sebep olacaktır.
Misâl olarak, insana ait geçim sistemini gözönüne alalım. Hak Taalâ, şahsî mülkiyet hakkı üzerine zekâtı farz kılmıştır. Faizi ve tefeciliği menetmiştir. Gayr-ı meşru ortaklıkların ve ticarî anlaşmaların önüne set çekmiştir. Veraset için kanun koymuştur. Para ka-zanmanın ve harcamanın usulleri bildirilmiştir. Bütün bunların ne şekilde olacağını göstermiştir.
İnsan, eğer gösterilen bu usuller üzerinde hareket ederse ve kendi işini gücünü bu gösterilen şekillere uydurmuş olursa; o zaman, bir taraftan kendi şahsî serbestliğini ve şahsî hürriyetini: (Personal Liberty) muhafaza etmiş olmakla beraber, diğer taraftan da sınıf mücadelesi: (Class War) ne son verilmiş olup, bir zümrenin diğer zümre üzerinde tahakküm etmesinin ve bir sınıfın diğer halk sınıflarının üzerine musallat olmasının ortadan kalkması sağlanmış olur. Bu esas kaideler olmaksızın ferdî servet azmanlığı olan zâlim kapitalizm, işçi sınıfı üzerinde diktatörlüğünü kurarak, cemiyetteki dengeyitahrip etmiş olur.
Yine bunun gibi, ailevî hayata: (Family Life) gelelim. Hak Taalâ, şer'î giyinme ve kuşanma, şeref ve namus, erkeğin idareyi elinde bulundurması; karı - koca, çocuklar, ana - baba hak ve vecibeleri, nikâh, boşanma, hul' (boşanma müddetinin sona ermesi) hükümleri, taaddüdü zevcat (Polygamiy): (çok kadınla evlenmenin) şartı ve müsaadesi; zina ve kazf (zina ve bu hususta başkalarına iftira atmak) müeyyide ve cezalarını tâyin etmiştir. Bunlar huduttur, bunların her birine gereken dikkat ve saygının gösterilmesi lâzımdır. Fertler bu hususlara ne kadar uyarsa olursa, cemiyetin bünyesi de o oranda sağlam ve sıhhatli olur. Aksi takdirde, insanın evi kendisi için bir zindandan farksız bir hale gelir. Eğer İslâm'ın aile hususundaki mühim prensipleri lâyıkı veçhiyle tatbik edilmezse, kadının şeytanî serbestliği, günümüzdeki gibi insan medeniyetini kökünden ve temelinden dağıtıp berbat eder.
Yine aynı şekilde, insanların medenî ve içtimaî haklarını korumaları için Hak Taalâ "Kısas Kanunu"nu buyurmuştur. Hırsızlık edenin cezası elinin kesilmesidir. İçkinin haram kılınması, kadınlara ait örtünme emri ve bunlar gibi müstakil kaideler de vaz, edilmiştir. Bu müeyyidelerle fesadın ve anarşinin önü alındığı gibi bu gibi hastalıkların cemiyete girdiği kapı da en kuvvetli şekilde kapanmış olur.
Şimdi burada ben, Hududullahın geniş ve mükemmel fihristini size çizecek ve bunları sıralayacak değilim. Bunların insan yaşayışı için ne kadar ehemmiyetli ve ne kadar zaruri olduklarını birer birer sayıp dökecek de değilim. Burada size ancak şu kadarını söylemek ve hatırlatmak istiyorum ki, Hak Taalâ öyle bir müstakil, değişmez ve tadil kabul etmez bir düstur (Constitution) koymuştur ki, bu düstur insanın ne ruhî serbestliğini ortadan kaldırır, ne de onun aklî ve fikrî hürriyetinin elini kolunu bağlar ve iptal eder. Belki, bunlar için saf, temiz ve doğru bir yol gösterilmiştir ki, insan kendi cehaleti ve zaafından dolayı, her zaman düşebildiği hatâ ve unutkanlıktan kurtulup, kendi fikrî ve aklî kuvvetlerini yanlış yolda harcamasın. Ve insan hakikî felah ve ilerleme yolunda doğru caddeyi tutup, yürüyüp gidebilsin.
Faraza, sizin bir ara dağlık mıntıkaya yolunuz düşmüş olsa, yoldan geçerken göreceksiniz ki, bir tarafta derin dereler, diğer tarafta sarp kayalar vardır. Caddenin kenarına da işaret taşları konmuştur. Yoldan geçen yolcuların, yanlışlık yaparak, bir tarafa çarpmamaları ve uçuruma yuvarlanmamaları için. İşte burada yolu gösteren işaretler, yolun kenarına dikilmiş bulunan bu korkuluklar ve işaret taşları yolcuların hürriyetlerini kısıtlamak gayesi ile mi konmuşlardır? Elbette ki, aklı selim böyle bir iddiayı geçerli görmez. Asıl maksat, yolcuların selâmetini korumak ve onları tehlikeli durumdan kurtarmak, onları muhtemel bir tehlikeye karşı ikaz etmektir. Her dönemeçte, her viraj başında, herhangi bir tehlikeli yerde bu gibi işaretler ne için konmuştur? Pek tabiidir ki, sizin doğru yoldan sapıp tehlikeye düşmemeniz için Yok, aksi takdirde bu işaretler dikkate alınmaz da hürriyet sarhoşluğu ile gelişi güzel yol yürünürse ölüm tehlikesi de kendiliğinden davet edilmiş olur.
İşte Hak Taalâ da bunun için; yâni selâmet yolunu tutup da maksada ulaşmamız için, bu şekilde "hudut" tayin etmiştir. Bir düstur kararlaştırmıştır. Bu hudut, insan yaşayışındaki yolculuğun doğru ve şaşmaz istikametini tayin eder. Aynı zamanda, yol istikameti boyunca her hangi bir dönemeçte, virajda, yolun herhangi bir tehlikeli yerinde, size doğru istikameti, bu yol işaretleri gösterir. Siz bu işaretleri takip ederek caddede tehlikeye düşmeden yürüyüp gidersiniz. Size de o tarafa değil, bu istikamette yürürseniz doğru yolu bulursunuz deniyor ve bu yol işaretlerle gösteriliyor.
Hak Taalânın mukadder kıldığı bu düstur, değişmez ve değişme kabul etmez bir düsturdur. Eğer siz isterseniz, bazı Avrupavârilik felâketine uğramış Müslüman ülkeler gibi, bu düsturu aykırı harekete kalkışıp bu düsturun aksine bir yol tutsanız bile, yine siz bu düsturu değiştirmiş olamazsınız. Çünkü bu düstur kıyamete kadar kalacaktır ve değişmeyecektir. İslâmî hükümet de kurulunca yine bu düstur üzerine kurulacaktır. Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniye durdukça bu düstur dünyada baki kalacaktır. Belki bu düstur bir zaman için dahi sizin ülkenizden de kalkmış olmıyacaktır. Müslüman bulunduğunuz müddetce bu düstura bağlı bulunmanız şarttır. Buna mecbursunuz..