sidretül münteha
Thu 2 December 2010, 03:17 pm GMT +0200
İslam'da Tevessül (Vesile Kılma) Var mıdır?
Günümüzde iletişim araçlarının cazibesinin de kullanılmasıyla birlikte yoğun bir Vahhabilik, Selefilik ve İbni Teymiyye Fikriyatı propagandası yapıldı: ‘‘ Allah ile kul arasına kimse giremez. Kul Rabbine vasıtasız ulaşır’’ Gerçekten İslam da tevessül – aracı – yok muydu?
Tevessül, bir şeyi veya bir şahsı Allah için aracı ve vasıta kılmak, şefaatçi ve vesile edinmektir. İbnü'l-Esir, Ezan duasında geçen "el-Vesile" kavramı'nı izah ederken "Allah'a yakınlığa vesile, cennette bir menzil veya kıyamette şefaat gibi anlamlarla" değerlendirmiştir.(1) Kur'an'da iki yerde "vesile" kelimesi geçmektedir. Bunlardan ilki Maide süresindedir:
"Ey îman edenler, Allah'dan korkun; O'na yaklaşmaya vesîle arayın ve O'nun yolunda mücahede edin ki felaha erebilesiniz."(2)
Diğeri ise İsra Süresi'ndedir: "O yalvardıkları da onların Allah'a en yakın olanları da Rablerine yaklaşmak için "vesile" ararlar."(3)
Ayet-i kerîmelerin ilkinde önce iman, ardından O'na yakınlığa vesile ve onun ardından mücahede (çabalamak) emredilmektedir.
İkincisinde inanmayanların tanrı edinip yalvardıklarının da Allah'a yakınlık için "vesile" aradığına işaret olunmaktadır. Aslında inanmayanlarda, inançlarının batıl olduğunun farkındadırlar ve Allah’ın azabından kurtulmak için vesileler yoluyla çare aramaktadırlar.
Bu iki ayetle "vesile"nin meşruiyeti ortaya çıkmaktadır. Ancak vesilenin nasıl, ne şekilde ve kimlerden olacağı önemlidir. Amellerin yakınlığa vesile olduğu, hatta amelle tevessüle Hak Teala'dan, talepte bulunabileceği, kaynaklarda "mağara" hadisi olarak zikredilen rivayette anlatılmaktadır:
İslam'dan önce yolculuğa çıkan ve gecelemek üzere bir mağaraya giren, orada bulundukları sırada sel suları ile gelen bir kaya tarafından kapısı kapanarak mahsur kalan üç arkadaşın durumu, buna örnektir. Bu üç arkadaştan her biri yaptıkları bir ameli arzederek Cenab-ı Hakk'tan mağaranın kapısının açılmasını taleb etmişler ve herbirinin duasıyla kapı biraz açılmış ve nihayet sonuncuda kapı tamamıyla açılıp kurtulmuşlardır(4). İşte bu olay, amelle tevessülün cevazına dair sünnetten bir örnektir. Şu üç olay da yine sünnetten şahıslarla tevessülün cevazına delilidir.
1) Hz. Ömer (r.a.) Peygamberimizin amcası Hz. Abbas ile tevessül ederek: "Ya Rabbi, kuraklık içinde kalınca Peygamberimiz ile sana tevessül ederdik. Bize yağmur verirdin, şimdi de O'nun amcası ile tevessül ediyoruz. Bizi suya kavuştur." derdi ve yağmur yağardı.(5)
2) Gözleri kapanan biri, Peygamberimiz'e gelerek: "Ya Rasûlullah, gözlerim kapandı: Benim için Allah'a dua buyur." dedi. Peygamberimiz şöyle buyurdu: "Abdest al, iki rekat namaz kıl, sonra da şöyle de: "Allah'ım Peygamberin Muhammed ile sana tevessül ediyorum. Ey Muhammed, gözümün açılması için senin şefaatçi olmanı istiyorum. Allah'ım onun, hakkımdaki şefaatini kabul buyur." Bunun ardından Hz. Peygamber (s.a.) şunları ilave etti: "Bir ihtiyacın olduğunda hep aynısını yap." Bu olaydan sonra adamın gözleri açılmıştır.(6)
3) "Allah Resûlü, fakir muhacirler hürmetine Müslümanlara zafer ve yardım ihsan etmesini Allah'dan dilerdi."(7)
Bu Hadis-i Şerifler, Allah'ın sevdiği kullarını vesile edinmenin; yani onlara tevessül ile Allah'tan bir şeyler istemenin, caiz olduğunu göstermektedir.
Bu duruma göre tevessül, ya ibadet ve amellerle, ya da Hz. Peygamberi, Velî ve Salih kişileri vesile kılarak olur. Amellerin Hakk'a yakınlığının vesile, Allah'ın rızasına ermeye vasıta olduğunda şüphe yoktur. Hz. Peygamber (s.a.)'i vesile almanın cevazı, kendi ifadeleriyle sabit olan şefaat yetkisi de ikinci hadis-i şeriften ortaya çıkmaktadır. Salih kişilerin vesile ittihazı ise, ilk hadis-i şerife dayanılarak genellikle kabul edilen görüştür. Nitekim vesile ayetinin tefsirinde Bursalı, İ. Hakkı bu görüşlere işaret eder.(8 ) İhtilaflı olan ise, ölmüş kimseleri vesile edinerek yapılan tevessüldür. Sofiler, enbiya, evliya ve salih ulemanın, ahirete intikal etmiş olsalar da ruhaniyetlerine tevessül edilebileceğini kabul etmektedir. Tevessülde öncelikle hedef, Allah'a yaklaşmak, rızasına ulaşmaktır. Bir dileğin kabulü veya bir musibetin telef ve defedilmesi için, enbiya ve evliya ile salihlerin ruhaniyetlerine tevessül suretiyle Hakk Teala'dan talepte bulunmak da tevessül kapsamına girer.
Tevessül veya vesile anlayışında ibadet ve taatın çokluğu cennete girme sebebi değildir. Cennet ve kurbet, (Allah’a yakınlık) Allah'ın lütuf ve ikramıyla olur. O'nun lütfü olmadan ne Cennet ne de kurbet gerçekleşir. Bu yüzden ibadet ve amellerle taatlar vesile edilerek Hakk'tan niyazda bulunmak, O'na iltica etmek, kulu Allah'a yaklaştırdığı gibi, cennetin kapılarını da açar. Tasavvufî telakkide "benim amellerim beni kurtarır ve bana yeter " düşüncesi yanlıştır. Çünkü ibadetler Cennetin karşılık ve pahası (değeri) değil, Hak murad etmişse, ancak bahanesidir.
Dipnotlar: 1) en-Nihâye, fî faribi'l-hadis ve'l-eser, Beyrut, V, 185 , 2) Maide, 5/35 , 3) İsra, 17/57 , 4) Buharî, icar, 12, Müslim, Deavât, 101 ,5) Buharî, istiska, 15,6) Tirmizi, Deavât, 49, İbn-i Mace, İkame, 5, İbn Hanbel IV 138 , 7) Taberani, el-Mu'cemu'l-kebir, l 292 8 ) bk. Rûhu'l-Beyan, II, 388
Seyfullah ÜNLÜTÜRK