rabia
Sat 22 May 2010, 04:54 pm GMT +0200
İSLÂM’DA SOSYAL GÜVENLİK
Sosyal güvenlik, literatürümüze yeni girmiş bir kavramdır. Batıdaki tarihi de pek eski değildir. Sosyal güvenlik tabiriyle, toplum fertlerinin, hastalık, yaşlılık, kaza, malûllük ve benzeri hususlarda devletin, vatandaşına sahip çıkması anlaşılmaktadır. Sosyal güvenlik, ancak, son yıllarda Birleşmiş Milletler Sözleşmesinde, İnsan Hakları Sözleşmesinde yer almıştır. Batı tarafından yeni keşfedilen bir kavram olan sosyal güvenlik, müslüman toplumda ise asırlardır batıyı da imrendirecek bir mükemmellikte uygulanmış, nihai ifadesini bizim yamaçlarda bulmuştur. Lâkin, son asırda, batı karşısında aşağılık kompleksine kapılan insanımız; batının, el yordamıyla, asırlar sonra bulduğu herşeye, orijinaldir mantığıyla yaklaşmış, aşağılanma tesiri ve belki de dinini batı karşısında muhafaza kasdıyla, 'bu bizde de vardı' diyerek, gündemdeki mevzunun kaynaklanmadaki yerini araştırmaya başlamıştır. Aslında sosyal güvenlik veya ismine ne dersek diyelim, hakiki müslümanın problemi değildir ve olamaz da... Dininden habersiz, özünü kaybetmiş, batıyı herşey sanan insanımıza, 'sizin batıda yeni gördüğünüz bunlar.. bizim yamaçlarda ondört asırdır vardı' diyerek, yazımızı takdim ediyoruz.
GİRİŞ
"Sosyal güvenlik" kavramı yeni olmakla birlikte, mâhiyet olarak ve insanların ihtiyaç duyduğu önemli bir konu olarak oldukça eskidir. Başka bir ifadeyle; insanoğlu karanlık olan geleceğe karşı fazla kaygılı olmamak için daima tedbirler almıştır. Denebilir ki, Hz. Adem (as)'dan günümüze kadar insanlar her zaman açlıktan ve korkudan emin olmak için çaba sarfetmişlerdir. Peygamberlerin liderliğinde yaşamayı kabul eden insanlar, daima açlıktan ve geleceklerinden en az korkan insanlar olmuşlardır, kuşkusuz bu mutluluğun ve huzûrun bir bedeli olmalıdır. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm, insanları açlıktan ve korkudan emin kılan Cenab-ı Allah'ın, bedel olarak insanlardan sadece kulluk istediğini şöyle ifade etmiştir:
"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla: Kureyş'e verdiği emniyet ve kolaylıklar için, onları kış ve yaz seyahatlerine emniyet ve kolaylık içinde muvaffak ettiği için, onlar bu beytin (Kabe'nin) Rabbine kulluk etsinler. O Rab ki, kendilerini açlıktan kurtarıp doyurmuş ve korkularından emin kılmıştır." (Kureyş Suresi).
Görülüyor ki, insanı gelecek ve açlık korkusundan emin hale getiren Allah'tır. Peygamberlerin en önemli vazifelerinden birisi de, halkın omuzlarındaki manevî ağırlıkları hafifletmek ve boyunlarındaki mânevî zincirleri almaktır:
"...Ve üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri atar." (Araf, 4/157). Kuşkusuz insanların omuzlarındaki manevî ağırlıkların en büyüğü korku içinde hayatlarından ve geleceklerinden endişe etmeleridir. Bunun en büyük sebebi ise ölümden sonraki hayata inanmamaktır. Ölümün bir son olduğunu düşünen bir insanın, belli bir süre sonra hayatından zevk alması yahut şiddetli bir kaygı içine girmemesi imkânsızdır. İşte peygamberlerin en büyük vazifelerinden birisi de, insanların omuzlarından ağır günah yüklerini ve boyunlarından küfür ve inkâr zincirlerini indirmek suretiyle onları gerçek bir emniyete kavuşturmaktır.
Eskilerin deyimiyle insanın "medeni-i bi't-tab" olması, yanı yaratılışı itibariyle medenî olması, sosyal güvenliği daima beraberinde taşımıştır. Çünkü insan bir posta kanaat edemez. İnsanın uzun emelleri, geleceğe ait olan endişeleri ve herşeyden önemlisi; geçmişin üzüntülerini, geleceğin korkularını ve şimdiki zamanın sorunlarını beraberinde taşıyan insan aklı, insanı şu veya bu şekilde güvenli bir halde yaşamaya mecbur bırakmıştır. İnsanların teker teker dağ başlarında değil de, birlikte ve büyük gruplar halinde yaşamalarının sırrı da bu açıdan ele alınmalıdır.
KUR'AN VE HADİSTE SOSYAL GÜVENLİK KAVRAMI
"Sosyal güvenlik" dendiği zaman ilk olarak korunmaya muhtaç fakirler ve zayıflar akla gelmektedir. Eğer bir toplumda yaşayan kimsesizlerin sosyal bir teminatları yoksa o toplumun bir bölümü sürekli bir şekilde yoksul olmaya mahkumdur. Bu itibarla toplumdaki muhtaç kimselerin öncelikle gözetilmesi gerekir. Kur'ân-ı Kerîm, fakirleri ve yoksulları korumayan, onların haklarını gözetmeyen ve onları ihmal edenleri şiddetle kınamıştır:
"Hayır, belki de siz yetime ikram etmiyorsunuz; yoksulu yedirmeye birbirinizi teşvik de etmiyorsunuz; haram helal demeden mirası yiyorsunuz." (Fecr, 17,18,19) ayeti, kimsesizlerin hakkının ne kadar önemle korunması gerektiği hususunu açıkça ifâde etmektedir. Kimsesizlerin hakkını korumamak o kadar büyük bir insanlık ayıbı kabul edilmiştir ki, Allah'ın dînine inanmayan, "din yalandır" diyenler, yetimleri itip kakmak ve yoksulları doyurmamakla tavsif edilmişlerdir (Maun, 1,2,3).
Bundan da önemlisi Kur'ân-ı Kerîm, muhtaçlara yardım elini uzatmamayı küfür alâmetlerinden saymıştır:
"Onlara, 'Allah'ın size rızık olarak verdiği şeylerden hayra sarfedin' dendiği zaman, kafirler iman edenlere derler ki, 'Allah'ın dilerse doyuracağı kimseleri biz mi doyuralım? Siz gerçekten sapıtmış kimselersiniz." (Yasin.36/17) âyeti bu hususu ifade eder. Tam tersi, kimsesizlere arka çıkmak, yetimleri, esirleri yedirmek ve yoksulları doyurmak iman alâmetlerinden kabul edilmiştir (İnsan, 8 ).
Kur'ân'ın yoksullar ve yetimler konusunda gösterdiği bu yoğun davete muhatap olan Hz. Peygamber (sav) meseleye hassasiyet göstermiş, komşusu aç iken bir mü'minin tok olamayacağını(1) kendi nefsi için istediğini mü'min kardeşi için de istemenin imandan olduğunu(2) ifâde buyurmuştur. Rasûlullah (sav), özellikle tarih boyunca baskıya ve hakarete uğrayan, her zaman haklan ellerinden alınabilen iki grubun haklarına dikkat çekmiştir. Bu mustaz'af iki gruptan biri kadınlar, diğeri yetimlerdir. Kadınlar fiziksel zaafiyetleri sebebiyle, yetimler de sosyal zaafiyetleri sebebiyle tarih boyunca sürekli zulüm görmüşlerdir. Hz. Peygamber (sav):
"Ya Rab, iki zayıfın, kadının ve yetimin hakkını yasaklıyorum."(3) sözleriyle, kadının ve yetimin dokunulmazlıklarını ilân etmiştir. Gerçekten en haklı dokunulmazlık hakkı, toplumdaki mevkileri İtibariyle güçlü olanlara tanınan dokunulmazlık hakkı değil, zayıf olanlara tanınan dokunulmazlık hakkıdır
Allah Teâlâ Kur'ân-ı Kerîm'de:
"Rüştüne erinceye kadar yetimin 'malına yaklaşmayın" (İsra. 17/34) buyurarak yetimlerin mallarının kötüye kullanılmaması konusunda mü'minleri uyarmıştır. Hz. Peygamber (sav) de:
"En hayırlı müslüman evi, içinde bir yetimin iyilik gördüğü bir evdir; en kötü müslüman evi, içinde bir yetimin kötülük gördüğü bir evdir."(4) buyurarak müslümanları yetimlerin hakkına karşı uyarmıştır.
SOSYAL GÜVENLİKTEN KİMLER SORUMLUDUR
İslâm'a göre bir toplumda zayıfların sosyal güvenliğinden sorumlu olan üç müessese vardır:
Aile: Kişilerin sosyal güvenlik masraflarından öncelikle aile sorumludur. Bilindiği gibi akrabalar birbirine nafaka vermekle yükümlüdürler. (Bakara, 2/233; Talak, 65/7) Ancak akraba arasındaki bu nafaka yükümlülüğü sadece çekirdek aile olan karı, koca ve çocukları ihtiva etmiyor. Nafaka çok geniş muhtevalıdır. Kur'ân-ı Kerîm, varlık sahibi olan herkesin nafaka vermekle yükümlü olduğunu ifâde ediyor:
"Varlıklı olan kimse imkânına göre nafaka versin. Rızkı kısılmış olan kimse de Allah'ın kendisine verdiğinden versin." (Talak,65/7) âyeti, herkesin durumuna göre çevresindeki insanları gözetmek durumunda olduğunu ifâde etmekle birlikte, nafaka vermekten korkmanın yersiz olduğunu da vurgulamaktadır.(5)
Zekat: İhtiyaçları ailesi tarafından karşılanmayan zayıf ve kimsesizlerin meseleleri zekat müessesesine havâle edilmiştir. Kur'ân-ı Kerîm'de zekatın verileceği yerler sıralanırken, toplumdaki zayıfların durumuna dikkat çekmek amacıyla toplumdaki zayıflar "fakirler ve miskinler" olarak iki kez zikredilmiştir (Tevbe, 9/60).
Devlet: Zekat yoluyla da ihtiyaçları karşılanamayan zayıf ve kimsesizlerin sosyal güvenliği devlete aittir. Hz. Peygamber (sav), "Zenginlerinden alıp fakirlerine vermeyen bir ümmeti Allah nasıl iflah eder"(6) hadisiyle zayıfların hakkını koruma konusunda tüm İslâm toplumunu uyarmıştır. İslâm toplumunun başı kuşkusuz imamdır (devlet başkanıdır):
"İmam da çobandır ve o da râiyetinden mesuldür"(7) hadisi de devletin sosyal güvenliği temin etmek konusundaki mesûliyetini en iyi şekilde ifâde etmektedir. Diğer taraftan Hz. Peygamber: "Zayıfların istekleri konusunda bana yardım ediniz. Çünkü siz ancak zayıflarınızla rızıklanıyor ve Allah'tan yardım görüyorsunuz."(8 ) buyurarak bir devlet başkanı olarak zayıfları korumanın ve onlara destek olmanın mânevî ve uhrevî boyutunu ifâde etmiştir. Buna göre zayıflara destek olmak Allah'ın yardımına ve onun vereceği rızka bir vesiledir.
SOSYAL GÜVENLİK İÇİN ALINAN ÖNLEMLER
İslâm'da sosyal güvenlik müesseselerinde işlerin aksamaması için bazı tedbirler alınmıştır. Başka bir ifâdeyle, fakirleri korumakla mükellef olan bu müesseseler, zorlayıcı birtakım sosyal baskıların desteğiyle ayakta durmuyorlar. Aksine bu müesseselerin daima gönüllü olarak çalışmaları için bir kısım tedbirler alınmıştır.
1- Herşeyden önce Kur'ân-ı Kerîm, servetin gerçek sahibinin Allah olduğunu ifâde etmektedir: "Allah'ın size vermiş olduğu maldan siz de onlara (Özgürlüğüne kavuşmak isteyen kölelere) veriniz" (Nur, 24/33) ayeti bunun açık bir delilidir. Diğer taraftan Kur'ân'ın altı yerinde "...ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah rızası için verirler." (Bakara, 2/3) cümlesi yer almaktadır ki, zekat ya da herhangi bir sadaka veren kimsenin fakirleri minnet altında bırakmaması için bir ikazdır. Hatta bu ikaz daha açık bir biçimde de dile getirilmiş ve şöyle buyurulmuştur: "Ey iman edenler! Başa kakmak ve eziyet etmek suretiyle sadakalarınızı boşa çıkarmayınız." (Bakara, 2/264).
İnsan kendisine ait bir malı kolay kolay başkasına vermez. Ama kendisine ait olmayan bir malı da seve seve vermek zorunda olduğunu aklen idrak eder. İşte Kur'ân-ı Kerîm, servetin Allah'a ait olduğunu vurgulamakla, sosyal güvenliğe giden yolu en geniş biçimde açmış, dînî ve sosyal amaçlı vergileri kamçılamıştır.
2- Aile kurumu, sosyal güvenliğin başladığı ilk merkez sayılmaktadır. Gerek Kur'ân-ı Kerîm, gerek Resûlullah'ın sünneti, müslümanları aile akrabalarını korumaya teşvik etmiştir. Ondört âyette "akrabaların hakkına" dikkat çekilmiştir:
"Seninle akrabalığı olana, yoksula ve yolcuya hakkını ver." (İsra, 17/26) âyeti bunların başında gelir. Aynı şekilde komşu haklarına da dikkat çekilmiştir (Nisa, 4/36). Hz. Peygamber (sav) sık sık "Önce annene, sonra babana, sonra diğer yakınlarına iyilik yap,"(9) buyurmakla derecesine göre akrabalığın önemine işaret etmiştir.
3. İslâmiyet fakirleri ve kimsesizleri korumak amacıyla birçok yardım sandığı kurmuştur. Zekât, sadaka-i fıtır, keffaretler, sadakalar, vakıflar, hediyeler ve teberrular... bütün bunlar fakirlerin lehine çalıştırılan birer yardım sandığıdır. Hiç kimse, bu kadar yardım vasıtalarını gördükten sonra, "İslâmiyet kimsesizleri teminattan yoksun bırakmıştır" diyemez. Aksine İslâmiyet sosyal güvenlik için birden fazla kaynak bulan bir dindir.
4. İslâmiyet, insanın izzet ve haysiyetini korumak amacıyla dilenmeyi yasaklamıştır. Nitekim Hz. Peygamber (sav) dilenen insanları kınamış ve sadakaların "insanların kiri" olduğunu dile getirerek, insanların dilenmemeleri için psikolojik bir ikazda bulunmuştur. Bu da gösteriyor ki, fakir olan müslümanlar koruma altına alınmışlardır. Aksi takdirde, İslâmiyet hem dilenmeyi yasaklayan hem de fakirlere sosyal bir emniyet hazırlamayan bir din olurdu ki, tarih bunun böyle olmadığına en büyük şahittir.
SONUÇ
Sosyal güvenlik hakkı, fakirler, zayıflar ve kimsesizler için, dînimizde var olan bir haktır. Bu bir minnet, bir lütuf veya devletin bir ikrâmı değildir. Bu hak, doğrudan doğruya Allah'ın insanlar üzerindeki haklarından biridir. İslâm'daki sosyal güvenlik, diğergamlığı esas alan İslâm kardeşliğinin bir tezâhürüdür. Sosyal güvenlik, insanın şerefli olduğunu söyleyen Kur'ân'ın bir emridir. Sosyal güvenlik, bir tek ruh, bir tek cesed hükmünde olan İslâm toplumunun bir gereğidir.
İslâm'daki sosyal güvenlik, akrabalık duyguları, İslâm kardeşliği ve gönüllü yardımlar üzerine kurulmuştur. Kişi yapabildiği kadar kendi imkânlarıyla yaşamaya devam etmek mecbûriyetindedir. Ama fakirleşen bir kimsenin başkalarına yük olacağı şeklindeki endîşe, hiçbir maddî müeyyidesi bulunmayan zekat ve diğer sadakalarla engellenmiştir.
Musa K. Yılmaz
Sosyal güvenlik, literatürümüze yeni girmiş bir kavramdır. Batıdaki tarihi de pek eski değildir. Sosyal güvenlik tabiriyle, toplum fertlerinin, hastalık, yaşlılık, kaza, malûllük ve benzeri hususlarda devletin, vatandaşına sahip çıkması anlaşılmaktadır. Sosyal güvenlik, ancak, son yıllarda Birleşmiş Milletler Sözleşmesinde, İnsan Hakları Sözleşmesinde yer almıştır. Batı tarafından yeni keşfedilen bir kavram olan sosyal güvenlik, müslüman toplumda ise asırlardır batıyı da imrendirecek bir mükemmellikte uygulanmış, nihai ifadesini bizim yamaçlarda bulmuştur. Lâkin, son asırda, batı karşısında aşağılık kompleksine kapılan insanımız; batının, el yordamıyla, asırlar sonra bulduğu herşeye, orijinaldir mantığıyla yaklaşmış, aşağılanma tesiri ve belki de dinini batı karşısında muhafaza kasdıyla, 'bu bizde de vardı' diyerek, gündemdeki mevzunun kaynaklanmadaki yerini araştırmaya başlamıştır. Aslında sosyal güvenlik veya ismine ne dersek diyelim, hakiki müslümanın problemi değildir ve olamaz da... Dininden habersiz, özünü kaybetmiş, batıyı herşey sanan insanımıza, 'sizin batıda yeni gördüğünüz bunlar.. bizim yamaçlarda ondört asırdır vardı' diyerek, yazımızı takdim ediyoruz.
GİRİŞ
"Sosyal güvenlik" kavramı yeni olmakla birlikte, mâhiyet olarak ve insanların ihtiyaç duyduğu önemli bir konu olarak oldukça eskidir. Başka bir ifadeyle; insanoğlu karanlık olan geleceğe karşı fazla kaygılı olmamak için daima tedbirler almıştır. Denebilir ki, Hz. Adem (as)'dan günümüze kadar insanlar her zaman açlıktan ve korkudan emin olmak için çaba sarfetmişlerdir. Peygamberlerin liderliğinde yaşamayı kabul eden insanlar, daima açlıktan ve geleceklerinden en az korkan insanlar olmuşlardır, kuşkusuz bu mutluluğun ve huzûrun bir bedeli olmalıdır. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm, insanları açlıktan ve korkudan emin kılan Cenab-ı Allah'ın, bedel olarak insanlardan sadece kulluk istediğini şöyle ifade etmiştir:
"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla: Kureyş'e verdiği emniyet ve kolaylıklar için, onları kış ve yaz seyahatlerine emniyet ve kolaylık içinde muvaffak ettiği için, onlar bu beytin (Kabe'nin) Rabbine kulluk etsinler. O Rab ki, kendilerini açlıktan kurtarıp doyurmuş ve korkularından emin kılmıştır." (Kureyş Suresi).
Görülüyor ki, insanı gelecek ve açlık korkusundan emin hale getiren Allah'tır. Peygamberlerin en önemli vazifelerinden birisi de, halkın omuzlarındaki manevî ağırlıkları hafifletmek ve boyunlarındaki mânevî zincirleri almaktır:
"...Ve üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri atar." (Araf, 4/157). Kuşkusuz insanların omuzlarındaki manevî ağırlıkların en büyüğü korku içinde hayatlarından ve geleceklerinden endişe etmeleridir. Bunun en büyük sebebi ise ölümden sonraki hayata inanmamaktır. Ölümün bir son olduğunu düşünen bir insanın, belli bir süre sonra hayatından zevk alması yahut şiddetli bir kaygı içine girmemesi imkânsızdır. İşte peygamberlerin en büyük vazifelerinden birisi de, insanların omuzlarından ağır günah yüklerini ve boyunlarından küfür ve inkâr zincirlerini indirmek suretiyle onları gerçek bir emniyete kavuşturmaktır.
Eskilerin deyimiyle insanın "medeni-i bi't-tab" olması, yanı yaratılışı itibariyle medenî olması, sosyal güvenliği daima beraberinde taşımıştır. Çünkü insan bir posta kanaat edemez. İnsanın uzun emelleri, geleceğe ait olan endişeleri ve herşeyden önemlisi; geçmişin üzüntülerini, geleceğin korkularını ve şimdiki zamanın sorunlarını beraberinde taşıyan insan aklı, insanı şu veya bu şekilde güvenli bir halde yaşamaya mecbur bırakmıştır. İnsanların teker teker dağ başlarında değil de, birlikte ve büyük gruplar halinde yaşamalarının sırrı da bu açıdan ele alınmalıdır.
KUR'AN VE HADİSTE SOSYAL GÜVENLİK KAVRAMI
"Sosyal güvenlik" dendiği zaman ilk olarak korunmaya muhtaç fakirler ve zayıflar akla gelmektedir. Eğer bir toplumda yaşayan kimsesizlerin sosyal bir teminatları yoksa o toplumun bir bölümü sürekli bir şekilde yoksul olmaya mahkumdur. Bu itibarla toplumdaki muhtaç kimselerin öncelikle gözetilmesi gerekir. Kur'ân-ı Kerîm, fakirleri ve yoksulları korumayan, onların haklarını gözetmeyen ve onları ihmal edenleri şiddetle kınamıştır:
"Hayır, belki de siz yetime ikram etmiyorsunuz; yoksulu yedirmeye birbirinizi teşvik de etmiyorsunuz; haram helal demeden mirası yiyorsunuz." (Fecr, 17,18,19) ayeti, kimsesizlerin hakkının ne kadar önemle korunması gerektiği hususunu açıkça ifâde etmektedir. Kimsesizlerin hakkını korumamak o kadar büyük bir insanlık ayıbı kabul edilmiştir ki, Allah'ın dînine inanmayan, "din yalandır" diyenler, yetimleri itip kakmak ve yoksulları doyurmamakla tavsif edilmişlerdir (Maun, 1,2,3).
Bundan da önemlisi Kur'ân-ı Kerîm, muhtaçlara yardım elini uzatmamayı küfür alâmetlerinden saymıştır:
"Onlara, 'Allah'ın size rızık olarak verdiği şeylerden hayra sarfedin' dendiği zaman, kafirler iman edenlere derler ki, 'Allah'ın dilerse doyuracağı kimseleri biz mi doyuralım? Siz gerçekten sapıtmış kimselersiniz." (Yasin.36/17) âyeti bu hususu ifade eder. Tam tersi, kimsesizlere arka çıkmak, yetimleri, esirleri yedirmek ve yoksulları doyurmak iman alâmetlerinden kabul edilmiştir (İnsan, 8 ).
Kur'ân'ın yoksullar ve yetimler konusunda gösterdiği bu yoğun davete muhatap olan Hz. Peygamber (sav) meseleye hassasiyet göstermiş, komşusu aç iken bir mü'minin tok olamayacağını(1) kendi nefsi için istediğini mü'min kardeşi için de istemenin imandan olduğunu(2) ifâde buyurmuştur. Rasûlullah (sav), özellikle tarih boyunca baskıya ve hakarete uğrayan, her zaman haklan ellerinden alınabilen iki grubun haklarına dikkat çekmiştir. Bu mustaz'af iki gruptan biri kadınlar, diğeri yetimlerdir. Kadınlar fiziksel zaafiyetleri sebebiyle, yetimler de sosyal zaafiyetleri sebebiyle tarih boyunca sürekli zulüm görmüşlerdir. Hz. Peygamber (sav):
"Ya Rab, iki zayıfın, kadının ve yetimin hakkını yasaklıyorum."(3) sözleriyle, kadının ve yetimin dokunulmazlıklarını ilân etmiştir. Gerçekten en haklı dokunulmazlık hakkı, toplumdaki mevkileri İtibariyle güçlü olanlara tanınan dokunulmazlık hakkı değil, zayıf olanlara tanınan dokunulmazlık hakkıdır
Allah Teâlâ Kur'ân-ı Kerîm'de:
"Rüştüne erinceye kadar yetimin 'malına yaklaşmayın" (İsra. 17/34) buyurarak yetimlerin mallarının kötüye kullanılmaması konusunda mü'minleri uyarmıştır. Hz. Peygamber (sav) de:
"En hayırlı müslüman evi, içinde bir yetimin iyilik gördüğü bir evdir; en kötü müslüman evi, içinde bir yetimin kötülük gördüğü bir evdir."(4) buyurarak müslümanları yetimlerin hakkına karşı uyarmıştır.
SOSYAL GÜVENLİKTEN KİMLER SORUMLUDUR
İslâm'a göre bir toplumda zayıfların sosyal güvenliğinden sorumlu olan üç müessese vardır:
Aile: Kişilerin sosyal güvenlik masraflarından öncelikle aile sorumludur. Bilindiği gibi akrabalar birbirine nafaka vermekle yükümlüdürler. (Bakara, 2/233; Talak, 65/7) Ancak akraba arasındaki bu nafaka yükümlülüğü sadece çekirdek aile olan karı, koca ve çocukları ihtiva etmiyor. Nafaka çok geniş muhtevalıdır. Kur'ân-ı Kerîm, varlık sahibi olan herkesin nafaka vermekle yükümlü olduğunu ifâde ediyor:
"Varlıklı olan kimse imkânına göre nafaka versin. Rızkı kısılmış olan kimse de Allah'ın kendisine verdiğinden versin." (Talak,65/7) âyeti, herkesin durumuna göre çevresindeki insanları gözetmek durumunda olduğunu ifâde etmekle birlikte, nafaka vermekten korkmanın yersiz olduğunu da vurgulamaktadır.(5)
Zekat: İhtiyaçları ailesi tarafından karşılanmayan zayıf ve kimsesizlerin meseleleri zekat müessesesine havâle edilmiştir. Kur'ân-ı Kerîm'de zekatın verileceği yerler sıralanırken, toplumdaki zayıfların durumuna dikkat çekmek amacıyla toplumdaki zayıflar "fakirler ve miskinler" olarak iki kez zikredilmiştir (Tevbe, 9/60).
Devlet: Zekat yoluyla da ihtiyaçları karşılanamayan zayıf ve kimsesizlerin sosyal güvenliği devlete aittir. Hz. Peygamber (sav), "Zenginlerinden alıp fakirlerine vermeyen bir ümmeti Allah nasıl iflah eder"(6) hadisiyle zayıfların hakkını koruma konusunda tüm İslâm toplumunu uyarmıştır. İslâm toplumunun başı kuşkusuz imamdır (devlet başkanıdır):
"İmam da çobandır ve o da râiyetinden mesuldür"(7) hadisi de devletin sosyal güvenliği temin etmek konusundaki mesûliyetini en iyi şekilde ifâde etmektedir. Diğer taraftan Hz. Peygamber: "Zayıfların istekleri konusunda bana yardım ediniz. Çünkü siz ancak zayıflarınızla rızıklanıyor ve Allah'tan yardım görüyorsunuz."(8 ) buyurarak bir devlet başkanı olarak zayıfları korumanın ve onlara destek olmanın mânevî ve uhrevî boyutunu ifâde etmiştir. Buna göre zayıflara destek olmak Allah'ın yardımına ve onun vereceği rızka bir vesiledir.
SOSYAL GÜVENLİK İÇİN ALINAN ÖNLEMLER
İslâm'da sosyal güvenlik müesseselerinde işlerin aksamaması için bazı tedbirler alınmıştır. Başka bir ifâdeyle, fakirleri korumakla mükellef olan bu müesseseler, zorlayıcı birtakım sosyal baskıların desteğiyle ayakta durmuyorlar. Aksine bu müesseselerin daima gönüllü olarak çalışmaları için bir kısım tedbirler alınmıştır.
1- Herşeyden önce Kur'ân-ı Kerîm, servetin gerçek sahibinin Allah olduğunu ifâde etmektedir: "Allah'ın size vermiş olduğu maldan siz de onlara (Özgürlüğüne kavuşmak isteyen kölelere) veriniz" (Nur, 24/33) ayeti bunun açık bir delilidir. Diğer taraftan Kur'ân'ın altı yerinde "...ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah rızası için verirler." (Bakara, 2/3) cümlesi yer almaktadır ki, zekat ya da herhangi bir sadaka veren kimsenin fakirleri minnet altında bırakmaması için bir ikazdır. Hatta bu ikaz daha açık bir biçimde de dile getirilmiş ve şöyle buyurulmuştur: "Ey iman edenler! Başa kakmak ve eziyet etmek suretiyle sadakalarınızı boşa çıkarmayınız." (Bakara, 2/264).
İnsan kendisine ait bir malı kolay kolay başkasına vermez. Ama kendisine ait olmayan bir malı da seve seve vermek zorunda olduğunu aklen idrak eder. İşte Kur'ân-ı Kerîm, servetin Allah'a ait olduğunu vurgulamakla, sosyal güvenliğe giden yolu en geniş biçimde açmış, dînî ve sosyal amaçlı vergileri kamçılamıştır.
2- Aile kurumu, sosyal güvenliğin başladığı ilk merkez sayılmaktadır. Gerek Kur'ân-ı Kerîm, gerek Resûlullah'ın sünneti, müslümanları aile akrabalarını korumaya teşvik etmiştir. Ondört âyette "akrabaların hakkına" dikkat çekilmiştir:
"Seninle akrabalığı olana, yoksula ve yolcuya hakkını ver." (İsra, 17/26) âyeti bunların başında gelir. Aynı şekilde komşu haklarına da dikkat çekilmiştir (Nisa, 4/36). Hz. Peygamber (sav) sık sık "Önce annene, sonra babana, sonra diğer yakınlarına iyilik yap,"(9) buyurmakla derecesine göre akrabalığın önemine işaret etmiştir.
3. İslâmiyet fakirleri ve kimsesizleri korumak amacıyla birçok yardım sandığı kurmuştur. Zekât, sadaka-i fıtır, keffaretler, sadakalar, vakıflar, hediyeler ve teberrular... bütün bunlar fakirlerin lehine çalıştırılan birer yardım sandığıdır. Hiç kimse, bu kadar yardım vasıtalarını gördükten sonra, "İslâmiyet kimsesizleri teminattan yoksun bırakmıştır" diyemez. Aksine İslâmiyet sosyal güvenlik için birden fazla kaynak bulan bir dindir.
4. İslâmiyet, insanın izzet ve haysiyetini korumak amacıyla dilenmeyi yasaklamıştır. Nitekim Hz. Peygamber (sav) dilenen insanları kınamış ve sadakaların "insanların kiri" olduğunu dile getirerek, insanların dilenmemeleri için psikolojik bir ikazda bulunmuştur. Bu da gösteriyor ki, fakir olan müslümanlar koruma altına alınmışlardır. Aksi takdirde, İslâmiyet hem dilenmeyi yasaklayan hem de fakirlere sosyal bir emniyet hazırlamayan bir din olurdu ki, tarih bunun böyle olmadığına en büyük şahittir.
SONUÇ
Sosyal güvenlik hakkı, fakirler, zayıflar ve kimsesizler için, dînimizde var olan bir haktır. Bu bir minnet, bir lütuf veya devletin bir ikrâmı değildir. Bu hak, doğrudan doğruya Allah'ın insanlar üzerindeki haklarından biridir. İslâm'daki sosyal güvenlik, diğergamlığı esas alan İslâm kardeşliğinin bir tezâhürüdür. Sosyal güvenlik, insanın şerefli olduğunu söyleyen Kur'ân'ın bir emridir. Sosyal güvenlik, bir tek ruh, bir tek cesed hükmünde olan İslâm toplumunun bir gereğidir.
İslâm'daki sosyal güvenlik, akrabalık duyguları, İslâm kardeşliği ve gönüllü yardımlar üzerine kurulmuştur. Kişi yapabildiği kadar kendi imkânlarıyla yaşamaya devam etmek mecbûriyetindedir. Ama fakirleşen bir kimsenin başkalarına yük olacağı şeklindeki endîşe, hiçbir maddî müeyyidesi bulunmayan zekat ve diğer sadakalarla engellenmiştir.
Musa K. Yılmaz