Eslemnur
Sat 25 September 2010, 08:32 am GMT +0200
BÖLÜM: 10
HAZIRLAYICININ NOTU
1958 senesi Lahor'da milletlerarası İslâmi Meclisin toplantılarına, Avrupa müsteşrikleri (oryantalistler) ve İslam dünyasının mütefekkir üleması iştirak etmişlerdi. Bu toplantının oturumlarının birinde (30-Ocak. 1958) Mevlânâ Seyyid Ebû'l - A'lâ Mevdûdi kanun yapma ve içtihad konusu üzerinde fikirlerini bir makale ile ileri sürdüler. Bu makale İslâmi hükümetin bir yönüyle ilgili bulunduğundan - yâni İslâmî hükümette kanun yapmanın çalışma şekli hususunda - biz de bu bahse dahil ettik. Makalenin sonunda da bazı itirazları cevaplandırmışlardır. Bu itirazlar, bir kısım "yenilikseverler: İlericiler" in öne sürdükleri hususlardır. Mevlana ozaman bunlara da cevap vermişlerdir. Bunların yanı sıra, bazı konulara da girişmişlerdi. Bu konular, kanun yapıcılığı ile alâkalı olduğundan onlara da burada yer verdik.
Hazırlayıcı
İSLAMDA KANUN VAZ'I (YAPMA) VE
BUNUN ÇALIŞMA DAİRESİ VE BU HUSUSTA İÇTİHADIN YERİ
islâm'da kanun yapma çalışma dairesi nedir ve neresindedir? Bu hususta içtihadın da yeri nedir ve nerededir? Bu bahsi bilmek için, her şeyden önce iki meselenin izah edilip anlaşılması zarureti vardır. Bu iki meseleyi iyice anlayıp gözönünde bulundurmamız gerekir.
İlk önce şu noktaya dikkat etmek gerekir ki, İslâm'da Hâkimiyetin sadece ve yalnız Hak Taalânın olduğunu kabul etmek icabeder. Kur'an-ı Kerim Tevhid akidesini açıklarken, bu hususu da tam bir aydınlıkla ortaya çıkarmıştır. Bu esasa göre Kur'an-ı Kerimin buyurmuş olduğu "Allahü Vahdehü La şerike lehü: Bir tek ve ortağı bulunmayan Allah" sadece dinî manada mâbud değildir. Aynı zamanda siyasî ve kanunî bakımdan da hâkim, (hüküm veren) itaat edilmesi gereken, emir ve nehy'de söz ve yetki sahibi hem de kanun koyucudu. Allah Taalanın bu kanunî hâkimiyetini, (Legal soveregnty) Kur'an-ı Kerim, o kadar açık ve kesin bir lisan ile beyan edip, o kadar ehemmiyetle bunun üzerinde durmuştur ki, bununla Allah Taalanın dinî mâbudluğunu da iyice belirtmiştir. Ve bu prensibi gayet parlak bir şekilde ortaya koymuştur. Kur'an-ı Kerime göre Allahu Taalânın iki hususiyeti vardır. "Uluhiyet" gereğince bu iki hususiyet birbirlerinden ayrı olmayıp birbirinin ayrı cüzüdürler. Bunlardan birisi inkâr edlidiği zaman gerçekte Uluhiyet de inkâr edilmiş olacaktır. Sonra şu hususta da asla şüphe olmaması lâzımdır. İlâhî kanun dendiği zaman bu kanun fıtrî ve tabiî kanundan başka bir şey değildir. Buna göre İslâm'a "Davet" de insanları Allahın Kanunundan başka kanunlara tabi olmaktan kurtarmak ve onları ahlâkî, içtimaî yaşayışta Allah Taalânın Şerî Kanununa bağlamak içindir. Şer'î kanun da Enbiyayı Kiram aleyhisselâm vasıtasiyle insanlara gönderilmiş bulunan kanunlardır. Bu şer'î kanunları kabul edip inanırsak o zaman bunun karşısında kendi ileri sürdüğümüz yahut da süreceğimiz ve kendi tercihimizle kendi hazırlayacağımız kanunları bir tarafa bırakmamız icabeder. Böyle bir işin ismine de "İslâm": (Surrender) denir. Allahın ve O'nun Resulünün hükümlerini bir tarafa bırakarak, kendi düşüncemizin ve kendi fikrimizce hüküm vermemizin doğru olabileceği ve hakkımızda iyi neticeler verebileceği zihniyetini, kesin olarak reddetmek lâzımdır. "Ne bir mümin erkeğe, ne de bir mümin kadına yakışık almaz ki, Allah ile O'nun Resulü bir iş hakkında hüküm versinler de müminler bu hususta başka bir yol seçmek istesinler. Herkim ki, Allah ve O'nun Resulüne karşı gelirse, elbette ki, apaçık bir dalalete düşmüş olur."
(Ahzab: 36).
İkinci mühim mesele şudur: Tevhidi İlâhî ile aynı derecede önem kazanan bir husus da Hazret-i Muhammed Sallallahu aleyhi ve sellem'in son peygamber olduğuna inanmaktır. Tevhid-i ilâhî akidesi vasıtası ile yani Allah ve O'nun Resulüne tam ve gerçek bir iman sayesinde bir amelî nizam ortaya çıkar. İslâm bütün yaşayış nizamının temellerini bu akidenin üzerine kurar. Bu inanç gereğince Allahu Taalâ bundan önce diğer Enbiyayı Kiram Aleyhisselâma gönderdiği talimi tamamlamıştır. İslâmın Peygamberi Hazret-i Muhammed Sallallahu aleyhi ve sellem de bu talimin hepsini bir araya toplayarak gelmiştir. Bunun için Hidayet-i ilâhiye ve teşri'in (kanun koyma) istinadının kaynağı yalnız bir tek şeydir. İler de de hiç bir hidayet ve teşri' (kanun ortaya koymak) gelmiyeceği için insanların buna bağlanmaları şarttır. Bu Muhammedi tâlim, en üstün kanundur ki, (Supreme law) Hâkim-i A'lâ'nın rızasiyle Hazret-i Muhammed Sallallahu aleyhi ve sellem buna mümessillik etmiştir.
Bu kanun da Hazret-i Muhammed Sallallahu aleyhi ve selleme iki şekilde ulaşmıştır. Birincisi Kur'an-ı Kerim vasıtasiyle, yani kelimesi kelimesine Hak Taalânın hidayetleri ve ahkâmını ihtiva eden şekilde. İkincisi de Hazret-i Muhammed Sallallahu aleyhi ve sellemin isveyi hasenesi (en güzel örnek) vasıtasiyle ki, buna da biz- Sünnet deriz. Ve bu Kur'an'ın izahı ve açıklamasıdır. Hazret-i Muhammed Sallallahu aleyhi ve sellem sadece Allah tarafından gelen bir mektup dağıtıcısı mahiyetinde değildir. Kendisine vahy edilen kitabı alıp da bu hususta hiçbir şey söylememesi veya hiçbir açıklama yapmamış olması mümkün değildi. O'nun bir rehber, bir önder, bir hâkim ve bir muallimlik vasfı dahi vardır. Kendi (sözleri) ve yaptığı işler Ve ameleriyle İlâhî kanunu şerh etmek vazifesi idi. Sahih olan bu menşe ve bu kaynağa göre, fertleri terbiye edecek. Terbiye görmüş fertlerden bir cemaat hazırlayacak ve yaşayışı tanzim edecekti. Sonra bu tanzim edilmiş yaşayışın sahasındakileri de bir araya getirecek doğru ve Örnek bir hükümet şekli meydana koyacaktı. Ve İslâm usulü üzerine mükemmel bir medeniyet kurulmuş olacaktı. Zat-ı Risaletpenahileri bu işleri tam 23 senelik peygamberlik hayatları devrinde tamamladılar. İşte bu sünnettir ki, Kur'an-ı Kerim ile birlikte Hâkim-i A'lâ'nın kanun üstünlüğünü ve kâmilliğini ortaya koymaktadır. İşte bu üstün ve bu kâmil kanunun adına da İslâm ıstılahında "Şeri'-at" denir.