saniyenur
Sun 12 August 2012, 03:27 pm GMT +0200
İSLÂM'DA KANUN KOYMA VE BU HUSUSTA İÇTİHADIN YERİ
İslâm'da kanun koymanın çerçevesi nedir ve nasıldır? Bu hususta içtihadın yeri nedir? Bu konuyu bilmek için, her şeyden Önce iki meselenin izah edilip anlaşılması zarureti vardır. Bu iki meseleyi iyice anlayıp gözönünde bulundurmamız lâzım gelir.
Öncelikle dikkat edilmesi gereken husus, İslâm'da hâkimiyetin yalnız ve yalnız Allah Tealânın olduğunu kabul etmek içabeder. Kur'ân-ı Kerim Tevhid akidesini açıklarken, bu hususu da tam bir aydınlıkla ortaya çıkarmıştır. Bu esasa göre Kur'ân-ı Kerim'in buyurmuş olduğu Allahü vahdehü lâ şerike le-hü: Bir tek ve ortağı bulunmayan Allah sadece dinî manada mâbud değildir. Aynı zamanda siyasî ve kanunî bakımdan da hâkim, (hüküm veren) İtaat edilmesi gereken, emir ve nehiyde ihtiyar ve salâhiyet sahibi hem de kanun koyucudur. Allah Tealânın bu kanunî hâkimiyetini Kur'ân-ı Kerim o kadar açık ve kesin bir lisan ile beyan edip, o kadar ehemmiyetle bunun üzerinde durmuştur ki, bununla Allah Tealânın dinî mâbudluğunu da iyice belirtmiştir. Bu prensip gayet açık ve net bir şekilde ortaya konulmuştur. Kur'ân-ı Kerim'e göre Allah Tealânın İki hususiyeti vardır. ulûhiyyet (ilâhlık vasfı) gereği bu iki hususiyet birbirlerinden ayrı olmayıp birbirinin ayrı yönleridirler. Bunlardan birisi inkâr edildiği zaman gerçekte ulûhiyyet de İnkâr edilmiş olacaktır. Sonra şu hususta da asla şüphe olmaması lâzımdır. İlâhî kanun dendiği zaman bu kanun fıtrî ve tabiî kanundan başka bir şey değildir. Buna göre İslâm'a davet de insanları Allah'ın kanunundan başka kanunlara tâbi olmaktan kurtarmak ve onları ahlâkî, sosyal yaşayışta Allah Tealânın Şer'î kanununa bağlamak içindir. Şer'î kanun da bütün peygamberler vasıtasiyle insanlara gönderilmiş bulunan kanunlardır. Bu şer'î kanunları kabul edip inanırsak o zaman bunun karşısında kendi ileri sürdüğümüz yahut da süreceğimiz ve kendi muhtariyetimizle kendi hazırlayacağımız kanunları bir tarafa bırakmamız icabeder. Böyle bir işin ismine de İslâm (teslimiyet) denir. Allah'ın ve O'nun Rasûlünün hükümlerini bir tarafa bırakarak, kendi düşüncemizin ve kendi fikrimizce hüküm vermemizin doğru olabileceği ve hakkımızda iyi neticeler verebileceği zihniyetini kesin olarak reddetmek lâzımdır.
"Allah ve Rasûlü bir işte hüküm verdiği zaman mümin bir erkek ve kadının, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Rasulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur." (33:36).
İkinci önemli mesele şudur Tevhid-i İlâhî ile aynı derecede ehemmiyet kesbeden bir husus da Hz. Muhammed'in son peygamber olduğuna inanmaktır. Tevhid inancı vasıtası ile yani Allah ve O'nun Rasulüne tam ve gerçek bir iman sayesinde bir amelî nizam ortaya çıkar. İslâm bütün yaşayış sisteminin temellerini bu inancın üzerine kurar. Bu inanç gereğince Allah Tealâ bundan önce diğer peygamberler vasıtasıyla gönderdiği Öğretiyi kemale erdirerek, bir kısım başka tâlim de ilâve etmiştir. İslâm'ın Peygamberi Hz. Muhammed de bu talimin hepsini bir araya toplayarak gelmiştir. Bunun için de İlâhi Hidayet-ve kanun vaz etme dayanağının kaynağı yalnız bir tek şeydir, İlerde de hiçbir hidayet ve kanun ortaya koymak gelmiyeceği için insanların buna bağlanmaları şarttır. Bu Muhammedî tâlim, en üstün kanundur ki, Yüce Hâkim'in rızasıyla Hz. Muhammed buna mümessillik etmiştir.
Bu kanun da Hz. Muhammed'e iki şekilde ulaşmıştır. Birincisi Kur'ân-ı Kerim vasıtasıyle, yani kelimesi kelimesine Allah Tealânın hidayetleri ve ahkâmını ihtiva eden şekilde. İkincisi de Hz. Muhammed'in işveyi hasenesi (en güzel örnek) vasıtasiyle ki, buna da biz Sünnet diyoruz. Bunlar Kur'ânî kaynağın izahı ve açıklamasıdır. Rasûlullah sadece Allah tarafından gelen bir mektup dağıtıcısı konumunda da değildir. Kendisine vahyedilen kitabı alıp bu hususta hiç bir şey söylememesi veya hiç bir açıklama yapmamış olması mümkün değildi. O'nun bir rehber, bir önder, bir hâkim ve bir muallimlik vasfı dahi vardır. Kendi sözleri ve fiilleri (yaptığı işler) ile amelen ilâhî kanunu şerhet-mek vazifesi idi. Sahih olan bu menşe ve bu mehaza göre, fertleri terbiye edecekti. Terbiye görmüş fertlerden bir cemaat hazırlayacak ve hayatı tanzim edecekti. Sonra bu tanzim edilmiş yaşayışın sahasındakileri de bir araya getirecek doğru ve örnek bir yönetim şekii meydana koyacaktı. Böylece İslâm'ın esasları üzerine mükemmel bir medeniyet kurulmuş olacaktı. Rasûlullah bu işleri tam 23 senelik peygamberlik devrinde tamamladı. İşte bu sünnettir ki, Kur'ân-ı Kerim ile birlikte Yüce Hâkim'in kanun üstünlüğünü ve mükemmelliğini ortaya koymaktadır. İşte bu üstün ve kâmil kanunun adına da İslâm ıstılahında "Şeri'at" denilmektedir.